Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hayat Devam Ediyor  / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 7
Hayat Devam Ediyor  / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 7

Hayat Devam Ediyor / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 7

İpek Ongun

Hayatta ne çok yollar yürüyoruz. Çocukluk yolları… Okul yolları… İlkgençliğin sancılı yolları… Üniversite yolları… Romantizmin acı, tatlı yolları… Çalışma yolları… Dönüp baktığımda bir prizma…

Hayatta ne çok yollar yürüyoruz.

Çocukluk yolları… Okul yolları…

İlkgençliğin sancılı yolları…

Üniversite yolları…

Romantizmin acı, tatlı yolları…

Çalışma yolları…

Dönüp baktığımda bir prizma görüyorum sanki.

Serra’nın ne çok yüzü var.

Çocuk Serra. Okullu Serra.

Üniversiteli Serra.

Âşık Serra.

Başka başka yollar, başka başka hayatlar,

başka başka kimlikler, düşünceler, duruşlar.

Şimdiyse evlilik yolunda!

*

13 Ocak, Cuma

Başardım arkadaşlar başardım!

Neyi mi?

Evliliğimin ilk da-ve-ti-ni…

Elbette pek çok kez arkadaşlarla evde toplandık. Her- halde yani…

Ama bu başka…

Özgür’ün aile büyüklerinin, ‘hayırlı olsun’ ziyareti nedeniyle yapılmış bir davetten söz ediyoruz burada.

Anlayacağınız gibi iş resmi ve de ciddi…

Özgür’ün büyük teyzesi, amcası, eşleri, oğulları, gelinleri… bir de benim şeker kayınvalidemle kayınpederim. Manzarayı görebiliyor musun sevgili defter? Tabii ben günlerdir komadayım.

Acaba ne pişirsem?

Acaba nasıl bir sofra düzenlemesi yapsam?

Ve-en, en önemlisi, o kadar insanı nasıl oturtsam.

Evimiz, malum, kuş yuvası misali dünyalar tatlısı bir ev. Dolayısıyla yemek masamız rahat olarak altı, rahatsız olarak sekiz kişiye hizmet verebilecek kapasitede. Oysa gelen- ler tastamam on kişi; iki de biz, ettik mi on iki kişi.

Buyrun bakalım.

Özgür benim bu telaşıma çok gülüyor. “Ne var yani, altı üstü bir aile yemeği,” deyip duruyor. Tabii beyimizin tuzu kuru. Sınava çekilen o değil, benim burada. Üstelik büyük teyzenin şöhreti dünyayı sarmış durumda.

Tam bir İstanbul hanımefendisiymiş!

Çok da titizmiş!

Gözünden hiçbir şey kaçmazmış, eleştirilerini acımasızca yaparmış.

Ammaaaa, bir kez de gözüne girmeyi başardın mı, artık ömür boyu kimse sana laf edemezmiş. Şimdi bütün bunları duyduktan sonra gel de krize girme.

Neyse, konuyu uzun uzun annem, anneannem ve Melis’le tartıştıktan sonra, açık büfe yapmaya karar verdim. İlle de masada yenecek diye insanları dirsek dirseğe oturtacak halim yoktu herhalde. Buna karşın yemek masasını bir hazırladım, sevgili defter, bir hazırladım, eh, fotoğrafını çek ve de dekorasyon dergilerinin en âlâsına gönder.

Bir kere aile büyüklerinin armağan ettiği tüm gümüş- leri kullandım. Şamdanlar, tuzluk biberlikler, peçetelikler ve çatal bıçak takımı yerleştirilince sofra parladı. Resmen parladı. Tabaklarla kristal bardakları da bir kenara dizdim. (Laf aramızda, şu düğün listesini akıl edene bin teşekkür… Bir sürü ıvır zıvır yerine doğru dürüst, tam da gönlüme göre bir tabak ve bardak takımım var şimdi.)

Çiçekleri gümüş kupanın içine yerleştirip mumları da yakınca ışıl ışıl bir sofra çıktı ortaya.

Bu arada, sabah erkenden Melis’i aradığımı da belirtmeliyim. Biliyorum, bu da nereden çıktı diyeceksin ama öylesine panik içerisindeydim ki, dayanamayıp Melis’i aradım ve, “N’olursun öğlen bir ara bize uğra, hazırladığım sofrayı mutlaka senin de görmen gerek,” dedim.

“Kızım ne bu heyecan, sen daha önce pek çok davet yaptın.”

“Yaptım elbette! Yemek de pişirdim ama hep arkadaş- lara… Dolayısıyla yok beğendiler, yok beğenmediler diye bir kaygım yoktu ki… Oysa şimdi, şu durumda kesinlikle beğenilmem gerek.”

“Tamam, tamam! Akşamüstü uğrarım.” “Olmaz! Öğlen gelmelisin.”

“Nedenmiş o?”

“Çünkü,” dedim azıcık utanarak, “Özgür sofrayı sana gösterdiğimi bilmemeli.”

Şen bir kahkaha telefonun ucundan yükselerek bana ulaştı.

“Mesele anlaşılmıştır. Güldüğüme bakma, seni çok iyi anlıyorum. Saat kaçta orada olmamı istiyorsun?”

“Ofisten 11:30’da çıkabileceğime göre, on iki ile yarım arası olabilir.”

“Tamamdır.”

Böylece öğle vakti bizim evde buluştuk. Melis soframı sıkı bir incelemeden geçirdi veee, “Mükemmel,” diyerek beğenisini belirtti.

“Fazla klasik bir sofra olmadı, değil mi?”

“Klasik ama bir o kadar da güzel, Serra. Hem hep aynı türde düzenlemeler yapamayız ki… Her düzenleme sofra- nın amacına uygun olmalı. Şöyle düşün; her yere aynı giy-

siyi giyer misin? İşe giderken başka, arkadaşlarla buluşurken başka, bir tiyatro, konser ya da şık bir davete giderken daha başka giyinmez misin?”

“Doğru,” diye mırıldandım.

“İşte sofra düzenlemelerini de öyle düşünmen gerek benim acemi arkadaşım. Arkadaşlarla rahat bir ortamda daha bir gündelik örtüler, tabaklar kullanırken; ailenin büyükle- rini ya da ne bileyim, Özgür’ün patronunu ağırlarken me- sela, elindeki en değerli parçaları kullanarak daha formal bir düzenleme yapman gerekir.

“Aslında mevsimleri de gözetmek gerek. Yazın yazı, kışın kışı çağrıştıran mönü ve sofra süslemeleriyle sofra kurmayı bir sanata dönüştürebilir insan. Ayrıca bunu sen de pekâlâ biliyorsun.”

“Evet, ben de bu tür ayrıntılarla uğraşmayı çok seviyorum ama senin şu an söylediklerin, hele de giysilerimiz ve durumlar benzetmesi bana bir ufuk açtı sanki. Sağ ol!”

“Biz evli hatunlar her konuda birbirimize destek olmalıyız, öyle değil mi?” dedi ve ekledi, “Haydi ben gidiyorum.”

“Buraya geldiğini sakın ağzından kaçırma,” diye seslendim arkasından. Dudaklarım kilitli, işareti yaparak kayboldu. Ben de soframın Melis tarafından onaylanmış olması- nın verdiği rahatlıkla kuaförün yolunu tuttum.

Kuaförde herkesi, “Acelem var, acelem var,” diye koşuşturarak saçımı fönlettikten sonra yine arabama acla- yıp yıldırım gibi ofise gittim.

Bugün de bir iş, bir iş… Sanki bütün dünya akşama önemli bir yemeğim olduğunu ve benim işten erken çıkmam gerektiğini biliyor ve bana karşı elbirliği yapmış.

Sonunda baktım olacak gibi değil, Selçuk’un yanına gidip, “Canımsın, beni idare et. Akşama aile büyükleri yemeğe geliyor ve benim acilen gidip son dakika pilavını pişirmem gerek,” diyerek durumumu ortaya koydum.

“Desene ağır toplar geliyor! Sen hiç merak etme, ben ortalığı idare ederim,” dedi çabucak. Bir yandan da fisir fısır telefonda konuşuyordu. Himmm, sanırım birileri var ufukta…

Neyse, böylece ofisten küçük bir fare gibi sıvışıp dışarı fırladım. Otoparka vardığımda bir sessizlik, bir sessizlik… Kimseler yok ortada.

Sağa bak, sola bak. Ne gelen var, ne giden… Nerede bu insanlar?

Hey yarabbim…

Sonra kulübede oturan on iki yaşlarında bir çocuk ilişti gözüme. Bir koşu yanına gittim.

“Kâhya nerde?”

“Bir araba öbürüne mi sürtmüş ne, o adamla beraber gittiler.”

“Eee? Ne olacak şimdi?”

“Valla bilmem abla…”

“İnanmıyorum,” diye bağırıyordum, “inanmıyorum. Şuradaki arabaların tümünü bırakıp gidebilen bir kâhyaya i-na-na-mi-yo-rum!”

Ben orada kuşlar gibi çırpınıp çareler üretmeye çalışırken günlerdir tıraş olmamış, günlerdir yıkanmamış ve yine günlerdir aynı gömlek ve pantolonla yatıp kalktığı izlenimini veren bir tip koşarak otoparka girdi.

“Geldim abla, geldim,” diye bağırıyordu bir yandan da. “Nerede bu kâhya? İşimiz gücümüz var, acelemiz var,” diye ben de ona bağırdım.

“Tamam abla, neydi senin arabanın plakası, hemen getireyim.”

“Siz de kimsiniz?”

“Ben Mahmut’un arkadaşıyım, şimdi onun yanından geliyorum. Bir sorun olmuş da, beni aradı. O gelene kadar ben bakacağım buraya.”

“Neyse, neyse… Siz hemen benim arabayı getirin de…” Eve geç kalmıştım, geç… Üstelik bu koşuşturma içinde saçım da bozulmuştu. Kâküllerim gözlerimin içine girip duruyordu.

Ay yani…

Neyse, yıllar ve yıllar gibi gelen bir beklemeden sonra, tıraş olmamış, yıkanmamış, boru pantolonlu, buruşuk gömlekli adam ufukta belirdi.

Bir hışım arabama binerken, tutup bana, “Biraz sakin ol, abla,” demez mi…

Sen önce bir git de tıraş ol, dememek için kendimi zor tuttum. Ama bu arada ona nasıl bakmış olmalıyım ki, “Yani, kaza maza olmasın, Allah korusun diye söylüyorum,” dedi, sesinin perdesi her sözcükte biraz daha alçalarak.

Sonunda evime ulaştım. Ve -hemen pirinci ısladım. Ha, bu arada mönümü söylemeyi unuttum.

Gelen büyüklerin Türk mutfağını yeğlemelerinin yanı sıra hazmının daha kolay olması nedeniyle tavuğun daha hoşa gideceğini, müthiş yardımcı bir minik kuş kulağıma fısıldamış olduğundan, salçalı tavuk, yanına iç pilav, ardından zeytinyağlı taze fasulye, salata, en sonunda sakızlı muhallebi, üstüne de dondurma şeklinde bir plan yaptım.

Salçalı tavuğu, zeytinyağlı fasulyeyi ve tatlıyı dün gece yarılarına kadar uğraşıp pişirdim. Buraya kadar iyi. Ama…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Gençlik Kitapları
  • Kitap AdıHayat Devam Ediyor / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 7
  • Sayfa Sayısı376
  • Yazarİpek Ongun
  • ISBN9786054560905
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviArtemis Yayınları / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Afacanlar Çetesi ~ İpek OngunAfacanlar Çetesi

    Afacanlar Çetesi

    İpek Ongun

    Asena, Sinan, Defne, Zeynep, Berk… Ve sevgili köpekleri Ahbap. Onlar Gökkuşağı Savaşçıları! Amaçları okullarına bir kütüphane kazandırmak. Okulun bahçesindeki küçük, gizemli ev bu iş...

  2. Günler Akıp Giderken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 8 ~ İpek OngunGünler Akıp Giderken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 8

    Günler Akıp Giderken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri- 8

    İpek Ongun

    Baharlar, kar taneleri ve güneş ışınları! O ışınlar çiçeklere ve kar tanelerine vuruyor, simli ışıltılar oluşturuyordu. İşte böylesi bir doğa görüntüsü içinde dedemle konuştum,...

  3. Taşlar Yerine Otururken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri – 10 ~ İpek OngunTaşlar Yerine Otururken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri – 10

    Taşlar Yerine Otururken / Bir Genç Kızın Gizli Defteri – 10

    İpek Ongun

    Serra, Sıla, Melis, Dilek, Esin, Toprak. Dünün küçük kızları. Hepsi ayrı ayrı yollarda ilerliyor. Ama… Bir zamanlar birbirinin ellerinden tutan o küçük kızlar, bugün...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Yeşil Kiraz 2 ~ Gülten DayıoğluYeşil Kiraz 2

    Yeşil Kiraz 2

    Gülten Dayıoğlu

    Kiraz, birinci kitabın sonunda geçmişten sıyrılıp yepyeni ufuklara açılmaya hazırdı. Başından geçen bütün tatsız olaylara rağmen, tepeden tırnağa umut yüklüydü, kendini içinde şafak söküyormuş...

  2. Bir Genç Kızın Gizli Defteri ~ İpek OngunBir Genç Kızın Gizli Defteri

    Bir Genç Kızın Gizli Defteri

    İpek Ongun

    Neden yazarız? Daha doğrusu neden anı defteri tutarız? Yaşamımızın her döneminde, ama özellikle ilk gençlik çağında, sorunlarımızı, mutlu mutsuz anılarımızı bizi yargılamadan dinleyen, paylaşan...

  3. Şeytan’ın Çırağı ~ Kenneth Bogh AndersenŞeytan’ın Çırağı

    Şeytan’ın Çırağı

    Kenneth Bogh Andersen

    Cehennemin Derinliklerine Sıradışı Bir Yolculuk“Ne demek istiyorsun?” Filip başını salladı. “Burası da neresi?” “Burası mı?” İblis kaşlarını kaldırdı. “Hâlâ çıkaramadın mı? Evet, tabii ya,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur