Seanan McGuire’ın Ters Çocuklar serisinin Hugo, Nebula ve Locus En İyi Novella ödüllerine layık görülen ilk kitabı Her Kalp Bir Eşik okuru birbirinden tuhaf dünyalara davet ediyor.
Çocuklar uygun koşullar altında her zaman ortadan kaybolmuşlardır; bir yatağın altındaki ya da bir gardırobun arkasındaki gölgelerin içinden kayarak, tavşan deliklerinden aşağı yuvarlanarak ve eski kuyulara girerek başka dünyalarda ortaya çıkarlar.
Eleanor West, bir kapı bulup başka dünyalara giden ve kendi dünyalarına döndükten sonra topluma uyum sağlayamayan çocuklar için bir okul kurmuştu. Çocuklar burada gittikleri dünyalara göre sınıflandırılıyor, eğitimler alıyor, sosyalleşiyor ve onları başka dünyaya götüren kapılarının tekrar açılmasını bekliyorlardı. Nancy de Ölüler Diyarından dönmüştü ve bildiği dünya onun için anlamını yitirmişti. Ailesi ise çareyi Eleanor West’in Ters Çocuklar Evi’nde bulmuştu. Nancy okula geldikten kısa süre sonra öğrenciler teker teker ölmeye başlayınca tüm gözler Nancy’nin üzerine çevrilecekti. Nancy ve garip arkadaş grubunun tek çaresiyse katili bulmaktı.
Her Kalp Bir Eşik, adresini kaybettiğimiz evlerin yolunu tarif eden, büyüleyici bir hikâye.
I. KISIM
ALTIN İKİNDİLER
KÜÇÜK BİR KIZ VARMIŞ
Kızlar hiçbir zaman giriş mülakatlarına katılmazdı. Ebeveynleri, vasileri, kafası karışmış, yardım etmeyi çok isteyen ama bunu nasıl yapacağını bilemeyen kardeşleri katılırdı sadece. Orada oturup dünyada –en azından bu dünyada– en çok sevdikleri insanların onların anılarını kuruntu, deneyimlerini fantezi, hayatlarını tedaviye direnen bir hastalık gibi görüp ciddiye almamalarını dinlemek, müstakbel öğrencilerin çok zoruna giderdi muhtemelen. Dahası, Eleanor’u ilk kez öyle, o saygın griler ve leylak renkleri içinde, saçları yalnızca çocuk hikâyelerinde var olan türden yaşlı ve ruhsuz teyzelerinki gibi derlenip toplanmış hâlde görseler, okula güvenleri baştan sarsılabilirdi. Gerçek Eleanor’un bununla yakından uzaktan bir alakası yoktu.
Öğrencilerin Eleanor’un alabildiğine dürüst ve samimi bir edayla, okulunun o minik kayıp kuzuların zihinlerinde ters giden şeylere şifa bulacağını açıklarkenki sözlerini duymaları işleri sadece daha da kötüleştirirdi. Eleanor, söylediğine göre, bu kırılmış çocukları alıp onları tamir edebilir, yeniden bütün olmalarını sağlayabilirdi. Yalan söylüyordu elbette ama potansiyel öğrencilerinin bunu bilmesinin yolu yoktu. Bu yüzden yasal vasilerle baş başa görüşmeyi talep eder, onları doğuştan yetenekli bir dolandırıcının dikkat ve ustalığıyla kandırırdı. Şayet o vasiler günün birinde bir araya gelip de bilgi alışverişinde bulunacak olsalar, kadının metnini çok iyi çalıştığını ve bir bıçak gibi bilediğini anlarlardı. “Kadınlığa geçiş yapmanın eşiğindeki genç kızlarda tezahür eden, ender görülmekle birlikte emsalsiz olmayan bir rahatsızlık bu,” derdi, gelen son gezgin kızın ümidini kesmiş, canından bezmiş vasileriyle dikkatli göz temasları kurarak.
Erkek çocukların ebeveynleriyle konuşmak zorunda olduğu nadir durumlarda konuşmasını değiştirirdi, o da ancak durumun gerektirdiği kadar. Bu şablon üstünde uzun zamandır çalışıyor, yetişkinlerin korku ve arzularına nasıl oynayacağını biliyordu. Emanetleri için en iyisini istiyorlardı, tıpkı Eleanor gibi. Mesele “en iyinin” ne olduğuna dair farklı fikirlerde olmalarından ibaretti. Ebeveynlere, “Bu bir kuruntu,” diyordu, “biraz uzakta kalmanın yardımı dokunabilir.” Teyzelerle amcalara, “Bu sizin hatanız değil,” diyordu, “ve çözümü ben olabilirim.” Büyükannelere, büyükbabalara, “Bırakın yardım edeyim. Lütfen, yardım etmeme izin verin,” diyordu. Tüm aileler yatılı okulun en iyi çözüm olduğuna katılmıyordu. Yaklaşık her üç potansiyel öğrenciden biri parmaklarının arasından kayıp gidiyor, Eleanor kurtarılabilecekken hayatları yok yere daha da zorlaşacak bu çocuklar için yas tutuyordu.
Ama bakımına verilenler de çok mutlu ediyordu onu. Onun yanındayken, anlayan biriyle birlikte olacaklardı en azından. Eve dönme fırsatını bir daha asla bulamasalar da, yanlarında onları anlayacak biri ve kendileri gibi çocuklar olacaktı, ki paha biçilmez bir hazineydi bu. Eleanor West günlerini öğrencilerine kendisinin hiç sahip olmadığı şeyleri vermekle geçiriyor ve bunun bir gün ait olduğu yere dönüş biletini kesmeye yeteceğini umuyordu.
1
EVE GELMEK, EVDEN GİTMEK
Hikâye anlatma, yani sıradandan mucizevi bir şey çıkarma alışkanlığı, kırması zor bir alışkanlıktı. Anlatı, konuşan korkulukların ya da sırra kadem basan kedilerin eşliğinde bir zaman geçirdikten sonra kendiliğinden geliyordu; insanın ayaklarını yere basma, ne kadar tuhaflaşırsa tuhaflaşsın tüm hayatlardan geçen ve süreklilik denen pamuk ipliğine bağlanma yöntemiydi bu bir bakıma. İmkânsız şeyleri anlatılaştırdınız mı, onları bir hikâyeye dönüştürdünüz mü, kontrol edilebilirlerdi. Bu yüzden, buyurun bakalım: Köşk, özel bir mülkü çevrelemek üzere kullanılmasa kır sayılabilecek bir alanın ortasına tünemişti.
Çimler mükemmel bir yeşildi, yapının etrafında öbeklenen ağaçlar mükemmel bir şekilde budanmıştı ve bahçe normalde ancak bir gökkuşağında ya da bir çocuğun oyuncak kutusunda bir araya gelebilecek renklere bürünmekteydi. Araba yolu uzaktaki ana girişten başlayıp köşkün önüne gelene dek ince ve siyah bir kurdele gibi kıvrılıyor, oradailmek şeklini alıp verandanın altındaki daha geniş bekleme alanıyla zarif bir şekilde birleşiyordu. Bir araba durdu, rengi rüküş bir sarıydı, özenle şekillendirilmiş manzarada biraz pejmürde görünüyordu.
Arka kapı çarptı, araba yeniden yola koyuldu ve geride genç bir kız bıraktı. Kız ince, uzun ve taş çatlasa on yedisindeydi; gözlerinin ve ağzının etrafında şeklini almamış bir şeyler vardı daha, sürmekte olan bir iş gibiydi bu yüzden, zaman içinde tamamına erecekti. Siyah giyinmişti siyah kot, siyah minik düğmeleri askerler gibi başparmaktan baldırlara kadar marş marş çıkan siyah botlar ve beyaz giyinmişti bol bir atlet, bileklerinde sahte inciden bileklikler atkuyruğunun dibine de nar tohumları renginde bir kurdele takmıştı. Saçları yol yol siyah olukların geçtiği bir kemik beyazıydı mermere benzin dökülmüş gibi– ve gözleri buz gibi açık bir renkti.
Gün ışığında gözlerini kısıyordu. Görünüşe bakılırsa, güneşi son görüşünün üstünden epey bir zaman geçmiş olmalıydı. Küçük tekerlekli valizi, üstü papatya çizimleriyle kaplı parlak pembeydi. Valizi kendisinin almadığı nereden baksanız kesindi. Elini gözlerine siper edip köşke baktı, verandanın saçağından sarkan yazıyı görünce duraksadı. ELEANOR WEST’İN TERS ÇOCUKLAR EVİ yazıyordu koca koca harflerle. Altında, daha küçük harflerle şöyle devam ediyordu: RİCA, ZİYARETÇİ VE TETKİK YASAKTIR. Kız gözlerini kırpıştırdı. Elini indirdi. Basamaklara yürüdü yavaşça. Köşkün üçüncü katında Eleanor West perdeyi bırakıp kumaş hâlâ dalgalana dalgalana önceki konumunu almaya çalışırken kapıya döndü.
Altmışlarının sonunda ve yaşına göre genç duran bir kadın gibi görünmekle birlikte gerçek yaşı yüze yakındı: Bir zamanlar sık sık gidip geldiği diyarlara yaptığı yolculukların biyolojik saati bozup zamanın bedeni doğru dürüst kavramasını zorlaştırmak gibi bir eğilimi vardı. Bazı günler uzun yaşadığı için minnet duyuyordu; açtığı kapıları açmasa ya da gitmesi gereken yoldan sapmasa görebileceğinden çok daha fazla çocuğa yardımı dokunmuştu bu sayede. Bazı günlerse merak ediyordu, bu dünya onun var olduğunu bunca yıl sonra bir şekilde hâlâ hayatta olan küçük Asi Kız Ely West olduğunu– keşfedecek miydi hiç ve böyle bir şey olursa ne olacaktı ona? Yine de, şu anda, sırtı güçlü, gözleri de yedi yaşında bir kız çocuğuyken babasının arazisinde bir ağacın kökleri arasındaki o açıklığı gördüğü günkü kadar berraktı.
Saçı beyazsa bile, teni kırışıklar ve anılarla yumuşamışsa bile, eh, bu da hiç sorun değildi. Gözlerinin etrafında bitmemiş bir şey vardı hâlâ; işi hâlâ bitmemişti. O bir hikâyeydi, sonsöz değil. Ve eğer yeni gelen kızı karşılamak için merdivenlerden inerken her basamakta bir kelimeyle hayatını anlatmayı tercih ediyorsa, bunun da kimseciklere zararı yoktu. Anlatı, kırması zor bir alışkanlıktı sonuçta. Ve bazen bir bedenin hiçbir şeyi olmazdı ondan başka. Nancy antrenin ortasında donakalmıştı, elini valizinin sapına kenetlemiş etrafına bakıyor, nasıl bir yerde olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Annesiyle babasının onu gönderdiği “özel okuldan” ne beklediğinden emin değildi ama bu şık kır evi gibi bir yer görmeyi beklemediği kesindi. Duvarlar eski moda gül ve akasma sarmaşığı desenli kâğıtlarla kaplanmıştı ve mobilyalar –mekân kasten az dayanıp döşenmişse de– antikaydı, hepsi kaliteli ve cilalı ahşaptandı ve tırabzanların kavislerine yakışan pirinç kulpları vardı.
Zemin kiraz ağacındandı, kız çenesini kaldırmadan gözlerini hareket ettirmeye çalışıp yukarı çevirdiğindeyse, açan bir çiçeğe benzeyen, incelikle işlenmiş bir avizeye bakarken buldu kendini. “Mezunlarımızdan birinin eseri bu,” dedi bir ses. Nancy bakışlarını avizeden ayırıp merdivene çevirdi. Merdivenden inen kadın bazı yaşlı kadınların olduğu gibi inceydi ama dik duruşluydu, eli tırabzanı bir destek gibi değil, yalnızca bir kılavuz gibi kullanıyordu sanki. Saçları Nancy’nin saçları kadar beyazdı ama arada yol yol akan isyankâr siyahlar yoktu ve tohuma kaçmış bir hindiba misali, üfleseniz uçacak bir perma topuna benziyordu.
Cart turuncu bir pantolonunun üstüne gökkuşağı renkli el örgüsü yün kazak giymese ve hiçbiri birbirine uymayan binbir renkli ve yarı kıymetli taşlardan bir kolye takmasa, görüntüsü mükemmel bir saygı uyandırabilirdi. Nancy elinden geleni yapmasına rağmen gözlerinin büyüdüğünü hissetti ve bu yüzden kendinden nefret etti. Hareketsizliğinin kontrolünü her geçen gün biraz daha kaybediyordu. Yakında tüm bu canlılar kadar gergin ve dengesiz olacak ve o zaman eve dönüş yolunu asla bulamayacaktı. “Aslında neredeyse tamamı cam; cam olmayan kısımlar hariç tabii,” diye devam etti kadın, Nancy’nin küstah bakışlarına aldırmıyordu anlaşılan. “Böyle şeyler nasıl yapılıyor pek bilmiyorum. Kumu eriterek, herhalde. Ama ortadaki, gözyaşı şeklindeki şu büyük prizmalara benim de katkım oldu.
On ikisi de benim eserim. Biraz gurur duyuyorum bununla.” Kadın duraksadı, Nancy’nin bir şey söylemesini bekliyordu belli ki. Nancy yutkundu. Bu günlerde boğazı kupkuruydu, o tozu hiçbir şey geçiremiyordu sanki. “Cam yapmayı bilmiyorsanız prizmaları nasıl yaptınız?” diye sordu. Kadın gülümsedi. “Gözyaşlarımla tabii. Burada en basit cevabın doğru cevap olduğunu farz et her zaman, çoğunlukla öyle çünkü.
Ben Eleanor West. Evime hoş geldin. Sen de Nancy olmalısın.” “Evet,” dedi Nancy yavaşça. “Nereden bildiniz?” “Eh, bugün beklediğimiz tek öğrenci sendin. Eskisi kadar çok öğrenci yok artık. Ya kapılar azalıyor ya da geri dönmeme konusunda ustalaşıyorsunuz giderek. Şimdi birazcık sus da sana bir bakayım.” Eleanor son üç basamağı da inip Nancy’nin önünde durdu, kızı kısa bir süre dikkatle inceledikten sonra etrafında yavaş bir çember çizdi. “Hımm. Uzun, ince, benzi de pek soluk. Güneşsiz bir yere gitmiş olmalısın ama boynunun derisine bakılırsa sanırım vampir meselesi değil bu. Jack ve Jill seninle tanıştığına müthiş sevinecek.
Bütün bu gün ışığından ve insanların yaydığı tatlılıktan bıkmış durumdalar.” “Vampir mi?” dedi Nancy boş gözlerle. “Vampirler gerçek değil.” “Bunların hiçbiri gerçek değil, hayatım. Ne bu ev, ne bu konuşma, ne ayağındaki şu ayakkabılar –bu arada akranlarının tarzına uyum sağlamaya çalışıyorsan bu ayakkabıların modasının yıllar önce geçtiğini söylemeliyim, yakın zamanlı geçmişine sarılmaya çalışıyorsan da matem ayak kabılarına benzemiyorlar– ne de biz gerçeğiz. ‘Gerçek’ dediğin altı harflik bir kelimeden ibaret ve benim çatımın altında bu kelimeyi mümkün olduğunca az kullanırsan müteşekkir kalırım.” Eleanor, Nancy’nin önünde durdu tekrar. “Seni ele veren saçların. Bir tür Yeraltında mıydın yoksa Ölüler Diyarında mı? Öteki Taraflardan birine gitmiş olamazsın.
Oralardan kimse geri gelmez.” Nancy şaşkın şaşkın bakıyor, sesini bulmaya çalışırken ağzı sessizce oynuyordu. Yaşlı kadın bunları –bu hunharca imkânsız şeyleri– alabildiğine lakayt bir edayla, Nancy’nin aşı kayıtlarından daha önemli bir şey sormuyormuşçasına söylemişti. Eleanor’un yüz ifadesi değişti, yumuşak ve mahcup bir hâl aldı. “Ah, sarstım seni, değil mi? Böyle bir eğilimim var maalesef. Ne yapayım, daha on altı yaşıma basmadan altı kez Saçmalık dünyasına gittim ben, nihayetinde gidip gelmeye son vermek zorunda kalsam da dilime söz geçirmeyi öğrenemedim hiç.
Yol yorgunu olmalısın, burada neler döndüğünü de merak ediyorsundur. Haksız mıyım? Pusulada ne tarafa düştüğünü öğrenir öğrenmez sana odanı gösterebilirim. Maalesef yerleşim gibi konularda gerçekten önemli olabiliyor böyle şeyler; Saçmalık yolcularını Mantıkta yürüyen birinin yanına koyamazsın, tabii canın yerel polise bir yığın şiddet vakası açıklamak istemiyorsa. Dikkatlerini başka yöne çekmeyi genellikle becersek de bizi denetledikleri oluyor. Okulun ruhsatını korumak için gerekli bu, gerçi biz daha çok bir sanatoryum gibiyiz. Bu kelime hoşuma gidiyor, senin gitmiyor mu? ‘Sanatoryum.’ Çok resmi geliyor kulağa, öte yandan hiçbir anlama geldiği yok.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Fantastik Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHer Kalp Bir Eşik – Ters Çocuklar 1
- Sayfa Sayısı160
- YazarSeanan McGuire
- ISBN9786052652077
- Boyutlar, Kapak12,5*19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dönüşüm ~ Franz Kafka
Dönüşüm
Franz Kafka
Gregor Samsa bir sabah tedirgin düşlerden uyandığında, kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş buldu. Dönüşüm edebiyat tarihinin belki de en müthiş bu cümlesiyle başlar....
- Genç Werther’in Acıları ~ Johann Wolfgang Goethe
Genç Werther’in Acıları
Johann Wolfgang Goethe
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werther’in Acıları’nda, kısa bir süre...
- Mavi Kirazlar – 1: Damdaki Melek ~ “Mavi Kirazlar” Yazar Ekibi
Mavi Kirazlar – 1: Damdaki Melek
“Mavi Kirazlar” Yazar Ekibi
Önümde yürüyordu, bazen onu izlemekte zorlanıyordum. Çinko plakalar üstünde adımlarından hiç ses çıkmıyordu. Baştan aşağı siyah giyinmiş, omuzuna küçük bir sırt çantası takmıştı. Uzun...