Yaşlı kadının plastik bir kutu içinde sunduğu lokumları sever, hele pembe olanlara bayılırdı. Yaşlı kadın güllü diyordu onlar için. Tadını tam çıkaramadığı, ama limona benzettiği sarılarını da severdi. Yalnız yeşil olanlardan hoşlanmaz, ağzını yakan keskin nane tadından nefret ederdi. Bazen yaşlı kadın kutuyu masanın üzerinde bırakıp giderdi. Küçük kız o zaman kutudaki lokumları dilinin ucuyla ıslatıp tozlarını siler, renklerini açığa çıkarıp pembelerini seçerdi. Sonra öbürlerini kutunun dibinde biriken toza bular, bir şey olmamış gibi yerine otururdu.
Attilâ Şenkon’un, 1991 Akademi Kitabevi Öykü Özendirme Ödülü’nü alan bu ilk kitabı, gerçek ile masalın, var ile yokun arasında erimiş incecik çizgide gezinen kısacık ve duygu dolu öykülerden oluşuyor.
Her Gün Perşembe Olsa, otuz yıl önce kaleme alınmış olmasına rağmen güncelliğini hiç yitirmemiş öykülerin kitabı.
İÇİNDEKİLER
İLKBAHAR
Papatya Adası……………………………………………………………………………………………..11
İçine talaş doldurulmuş öykü………………………………………………….15
Yeter Pan……………………………………………………………………………………………………………19
Atlıkarınca nasıl döner?………………………………………………………………..23
YAZ
Kiraz tanesi…………………………………………………………………………………………………….27
Karpuzu görebilmek…………………………………………………………………………….31
Yorganlar, pirePapatya Adasıler, küller………………………………………………………………35
Ayaküstü bir ölüm………………………………………………………………………………….41
SONBAHAR
Renksiz gökkuşağı………………………………………………………………………………….47
Sevmek dokunmaktır………………………………………………………………………….51
Yalnızlığını ısırdığım gece…………………………………………………………….55
Sencileyin…………………………………………………………………………………………………………..61
KIŞ
Mumu söndürmek kolaydır…………………………………………………………65
Sevgiler üşürken……………………………………………………………………………………….69
Her gün perşembe olsa…………………………………………………………………….73
Körebe…………………………………………………………………………………………………………………..81
Seni İLKBAHAR geçmeden
Papatya Adası’na ulaştırmam gerektiği için
açıklamalarla zaman yitirmeyip yokuş aşağı
kürek çekmeye başlıyorum.
Papatya Adası
Bir verene bin vermeye
hazırdı.
Bir aldı, bin verdi
kalmadı.
Sessiziz. Ben yorgunum, sense heyecanlısın. Papatya Adası’na geç olmadan varmamız gerektiğini ikimiz de biliyoruz. “Biraz da ben…” diyecek oluyorsun, reddediyorum. Kürek çekmenin sanıldığınca kolay olmadığını nereden bilebilirsin? Rahatlığım seni yanıltmasın. Oraya kezlerce gidip gelmenin verdiği bir alışkanlık benimki. Kuğulu Park’tayız. Şekeri çoktan erimiş çayını, bunun ayırdında olmadan dalgın dalgın karıştırıyorsun. Belli ki yine üzmüşler seni. “Herkes anlaşılmayı bekliyor. Kimse anlamaya yanaşmıyor,” diyorsun. Yanılmamışım. “Sonra da anlaşamıyoruz diye feryat figan. Haksız mıyım?” Anlamı, “hem de çok haklısın” olan bir gülümseyiş yerleşiyor yüzüme. Seni, gece yağıp sabah keşfedilen kara benzetiyorum. Bütün yeryüzü aklığınla örtülmüş ve henüz kimse dokunmamış sana. Saflığın huzur veriyor, seni seyrederken dinleniyorum. “Bense hep hazırım anlamaya. Bütün insanları seviyorum ben. Kimi gün, bindiğim bir otobüsün hiç tanımadığım kalabalığına ‘Hepinizi çok seviyorum!’ diye bağırmak geliyor içimden.” “Ya sevgini hak etmeyecek denli kötülerse.” “Güzelliklerini, doğrularını bulup çıkarmayı bildikten sonra kötü insan yoktur ki.
Kimse ne tam bir melek, ne de tam bir şeytandır. Hırsları, tutkuları, umutları, korkularıyla insanız hepimiz. Bunu böyle kabul edebilirsen…” Yapma çocuk. Artık unuttuğum o eski beni bana anlatma. Benim dünyam da sevgi üzerine kuruluydu bir zamanlar. Ben de aynı anlayışla kucaklamaya çalışmıştım insanları. “Kabul edebilirsem?” “Yalnızca kullanırlar seni. Her ilişkinde biraz daha tükenirsin. Sonra bir de bakarsın, sana senden eser kalmamış.” “Neler söylüyorsun sen? İki tümce arasında bunca değişir mi insan?” “Yürekten istedikten sonra zor değildir değişmek.” “Ama bu yeni haline alışamazsın ki.” “İnsanın kendine alışmasından daha kolay hiçbir şey yoktur.” “Yani kararlısın öyle mi?” “Yıllarca denedim. Doğrularımı savunmaya çalıştıkça daha çok yüklendiler üzerime. Kazanan hep onlar oldu. Bense giderek güçsüzleştim. Sayıca o denli fazlalar ki, direnmek zaten faydasız. Onları değiştiremeyeceğime göre, onlar gibi olmaktan başka seçenek kalmıyor. Nasıl olsa bu yeni halimi benimserim zamanla.”
Seninseyemezsin çocuk. Sevgi, hoşgörü, özveri bolca konmuşsa hamuruna ve sen yirmi küsur yıl böyle pişmişsen, olmak istediğin bu kişiyi seninseyemezsin. Değişmeye karar verdiğimde sen yaşlardaydım. Beni de bezdirmişti insanlar. Tek çıkar yolun oyunu onların kurallarıyla oynamak olduğuna inanmıştım. Başlangıçta zorlandıysam da, sonunda kaskatı bir maske takabildim yüzüme. Ne var ki, içimdeki benle yüzümdeki maske hâlâ iki yabancı.
“Yeniden düşünsen.”
“Ne yararı var. İnsanlar değişmedikçe seçeneksizim.”
Olmaz çocuk. Bu kararı uygulayamazsın. Bir kez çıkarsan o yola dönüşü yoktur. Ben aldığım kararda yalnızdım. Şimdi pişman olsam da yeniden değişecek ne gücüm, ne de zamanım var. Geç olmadan kurtarılmalı, senliğini yitirmeden korunmalısın. “Yarın benimle, benden başka kimsenin bilmediği bir yere gelir misin?” “Neden olmasın? Beni anlayan tek kişi, tek gerçek dost sen değil misin?”
“O zaman iş çıkışı gelir alırım seni. Anlaştık mı?” Anlaştığımız saatte, çalıştığın şirketin önüne geliyorum. Yanaklarımı öperken, “Araban nerede?” diye soruyor, kaldırımın kenarına yanaştırdığım kayığı gösterince şaşırıyorsun. Seni ilkbahar geçmeden Papatya Adası’na ulaştırmam gerektiği için açıklamalarla zaman yitirmeyip yokuş aşağı kürek çekmeye başlıyorum. Çevremiz Ankara’nın akşamüstü trafiği ile sarılı. Arabalarla birlikte dura kalka ilerliyoruz. Önce bir taksiyi, ardından da bir halk otobüsünü öfkeli kornalar çaldırarak solluyorum. Sokaklar kent merkezinden uzaklaştıkça boşalıyor. Daha hızlı asılıyorum küreklere. Gökdelenlerle gecekonduların birbirine karıştığı sınırda anayoldan ayrılıp taşlı bir araziye ulaşıyoruz. Deneyimli ve dikkatli olmama karşın, bir kayaya çarpıp ürkütüyorum seni. Kayığı, iki ağacın arasındaki girişe sürüyorum. Kum şelalesinin sesi çok geçmeden duyuluyor. Sımsıkı tutunup kayığı akıntıya bırakıyoruz.
Bütün renklerin beyaz ve sarı olduğu bu yerde şaşkınsın. Kayığın çevresi şimdiye dek görmediğince çok papatya ile çevrili. Ellerini uzatıp onlara sevgiyle dokunuyorsun. Seninle daha da güzelleşiyorlar. Mutluluğun, mutluluğum oluyor. Geri dönerken kucak dolusu papatya toplayacak, neredeliğini soranlara yaptığım sevgi demetlerini vereceğim yanıt yerine. Papatya Adası’nda, öteki senlerle birlikte çok mutlu olduğunu benden başka kimse bilmeyecek.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Edebiyat
- Kitap AdıHer Gün Perşembe Olsa
- Sayfa Sayısı87
- YazarAttilâ Şenkon
- ISBN9789750529160
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mermer Köşk ~ Mehmet Eroğlu
Mermer Köşk
Mehmet Eroğlu
Demirler Köşkü’nün bahçesi, serası ve Öykü’sü… Neli’nin planları. Hisseler, büyük ortaklar, küçük ortaklar, atılan zarlar… Sonra başka türlü bir adamın gelişi… Paranın karşısında parasız...
- Zamanın Manzarası ~ Mehmet Eroğlu
Zamanın Manzarası
Mehmet Eroğlu
Acıya dayanacak kadar güçlü olduğumu düşünmüştüm. Garip ama gerçek; aslında acısız yaşayamıyoruz. Çünkü bilgi ve gerçeğin asıl kaynağı olan acı, varlığımızın farkına varmamızı da...
- Fay Kırığı – 2 Emine ~ Mehmet Eroğlu
Fay Kırığı – 2 Emine
Mehmet Eroğlu
“Şeytanın bin maskesi varsa, her şeyde kötülük vardır.” Emine’nin cevabında ya kadınlara ya da inançlılara özgü bir derinlik vardı. Mehmet hangisi olduğunu çıkaramadı. 2006’dayız....