Soyut gerçekleri, somut örnekler üzerinden daha iyi anlayan bir aklımız var. Yaşanan hayatlar ve yaşayan insanlar, bu yüzden ziyadesiyle öğretici bir yön taşıyor bizim için. Her insan, duruşları ve tercihleri ile, bize bir ‘hayat bilgisi’ veriyor. Ve her hayat, doğruları ve yanlışları ile, bize bir yol haritası sunuyor.
Usta gazeteci Alper Görmüş, Hayat Bilgisi’nde karşımıza çıkan ‘portreler’le tam da bunu yapıyor işte… Spordan siyasete, akademik dünyadan medyaya, elliye yakın şöhretli yüzün portresini çı- karırken, aslında kendi hayatlarımıza dair derslerle yüzleştiriyor bizi. Bu isimler üzerinden, hepimiz için bir ‘hayat bilgisi’ devşiriyor.
Hayat Bilgisi, başka insanlar ve başka hayatlar üzerine bir kitap değil… Bilakis, başkalannın hayatı üzerinden kendimize bakmamızı sağlıyor.
“Ben objektifliğe değil, ama dürüstlüğe inanan bir gazeteciyim. Dolayısıyla, yazacağım portrelerin ‘objektif’ olma ihtimali yok, kı zaten benim de böyle bir iddiam yok. Sonuçta, portrelerim o insanların bendeki yansımalarından ibaret olacak.
Portrelerini yazdığım kişilerin her şeylerıyle ilgili değilim, bana en önemli gelen bir ya da birkaç yanlarıyla ilgiliyim. Ben, onların o yanlarını deşmeye, açmaya gayret ediyor, o noktalardan kendimce ‘hayat dersleri’ çıkartıyorum”
***
SUNUŞ
YENl AKTÜEL dergisinde 2007 Ekim’inden itibaren yazmaya başladığım portrelerin bir bölümü 2008 Eylülünde Hayy Kitap tarafından yayımlandı.
Nedenini bilmiyorum ama, dergide her hafta bir portre yayımlandığında hiç karşılaşmadığım iki eleştiri, kitabın yayımlanmasından sonra peşimi hiç bırakmadı. Bunlardan birincisi ‘portrelerin portreye benzemedikleri’ne, ikincisi ise ‘fazla sübjektif’ olan metinlerin benim gibi ‘objektif olma iddiasındaki bir gazeteciye hiç yakışmadığı’na dairdi.
Birinci eleştiriyi anlayabilmiştim, çünkü okura ‘portre’ oldukları iddiasıyla sunduğum metinler gerçekten de klasik portrelere benzemiyordu. Fakat ikinci eleştiriyi anlayamadığım gibi hayretle karşılamıştım.
Her şeyden önce ben ‘objektif’olduğunu iddia eden bir gazeteci değildim. Tam tersine, güçlülerle güçsüzlerin, sesini duyurabilenlerle duyuramayanların olduğu bir dünyada objektifliğin güçlülerden ve sesini duyurabilenlerden yana taraf olma anlamına geldiğine inanmış ve bunu defalarca dile getirmiş bir gazeteciydim. Bu vesileyle bir kez daha kayda geçireyim: Ben objektifliğe değil, ama dürüstlüğe inanan bir gazeteciyim.
Öte yandan, portrelerimin ‘sübjektif’ olduğunu ilk kitabın sunuşunda açıkça belirtmiş, şöyle demiştim:
“(…) Artık anlamışsınızdır: Yazacağım portrelerin ‘objektif’ olma ihtimali yok, ki zaten benim de böyle bir iddiam yok Sonuçta, portrelerim o insanların bendeki yansımalarından ibaret olacak; ben onları öyle algılamış olduğum için öyle yazmış olacağım.”
Portrelerin ‘portreye benzemedikleri’ meselesine gelince… Bu eleştiriye de bu kitabın sunuşunda cevap vereyim:
Doğru, benim portrelerim körün fili tarifine benzer. Hadi kendime o kadar haksızlık etmeyeyim ve “Portrelerim birkaç körün bir fili tarifine benzer” diye düzelteyim. Öyledirler hakikaten: Çünkü ben portrelerini yazdığım kişilerin her şeyleriyle ilgili değilim, bana en önemli gelen bir ya da birkaç yanlarıyla ilgiliyim. Ben, onların o yanlarını deşmeye, açmaya gayret ediyor, o noktalardan kendimce ‘hayat dersleri’ çıkartıyorum.
Bu kitaptan ve önceki portreler kitabından (40 Benzemez Yüz) birer örnekle açıklamaya çalışayım ne demek istediğimi…
Mesela bu kitapta yer alan İsmet Özel portresini tamamen, onun büyük şairliğiyle acıklı bir tezat teşkil eden kötü siyasetçiliğiyle hesaplaşmak için kaleme almıştım. Portreyi yazdığım yıllarda İsmet Özel olağanüstü radikallikte ve kapsayıcılıkta çok büyük laflar ediyor, fakat bunları temellendirmek için en küçük bir gayretin içine bile girmiyordu. Bu, kendisini sevenlerin güvenini istismar gibi gelmişti bana ve doğrusu okuyacağınız portreyi yazdıktan sonra kendimi çok rahatlamış hissetmiştim. (Görüyorsunuz, “tamamen sübjektif’ benim portrelerim.)
Ya da mesela ‘ağız ishali’ olmuş binlerce televizyon yıldızının karşısında sessizliğiyle bir yıldız gibi parlayan Müjde Ar’ın bir anda geveze bir televizyon yıldızı haline gelmesi üzerine yazdığım, 40 Benzemez Yüz’de yer alan portre: “Asıl sözü sükûttu, şimdi sözünü kaybetti…”
Müjde Ar portresini de keza tek bir tema üzerine kurmuştum… Onun bir anda bütün frenleri patlamış bir araba gibi sahneye çıkışı ve orada kalabilmek için sahnenin dikte ettiği bütün entrikaları rahatlıkla kullanışı beni derinden sarsmıştı. Onun portresi, ‘akıntıya karşı’ duramayış üzerine, akıntının gücü üzerine kalem oynatma imkânı verebildiği için önemliydi benim için.
Şimdi birileri kalkıp, “Kardeşim, portre mi yazıyorsun, sosyolojik analiz mi yapıyorsun?” diye sorabilir haklı olarak. Ben de onlara “Haklısınız” derim, “yazdıklarım klasik portrelere benzemiyor. Ama siz de bıkmadınız mı artık biyografı- portre okumaktan?”
Neyse ki, portrenin öyle de yazılabileceğine, hatta bunun daha iyi olabileceğine samimiyetle inananlar da var. Bunlardan biri de bu kitabın editöryal hazırlık sürecini takip eden Metin Karabaşoğlu… Buna o kadar inanmış ki, kitap için “Hayat Bilgisi” adını bile önerebildi.
Ben ise yaptığım şeyi, insanların portreleri üzerinden ‘hayat dersleri’ çıkarma diye özetlemeyi tercih ederim.
Keşke eleştiriler, bu işi layıkıyla yapıp yapamadığım üzerine yoğunlaşsa…
ALPER GÖRMÜŞ
30 Aralık 2011
*
ERTUĞRUL SAĞLAM
Ona bak, ‘yeni Anadolu’yu gör:
ne ezik, ne hırçın…
‘Eski’Anadolu, kendisi için çizilmiş hak limitlerine uymayı esas alan bir terbiye anlayışını kutsar, onun dışına çıkmayı düşünmezdi. Ertuğrul Sağlam’m en tipik temsilcilerinden biri olduğu ‘yeni’ Anadolulular ise ‘ne ezik, ne hırçın’ karakterleriyle yükselen Anadolu’nun yeni ruhunu temsil ediyorlar.
–
TÜSİAD’IN BAŞINDAKİ İSİM, Ümit Boyner, bir söyleşide ‘Anadolu’nun yükselişi’ni şu sözlerle yalnız kaçınılmaz değil, hayırlı bir gelişine olarak da değerlendiriyordu:
“Türkiye’nin şu anda yaşadığı şey olmak zorundaydı. Bence Türkiye bu kabuk değiştirme sürecini yaşayacaktı bir şekilde. Ekonomide Anadolu daha söz sahibi hale geliyor. Bunu çok önemsiyorum. (…) Biliyorsunuz işte, Türkiye’nin belli kurumlarına baktığınız zaman, hep başındaki insanların belli bir okuldan mezun olduğunu görürdünüz. O insanlar, Türkiye’nin kalburüstüydü. (…) Bu sağlıklı bir şey değil. Hiçbir demokrasi bu şekilde gelişemez.”
Bu durumdaki bir ülke olarak Türkiye’de çok ‘sağlıklı’ bir şey oldu. “Türkiye’nin kalburüstü’nden gelmeyen, tam tersine tipik ‘Anadolulu’ bir teknik direktörün çalıştırdığı bir Anadolu takımı (Bursaspor), Türkiye birinci futbol liginin şampiyonu oldu.
Henüz genç denecek yaştaki bu teknik direktörün adı Ertuğrul Sağlam’dı ve o da öteki tipik Anadolulular gibi, (‘tipik,’ yani başlarını ‘anneannelerimiz gibi’ bağlamayan kadınlar ve onların kocaları) başarı merdivenlerini “bu ne arıyor burada, bizim aramızda?” itirazlarına ve sızlanmalarına itiraz ede ede tırmanmıştı.
ESKİ ANADOLU-YENİ ANADOLU
Ertuğrul Sağlam’ın çok sık vurgulanan (o kadar sık ki, bazen “Tamam kardeşim de, puan getirmiyor” eleştirileriyle karşılanan) ‘efendiliği’yle başlayacağım…
Biliyorsunuz, Anadolu kültüründe ‘efendilik’ biraz da yetinmeyi, razı olmayı ve hatta icabında boyun bükmeyi bilmek anlamında kullanılır. İşte, belki bu kültürün bir yansıması olarak, Ertuğrul Sağlam’ın ‘efendiliği’ gerek futbolculuğunda, gerekse de teknik direktörlüğünde zaman zaman şahit olduğumuz ‘agresifliği’ ile kıyaslanageldi. Oysa bu ikisi arasında hiçbir çelişki yoktu:
“Kesinlikle efendi bir futbolcuydu ama, yaratılan hava gibi, ‘ensesine vur lokmasını al’ bir insan asla olmadı. Agresifti, ama içten olduğu, asla meslektaşının veya hakemin mesleğine kastetmediği ve sahada olanı sahada bırakabildiği için efendi futbolcu olarak bilindi. Eğer farklı bir kimlik yüklenirse kendisine, bundan sonra ilk fevri hareketinde ‘bu muydu’ gibi lallar duyulabilir. Ama şaşırmasın kimse, Ertuğrul ezik de değil, çirkef de.” (Tamamen katıldığım bu değerlendirmesi için Ekşi Sözlük’ten “purplepurple”a teşekkürler.)
Ertuğrul Sağlam’ın futbolculuğunda çizdiği ‘ne ezik, ne
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
- Kitap AdıHayat Bilgisi
- Sayfa Sayısı260
- YazarAlper Görmüş
- ISBN6051311067
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviETKİLEŞİM YAYINLARI / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Damolla Âlimcan el-Barudî ~ Yusuf Akçura
Damolla Âlimcan el-Barudî
Yusuf Akçura
Yusuf Akçura’nın fazla bilinmeyen eserlerinden biri olan Damolla Âlimcan el-Barudî, hem Akçura külliyatının hem de “Türkistan Aydınlanması Kitaplığı”nın bir parçası olarak kabul edilebilir. Kazanlı...
- evveli nokta ahiri nokta ~ lütfi filiz
evveli nokta ahiri nokta
lütfi filiz
Önsöz Şunca yafl yaşadım, “kendini bilmek”ten daha çetin bir meseleyle karşılaşmadım. Varın siz düşünün şimdi, şu yaşına kadar en çok “kendini bilmek”te zorlanmış biri...
- Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ ~ İrem Ela Yıldızeli
Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ
İrem Ela Yıldızeli
Yaprakları sararmış eski bir günlük ortaya çıkıveriyor. Günlüğü bulan İrem Ela Yıldızeli, sahibi ise Dr. Osman Şevki Uludağ… İrem’in büyükdedesi. Babaannenin evinden çıkan günlüğün...