“Mümkün olsa yaşardım, her haliyle, her duyguyla yaşardım. Olmadı, olmuyor. Ben de yaza yaza, kalemimi de, duygularımı da güzellikten ve iyilikten yana çalıştırarak hayattan vazgeçmediğimi göstermeye çalıştım.”
Üniversitede öğrenciyken gözaltına alınıp tutuklanan İlhan Sami Çomak, 1994 yılından beri cezaevinde: Bugüne kadar geçen uzun süreçte asılsız suçlamalarla, göstermelik yargılamalarla, hukuksuzluk ve adaletsizlikle yüz yüze gelen Çomak, Hayat Seni Çok Seviyorum ile şair kimliğinin yanına oyun yazarlığını da ekliyor. Çomak’ın çocukluğunu, hayata ve şiire bakışını, adalet arayışını sarsıcı biçimde anlattığı Karınca Yuvasını Dağıtmamak kitabından yola çıkarak kaleme aldığı Hayat Seni Çok Seviyorum taşıdığı şiirsel kuvvet ve lezzetle bir otobiyografi, bir oyun metni olmanın ötesine geçiyor.
“İlhan Sami Çomak’ın tekil varlığında bir bölgenin yaşadığı acıların tümünü hissetmek mümkün. Bir coğrafyada dolaşıp, bir evde, bir masalda konaklayabiliriz. Sadece acıları, şiddeti, savaşı, ayrımcılığı, nefreti değil, sevgiyi de yoğun biçimde koklayıp, dokunabiliriz. Aslına bakılacak olursa bir şairle birlikte çocukluğu dolaşıyoruz, gençliği… İnsana türlü yollar çizen kadere de, iradeye de tanıklık ediyoruz.”
Kemal Aydoğan
Yazmak bana bunu öğretti…
“Hayat hakkında neredeyse bildiğim ne varsa yazıdan öğrendim” desem biraz abartmış olurum ama yazı bunu hak ediyor. Hayat bilgim yazmaktan ve okumaktan geliyor esas olarak. Söz konusu ettiğim, yaratıcı etkinlik, yani sanatsal üretkenlik, temelini şiirin oluşturduğu efsunlu bir alan elbette. Çok genç yaşta, 21 yaşındayken cezaevine alındığım düşünüldüğünde, hayat bilgisinde, “deneyim” dediğimiz ve koca toplamda tüm yenilgileri, tüm acı ve başarısızlıkları, bunlarla beraber az az tadılan mutluluk ve sevinçleri hep dengesiz, hep tek taraflı ve ruhu öğüten yıkıcı bir kararsızlıkla karşılarken, çoğu zaman sınıfta kalmam şaşırtıcı olmasa gerek. Neredeyse, “insan kendi yenilgilerinin toplamıdır” diyeceğim. Belki de öyledir. Ben ne bilirim ki, bu konuda ahkâm kesiyorum… Benim bildiğim tek gerçek, büyük hayat açığım. Bu açık, resimlere bakmakla, kitaplardaki deneyimleri kimliğime eklemekle, bilgiyle, yazmakla ama illa da yazmakla biraz biraz kapanıyor ama o büyük mesafeyi tüketmek asla mümkün olmuyor.
Yine de vazgeçmemek gerekiyor; duvarlara, hiçlikle sınandığın yalnızlıklara, ölümün mutlak gücünün sürüklediği kayıtsızlıklara, insandan yayılan kötülük ve umutsuzluklara rağmen vazgeçmemek gerekiyor. Bunu ve daha nice şeyi ben yazıdan, yazmaktan edindiğim ve mümkün olduğunca bu varoluş şartlarından sakınmaya çalıştığım, acıdan geçen ama mutluluktan yana bir bilgi ve bilinçten, bunun giderek yol kat etmesiyle bende bir kimlik oluşturmasıyla elde ettim. “Ne gelir elden insan olmaktan başka.” İyi ve doğru insan olmak sanırım çok çaba gerektiriyor.
Ben iyiliğiyle ve kötülüğüyle kimseye dokunamıyorken, bu kapatılmışlıkta başka şeyleri değil de niye iyi ve kötü olma hallerini dert ediniyorum ki? Hiç bilmiyorum, hiç bilmiyorum. Canım çok yandı kötülükten, onun “adaletsizlik” adını alan halinden, belki de bundandır. Yaramı göstermeye çalışıyorumdur olsa olsa. İyilik de çok cimri olduğundan, dillendirerek, bıktıra usandıra elini kolunu bana doğru açmasını istiyorumdur belki de. Ben ne bilirim ki?… İnsan kendi isteklerine benzer. Oysa ben ne istediğimi, tam olarak ne istediğimi hiç bilmiyorum. Hayat o kadar geniş ve uzun bir yol ve ben ondan öyle uzağım, onu öyle sahipsiz bıraktım ki, ne istediğimi bilmiyorum. Her şey özgürlükle başlayacak ama ben ne istediğimi bilmesem de istemekten geri durmuyorum. İşte yazı yazmak, yazmanın getirdiği bilinç ve kimlik beni isteklerimi hale yola sokma konusunda dürterek hizaya koyuyor olsa gerek ki, yaratıcı üretkenliğimle hayat arasında kesintisiz bağ bu şekilde oluşuyor. Demek ki, istemek yetmiyor, bu isteklerin yarattığı ruhsal kargaşaya da bir çare bulmak gerekiyor. Yazmanın bir de böyle düzenleyici rolü var bende.
İstemeyi bir bilgi ve duygu işi değil de alışkanlıklardan doğan kolaylık ve yönelimlerle açıklamak gerekiyor belki de, neden olmasın ki? Benim, ne istediğimi bilemememin izahı böyle olabilir sanırım. Hayat koca bir orman ve ben hep çeperine yapışıp kaldığımdan ağaçlardan, yaprak ve meyvelerden ve en önemlisi de suyun gövdeye yürümesinden uzak kaldım. Ormana girmek kaybolmaya sebep. Ama ben yine de bunu amansızca istiyorum. Korkuyorum, yine de ormanın derinlikleri beni çekiyor. Girsem kaybolacağım, çünkü hayat acemisiyim, çünkü çepere çakılı kaldığım bunca yıldan sonra gerçekler ve zorluklar karşısında beni ayakta tutacak reflekslerim köreldi, alışkanlıkların getirdiği hızlı cevap verip kendini uyarlama gücüm zayıfladı. Elimde kalan tek şey istemenin kendisi.
Alışkanlıklar değil, istemenin kendisi. Hayatın hepten bilinçli yaşandığını kim söyleyebilir ki? Yazmak bana bunu öğretti. Ben genişliği seviyorum ve özlüyorum. Gerçek dediğimiz şeyleri, insanın ve nesnelerin türlü hal ve şekillerini, benden sonra hayata katılan yenilik ve ayrıntıları… Böyle işte, benim durumumda bilmediği şeyleri de düşüne düşüne çoğaltıp özleyebiliyor insan. Yazmak bana bunu ve daha nice olmaz denileni öğretti.
Geçmişin gölgesi çok ağır, bildiğiniz gibi değil. Ama onsuz da olunmuyor. Hele benim gibi, bilinçli hayatının sadece üç-beş yılını dışarıda geçirmiş biri için öyle vazgeçilmez ki geçmiş. Durmadan ona başvurmam, ona gitmem şiirimin ve daha genelde edebi gücümün sağlam bir temele oturması açısından zorunlu. Oysa bunun da bir sınırı var. Çünkü geçmiş de eskiyor. Her duyguyu, her anıyı idareli kullanmalıyım! Yazmak bana bunu öğretti.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıYolluk
- Sayfa Sayısı95
- Yazarİlhan Sami Çomak
- ISBN9789750533778
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Son Voli – Serserilik Zor Zanaat ~ Vecdi Çıracıoğlu
Son Voli – Serserilik Zor Zanaat
Vecdi Çıracıoğlu
Deniz mutedil dalgalıya geçmişti; gök bulutsuz, fare tüyüydü. Başımı kaldırıp bakmadım ama öyleydi, mutlaka öyleydi. Çünkü denizin rengi de aynıydı. Bu mevsimde, bu aylarda,...
- Cerrah ~ Tayfun Pirselimoğlu
Cerrah
Tayfun Pirselimoğlu
Cerrah, birini çözmeye çalışırken bir diğerinin karşımıza çıktığı düğümlerden oluşan, hiçbir şeye şaşırmıyor oluşumuza “şaşırtan” bir roman… Tayfun Pirselimoğlu bu sefer tuhaf mı tuhaf...
- Maruzatım Var ~ Nurhan Suerdem
Maruzatım Var
Nurhan Suerdem
Hayat: Başlangıç noktasından sona doğru yol alırken, nelerle karşılaşabileceğini tahmin edemediğin bir seyahat. Herkesin başlangıç noktası farklı olduğu gibi; son durağa gidiş yolu, gideceği...