Yoksa kulaklarınızın zarını delmeye çalışan bu dehşet verici çığlık Öcü Cadısı’ndan mı geliyor?..
Hiç merak ettiniz mi, Hayalet sivri burunlu ayakkabılar giyen kızlara neden güvenmez? Ya da Grimalkin neden Malkinlerin ‘katil cadı’sıdır?..
Şiirsel anlatımıyla korku edebiyatında bir başyapıta dönüşen on üç kitaplık “Wardstone Günlükleri” serisinde tanıma fırsatı yakaladığınız korkunç cadıların sıra dışı hikâyeleri ilk kez özel bir kitapta toplanıyor.
Dünya çapında büyük bir fenomene dönüşen ve başrollerini Julianne Moore ile Jeff Bridges gibi Hollywood yıldızlarının paylaştığı “Yedinci Oğul” filmine ilham veren “Hayalet” dizisinin yazarı Joseph Delaney’in kaleme aldığı Hayaletin Cadıları kitabında‚ her biri birbirinden ürkütücü 5 öykü yer alıyor. Üstelik bu hikâyeleri okuyabilmek için Hayalet kitaplarını tamamlamış olmak gerekmiyor. Yeni okurların seriye ısınmaları için müthiş bir olanak sunan bu kitap diziden bağımsız olarak okunabileceği gibi serinin müptelalarının kitaplıklarında mutlaka bulundurması gereken bir koleksiyon yapıtı olarak Hayalet efsanesini taçlandırıyor!..
Unutmadan tekrar hatırlatalım:
Bir cadıya yataklık etmek zorunda kalsanız bile siz siz olun ve lütfen karanlık bastıktan sonra bu kitabi okumayın‚ okutturmayın!
İÇİNDEKİLER
Meg Skelton …………………………………11
Pis Dora ………………………………………41
Grimalkin’in Hikâyesi …………………..65
Alice ve Beyin Oburu ……………………91
Öcü Cadısı …………………………………..133
MEG SKELTON
Bu, anlatılması gereken bir hikâye; günün birinde yerimi alacak olanlara bir uyarı. Benim adım John Gregory
ve yerel hayaletim; ilerleyen sayfalarda Meg Skelton adlı cadıyla karşılaşmalarımın tam ve eksiksiz bir dökümünü okuyacaksınız.
BÖLÜM 1
İNSANATLA MÜCADELE
Ustam Henry Horrocks beş yıl boyunca bana hayaletlik eğitimi vererek hortlak, öcü, cadı ve Karanlık’a ait bilumum yaratıkla nasıl baş edebileceğimi öğretti. Çıraklığımı tamamlayıp hayalet olarak çalışmaya hak kazanmıştım ve Eyaleti daha güvenli bir yer haline getirmek için yanında çalışıyor, ustamın Chipenden’deki evinde yaşıyordum. Güz mevsiminin sonlarına doğru Eyaletin kuzeybatısındaki Arnside’dan gelen ivedi mesaj, bölgeye çok uzun süredir musallat olan tehlikeli yaratık insanatın hakkından gelmemiz için yaşlı ustamla beni neredeyse yalvarırcasına çağırıyordu. Bu yaratığın acımasız ellerinde çoğu aile acı çekmiş, çok sayıda ölüm ve yaralanma olmuştu. Henry Horrocks’un sağlık durumu son zamanlarda kötüye gitmekteydi ve mesaj gelmeden üç gün önce yatağa düşmüştü. “Senin gitmen gerekecek evlat,” dedi bana hırıltıyla soluyarak. “Ama dikkatli ol; insanatlar çok güçlü olabilir. Sana öğrettiğim gibi asanı kullanarak yanına yaklaşmasına engel ol ve alnına vurmaya çalış. Eğer durum çok tehlikeli görünüyorsa uzaktan takibe al. Ben kendimi iyi hisseder hissetmez peşinden kuzeye gelirim. Umarım yarın…”
Bunun üzerine asamla çantamı alarak Arnside’a doğru yola koyuldum. Söz konusu bir cadı olsaydı ustamın gümüş zincirini de yanıma alırdım fakat bunun üvez ağacından yapılmış asa, tuz ve demir gibi mesleğimizde kullanılan araç gereçlere karşı değişen düzeyde bağışıklığa sahip insanatlar üzerindeki etkisi konusunda şüphelerim vardı. Hayır, bu tür bir yaratıkla başa çıkmanın en iyi yolu bıçaktı. Beni bekleyen tehlike ve onu nerede bulabileceğime dair olabildiğince fazla bilgi edinmek için Arnside köyüyle civar çiftliklere uğradım.
Duyduklarımın, kendime olan güvenime pek bir faydası olmadı. Yaratık son derece güçlüydü. Bir hafta önce bir çiftçiye saldırmış, olan biteni dehşete kapılmış bir halde ahırda saklandığı yerden izleyen sütçü kızın gözleri önünde zavallı adamın başını koparmıştı. İnsanat sütçü kızın bahtsız işverenini öldürdükten sonra kanını içmiş, ardından dişleriyle derisini yüzmüştü. Yakındaki bir kuleyi yuva belleyerek gece yarısından hemen sonra ava çıkmayı alışkanlık haline getirmişti. Kilometrelerce uzakta yaşayan insanlar bile korku içindeydi; hiçbir ev güvende değildi. Ormana alacakaranlıkta vardım. Toprak çürüyüp dökülen kahverengi yapraklarla kaplıydı. Kule en uzun ağaçtan iki misli daha uzundu ve kara bir parmak gibi, gri Eyalet göğüne yükseliyordu. Kulenin tek penceresinden çaresizlik içinde el sallayarak yardım isteyen bir kız görüldüğü söyleniyordu. Anlatılanlara bakılırsa yaratık kızı kendisi için kaçırmıştı ve kulenin nemli odalarında onu oyuncağı gibi tutuyordu. Önce bir ateş yakıp alevleri izleyerek cesaretimi toplamaya çalıştım.
Henry Horrocks’un gelmesini beklemek daha iyi olurdu; birlikte yaratığa karşı daha fazla şansımız olurdu. Fakat sözlerine rağmen bana katılacağına emin değildim. Durumu iyileşeceğine daha da kötüye gidiyordu. Üstelik yaratık muhtemelen bu gece yine öldürecekti. Bir hayalet olarak görevim, Eyalet halkına karşı sorumluluğum böyle bir şey yapmadan önce onu durdurmaktı. Çantamdan bileği taşını çıkarıp bıçağımı parmaklarımı kanatmadan ucuna dokunamayacağım hale gelinceye kadar keskinleştirdim. En sonunda, gece yarısından hemen önce kuleye gidip asamla ahşap kapıyı çaldım. Yaratık elinde devasa bir sopa olduğu halde dışarı çıkıp öfkeyle kükredi. Üzeri hayvan derileriyle kaplı, leş gibi kan kokan berbat bir yaratıktı. Boyu neredeyse iki metrenin üstündeydi ve fıçı kadar göğsüyle çok zorlu bir rakipti. Ben bir hayalet olarak Karanlık’a ait yaratıklarla başa çıkabilecek şekilde eğitildim ve o dönemde en güçlü halimdeydim fakat yine de bu yaratık korkunç bir öfkeyle üzerime saldırınca cesaretimin kırıldığını hissettim.
Önce yavaş yavaş geriledim, ama bir yandan da asamın ucundaki bıçağı çıkarıp karşı saldırı için fırsat kollamaya başladım. Yaratığı uzakta tutabilmek için asamı hızlı hızlı savururken aniden sola döndüm ve onu kuleden uzaklaştırarak ağaçların arasına çektim. O dev sopası iki kez ağaç kütüklerine çarpıp başımı kıl payı sıyırdı. Her iki darbe de kafatasımı yumurta kabuğu gibi paramparça edebilirdi. Fakat artık saldırı sırası bendeydi. Başının yan kısmına bir köy demircisini bile dümdüz edebilecek şiddette vurduysam da sendelemedi bile.
Sonra bıçağımı sağ omzuna saplayabilmeyi başardım ve çok geçmeden çıplak kolundan akan kanlar otların üzerine damlamaya başladı. Bu darbe onu durdurdu ve bitkin bir halde birbirimize baktık. Yaratık öfkeyle böğürüp saldırıya hazırlanırken asamı sol elimden sağ elime geçirip var gücümle dosdoğru alnına sapladım. Bıçak derine saplandı ve insanat korkunç bir homurtuyla kaskatı kesilip ayaklarımın dibine yığılıp kaldı. Soluklanmak için durunca yaratığa baktım. Onun canını almış olmaktan pişmanlık duymuyordum, ne de olsa durdurulmadığı takdirde başkalarını öldürmeye devam edecekti. İşte tam o esnada kuleden bana seslenerek taş basamaklardan çıkmamı isteyen o kız sesini duydum. Onu en yukarıdaki odada, bir saman yığınının üzerinde uzun, demir bir zincirle bağlı halde buldum. Süt gibi teni ve uzun, ipeksi saçlarıyla o ana dek gördüğüm en güzel kadındı.
Bana adının Meg olduğunu söyleyip zincirlerinden kurtarmam için yalvardı; sesi öyle ikna ediciydi ki ayaklarım yerden kesilmiş haldeyken mantıklı düşünemedim. Onu zincirlerinden kurtarır kurtarmaz beni öpmeye başladı. Bu öpücükler öyle tatlıydı ki neredeyse kollarında kendimi kaybedecektim. Bu, hayatımı değiştirecek bir geceydi. Meg’le geçirdiğim ilk gece… Uyandığımda pencereden sızan gün ışığında Meg’in, odanın bir köşesindeki sandalyenin altında duran ayakkabılarının uçlarını gördüm. Sivriydiler. Kendimi berbat hissettim. Ustam beni sivri burunlu ayakkabı giyen kadınların büyük ihtimalle cadı olabileceklerine dair uyarmıştı. Daha da kötüsü, Meg giyinirken sırtını ilk kez gördüğümde kanım dondu. Lamia cadılarından biriydi ve bir yılandan farksızdı. Her ne kadar yüzü son derece güzel olsa da, sırtı yeşil ve sarı pullarla kaplıydı. “Cadı!” diye bağırıp gümüş zincire uzandım. “Sen bir cadısın!”
“Ben kimseye zarar vermiyorum!” diye bağırdı. “Bana zarar vermeye çalışanlar dışında!” “Hilekârlık kanında var!” dedim öfkeyle. “Bir cadı her daim cadıdır; üstelik sizin türünüz insan bile değil…” Sökerek onu kurtardığım zinciri bu kez ben fırlattım ve Chipenden’in bahçesinde saatler boyunca yaptığım zincir fırlatma alıştırmaları meyvesini verdi. Zincir başıyla omuzlarını sarıp onu hareket edemeyecek ve konuşamayacak bir şekilde bağladı. Beni kandırdığı için öfkelenerek onu bu vaziyette Chipenden’e kadar taşıdım. Orada beni korkunç bir sürpriz bekliyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıHayaletin Cadıları
- Sayfa Sayısı184
- YazarJoseph Delaney
- ISBN9786059153348
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kim Bu ~ Joan Kim Erkan
Kim Bu
Joan Kim Erkan
Türkiye’de pek de sıradan olmayan bir yaşam… Türkçe ve İngilizce baskıları eşzamanlı yayımlanan Kim Bu / Lady Who, 1959’da henüz yirmi iki yaşındayken Galler’den ayrılıp, önce İstanbul’a...
- Uçurum İnsanları ~ Jack London
Uçurum İnsanları
Jack London
Uçurum İnsanları üzerinde güneş batmayan ülke olarak bilinen İngiliz İmparatorluğu’nun karanlık yüzüne dair birinci elden bir tanıklık… Jack London 1902 yılında, birkaç aylığına şehrin...
- Muhafızlar! Muhafızlar! ~ Terry Pratchett
Muhafızlar! Muhafızlar!
Terry Pratchett
“Dünyanın onca kentinde o kadar bataklık dururken, o ejderha benimkine uçtu… Ankh-Morpork! Yüz bin ruhtan oluşan kargaşa dolu bir şehir! Ve o sayının on...