Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Her Kusursuz Şey
Her Kusursuz Şey

Her Kusursuz Şey

Matthew Quick

“Zorbaların peşinde olduğu şey bu muydu acaba? Herkesin içindeki iyiliği söküp atmak mı istiyorlardı?” Nanette O’Hare kendini bildi bileli futbol takımının yıldızıydı ve derslerinde…

“Zorbaların peşinde olduğu şey bu muydu acaba?
Herkesin içindeki iyiliği söküp atmak mı istiyorlardı?”

Nanette O’Hare kendini bildi bileli futbol takımının yıldızıydı ve derslerinde çok başarılıydı. Fakat içten içe bir şeylerin eksik olduğunu biliyordu. Herkes gibi olmak adına neden kendini feda etmesi gerektiğini bir türlü anlayamıyordu.

Çok sevdiği bir öğretmeni ona Sakız Biçici adında gizemli, artık baskısı bulunmayan bir kitabın yıpranmış bir kopyasını hediye ettiğinde, Nanette’in içindeki asi uyanacaktı. Bu yeni ve lafını esirgemeyen hâli büyük bir coşkuyla gerçek benliğini dünyaya kabul ettirmeye çalışırken beklenmedik arkadaşlıklar ve sorumluluklarla karşılaşacaktı.

Farklı hisseden ve bunu kabul etmeye cesareti olanların öğrenmesi gereken bir şey vardı: Kendini bulmak için önce kaybolmak gerekirdi ve bu acımasız yol herkese göre değildi.

“Kış temalı bir aşk hikâyesinden isteyebileceğim her şey!” —Emily Henry

“Yazarın akıcı bir dille kaleme aldığı hikâye, on sekiz yaşındaki hassas bir kızın çevresindeki sığlıkla mücadele ederken düşündüklerini ve hissettiklerini içeriyor…” —VOYA, starred review

“Bundan önceki asi ve uyumsuz genç kitapları gibi, bu da kendine gençler arasında sadık okurlar bulacak.” —School Library Journal, starred review

“Quick, uyumsuzluğa dair düşündürücü metinlerde ustalaşmaya devam ediyor ve büyümenin deneme yanılma evresinden geçen sempatik bir gencin portresini müthiş bir inandırıcılıkla çiziyor.” —Publishers Weekly, starred review

“Quick’in hikâyesi tuhaf gençlere hitap ediyor: yalnızlara, asilere ve yaratıcı tiplere; Booker’ın Bukowski ve Neruda okuma önerisine uyacaklara; değişime hazır olanlara.” —The Horn Book

“Güçlü, iyi yazılmış kadın başkahramanı bu gençlik romanını diğerlerinden ayırıyor.” —Kirkus

“İğneleyici gözlemler ve anlamlı duyguların çeşitliliğiyle zenginleşen hikâye, zaman zaman insanı boğan ergenlik dönemindeki bir gencin zihnine muazzam bir bakış.” —Booklist

“Quick, Nanette’in ayrıcalıklı huzursuzluğundan duyduğu endişeye eşlik eden okurlara düşünecekleri pek çok şey veriyor.” —BCCB

“Her Kusursuz Şey tam da beklediğim gibi… Quick’in o muazzam karakteri Nanette’in peşinden sürüklenmek isteyeceksiniz.” —Bustle

*

Derenin yakınındaki yeşil banka…

BİRİNCİ KISIM

1

O Bir Yetişkindi, Bense Hâlâ Çocuk

Üçüncü sınıfta, Noel tatilinden önceki son öğle arasında sınıfına girdiğimde Bay Graves’in üstünde bir tatil neşesi vardı ve her zamankinden daha çok gülümsüyordu. Aylardır onunla baş başa yemek yiyorduk. Ama o gün karısı benim için bir tabak İtalyan pizzelle kurabiyesi yapmıştı ve bu da acaba Bay Graves bunca zamandır benim hakkımda ona ne anlattı diye düşünmeme yol açtı. Kurabiyeler kocaman kar taneleri şeklindeydi ve tatları da meyankökü gibiydi. İkimiz de birer tane yedik ve ardından Bay Graves bana devasa boynuzları olan ren geyiklerinin beyaz siluetleriyle kaplı mavi bir kâğıda sarılı küçük bir paket verdi. Daha önce bir öğretmenden hediye almamıştım. Gözüme önemli göründü bu.

“Kafeteryaya gitmekten kaçınan birinden kendi gibi bir başkasına küçük bir hediye sadece,” diyerek gülümsedi Bay Graves. Hediye paketini yırttım.

Paketin içinde Nigel Booker tarafından yazılmış, Sakız Biçen adlı ciltsiz bir kitap vardı. Kitabın kapağı, sırtına bantla tutturulmuştu ve sayfaları da sararmıştı. Elli yıldır hafif nemli bir ortamda kalmış eski bir kamp çadırı gibi kokuyordu. Kitabın beyaz ön yüzünde şu üst kısmı eğri ağızlı, uzun Ölüm Meleği tırpanlarından vardı ama bu tırpan tamamen gökkuşağı rengindeki sakızlardan oluşuyordu, sanki biri onları beyaz mermer üstünde bu şekilde düzenlemiş gibi. Bu görsel kesinlikle tuhaftı. Hem ürkütücü hem de çekiciydi.

Kitabın ilk sayfasını açtım.

İthaf kısmında, “Okçuluk ocağına,” yazıyordu.

Garip, diye düşündüm.

Uçları kıvrılmış sayfaları hızla çevirdim ve birinin kitap boyunca yüzlerce yerin altını çizdiğini gördüm.

“Bu kitabı senin yaşındayken okudum ve hayatımı değiştirdi,” dedi Bay Graves. “Baskısı tükenmiş durumda. Muhtemelen biraz para eder ama bu satılacak türden bir kitap değil. Uzun zaman önce kitabın tamamını tarayıp dijital bir dosya oluşturdum. Ve elimdeki kopyayı da karşıma doğru öğrenci çıktığında ona vereceğime dair kendime söz verdim. Bu kitap dünyadaki en edebi şey değil belki. Muhtemelen biraz da demode. Ama kült bir klasik ve senin için harika bir kitap olabileceğine dair bir his var içimde. Bizim gibi insanlar için bir ergenliğe geçiş ritüeli bile olabilir hatta. Her neyse. Mutlu Noeller, Nanette O’Hare.”

Teşekkür etmek için Bay Graves’a sarıldığımda kaskatı kesildi ve “Buna hiç gerek yok,” dedi. Ardından beni nazikçe iterken gergin bir şekilde güldü.

O zaman bunu yapması beni sinirlendirmişti ama daha sonra neden temkinli olduğunu anladım. O neyin gelmekte olduğunu benden önce görmüştü çünkü o bir yetişkindi, bense hâlâ çocuk. O gece kitabı okumaya başladım.

2

Hikâye Bitmemiş Gibi

Sakız Biçen, Wrigley’s Doublemint sakızına bağımlı olduğu için kendini Wrigley olarak tanımlayan bir çocukla ilgiliydi. Çocuk bu sakızın sinirlerini yatıştırdığını anlatıyor ve bu sakızı öyle iştahla (ve öyle sık) çiğniyordu ki çoğu zaman çene ağrısı çekiyordu ve hatta “rasgele çene kilitlenmesi krizi”ne yakalanıyordu. Onun lisedeki bir yılına tanık oluyordunuz ama bu süre boyunca size gerçek ismini asla söylemiyordu.

Wrigley çoğunlukla birlikte vakit geçirmekten hoşlanmadığı sınıf arkadaşlarını gözlemliyor ve sürekli olarak “bırakmak”tan söz ediyordu ama siz onun neyi “bırakmak” istediğini tam olarak bilmiyordunuz. Kitabı Google’dan araştırdım ve internette bazı teorilerle karşılaştım; tamamen bu soruyu cevaplamaya adanmış internet siteleri buldum. Bazı insanlar Wrigley’nin kendini öldürmek, böylece insan ırkına aidiyetini bırakmak istediğini söylüyordu. Kimileri sadece okulu bırakmak istediğine inanıyordu. Bazıları da Wrigley’nin Tanrı’dan bahsettiğini ve onun aslında ilahi bir güce inanmayı bırakmayı istediğini düşünüyordu. Bunu anladığımdan emin değildim çünkü kitapta anlatıcı bir kez bile Tanrı’nın adını ağzına almıyordu. Bir de Wrigley’nin Amerika’yı bırakmak istediği ve bütün kitabın komünizm hakkında olduğu teorisini ortaya atanlar vardı ama yine buna da inanıp inanmadığımdan emin değildim.

Sorun, Wrigley’nin Lena ve Stella Thatch adlarındaki tek yumurta ikizlerinden birine âşık olması ancak hangisini sevdiğini bilmemesiydi. Çünkü ikizlerden biri, gittikleri okulun yakınındaki derenin kenarındaki bir kayanın üstünde güneşlenen kaplumbağayla konuşmaktan hoşlanıyordu. Wrigley kaplumbağaya Verimsiz Ted adını veriyordu çünkü bu kaplumbağa gün boyunca o kayanın üstünde yatıp güneşin tadını çıkarıyordu. (Bu lakaba bayıldım: Verimsiz Ted.) Wrigley bir meşe ağacının arkasına saklanıp ikizlerden birinin kendi korkularını ve babasının yaptığı korkunç bir şeyi Verimsiz Ted’e anlatmasına kulak misafiri oluyordu. Ama kızın babasının yaptığı korkunç şeyin ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemiyordunuz. Kesin olan şey, o esnada kızın ağlamak üzere olduğuydu. Kız içini dökerken Wrigley onu sabırla dinliyor ve sonrasında ortaya çıkıp kendini gösteriyordu. Bunun üzerine kız da onun her şeyi duyduğunu anlıyor ve Wrigley hemen, “Az önce söylediklerinin… hepsini… anlıyorum. Gerçekten. Ben de aynı şeyleri düşünüyorum, yani en azından pek çoğunu,” diyerek kızı teselli etmeye çalışıyordu. Kız önce “casusluk” meselesine sinirleniyordu ama sonra Wrigley’yle ikisi hayat, okul, “ormanın dışında” dürüst olamamaları ve “sadece bırakma” üstüne harika bir konuşma yapıyorlardı.

Trajedi, Wrigley bu kızın yanından ayrıldığında kendini gösteriyordu. Eve dönerken Wrigley dehşete kapılarak, kıza ismini sormadığını ve dolayısıyla bu özel deneyimi aslında Stella Thatch’le mi yoksa Lena Thatch’le mi yaşadığını bilmediğini fark ediyordu; bu durum da felç edici ve mide bulandırıcı bir endişe nöbetine neden oluyordu. Hatta Wrigley gerçekten kusuyordu çünkü orada konuşurlarken kız ona tekrar tekrar, “Lütfen bundan kardeşime bahsetme. Lütfen!” demişti. Dolayısıyla Wrigley bu kızın güvenine ihanet etme tehlikesi olmadan ikizlerden birine dere kenarındakinin o olup olmadığını soramayacağını anlıyordu çünkü eğer yanlış ikize sorarsa bu “her şeyi mahvederdi.” Bu konuda Wrigley’nin elinden bir şey gelmediği belliydi ama o bunu azap veren, çözümsüz bir sorun olarak gördüğünden yine de onun için çok üzülüyordunuz.

Wrigley, konuştuğu ikizin tam olarak hangisi olduğunu anlamaya çalışıp o kızın okulda onunla konuşmasını bekleyerek aylar geçiriyordu. Bu sırada belki de aslında ilk hamleyi o benden bekliyordur diye endişeleniyordu ve hatta belki ormandaki özel görüşmemizden pişman olmuştur ve benimle bir daha konuşmak istemiyordur diye düşünüp daha da kaygılanıyordu. Sonunda Wrigley aylar boyunca ikizleri yemekhanede izledikten sonra, ormanda konuştuğu ikizin Lena olduğuna karar veriyordu; bunun nedeni büyük ölçüde Lena’nın popüler kızlarla çevrili masada konuşurken ayağını gergin bir şekilde yere vurmasıydı ama Wrigley tam da emin olamıyordu. Ayrıca Lena, üstüne L harfi işlenmiş bir el çantası taşımaya başlıyordu, bu da Wrigley’ye oldukça iyi bir işaret gibi görünüyordu. Wrigley, belki de böyle yaparak kız ona kendi kimliği konusunda bir işaret gönderiyor, bir ipucu veriyordur diye düşünüyordu. Wrigley, Lena’ya mezuniyet balosuna gitmeyi teklif etmeye karar veriyordu ve kız bu teklife evet derse Verimsiz Ted’e itirafta bulunanın o olduğundan emin olurum diyordu kendi kendine. Lena evet diyordu ama bu teklif karşısında isteksiz görünüyordu, bu da Wrigley’nin kafasının daha çok karışmasına neden oluyordu.

Wrigley smokin kiralayıp sarı güllü bir bilek korsajı alıyor ancak tam ikizlerin zilini çalmak üzereyken ormanda tanıştığı ikizin asla mezuniyet balosuna gitmek istemeyeceğini anlıyordu. Wrigley’nin bunu bilmesinin nedeni, aslında kendisinin de mezuniyet balosuna gitmek istememesiydi. Dolayısıyla sadece karşısındakinin doğru kız kardeş olup olmadığını anlamak için smokin giymiş durumdaydı. Bunun dışında hiçbir şey veya kendi deyimiyle tüm bu “tantana” Wrigley’nin hiç umurunda değildi. Dere kenarında yalnız başına kaplumbağayla konuşan ikiz, mezuniyet balosuna giden Wrigley’yi sevemezdi çünkü bu Wrigley kostüm giyiyordu ve aslında olduğu kişiye; “ormandaki sade giyimli Wrigley’ye” sadık değildi. Wrigley bu çok açık diye düşünüyordu ve okurken ben de ona katıldım. Wrigley o mezuniyet balosuna katılamazdı. Bu onun doğru ikizle gerçek bir ilişki yaşama ihtimalini ortadan kaldırırdı.

Wrigley daha başlamadan başarısız olduğuna karar verdiğinden zili çalmıyordu ve bunun yerine o ikizlerden biriyle ilk konuştuğu yere gidiyordu. Doğru kız kardeşin onu burada beklediğini ve belki de konuşup modern peri masallarının sonundaki gibi öpüşeceklerini düşünüyordu. Ama oraya vardığında, beklediği doğru ikiz yerine, ellerindeki sopalarla Verimsiz Ted’i ters çeviren bir grup ilkokul çocuğu buluyordu. Kabuğu yere gelen kaplumbağa, “dört ayağı havada amansızca daire çiziyordu.” Wrigley küplere biniyor ve çocuklardan en büyüğünü yakalayıp tekrar tekrar, “NEDEN? NEDEN? NEDEN?” diye bağırıyordu.

Çete başı olan ilkokul çocuğu biraz eğlendiklerini ve aslında kaplumbağayı öldürmeyeceklerini söylüyordu. Bunun üzerine Wrigley sakızını çocuğun saçına yapıştırıp onu dereye atıyor ve “Ben de biraz eğleniyorum yoksa morarıp boğulana kadar seni suyun altında tutmak gibi bir niyetim yok,” diyordu. Ardından çocuğun kafasını suyun içine gömüyor ve diğerleri çocuğun hayatını bağışlaması ve tekrar nefes almasına izin vermesi için Wrigley’ye yalvarana kadar da orada tutuyordu. Çocuk yarı baygın ve sırılsıklam bir hâlde sudan çıktığında zorlukla nefes alıp onu tekrar suya daldırmaması için yalvarıyordu. Wrigley oğlanı bırakıyordu ve çocuklar toz oluyorlardı.

Verimsiz Ted, Wrigley onu düz çevirirken kahramanımızın elini ısırıp derisinden üçgen şeklinde bir parça koparıyordu. Verimsiz Ted oradan uzaklaşırken eli kanayan Wrigley de bir yandan kurulanıp bir yandan küfrediyor ve doğru ikizin ortaya çıkmasını bekliyordu ama kız asla gelmiyordu. Onun yerine, boğulmak üzere olan çocuğun ebeveynleri geliyordu ve çocuğun babası, Wrigley’yi dereye atıp onun yüzüne su fırlatarak, “Zorbanın teki olmak nasılmış bakalım? Oğlum on bir yaşında ve senin yarın kadar. Sen pisliğin tekisin. Sen bu toplumun resmen yüzkarasısın. Hem sen neden mezuniyet balosunda değilsin? Üstünde de smokin var! Mezuniyet balosuna gitmemek hiç de bir Amerikalıya yakışır bir şey değil. Yoksa sen kızıl komünist misin?” diyordu.

Wrigley kendini açıklamak yerine mezuniyet balosu kıyafetini çıkarıyordu, “kimsenin peşine düşmeyeceğini” bildiği kirli derenin ortasına doğru, çıplak hâlde sırtüstü yüzüyordu ve “Verimsiz Ted, neden bütün gün hiçbir şey yapmadan tek başına kayanın üstünde oturduğunu şimdi anlıyorum. Bırakıyorum. Bundan sonra burada sonsuza kadar süzülüp duracağım,” diyordu. Ardından roman, geceleyin gökyüzünde yıldızlar belirmeye başladığı sırada Wrigley delice gülerken bitiyordu.

İnternette kitabın sonuyla ilgili farklı teoriler vardı ancak baskın olan görüş, Wrigley’nin sırf anda olmak, derede çıplak hâlde süzülmek için geleneksel toplumu, aileyi, devlet okulunu ve hatta cinselliğini reddettiği yönündeydi.

Bazısı bunun Zen Budizmiyle ilgili bir ders olduğunu ve hatta belki de Wrigley’nin aydınlandığını söylüyordu.

Bana sanki hikâye bitmemiş gibi geldi ve bu beni üzdü çünkü sudan çıktıktan sonra Wrigley’nin başına ne geldiğini bilmek istedim. Hatta bir şey kaçırdığım düşüncesiyle Noel tatili boyunca kitabı üç kez yeniden okudum.

3

Onunla Kendin Görüşmelisin

Ocak ayında okul yeniden başladığında sırtımı Bay Graves’in sınıfının kapısına dayamış, koridorda bekliyordum.

“Dün gece burada mı uyudun, Nanette? Daha güneş bile doğmadı,” diye takıldı Bay Graves geldiğinde.

“Wrigley’nin başına ne geliyor?” diye sordum. “Bilmem gerekiyor. Çünkü Wrigley benim. Ve bu böyle bitemez. Mümkün değil. Olamaz.”

“Neden olmasın?”

“Çünkü daha fazlasına ihtiyacım var.”

“Karşındakine her zaman daha fazlasını isteyeceği kadarını ver. Bu eğlence sektörünün önemli kurallarından biridir.”

“Bu eğlence sektörü değil. Edebiyat bu. Ayrıca bu benim hayatım,” dedim. “Bu kitap benim. Ben. Bu bir hikâyeden daha fazlası. Yazarın cevaplar vermek gibi bir sorumluluğu var. Hem de tüm cevapları!”

Bay Graves önce gülümsedi ardından gülüp, “Sakız Biçen’i seversin diye düşünmüştüm. Dediğim gibi, bizim gibi ucubeler için bir ergenliğe geçiş ritüeli,” dedi.

Bay Graves kendini ve hoşlandığı kişileri tanımlarken hep ucube kelimesini kullanırdı. Tüm büyük yazarların da “ucube” olduklarını, tüm en iyi sanatçılarımızın, müzisyenlerimizin ve düşünürlerimizin lisede veya “gençken” garip olarak yaftalandıklarını söylerdi. Bu “katılım bedeli”ydi.

“Hem kitabın ismi neden Sakız Biçen ki?” diye sordum.

“Sence niye?”

“Hiçbir fikrim yok. Bu yüzden size soruyorum!”

Bay Graves güldü. “Pekâlâ, bu konuda pek çok teori var.”

“Ben zaten internette bir araştırma yaptım. Oradakilere inanmıyorum.”

“O zaman belki de yazara kendin sormalısın.”

“Bunu nasıl yapabilirim?”

“Aslına bakarsan Bay Booker bu okula yürüme mesafesinde oturuyor. Bunu biliyor muydun?”

“Ciddi misiniz?”

Bay Graves benden habersiz beni bir yola yönlendiriyormuş gibi gülümsedi. “Üstelik ona House’ta bir kahve ısmarlamayı teklif edersen seninle konuşabileceğine dair bir his var içimde.

Ancak hiçbir zaman cevapları doğrudan vermediği konusunda seni uyarmalıyım. Ayrıca sanırım şu an Sakız Biçen’den cidden nefret ediyor.”

“Bunu nereden biliyorsunuz?”

“Çünkü ergenken ona pek çok mektup yazdım; sonunda on altı yaşımdayken o benimle buluşana kadar da buna devam ettim.”

“Ne dedi peki size?”

“Ah, bunun sürprizini kaçırmak istemem. Onunla kendin görüşmelisin. Bu kesinlikle başlı başına bir deneyim. Senin için ayarlayabileceğimden oldukça emin olduğum bir deneyim. Tabii sen de buna varsan.”

4

Soylu Bırakma Sanatına Dair Bir Marş

Kesinlikle buna vardım.

Bay Graves gerekli düzenlemeleri yaptı ve ben kısa bir süre sonra kendimi, son zamanlarda en sevdiğim kitabın yazarı olan Nigel Booker’ın karşısında otururken buldum. House mahalle arasında bir kafeydi ve bizim evden sadece altı blok ötedeydi. Orada daha çok yaşlı insanlarla karşılaşırdınız ve bu beni biraz olsun rahatsız etmiyordu çünkü doğruyu söylemek gerekirse kendi neslime pek de bayıldığım söylenemezdi.

“Bayan O’Hare?” diye seslendi Nigel Booker geldiğinde. Ben evet anlamında başımı salladığımda elini uzattı ve ben de onun elini sıkınca, “Bana sadece Booker de. Ben kendine Bay dedirten biri değilim,” dedi. Booker, Bay Graves’ten yirmi otuz yaş kadar büyüktü. Kocaman kulaklarından kümeler hâlinde beyaz kıllar fışkırıyordu. Ekoseli pantolonunun paçaları fazla kısa, bel kısmı ise fazla boldu. Büyük beden saç örgülü kazağı eskimişti ve biraz da kirliydi. Elvis gibi saçlarının yan tarafları taranıp arkaya atılmış, tepesi de kabartılmıştı ama Elvis’inkilerden farklı olarak Booker’ın saçları ağarmıştı. “Bu yaşlı adama gerçekten de kahve ısmarlamak istiyor musun?” diye sordu, başparmaklarını kendi yüzüne doğrultarak. “Nasıl bu kadar şanslı olabildim?”

Ben evet anlamında kafa salladım, ardından kahvelerimizi sipariş ettik, ben ödemeyi yaptım ve sonrasında da yerlerimize oturduk.

“Eee?” dedi Booker.

Derin bir nefes alıp, “Sakız Biçen benim yeni kişisel manifestom. Daha önceden benim gibi başka insanlar olduğunu bilmiyordum ama belli ki var. Ve siz de beni anlıyorsunuz. Bu yüzden de…” dedim.

“Peki,” diye araya girdi Booker, sonra da kıkırdadı. “Bu kadar yeter.”

O an sadece mütevazılık mı yapıyor anlayamadığımdan sorularıma devam ettim. “Neden artık baskısı yok?”

“Muhtemelen çok iyi bir kitap olmadığı içindir,” dedi ve sonra da güldü. “Kurmaca yazarı olarak resmî bir eğitimim yok. Kafamda bu hikâye vardı ve onu içimden atmam gerekiyordu. Sanki yazın ateşli bir hastalığa yakalanmıştım ve bunun da tedavisi yazmak gibiydi. Yazdıklarımın yayımlandığına inanamadım, zaten onu New York’a neden gönderdiğim konusunda da hiçbir fikrim yok. Muhtemelen beni ve az tanınan yayıncıyı etkisi altına alan çift taraflı, geçici bir delilik söz konusuydu. Zaten o yayıncı da kitap piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra kepenk kapattı. Şu işe bak… Kitabın sadece orta boy, ciltsiz tek bir baskısını yapacak kadar kaldı piyasada. Çok şükür.”

Booker’ın neden söz ettiği konusunda hiçbir fikrim yoktu, bu yüzden de daha önceden hazırlamış olduğum sorulara bağlı kaldım. “İnternetteki tüm ikinci el kopyaları alıp yaktığınız doğru mu?”

Booker güldü ve “Evimde bir internet bile yok,” dedi.

“Bir internet” deyişi, doğruyu söylediğine beni ikna etti. Yaşlı birinin konuştuğu şey konusunda herhangi bir fikri olmadığını daima anlayabilirdiniz çünkü sanki konuştuğunuz şeyi doğru adlandırmayı reddederek onu aşmaya çalışıyorlarmış gibi yanlış ifade kullanırlardı. Ben bu tekniğe ihtiyarların kelime büyüsü derdim.

Üçüncü soruma geçip, “Dereden çıktıktan sonra Wrigley’nin başına ne geliyor?” diye sordum.

“Oradan çıktığını kim söyledi?”

“Yani boğuluyor mu?”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Umut Işığım ~ Matthew QuickUmut Işığım

    Umut Işığım

    Matthew Quick

    Pat Peoples ile tanışın. Pat’in iyimserliğe dair bir teorisi var: Hayatının, yapımcılığını Tanrı’nın üstlendiği bir film olduğuna inanıyor. Ve mutlu sona ulaşması için Tanrı...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Gir Kanıma ~ Barış İnceGir Kanıma

    Gir Kanıma

    Barış İnce

    Kan emiciler her yerde! John Ajvide Lindqvist’in uluslararası çoksatanı Gir Kanıma, kadim vampir efsanelerinden günümüz insanının sıkışmışlığına uzanan; kan, vahşet ve kara mizahla yoğrulmuş doğaüstü bir...

  2. Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu ~ Laura EsquivelLupita Ütü Yapmayı Seviyordu

    Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu

    Laura Esquivel

    Büyükannesi ayın ışığının güneşinki kadar güçlü olduğunu, ay ışığına çıkmadan önce önlem almak gerektiğini söylemişti ona. Toprağın karanlığından hayat fışkırdığını bilmek hoşuna gidiyordu. İnsan...

  3. Huzursuzlar ~ Linn UllmannHuzursuzlar

    Huzursuzlar

    Linn Ullmann

    Linn Ullmann’ın roman üçlemesinin ilk kitabı “Huzursuzlar”, çocukluğunda her yaz Baltık Denizi’nde uzak bir ada olan Fårö’ye, yönetmen ve film yapımcısı babasını ziyarete giden...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur