
Doğduğumuz andan itibaren “evet” demenin makul olduğu bize öğretildi. Öyle ya, “hayır” dersek tüm olumlu fırsatları kaçıracak, tüm önemli ilişkileri berbat edecektik. Oyunbozanlık eden, sorun çıkaran şey “hayır” demek değil miydi?
Muhtemelen partnerinize, ailenize, arkadaşlarınıza, patronlarınıza ve hatta yabancılara bile aslında “hayır” demek isterken “evet” dediğiniz anlar yaşadınız. Belki daha sık “hayır” diyebilmeyi diliyor ama bunun mümkün olup olmayacağını bile bilmiyorsunuz. Yalnız değilsiniz!
Hayır Deme Cesareti adlı kitabında Vanessa Patrick, “hayır” demek üzerine yapılan yeni bilimsel araştırmaları inceliyor. Hayatınızın kontrolünü elinize almanızı sağlayan ve kanıtlanmış bir yöntem olan “güçlendirilmiş ret” kavramını tanıtıyor ve “hayır” kelimesinin gücüyle ilgili şaşırtıcı sırları ortaya koyuyor. Bu ilham verici çalışma çatışmaları çözme, sınırlar çizme, etkili iletişim kurma ve zor konuşmaları yönetme konusunda en büyük yardımcınız olacak.
“Hayır demek bir süper güçtür ve Vanessa Patrick’in bakış açınızı değiştirecek kitabını okuduğunuzda bu güç sizin de olabilir. Kendi hayatınıza ‘evet’ diyebilmek için nasıl ‘hayır’ diyeceğinizi öğrenmek istiyorsanız, bu kitabı alın ve okuyun.”
–Whitney Johnson
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ………………………………………………………………………………………………………………. 9
1. KISIM
HAYIR DEMEK BİR SÜPER BECERİDİR
1. BÖLÜM
HAYIR DEMEK İSTERKEN NEDEN EVET DERIZ?………………………………………..21
2. BÖLÜM
SPOT IŞIĞI ETKISI ……………………………………………………………………………………….. 53
3. BÖLÜM
GÜÇLENDIRILMIŞ REDDETME SANATI (VE BILIMI)………………………………….79
2. KISIM
GÜÇLENDİRİLMİŞ REDDETME SANATI: GÜÇLENDİRİLMİŞ REDDİN
OLUŞTURULMASI İÇİN GEREKEN YETKİNLİKLER
4. BÖLÜM
ÖZFARKINDALIĞI GELIŞTIRMEK İÇIN İÇIMIZE BAKMAK………………………… 109
5. BÖLÜM
KARARLAR DEĞIL, KURALLAR OLUŞTURUN……………………………………………..139
6. BÖLÜM
BENLIK BÜTÜNLÜĞÜNÜZÜ GÜÇLENDIRILMIŞ REDDINIZE ADAMAK …….165
3. KISIM
GÜÇLENDİRİLMİŞ REDDİN UYGULANABİLİRLİĞİ
7. BÖLÜM
ZORLAYICI TALEPLERDE BULUNAN KIŞILERDEN GELEN İTIRAZIN
ÜSTESINDEN GELME…………………………………………………………………………………. 191
8. BÖLÜM
KENDI YOLUMUZDAN ÇEKILMEK………………………………………………………………221
9. BÖLÜM
ÇIĞIR AÇAN POTANSIYELINIZDEN YARARLANIN…………………………………….245
GÜÇLENDİRİLMİŞ RET TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ ………………………………… 269
TEŞEKKÜR………………………………………………………………………………………..273
SONNOTLAR……………………………………………………………………………………..277
GİRİŞ
Yirmi dördüncü doğum günümü boş bir ofiste, gözlerimi bir faks makinesine dikmiş hâlde geçirdim. Kırmızı vurgulu, beyaz ve gri renklerde tasarlanmış büyük, dikdörtgen şeklinde açık bir ofis hayal edin. Benim gibi çaylaklar sol alt köşedeki küçük ofis bölmelerini paylaşırdı. Daha kıdemli insanlarınsa ofisin merkezinde, koşuşturmadan uzak, kendilerine ait bölmeleri vardı. Faks makinesi de sağ üst köşede kendi cam korumasıyla, gururla yerini almıştı. 1990’lı yılların ortasıydı ve Hindistan ekonomisi dünya ticaretine daha yeni açılmıştı. Faks makinesinin reklam ajansının kalbi olduğu, çokuluslu müşterilerimize ritmik bir düzenlilikle bilgi pompaladığı bir zamandı. O öğleden sonra muhasebe ekibimiz bir müşteriyle rutin bir konferans görüşmesi yaptı. Ekipteki en kıdemsiz kişi olarak, toplantının özetini –“tutanakları”– yazıp müşteriye fakslamak benim sorumluluğumdaydı. Onlar da tutanakları aldıklarında bize faks göndereceklerdi. Hem ajans hem de müşteri her şeyin yazılı olarak belgelenmesi ve “arkalarını kollamaları” gereken bir dünyada yaşıyordu. Aşina olduğum görevi hiç zaman kaybetmeden tamamladım; tutanakları yazdım, patrona gösterdim, faksladım, bitti gitti! Sonuçta o akşam benim için bir doğum günü partisi planlanmıştı ve kutlamaya arkadaşlarım ile ailem davetliydi. Saati hevesle gözleyerek 17’yi bekledim; Mumbai’nin meşhur iş çıkışı trafiğinde sıkışıp kalmamak için hemen dışarı fırlamaya hazırdım. Çantamı aldım ve tam ayrılmak üzereydim ki, patronumun her zaman yaptığı gibi, bölmemin üstüne eğilen uzun, sıska vücudunu hissettim. Kendisi ofisten ayrılıyordu ve (rahat bir sesle) müşteriden tutanakların faksını alıp almadığımızı sormak için uğramıştı. Henüz almadığımızı söyledim. Asansöre doğru süzülerek ilerledi ama sonra geri döndü. “Akşamın tadını çıkar,” veya “Umarım harika bir parti olur,” diyeceğini düşünerek sevimli bir şekilde gülümsedim ama bunun yerine, “Müşterinin tutanakları aldığını onaylayan faksı gelene kadar buradan ayrılma,” talimatını verdi. Nutkum tutulmuş hâlde kalakaldım. Şaşkınlıktan dilim tutuldu. Cevap veremeyecek kadar güçsüzdüm. Gelecek faksı beklerken akşam saatleri akıp gitti. Camlı odanın dışında durup camdan içeri baktım ve beyaz kâğıdın faks makinesinden fışkırıp çıkacağı ânı bekledim. Ara sıra, gözümü kırpıp kaçırmış olabilirim diye etrafa bakınmak için odaya girdim. Ofis akşam saat 19 civarında boşalmaya başladı. Ofisten ayrılmayı ve öylece eve gitmeyi düşündüğümü itiraf ediyorum ancak bunun sonuçlarından çok korkmuştum… Patronum öğrenir miydi? Kovulur muydum? İlk gerçek işimi kaybedersem arkadaşlarım ve ailem ne derdi? O akşam evi birkaç kez aradım. Şans eseri telefonu kim açarsa; annem, babam ya da kız kardeşlerimden biri, hangi misafirlerimin geldiğini söylediler ve akşama doğru hangilerinin yemek yediğini, iyi geceler dediğini, partiye gelemedikleri için özürlerini sunduğunu (parti salı akşamıydı) ve doğum günü dileklerini ileterek ayrıldığını bildirdiler. Faks nihayet akşam 21.30 civarında geldi. Kâğıdı faks makinesinden aldım, patronumun masasına koydum ve eve gittim. İşte yirmi dört yaşıma böyle girdim… Fakstaki iki küçük kelime, yeni yaşıma girişimi bütünüyle özetler nitelikteydi: “Teşekkürler, geldi.”
Hayal kırıklığım o zamanlara kıyasla azaldı ancak o gün yaşadığım olay, çalışma hayatının (bazen) sert olan gerçekliğine; özellikle de kişinin bazen ortak bir ofis bölmesinden tek başına çalıştığı ofise terfi etmek için yapması gereken (çoğunlukla anlamsız) kişisel fedakârlıklara karşı gözlerimi açtı. Bu olay aynı zamanda bende insanların nasıl düşündükleri, hissettikleri ve davrandıkları konusunda bir merak ve derin bir anlamaya çalışma arzusu uyandırdı. Muhtemelen tahmin edebileceğiniz gibi, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde doktora yapmaya karar vermeden önce bir işten öbürüne, sonra da bir diğerine geçtim. Akademiye atılmak bana çok doğal geliyordu ve şu an Houston Üniversitesi’nde profesör olarak entelektüel hayatı tamamen benimsemiş vaziyetteyim. Sevdiğim işi yapıyorum ve kesinlikle bu işi yapmak için doğduğuma inanıyorum! Bugün hayatım bilgi odaklı ilerliyor: Araştırmalarımla bilgi yaratıyorum, öğrettiklerim ve yazdıklarım yoluyla bilgi paylaşıyorum, kapsamlı okumalar gerçekleştirerek ve başkalarının deneyimlerinden bir şeyler öğrenmeye çaba harcayarak bilgi ediniyorum. Yıllar boyu sürdürdüğüm araştırmam, güçlenme ve kişisel eylem konusunda sarsılmaz bir odak yansıtıyor ve bu, –kabul edelim– tamamen hazırlıksız yakalandığım, kitabın ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğim ve “boktan bir iş” olarak tanımladığım şeyi yapmak için kendi doğum günü kutlamamı kaçırmaya zorlayan bir kişi tarafından gücümün elimden alındığı o tarihi güne kadar uzanıyor.
Bunu kelimelere döküp o ânı yeniden yaşadığım için bile utançtan taş kesiliyorum. Ama o gün bir karar aldım: Eğer elimden gelen bir şey varsa bir daha ne benim ne de başkasının böyle bir şey yaşamasına izin verecektim.
O zamanlar doktora öğrencim olan ve bugün uzun zamandır işbirliği içinde araştırmalar yürüttüğümüz Henrik Hagtvedt’le birlikte “güçlendirilmiş ret” terimini icat ettiğimden bu yana on yıldan biraz fazla zaman geçti. Bu terimi araştırma makalelerimizde, ikna edici ve başkalarından gelebilecek herhangi bir itiraza yol açmayacak şekilde hayır dedirten süper beceriyi temsil etmek için kullandık. Güçlendirilmiş ret, sizinle başlayan ve benzersiz kimliğinizi yansıtan bir hayır deme şeklidir. Bu kitapta; güçlendirilmiş reddi, bunu hayır demenin etkili bir yolu yapan şeyi ve güçlü şekilde hayır diyebilmek için geliştirmeniz gereken üç yetkinliği içeren araç setini derinlemesine inceleyeceğiz. Ancak şimdilik, güçlendirilmiş reddin, aşağıda listelediğim üç unsuru sağladığı için hayır demenin doğasındaki zorluğun üstesinden geldiğini söyleyebilirim:
• Kimliğinizi yansıtmakla birlikte değerlerinize, önceliklerinize ve tercihlerinize bir ses verir (“hayır” yanıtı sizinle ilgilidir, karşınızdaki kişiyle değil)
• İnanç ve kararlılık aşılar (güçlü ve kendinizden emin görünmenizi sağlar)
• İkna edicidir ve itiraza yol açmaz (böylece soruyu soran kişiyle ilişkiniz güvende kalır ve itibarınız lekelenmez).
Bu ilk araştırma makaleleri yayımlandıktan sonra çeşitli medya kuruluşları, öğle yemekleri, eğitim atölyeleri ile konferanslarda güçlendirilmiş ret hakkındaki fikirlerimi ve araştırma içgörülerimi paylaşmak için “Profesör + Eğitimci” platformumu kullandım. Şaşırtıcı şekilde, ilginç bir şey olmaya başladı. Eğitimlerime ve atölyelerime katılanlar daha fazlasını istemeye başladılar. Bu talepleri bir pazarlamacının bakış açısından değerlendirdiğimde (sonuçta pazarlama; değer yaratan ve çok çeşitli müşteri tabanının ihtiyaçlarını karşılayan pazar tekliflerini –ürünler, hizmetler, deneyimler, hatta kitaplar– tasarlama ve sunma sürecidir) ve insanlar ek kaynaklara ihtiyaç duyduğunu dile getirdiğinde sunacak değerli hiçbir şeyimin olmadığını dehşetle fark ettim. Onlara sadece araştırma makalelerimi (ki bunların sonuçlarını zaten açıklamıştım) veya PowerPoint slaytlarımın kopyalarını (içler acısı!) verebilirdim. Kendimi insanlar ile fikirler dünyasında bir fark yaratmaya adadığım ve hevesli bir okur olduğum için, güçlendirilmiş ret konusundaki bilgimi ve tutkumu bir kitap formunda daha derinlikli bir şekilde paylaşmam gerektiğine karar verdim. Evet, bu kitaptan bahsediyorum.
Birçok başarılı insanın başkalarına verdiği tavsiyelerdeki ortak nokta, önemsiz şeylere hayır demektir. Apple’dan Steve Jobs, “odaklanmanın bir şeylere ‘hayır’ demekle ilgili olduğuna” inanıyordu. Oprah, “‘Hayır’ın tam bir cümle olduğunu” vurguluyordu. Eski Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair, “Liderlik sanatı, ‘hayır’ demektir,” diyordu. Berkshire Hathaway’den Warren Buffett, “‘Evet’i yavaş, ‘hayır’ı çabuk demeyi öğrenmeliyiz,” diye belirtiyordu. Benzer şekilde Marshall Goldsmith’ten (yapmayı bırakacağınız şeylerin bir listesini yapın) Greg McKeown’a (sadece önemli şeylere “evet” deyin), Ryan Holiday’den (önemli olmayan şeylere karşı acımasız olun) Matt Haig’e (hayatınızda yolunuza çıkan şeylere “hayır” demeyi öğrenin) ve Seth Godin’e (sırf “hayır” demenin kısa vadeli acısına dayanamadığınız için “evet” demek işi halletmenize yardımcı olmayacaktır) kadar herkes hayır demenin önemini vurgulamıştır. Hayır demek gerektiğine dair yığınla tavsiyeye rağmen ilişkilerinizi sürdürecek, itibarınızı güvence altına alacak ve soruyu soran kişinin itirazda bulunmasına neden olmayacak bir şekilde nasıl hayır diyeceğinizi gösteren sistematik ve kanıtlanmış bir yol yoktur. İşte bu kitap burada devreye giriyor. Bu kitapta; işe yarar şekilde hayır demeniz için ihtiyaç duyacağınız yeterlilikler kitini size sağlayabilecek (bana ait ve başkaları tarafından yürütülen) araştırmalardan yararlanacağım. Neye hayır diyeceğinize karar verme yeteneği ve bu hayır’ı güçlendirici bir noktadan gelecek şekilde nasıl ileteceğiniz konusunda süper bir beceriyle donatılacaksınız. Size bu kitabı nasıl hazırladığıma ve üç bölümden de ne elde edebileceğinize dair bir yol haritası sunacağım. 1. Kısım’da (“Hayır Demek Bir Süper Beceridir”) sadece iki heceli olan hayır kelimesinin neden bu kadar çok sayıda kişi için bu kadar cesaret kırıcı olduğunu anlayacağız. “Hayır” demek istesek bile “evet” dememizin nedenlerini ortaya çıkaracağız. Başkalarına hayır dediğimizde nasıl herhangi bir durumdaki uyumu kesinlikle bozacağına inanarak sosyalleştiğimizi öğreneceğiz. Hayır demek, bazıları için çatışma ve anksiyete yüklü bir eylem olabilir ancak bir talebin ardından oluşabilecek rahatsız edici anlara ve bunları nasıl idare edeceğimize karşı hazır olmamız gerekiyor. Bu ilk temel çalışma bizi önerdiğim çözüme götürecek: Güçlendirilmiş ret. Bir itiraza yol açmayacak şekilde hayır deme tekniğini öğreneceksiniz. Terimin ima ettiği gibi, güçlendirilmiş ret, hayır demenin hayatınızın kontrolünü elinize almanızı sağlayan yeni ve kanıtlanmış bir yoludur. Bitkin ve hüsran dolu olmak yerine sakin ve seçici olursunuz; ki bunun daha akıllıca bir seçim barizdir ve itibarınız ile ilişkilerinizde harikalar yaratır.
2. Kısım’da (Güçlendirilmiş Reddetme Sanatı) bu konuda ustalaşmak için ihtiyaç duyacağınız üç yetkinliği inceleyeceğiz:
Farkındalık
Kararlar Değil, Kurallar
Benliğin Bütünlüğü
2. Kısım’daki bölümlerde size güçlendirilmiş ret kitini tanıtacağım. Güçlendirilmiş reddin sen-merkezliliği nedeniyle, yatırım yapılması gereken temel yetkinliklerden biri, artan özfarkındalıktır. Hem içsel özfarkındalığı (kendi değerlerinizi, tercihlerinizi ve inançlarınızı anlama ve başarı ile mutluluğun size nasıl göründüğüne dair bir bakış) hem de dışsal özfarkındalığı (başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü anlama) geliştirmek için stratejiler öğreneceksiniz. Ayrıca en iyi hangi şekilde yanıt vereceğinizi belirlemek amacıyla, karşınıza çıkan talepleri ustalıkla kategorize etmek için bu özfarkındalığa nasıl güveneceğinizi öğreneceksiniz. Güçlendirilmiş reddin temel yapıtaşı, karşınıza çıkan “sorulara/taleplere” yanıt vermek için kendinize kurallar belirlemektir. Ben bunlara “kişisel prensipler” diyorum. Kimliğimizi yansıtan kişisel prensipleri (ilkelerimiz, değerlerimiz ve önceliklerimiz temelinde kendimize koyduğumuz basit kurallar) nasıl oluşturacağınızı göstereceğim. Kişisel prensiplerin hayır deme arzumuzun ardındaki “nedeni” vurguladığını, daha büyük bir inanç ve kararlılıkla hayır dememiz için bizi güçlendirdiğini göreceğiz. Son olarak, etkili bir güçlendirilmiş reddin tüm vücut aktivitesi olduğuna ve sözlü olmayan ipuçlarımızın gücüne dikkat etmenin güçlendirilmiş reddin çok önemli bir yönünü oluşturduğuna dair (umarım) ilginç deliller sunacağım. Elde edeceğiniz anlayışlardan biri, güçlendirilmiş redde sözel olmayan ipuçlarının iki yönlü faydalarıdır: Bunlar, talepte bulunan kişiyle ilişkinizi güvence altına almanın yanı sıra güçlendirmeyi iletmek için kullanılabilir. 3. Kısım’da (“Güçlendirilmiş Reddin Uygulanabilirliği”), teoriyi pratiğe çevireceğiz. Güçlendirilmiş reddi, sadece geliştirmek isteyeceğiniz bir süper beceri gibi ele almak yerine günlük yaşamınızda uyguladığınızda nasıl işlediğine değineceğiz. Uygulamanın bireyleri ustalaştırdığını biliyoruz. Ancak aynı zamanda başarımızın önüne nelerin çıkabileceğini de bilmemiz iyi olacaktır. Zaman zaman, güçlendirilmiş reddimize karşı bir itirazla karşılaşırız. Bu kaçınılmazdır. Ancak karşımıza çıkabilecek itiraz türlerini belirlemeyi öğrenirsek ve bunlara nasıl yanıt vereceğimize dair stratejilerimiz olursa bunu etkili bir şekilde yönetme olasılığımız daha yüksek olacaktır. Kitap boyunca, güçlendirilmiş reddin sadece başkalarına hayır demek değil; aynı zamanda kendinize de hayır demekle ilgili olduğunu öğreneceksiniz. Güçlendirilmiş bir duruş sergilemek, hayatınızın tamamında yayılan etkileri olabilir. Sizi kişisel ve profesyonel ustalığa götürecek öz konuşma becerisi geliştirmenin önemini öğreneceksiniz. Meşhur “söz niyettir” lafı, günlük hayatta karşınıza çıkan; dürtülerinize “hayır”, amacınıza “evet” demenizi gerektiren bir dizi pratik durumda kendini gösterecektir. Kişisel ve profesyonel ustalık yolunda üstesinden gelmemiz gereken birçok günlük sorun vardır: spor salonuna gitmemek (ya da gitmek), yeni (ve belki de ürkütücü) fırsatları kucaklamak için özgüven geliştirmek, endişelenmeyi ve kafanızın içindeki duymak istemediğiniz şeyleri size söyleyen sinir bozucu sesi susturmak gibi. Kitabı, güçlendirilmiş reddin insan eylemliliğini nasıl teşvik ettiğine; bizim için önemli ve anlamlı olanın peşinden tüm kalbimizle gitmemize olanak sağladığına dair bir bakış açısıyla bitireceğiz.
Sanat ve mimarideki tasarım ilkeleri gibi, bu kitapta paylaşacağım güçlendirilmiş ret ilkeleri de size tam olarak ne yapacağınızı, söyleyeceğinizi veya ne zaman ne söyleyeceğinizi anlatmayacak. Bunun yerine amacım, size güçlendirilmiş reddetmenin süper becerisinde ustalaşmanız için ihtiyaç duyduğunuz içgörü ve anlayışı sağlamak. Bu hammaddeyle, yolunuza devam etmeniz gereken durumlar ve kendi benzersiz koşullarınızda karşılaşabileceğiniz muhtemel insanlar için işinize yarayacak; size özel bir güçlendirilmiş bir ret yanıtı oluşturabilirsiniz. Bu kitabın özünü oluşturan araştırmayı yapar ve kitabı yazarken beni sürekli olarak memnun eden şey, güçlendirilmiş reddin hayatın her kesiminden insanlar için var olan spesifik pratik önemidir. Son sekiz yıldır konuştuğum hemen hemen her grupta –yöneticiler, profesörler, genç profesyoneller, hükümet yetkilileri, üniversite yöneticileri– hayata dair hangi yolda olursanız olun –ister ilk işiniz olsun, isterse tam zamanlı bir profesör, CEO, üniversite rektörü olun– o noktaya ulaşmanın yolu, her talebe “evet” demekten değil, arzularınızla örtüşmeyen şeylere etkili şekilde “hayır” diyebilmekten geçer. Bu insanların hepsi; ortak, kafa karıştırıcı ve küresel bir “hayır” deme sorununu nasıl çözeceklerini bilselerdi günlük mutluluklarının artacağı, streslerinin azalacağı, daha fazla zamanları ve enerjileri olacağı konusunda hemfikirler. Ben de şu an bunun çözümünü paylaşmaktan mutluluk duyuyorum: Güçlendirilmiş ret. Bu kitapla, güçlendirilmiş ret çerçevesi; amaca yönelik yeni bir zihniyet ve etkili, özgün ve güçlü bir “hayır” için ihtiyaç duyacağınız beceri araçlarını sunrak size benzersiz, olumlu ve anlam dolu bir “hayır” deme yaklaşımı sağlamayı umuyorum. Birlikte, şu anda bulunduğunuz noktadan (burası her ne olursa olsun) olasılıklar, kendini takdir etme ve amaçlarla dolu bir yere gitmenizi sağlayacak bir eylem planı geliştireceğiz.
1. KISIM
HAYIR DEMEK
BİR SÜPER BECERİDİR
1. BÖLÜM
Hayır Demek İsterken
Neden Evet Deriz?
O sabah gözlerini açtığında, bunun çok uzun zaman hatırlayacağı bir gün olacağını asla bilmiyordu. Sabahın erken saatlerinde güneş ışığı, oturduğu köşenin çıplak penceresinden içeri sızarken gözlerini kapadı ve o gün rahat, ahşap kaplamalı yemek odasında kahvaltı ederken gazete okumaktan başka bir beklentisi olmadan İngiltere’ye döndüğünü hayal ederek kendini şımarttı. Yüksek sesle çalan telefonu onu gerçekliğe döndürdü. Aşağı Burma’daki Moulmein’in ücra karakolunda alt birim polis memuruydu. Britanya İmparatorluğu’nun güçlü dişlilerinde sadece bir çentikten ibaretti. Yine ne olduğunu merak ederek ahizeyi kaldırdı. Şehirlerarası polis karakolundaki bir müfettiş yardımcısının pürüzlü sesi çarşıyı kasıp kavuran kaçak bir filden bahsediyordu. Köyde insanların gözdesi olmadığını biliyordu. Onu somut bir hedef olarak gören köylüler, İngiliz karşıtı hislerini üstü kapalı yollarla ifade ederlerdi. Bir futbol maçında ona çelme takmaktan ya da kalabalık çarşıda bisikletleriyle ayağının üzerinden geçmekten zevk alırlardı. Hınçlarını anlıyordu ve içinde bulundukları kötü durumla empati kurabiliyordu. Gizliden gizliye, kendini İmparatorluk yanlısı biri gibi hissetmiyordu; özellikle de yerel halka ne kadar kötü davranıldığını –servet ve haysiyetlerinden mahrum bırakıldıklarını– gördükten sonra. İnsanların yaşadığı sefaleti ve katlanmak zorunda kaldığı yoksulluğu görmeye dayanamıyordu. Sık sık İmparatorluğun yıkılmasını diliyordu; böylece o, yani George Orwell1 , eve dönebilecekti. Çabucak giyindi ve az çok bildiği hâliyle, bu çılgınca duruma “kızışmış” erkek fillerin hormonları kontrolden çıkınca yaşadıkları–dişiler için de kızgınlık dönemi benzeri– bir şeyin neden olduğunu hatırladı. Bir midilliye binerek çarşıya gitti ve kendisine filin kaybolduğunu söyleyen kalabalık bir köylü grubuyla karşılaştı. Kısa süre sonra filin bir adamı öldürüp bir eve de zarar verdiğini öğrendi. Bunu öğrenen Orwell, kendini savunması gerekebileceği ihtimaline karşı fil tüfeği getirmesi için bir hademeyi görevlendirmeye karar verdi. Tüfeği kullanmayacağından emindi ama yetkili kişi kendisi olduğu için hazırlıklı olması gerekiyordu. Köylüler fil tüfeğini görür görmez onu vuracağını düşünerek yüksek sesle homurdanmaya başladılar. Orwell, fili aramak için önden giderken köylüler sürü hâlinde onu takip etti. Nihayet fili buldu. Bir tarlada tek başına duran bu canavar, hortumuyla sakince ot demetlerini yoluyor, otun üstündeki pisliği eşelemek için önayaklarına vuruyor ve otları ağzına tıkıyordu. “Kızışma” dönemi geçmiş gibiydi, zira fil sakin görünüyordu. Hatta Orwell, hayvanın o anki hareketlerini “fillerin sahip olduğu dalgın büyükanne havası” minvalinde nazik bir ifadeyle anımsıyordu. Ama köylüler Orwell’ın her hareketini beklentiyle izlerken o, elinde silahla orada duruyordu. Sakin görünen fil ile kalabalığın giderek artan yüksek ve sabırsız mırıltıları arasında kalan Orwell, köylülerin beklediği gösteriyi istediklerini hissetti. Tüfeğini ne zaman hazırlayıp ateş edecekti? “Evet” deyip köylülere istediklerini vermeli miydi yoksa “hayır” diyerek yerel fil seyisinin (filleri eğiten ve onlara bakan kişiye verilen unvan) gelip fili evine götürmesine izin mi vermeliydi? Herhangi bir tereddüdün veya belirsizliğin, hâlihazırda sallantıda olan otoritesini dibe çekmesinden korkuyordu. İş görebilen bir fili vurmanın önemsiz bir mesele olmadığını biliyordu. Filler, değerli işçilerdi ve bu yaratığı vurmak, değerli bir makine parçasını yok etmek gibi olurdu. Baskı arttı. Yüzlerce köylünün beklenti dolu gözleri üzerindeyken ne yapacağını net bir şekilde düşünmesi zordu. Tüfeğini kaldırdı ve kendi kendine tek seçeneğinin bu olduğunu meşru kılarak nişan aldı. Denemelerinde şöyle yazmıştı: “Bir bey, bey gibi hareket etmelidir; kararlı görünmeli, ne istediğinden emin olmalı ve net adımlar atmalıdır. Peşimde yürüyen iki bin kişiyle o kadar yolu elimde tüfekle aştıktan sonra hiçbir şey yapmadan ezik gibi çekip gitmek… Hayır, bu imkânsızdı.” İlk atışı yaptığında kalabalığın tezahüratlarına boğuldu. Hızlı bir şekilde art arda iki atış daha yaptı. Orwell, kalabalığın taleplerine yenik düşmüş ve hayır demek isterken kendini, kendisinin ve Britanya İmparatorluğu’nun iyiliği olduğuna inandırdığı şey için evet demişti. O anda, köylülerin nihayet bu ihtilafa son vereceği konusunda umutlu hissetti. Ancak olaydan yıllar sonra, fil meselesinin ardından, Moulmein’de geçirdiği süre boyunca ne itibarının ne de köylülerle ilişkisinin düzeldiğini derin bir pişmanlıkla hatırladı. Köylüler, tapınağın çamurlu avlusundaki bir futbol maçı sırasında hâlâ “kazara” onu deviriyor ya da kalabalık pazarda bisikletle “yanlışlıkla” ayağının üzerinden geçiyorlardı.
Orwell, fili vurmayı onaylayarak ilkeleri ile içgüdülerine ihanet etmişti ve bunu yapmakla, hayatının geri kalanında onu rahatsız edecek çok yanlış bir karar vermişti.
Hepimiz Hayır Demek İsterken Bazen Evet Deriz
Çağdaş filozof Michael E. Bratman, “Bizler barışçıl müzakereciler değiliz,” diye bir gözlemde bulunmuştur. Her ne kadar bugün, George Orwell’ın kolonyal dönemde Burma’daki fili vurmasının üzerinden bir asırdan fazla süre geçtiyse ve Orwell’ın hikâyesindeki koşullardan çok uzakta olup onun vermek zorunda olduğu kararla yüz yüze gelmeyeceksek de bazen seçimlerimiz tıpkı onunki gibi yanlış gelebilir. Evet, dönem değişti ancak başkalarının beklentilerine uyma konusunda yaşadığımız sosyal baskı, tıpkı Orwell’ın yaşadığı gibi, kendimizi kapana kısılmış ve çelişkiyle dolu hissetmemize neden olabilir. Muhtemelen hepimiz hayır demek istediğimiz şeylere evet demiş ve sırf nasıl reddedeceğimizi bilmediğimiz için başkalarının beklentilerine yenik düşmüşüzdür. Sosyal psikologlar, başkalarının kararlarımız üzerindeki bu muazzam gücüne sosyal etki der. Bu durum, sosyal baskı altında olduğumuz veya kendimizi başkalarının denetimindeymiş gibi hissettiğimizde durumlara nasıl tepki verdiğimizi şekillendirir. Sosyal etkinin gücünün en basit kanıtı, diğer insanların bizden istediklerine uyma isteğimizdir. Bu genellikle kendimizi sorumlu hissettiğimize, hayır demek tamamen mantıklı olsa bile, karşımızdakiyle aynı fikirde olacağımız veya evet diyeceğimiz anlamına gelir. Orwell’ın durumunda, üzerinden yıllar geçse bile, olayı hatırlayan Orwell’ın aşina olduğumuz karın boşluğu hissine, genç benliği için rahatsız edici bir utanç ve sitem duygusu eşlik ediyordu. Öncelikle, hayır demek istediğimizde bile evet dememize neden olan güçleri açığa çıkaracağız. Aidiyet ihtiyacı hisseden sosyal yaratıklar olduğumuz için kararlarımızın ve seçimlerimizin barışçıl olmadığını anlayacağız. Aslında insan olmak, içgüdüsel olarak işbirliği ile uyumluluğa bireysel başarı ve iradeden daha fazla değer vermenin ağır evrimsel yükünü taşımak demektir. Basitçe söylemek gerekirse, hayır demek, kendinizi ve kendi isteklerinizi önceleyerek bir talebe katılmamak2 [downthumbing] gibi tatsız bir görev içerir. Bu basit beş harfli yanıt, bir anksiyete ve endişe kaynağı olabilir. Vereceğiniz yanıta kafa yorarsınız çünkü yanlış bir yanıt, ilişkilerinizi riske atmanıza (Beni yine de sevecekler mi?) ve itibarınıza zarar vermenize (Benim hakkımda ne düşünecekler?) yol açabilir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Kişisel Gelişim
- Kitap AdıHayır Deme Cesareti: Hayatınızın Kontrolünü Elinize Almanın Bilimsel Yolu
- Sayfa Sayısı296
- YazarVanessa Patrick
- ISBN9786259720531
- Boyutlar, Kapak13,5*21, Karton Kapak
- YayıneviNova Kitap / 2025