Evlerinde yalnız olmadıklarını fark eden iki kardeş. Şiddetli ve tuhaf bir hastalık nöbetiyle aksayan bir mektup. Ölümden bir anlığına dönen sevgili. Bir evin bahçesini işgal etmiş bir kaplan… Hayvan Hikâyeleri’nde Julio Cortázar bizi hayallerin ve kâbusların musallat olduğu apayrı bir gerçekliğe götürüyor. Cortázar, 20. yüzyıl sonu Latin Amerika edebiyatına damgasını vuran “patlama”nın fitilini ateşlemiş isimlerin başında gelir. Üst orta sınıfın, küçüklü büyüklü burjuvaların doluştuğu mekânlara saldığı dehşetin ve saçmalıkların ardında karşı konulamaz bir coşkuyu, beklentileri baltalamaktan hoşlanan usta bir oyuncunun aldığı keyfi görmek mümkün. Cortázar’ın Bütün Öyküleri’nde yer alan ilk öykü kitabı Hayvan Hikâyeleri, 1951’de yayımlandığı haliyle Türkçede ilk kez okurlarla buluşuyor. Yazar labirentler, “öteki”ler ve doğası anlaşılamayan mahluklarla dolu bir dünyanın kapısını bize aralıyor.
İçindekiler
HAYVAN HİKÂYELERİ
Ele Geçirilmiş Ev ……………………………………………………..13
Paris’teki Genç Bir Hanımefendiye Mektup …………………20
Uzaktaki …………………………………………………………………31
Otobüs ……………………………………………………………………43
Baş Ağrısı ……………………………………………………………….56
Kirke ………………………………………………………………………72
Cennetin Kapıları …………………………………………………….92
Hayvan Hikâyeleri ………………………………………………….109
Hayvan Hikâyeleri
Öykülerimden hoşlanan Paco’ya
ELE GEÇİRİLMİŞ EV
Evi seviyorduk çünkü geniş ve eski olmasının yanı sıra (günümüzde eski evler arsalarının avantajlı bir biçimde paraya çevrilmesine pek direnemiyorlar) baba tarafından büyükdedelerimizin, dedemizin, anne babamızın ve tüm çocukluğumuzun anılarını muhafaza ediyordu. Irene ve ben orada tek başımıza oturmaya alışmıştık ki bu bir delilikti, zira o evde sekiz kişi birbirleriyle karşılaşmadan yaşayabilirlerdi. Temizliği sabahları, saat yedide kalkarak yapıyorduk ve ben saat on bir gibi, son odaları gözden geçirme işini Irene’ye bırakarak, mutfağa gidiyordum. Öğle yemeğimizi daima çok dakik bir şekilde tam öğle saatinde yiyorduk; ondan sonra birkaç kirli tabağın dışında yapacak iş kalmıyordu. Yemeğimizi yerken bu geniş, ıssız evi ve onu temiz tutmaya ikimizin nasıl yettiğimizi düşünmek hoşumuza gidiyordu. Bazı dönemler evlenmemize müsaade etmeyenin o olduğuna inanacak noktaya kadar geldik. Irene iki talibini belli bir sebep göstermeden reddetti ve benim María Esther’im de daha biz nişanlanamadan öldü. Kırk yaşımıza, bizimkinin sıradan ve sessiz bir kardeş evliliği olduğu ve büyükdedelerimiz tarafından evimizde başlatılan şecerenin zaruri kapanışını teşkil ettiği yönünde, dile getirilmemiş bir düşünceyle bastık. Günün birinde orada ölecektik ve kim bilir nerede yaşayan uzak kuzenler eve konacak ve arsasıyla tuğlalarını satarak zengin olmak için onu yıkacaklardı; ya da daha iyisi, çok geç olmadan onu adil bir biçimde biz kendimiz yerle bir edecektik. Irene kimseyi rahatsız etmemek için doğmuş bir kızdı.
Sabah etkinliğinin dışında günün geri kalan kısmını odasındaki kanepede örgü örerek geçiriyordu. Neden bu kadar çok ördüğünü bilmiyorum, ben kadınların başka bir iş yapmamak için gereken en güzel bahaneyi buldukları için örgü ördüklerine inanıyorum. Irene böyle değildi, o daima gerekli şeyler örüyordu: kış için kazaklar, benim için çoraplar, kendisi için lizözler ve yelekler. Bazen bir yelek örüyor ve sonra onu hemen söküyordu çünkü bir şey hoşuna gitmemiş oluyordu; birkaç saat önceki biçimlerini kaybetmemeye direnen kıvır kıvır yünlerin sepette yığılmasını seyretmek çok hoşuma gidiyordu. Cumartesi günleri şehir merkezine yün almaya gidiyordum; Irene zevkime güveniyordu, getirdiğim renklere bayılıyordu ve asla yün çilelerini geri götürmek zorunda kalmadım. Kitapçılarda bir tur atmak ve Fransız edebiyatında yeni bir şeyler var mı diye boş yere sormak için o evden çıkışlardan yararlanıyordum.
Arjantin’e 1939’dan beri işe yarar bir şey gelmiyordu. Ama ben ev hakkında konuşmak istiyorum, ev ve Irene hakkında, çünkü benim hiç önemim yok. Şu örgü işi olmasa Irene ne yapardı diye kendi kendime soruyorum. İnsan bir kitabı tekrar okuyabilir, ama bir süveter bittiğinde onu aynı rahatlıkla tekrar yapamaz. Bir gün kâfur komodininin alt çekmecesini beyaz, yeşil ve eflatun fularlarla dolu halde buldum. Naftalinlenmiş olarak bir tuhafiye dükkânındaki gibi dizilmişlerdi; onlarla ne yapmayı düşündüğünü Irene’ye soracak cesareti kendimde bulamadım. Hayatımızı kazanmamıza ihtiyacımız yoktu, tarlalardan her ay bir para geliyordu, ayrıca bir birikimimiz de vardı. Ama Irene’yi oyalayan yegâne şey örgü örmekti, bu konuda muhteşem bir yetenek sergiliyordu ve onun gümüşi kirpileri andıran ellerini, inip çıkan şişleri ve bir ya da iki küçük sepetin içinde durmadan yuvarlanıp duran yumakları seyrederken saatlerim geçiyordu. Çok güzeldi.
Evin odalarının dağılımını nasıl hatırlamam. Yemek odası, gobelinli bir oda ve kütüphanenin yanı sıra Rodríguez Peña Caddesi’ne bakan daha arka kısımda üç büyük yatak odası vardı. Bir banyo, mutfak, bizim yatak odalarımız ve diğer yatak odalarıyla koridorun açıldığı ana oturma odasının bulunduğu ön kanadı diğer kısımdan sadece masif meşe kapılı bir koridor ayırıyordu. Eve duvarı çini kaplı bir antreden giriliyor ve iç kapı oturma odasına açılıyordu. Böylece antreden giren biri iç kapıyı açıp oturma odasına geçiyordu; iki tarafta bizim yatak odalarımızın kapıları, karşıdaysa arka kısma giden koridor bulunuyordu; koridordan ilerleyince meşe kapıya ulaşılıyordu ve oradan itibaren evin diğer kısmı başlıyordu. Ya da meşe kapıdan hemen önce sola dönülebilir ve daha dar bir koridordan mutfak ve banyoya doğru devam edilebilirdi.
Kapı açık olduğunda insan evin çok büyük olduğunu fark ediyordu; aksi takdirde, günümüzde inşa edilen şu içinde ancak hareket edilebilen apartman dairelerine benziyordu; Irene ve ben daima evin bu tarafında yaşıyor, meşe kapıdan öteye çok nadiren geçiyorduk; oraya geçiş sebebimiz genelde temizlik yapmaktı, zira mobilyalarda nasıl bu kadar toz toplandığı tam bir muamma. Buenos Aires ileride temiz bir şehir olacaksa, bunu sadece sakinlerine borçlu olacak, başka bir şeye değil. Havada haddinden fazla toz var ve şöyle güçlü bir rüzgâr estiğinde konsollerin mermeri ve makrame halıların baklavaları hemen tozla kaplanıyor; toz püskülüyle onları çıkarmak gayet zorlu bir iş ve toz uçup havada asılı kalıyor, bir an sonra yeniden mobilyaların ve piyanonun üzerine konuyor. O olayı daima çok net bir biçimde hatırlayacağım çünkü çok basit ve gereksiz ayrıntılardan arınmış bir şekilde gerçekleşti.
Irene yatak odasında örgü örüyordu, saat akşamın sekiziydi ve birden aklıma mate çayı için ocağa su koymak geldi. Koridordan yarı aralık meşe kapıya kadar yürüdüm ve mutfağa doğru döndüğüm sırada yemek odasından ya da kütüphaneden gelen bir gürültü işittim. Halının üzerine devrilen bir sandalyenin ya da fısıltıyla yapılan bir sohbetinkini andıran ses, belli belirsiz ve boğuk bir biçimde geliyordu. Aynı anda ya da bir saniye sonra, onu odalardan kapıya kadar taşıyan koridorun ucunda da duydum. Çok geç olmadan kapıya atıldım ve onu vücudumla iterek kapattım; neyse ki anahtar bizim bulunduğumuz taraftaydı ve daha güvenli olması için büyük sürgüyü de çektim. Mutfağa gidip suyu ısıttım ve mateyi taşıdığım tepsiyle birlikte geri dönünce Irene’yi durumdan haberdar ettim: “Koridorun kapısını kapatmak zorunda kaldım. Dip tarafı ele geçirmişler.” Örmekte olduğu şey elinden kayıp düştü ve yorgun gözlerle bana baktı. “Emin misin?” Emindim. “O halde,” dedi şişleri yerden alarak, “bu tarafta yaşamak zorunda kalacağız.” Mateyi büyük bir dikkatle hazırladım, ama o işine kaldığı yerden devam etmekte bir süre gecikti. Gri bir yelek ördüğünü hatırlıyorum; o yelek çok hoşuma gidiyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıHayvan Hikâyeleri
- Sayfa Sayısı128
- YazarJulio Cortázar
- ISBN9789750739750
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ateşle Yaklaşma ~ Kadire Bozkurt
Ateşle Yaklaşma
Kadire Bozkurt
Ateşle Yaklaşma, Kadire Bozkurt’un ilk iki kitabı Küçük Dertler ile Bir Kalbin Boyutları’nı bir araya getiriyor. Üçüncü öykü kitabı Buzkandilleri’nin hak ettiği büyük ilgiden...
- Bir Dükkânı Beklemek ~ Uğur Nazlıcan
Bir Dükkânı Beklemek
Uğur Nazlıcan
“Bir Dükkânı Beklemek” “… elimde filmler, cebimde kırıntılarla dolaşmasam, ben kendimin masal kuşu olmaktan, kendi yolumu kendime kaybettirmekten kurtulur muyum?” Uğur Nazlıcan ilk kitabı...
- Alemdağ’da Var Bir Yılan ~ Sait Faik Abasıyanık
Alemdağ’da Var Bir Yılan
Sait Faik Abasıyanık
“İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil,...