Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Hayalden Gerçeğe
Hayalden Gerçeğe

Hayalden Gerçeğe

Dilek Yardımcı

Mutlu çocuklar için yeniden el ele, bu kez hayalden gerçeğe… Dilek Yardımcı’nın yüz binlerce okurun yüreğini ısıtan “Hayal Sözleşmesi” serisi, dört bir yanı sevgi ve…

Mutlu çocuklar için yeniden el ele, bu kez hayalden gerçeğe…

Dilek Yardımcı’nın yüz binlerce okurun yüreğini ısıtan “Hayal Sözleşmesi” serisi, dört bir yanı sevgi ve dayanışma ağlarıyla birbirine bağlayan Hayalden Gerçeğe ile noktalanıyor.

Anlatıcı koltuğuna bu kez ekibin neşe kaynağı Hasan’ı oturtan yazar, çocukluğa yeni anlamlar yükleyerek yarım kalmış bir çocukluğun geleceğe nasıl etki ettiği üstüne düşündürüyor.

Serinin son halkasında, derneklerine ulaşan mektupların izinde daha yaşanabilir yarınlar için yeniden el ele veren Hayal Sözleşmesi’nin büyüyen çocuklarının tek bir amacı var: küçük ya da büyük herkesin çocukluğunu ucundan bile olsa yaşaması!

Cuma akşamları Hayal Sözleşmesi Derneğinde bir araya gelen 8-A sınıfının iflah olmaz hayal avcıları, bu kez “Bir Mektup da Sen Yaz” projesi ile mektup kültürünü yeniden canlandırıyor ve yurdun dört bir yanından bambaşka hikâyelerin peşine düşüyor. Kimi zaman gülümseten kimi zamansa yürek sızlatan satırların sahiplerine ulaşmaya çalışırken, kâh gözü pek bir dedektif kâh dilbaz bir radyocu kimliğine bürünen kafadarları aldıkları bir mektup canevinden vuruyor. Günlük hayatın koşuşturmacası ve telaşına rağmen âdeta bir yaşam biçimi hâline getirdikleri Hayal Sözleşmesi’nden hiç vazgeçmeyen eski dostlar, çocukların hayallerini çalan dünya düzenine kafa tutmayı sürdürüyor. Tüm bunlar yaşanırken heyecan verici bir takip operasyonu ve akıllara durgunluk verici kiracı kaçırma numaraları ile iyice şenlenen roman; iki koca çocuğun, Neşe ile Hasan’ın bitmek bilmeyen atışmalarıyla kalplere sevgi tomurcukları serpiyor.

Kırık dökük duyguları itinayla sarmayı bilen Hayal Sözleşmesi ekibinin bu son serüveni, çocukları hayatlarının en güzel dönemini doyasıyla yaşamak için mücadele etmeye; yetişkinleri ise kendi çocuklukları ile yüzleşmeye çağırıyor.

Ufak dokunuşlarla hayallerin nasıl gerçeğe dönüşebileceğini gösteren kitap, mutlu bireyler yetiştirmek için daha küçük yaşta her çocuğa bir amaç vermenin önemini yineliyor. Çünkü çocuklara borçluyuz! Onlara çocukluklarını hakkıyla yaşatmak hepimizin borcu.

Bölümler

Sıcak Takip ……………………………………………………………………………………….9
Hayal Sözleşmesi Derneği (Bizim Mekân) ………………………..13
Benim İlk Öğretmenim Tavuktu …………………………………………..22
Ekip Toplantısı ……………………………………………………………………………..28
Böyle Sebep mi Olur? – 1 …………………………………………………………..37
Her Şey Derneğimiz İçin – 3 …………………………………………………..40
Çocukluğunu Yaşamak – 1 (Takip Hikâyesi) ……………………..45
Bir Ceza Aldım Her Şey Değişti ……………………………………………57
Böyle Sebep mi Olur? – 2 ………………………………………………………… 86
Her Şey Derneğimiz İçin – 4 ………………………………………………….. 95
Çocukluğunu Yaşamak – 2 ……………………………………………………..102
Festival …………………………………………………………………………………………..106
Nasıl Yani? ……………………………………………………………………………………113

Okura Sesleniş 

Sevgili çook tatlı okur, şunu bil ki sen bir kahramansın. Üçüncü kitapla ilgili isteklerin ve soruların olmasaydı bu kitap olmayacaktı. Bizim uyuşuk yazara kalsaydı çook beklerdin. İlk iki kitabı yazmak için gecesini gündüzüne katan yazar, nedense sıra benim hikâyemi yazmaya gelince hiç oralı olmadı. Hayır, yani benim neyim eksik? Özlem’e, Bengisu’ya ve Ege’ye gösterdiği hassasiyeti neden bana göstermedi? Ama ben pes etmedim. İşte karşınızdayım. Türkçe öğretmenimiz ve yaşam rehberimiz Eda Öğretmen’e çok teşekkür ediyorum. O bize kitap okutmak için onca mücadeleyi vermeseydi, ben bu kitabı yazamazdım. Çünkü kitap okumamak için çok direnmiş ama pes etmeyen savaşçı bir öğretmene teslim olmak zorunda kalmıştım. Eda Öğretmen inancını yitirseydi bugünkü Hasan olamazdım. Evet; bir mühendis, doktor, öğretmen, hukukçu olmadım ama iyi bir okur oldum. Düşünmeyi, sorgulamadan kabul etmemeyi, farklı dünyalara saygı duymayı, problemlere çeşitli çözümler bulmayı, 1+1’lere sığdırılan yaşamlarımızda sayfaların arasında kaybolmayı ben kitaplardan öğrendim. Keşke herkes okusa, herkes bir kitabın içinde kaybolup kendi benliğini bulsa…

(Bu cümleler Eda Öğretmen’i ağlatacak kesin. Yukarıdaki paragrafı bütün Türkçe öğretmenlerine ithaf ediyorum. Hatta çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandıran bütün öğretmenlere…) Ter bastı beni. Hayallerin Ötesinde kitabının sonunda ayrılığın acısıyla ciltler dolusu kitap yazacak kadar dertliyken kurduğum bir cümle yüzünden karşınızdayım. Öncelikle bizimkiler inanmadılar tabii. Hatta Bengisu, “Hasan bu işte!” dedi. İnanıp inanmama meselesini size bıraktı. Ancak şunu belirtmeliyim ki sevgili okur, beni çok iyi tanımışsın. Alınmasınlar ama bizimkilerden daha iyi olduğun bir gerçek. Belki de onlar, şaka olmasını diledi. Ama şaka değildi. Laf benim ağzımdan bir kere çıkar. Üçüncü kitabın yazarı ağırlıklı olarak ben olacağım. Arada birkaç sürpriz konuk yazara da hazırlayın kendinizi. Siz bakmayın ilk girişteki havalı cümlelerime. Kitabı yazarken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Yazar da zorlandı. Önceki kitapta, ikisi öğretmen biri doktor olan anlatıcılarla oldukça rahattı. Ben, garibim yazarın ayarını bozdum. Onu bunalıma soktum. Ama bir şekilde bitirdik kitabı. Aradaki saçmalamalarım ve konu dışına çıkmalarım için ne olur yazarı suçlama. O, Hasan’ı Hasan’ın ağzından anlatmak zorundaydı. Umarım benden sonra yazmayı bırakmaz. Bırakmaz, bırakmaz seviyor yazmayı. Ama saçları eskisi kadar siyah değil. Griler, yer yer de beyazlar çoğaldı. O da benden ona hatıra olsun. Her aynaya baktığında bizi hatırlasın değil mi?

Hasan Demir
(8-A’nın neşe kaynağı)

Sıcak Takip 

(Hayallerin Ötesi’nden iki yıl sonra. Yer İstanbul. Hayal Sözleşmesi ekibinin üç yiğidi bir görevde, çok ciddi bir takip operasyonu var.) “Kanat-1’den But-1’e, takip nasıl gidiyor?” “Sayende gitmiyor Hasan!” “But-1, isimlerimizi kullanmıyoruz, lütfen dikkat edelim! Aaaaaa ama koskoca operasyonu mahvedeceksiniz canım! Benim adım Kanat-1, seninki de But-1.” “Ya he he Hasan. Pabucumun operasyonu. Sanki savaştayız!” “Lütfen yaptığımız işi ciddiye alalım But-1. Hasan deme, Kanat-1 diyeceksin. Şu an neredesiniz?” “Cehennemin dibinde Hasan. But-1 nedir ya, başka isim yok muydu? Takmışsın kafayı tavuğa!” “Ne var İlker? Ne olmuş tavuğa? Güzide bir hayvan işte.” “Benim tavuklarla sorunum yok Hasan. Seninle var. Bu ne ya, neden böyle konuşuyoruz?” “Bütün film ve dizilerde böyle oluyor da ondan.” “Biz film ya da dizi çekmiyoruz Hasan. Altı üstü bir çocuğu takip ediyoruz. Ama ben kanatla butla uğraşıyorum.

Allah’ım kafayı yiyeceğim. Başka isim bulamadın mı?” “Tavuk kırmızı çizgim İlker, ay pardon But-1. Ben de isim söyledim. Ayarımı bozdun ya. Ayrıntılara takılmayalım. Çocuğu gözden kaçırma, hedefe ulaşmak için en önemli şansımız.” “Postaneden çıkıp markete girdi. Markette biraz oyalanıp son sürat çıktı. Çocuk, çocuk değil çita mübarek! Yetişemiyorum ki…” “Bu, çocuğun çita olmasıyla ilgili bir durum değil, biliyorsun değil mi İlker? Ay pardon But-1. Kocaman göbeğin buna engel olmuş olabilir mi acaba?” “Hasan bak, zaten canım burnumda, beni çıldırtma! Seninle konuşmaktan çocuğu gözden kaçıracağım. Hadi ama ya, olamaz, ahhhh!” “Ne oldu But-1, But-1’ciğiiiim cevap ver lütfen, çocuğa araba mı çarptı. Ne oldu?” “Elinin körü oldu Kanat-1. Sayende çocuk ortadan kayboldu. Ben de sana laf yetiştireceğim diye ağaca tosladım. Sanırım burnum yok. İçeri göçtü.” “Beynini de kontrol et ve bir süre gözüme gözükme But-1. Tam bir hayal kırıklığısın. Ağaca toslamak da nedir? Neyse ki Kanat-1 mükemmel bir operasyoncu. Yedek planı devreye sokmuştum. Ciğer-1 duyuyor musun? Ciğer-1. Maalesef But-1 işi eline yüzüne, pardon göbeğine bulaştırdı. Sende durumlar nasıl?” “Takipteyim Kanat-1.” “Harikasın, söyle bakalım canım ciğerim, çocuk ne tarafa gidiyor?”

Bir apartmanın önünde durdu. Zile basıyor.”
“Çok güzel. Harikasın Ciğer-1. İçeri girdi mi?”
“Yok, girişten ayrıldı. Yukarı camlara bakıyor. Bir dakika
önemli bir gelişme oldu.”
“Ne oldu Ciğer-1? Seni gördü mü yoksa? Ciğer-1, alooo
kime söylüyorum? Çatlatmayın insanı!”
“7. kattan sarkıtıldı?”
“Aaa kim, çocuk mu?”
“Ciddi misin Kanat-1, gerçekten mi? Çocuk içeri girmedi
dedim ya! Sepet sarkıttılar.”
“Çocuk için mi?”
“He Hasan, sepete girecek, onu yukarı çekecekler. Son zamanlarda çok moda. Millet merdiven ve asansör istemiyor.
Yaşasın sepet!”
“Bak ya, nasıl da komik arkadaşlarım var. Seninle uğraşamayacağım şimdi. Kanat-1 diyeceksin.”
“Çocuk sepete doğru yürüyor.”
“Gözden kaçırma Ciğer-1.”
“Kaçırmam mümkün değil. Resmen parlıyor.”
“But-1’den Ciğer-1’e…”
“But-1 sen gitmedin mi? Bari bu işi de bozma. Senin yüzünden Ciğer-1’in dikkati dağılacak.”
“Aradan çık Hasan. Çocuğun üzerinde ne var Ciğer-1?”
“Kıyafet…”
“Biliyoruz Ciğer-1. Çıplak gezecek hâli yok. Doğru çocuğu
mu takip ediyorsun öğrenmek istedim.”
“Üzerinde turuncu, parlak bir mont var. Hayatta gözden
kaybolmaz.”

“Montun arkasında ne yazıyor?”
“Sev beni seveyim seni… Tövbe tövbe! Nereden bileyim.
Uzaktayım seçemiyorum. Hem ne önemi var? Çocuk gözümün önünde sonuçta. Senin gibi gözden kaçırmadım.”
“Aferin sana Ciğer-1. Gerçekten müthiş bir iş çıkardın.
Sana kalsa yanmıştık But-1. Allah’tan Ciğer-1 var.”
“Ya Hasan araya girip durma!”
“Hasan demiyoruz.”
“Öyle mi Hasan? Hasan, Hasan… Sen çok oldun. But-1
olarak komutayı ele alıyorum.”
“Delirdin mi İlker?

“Evet, şu an delirdim Kanat-1. Ya da en doğrusu Saftirik-1. Çünkü Ciğer-1 ya da yeni ismiyle Angut-1 Ender, marketin çırağını takip etmiş. Markette bu kıyafetten giymiş bir sürü insan vardı. Takip ettiğimiz çocuk da bu renklere yakın giyinmişti. Ender çocukları karıştırmış.” “Yo olamaz! Bu doğru mu Ciğer-1? Enderrr, cevap ver!” “Aradığınız Ciğer-1’e şu an ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra da denemeyin. Mümkünse hiç denemeyin.” “Ender var ya, seni elimden kimse kurtaramaz!” “Lütfen operasyon isimlerini kullanalım Kanat-1.” “Başlarım kanadına İlker. Sinirden tüylerimi yolacağım şimdi. Sizinle operasyon yapanda kabahat. Akşama mekânda toplanıyoruz nasıl olsa, diğerlerine siz hesap verirsiniz.” Kim mi bu çocuk, sevgili okurlarım? Anlatacağım.

Hayal Sözleşmesi Derneği
(Bizim Mekân)

Derneği anlatmadan önce, Hayal Sözleşmesi ve Hayallerin Ötesinde kitaplarında anlatılanları kısaca özetlemek lazım. Sıradan bir okul gününde, Türkçe Öğretmeni Eda Güven’in 8-A sınıfına verdiği ‘hayal sözleşmesi’ projesiyle başladı her şey. Öğretmen o gün bize, hem yakın hem de uzak hayallerimizi yazdırdı. Zarflarımızı bizden aldı. “On yıl sonra buluşup size vereceğim, bakalım hayallerinizi gerçekleştirmiş olacak mısınız?” dedi. Hayal sözleşmesini bizim için gizemli bir oyuna, muhteşem dostluklara ve uğrunda mücadele edecek bir davaya dönüştüren ise Bengisu’nun, “Önce yakın hayalleri gerçekleştirelim,” teklifi oldu. Beş arkadaşımızın hayalini gerçekleştirmeye çalıştık. Okul hayatımızın en güzel yılıydı. Yaklaşık on altı yıl önce başlayan ‘hayal sözleşmesi’ yolculuğu, ilk iki kitapta okuduğunuz gibi, bizi kocaman bir aileye dönüştürdü. Hayallerimiz, tutkularımız, yüreğimize işleyen sevgimiz giderek çoğaldı. Bir yandan kendi hayatlarımız için mücadele ederken bir yandan da Türkiye’nin her yerinden çocukların hayallerini gerçekleştirmeye odaklandık. Bu oluşumun bir parçası olmak, hayatımda en gurur duyduğum şey. Hayal Sözleşmesi Derneğini Kars’ta, Bengisu’nun başkanlığında kurduk. İlk görevimiz de onun öğrencilerinin hayallerini gerçekleştirmek oldu.

Tüm süreci Bengisu ve Özlem, Hayallerin Ötesinde kitabında anlattılar. O günden sonra iki yıl geçti. Bengisu ve Ege, iki yıl sonra Kars’tan İstanbul’a döndüler. Artık hepimiz İstanbul’dayız. Sadece Kaan yok. O da yakında gelir. Derneğimiz imkânları ölçüsünde, yılda sekiz on çocuğun hayalini gerçekleştirmeye çalışıyor. Umarım daha da büyür ve biz, pek çok çocuğun hayalini gerçekleştiririz. Zaten girişteki kovalamaca sahnesi de bu yüzden yaşandı. Bir çocuğun peşindeyiz. Bu çocuk bizim için çok önemli. Aslında bütün çocuklar önemli. Çünkü onların elinden tutmanın, daha küçük yaşta her çocuğa bir amaç vermenin derdindeyiz. Bunu yıllar önce bizim için Eda Öğretmen başarmıştı. Sıra bizde… Asla vazgeçmeyeceğiz! Her yıl bu sayede bir sürü hikâye birikiyor. Size bu kitapta anlatacağım hikâyeler ise Bengisu’nun sitemizde başlattığı “Bir Mektup da Sen Yaz” adlı çalışmamızdan. Amacımız mektup kültürünü yeniden canlandırmaktı. İyi ki yapmışız. O kadar çok mektup aldık ki… İşte bu anlatacaklarım o mektuplardan seçildi. Bir de ‘bizi’ anlatacağım. En çok da kendimi… Hikâyemi merak ediyorsunuz, biliyorum. Gül Sokak, Cevher Apt. No: 29 D: 1. Bir yıldır bu adresteyiz. Camında küçücük bir tabela var:

HAYAL SÖZLEŞMESİ DERNEĞİ 

Tabelayı asarken heyecandan ellerim titredi. Eda Öğretmen’in varlığının da ellerimin titremesinde rolü büyüktü elbette. Birlikte astık. Öğretmenimizin gurur dolu bakışı yüreğimize işledi. Fırsat buldukça uğruyor ve tomurcuklu çayımdan içiyor. Sevgili okur, sen de uğra ve çayımdan iç. Bugüne kadar çay içmemişim, diyeceksin. Öyle böyle değil! (Çok övdüm değil mi kendimi, çayımı içsen az bile bulursun bu övgüleri.) Her neyse, konuma döneyim. Normalde vardiyalı çalışıyorum. Bir hafta gündüz 8-16 çalışıyorum, bir hafta 16-24. İşten çıkar çıkmaz işyerime yarım saatlik yürüme mesafesinde olan derneğimize geliyorum. Yemeğimi dernekte hazırlayıp yiyorum. Çoğunlukla da burada yaşıyorum. Annem bu durumdan şikâyet etse de mutlu olduğumu gördüğü için ses çıkarmıyor. Çünkü bizimkiler, Anadolu Yakası’nda oturuyor. Babam, emekli olunca Anadolu Yakası’nda ev aldık. Benim iş yerimse Avrupa Yakası’nda. Derneğimizden önce, günümün neredeyse yarısı yolda geçiyordu desem abartmış olmam. Hatta bir gün metroda yatmışlığım var. Uyuyakalmışım ve metro boşaldığı hâlde kimse beni görmemiş. Annem de garibim, öbür evde kaldığımı düşünüp önemsememiş. Sabahleyin vatman uyandırdı beni. Her tarafım tutulmuştu. Vücudumun bazı bölgelerinin tutulması bir şey değil de asıl mesele, neredeyse kalp krizi geçirecek olmamdı. Geceyi metroda geçirenler kalp krizi mi geçiriyor, amma da abarttın be Hasan, diyebilirsiniz. Geçirir, vatmanlara uyuyan insanı itinayla uyandırma eğitimi vermezlerse ilk kurban bile verilir. İnsan öyle mi uyandırılır canım, o gün bu gündür kendime gelemedim. Bir insan, iki omzundan bastırılarak, şiddet derecesini tahmin bile edemeyeceğiniz bir şekilde silkelenirse bir daha da kendine gelemez.

Tamam, uykumuz ağır ama bu kadar da olmaz. Üç gün ellerim titredi yahu. Bende vatman fobisi oluştu vallahi, korkuyorum. Vatmanı bulup çocukluğuna inmek lazım. Nasıl bir travma yaşamış ki bir insanı öyle sarsarak uyandırıyor. Galiba kendimi kaybedip mevzuyu biraz uzattım. Of yazarlık ne zormuş. Pek çok şeyi anlatmak istiyorsun ama belirli bir sırayla anlatmak gerekiyor. Evi bize, geçici bir süre için Özlem’in annesi verdi. Özlem’in dedesinden, annesine ve teyzesine miras kalmış bu daire. Bugüne kadar çok güzel gitti, Elçin teyze bizi epeyce idare etti. Ancak Elçin teyzenin kız kardeşi Esin teyze biraz çetin ceviz çıktı. Çünkü hiç de zor durumda olmadığı hâlde, bence fazlaca olan parasına para katmak, yarım kalan Avrupa seyahatlerine yenisini eklemek ya da çeyrek, gram, cumhuriyet altın koleksiyonuna bir de Trabzon burması eklemek için (bu bölümü yazdığım için Özlem beni öldürecek) daireyi kiraya vermek istiyor. Hatta ona kalsa satacak. Hakkıdır elbette. Ekonomiyi biraz toparlayabilsek dernek olarak kiralayabileceğiz. Hatta bizi bir yıl daha idare etse satın alma niyetim var. Çünkü seneye bizim müdür emekli oluyor. Patron onun yerine beni düşünüyor. Müdür olunca maaşım epey artacak ve patron da destek olacak, kendime bir daire satın alabileceğim. Bunu bizimkilerle paylaşamıyorum. Çünkü ola ki bir aksilik olur da müdür olamazsam her şey boşa gidecek. Bu nedenle çok ama çok gizli bir operasyon yürütüyorum. Son iki gündür Esin teyze, Elçin teyzeyi de ikna ederek bir emlakçıyla anlaştı.

Emlakçı mübarek de bir cevval çıktı, sormayın gitsin. Gece gündüz kiracı adayları getiriyor. Utanmasa beni de kiralayacak, tövbe tövbe! Öyle tutkulu, öyle heyecanlı… Adam için gece gündüz fark etmiyor. Ben de mecburen hiç ruhuma uymayan birtakım planlar yapmak zorunda kaldım. Sanki İstanbul’da başka ev yok. Görseniz iki artı bir daire, küçücük. Bir tuvaleti var, yüz kilo ve üstü olanlar giremez. Hadi diyelim ki girdi, çıkamaz. Ama millet nasıl bir yokluk yaşıyorsa, gelen gidenin haddi hesabı yok. Anahtar sadece bende.

Özel eşyalarımız var. Kiracılar ben varken gelsinler bahanesini öne sürdüm. Böylelikle kiracı adaylarını görüp ev için kurtarma planları yapabilecektim. Kiralık ilanından sonra bir müşteri geldi bile. Onu size anlatmam lazım. Gerçi bu bir taneyle kalmayacak gibi bir his var içimde. Bakalım nereye kadar dayanacağım. İlk müşteriler nişanlı bir çiftti, üç hafta sonra evleneceklermiş. Kızı görseniz, daha girer girmez plan yapmaya başladı: “Ayyy aşkıııım, buraya üçlü koltuğu koyarız, buraya televizyon. Şu köşeye de lambader…” Bir salona ve yatak odasına konacak her şeyi sıraladı. Yatağın yönünü bile söyledi. Ama en son söylediği cümle, beni benden aldı. “Tuvalet kâğıtlarını da şuraya koyarız.” Ben doğduğum günden beri gariban çoraplarıma ve gömleklerime yer bulamamışım, millet tuvalet kâğıdına bile yer düşünüyor. Şahsen çoraplarım ve neresi olursa fırlattığım gömleklerime çok acıdım.

Nihayetinde bir sifonla bilinmez diyarlara yolculuk yapan tuvalet kâğıdı; benim emektar, yıllarca kahrımı çekmiş, bazen yanlış iliklenmiş gömleklerimden ve bir türlü eşini bulamadığım, benim gibi yalnızlığa mahkûm çoraplarımdan daha değerli. Vay be! Baktım bizim dernek elden gidiyor, karnım ağrımaya başladı. Şimdi ne yapacaksın Hasan? Bu kız eve hayalinde yerleşti, birazdan onu gerçeğe dönüştürecek! Çaresizdim. Tam o sırada bir mucize oldu ve emlakçı, telefonu çaldığı için evden çıktı. Zihnimde bir aydınlanma yaşandı ve fırsat bu fırsat deyip harekete geçtim. Boynumu büktüm, kaşlarımı çattım. Öyle acıklı bir tonla, öyle bir hikâyeye başladım ki kendim bile anlattıklarıma inanıp üzüldüm. Merak ettiniz değil mi? Anlatıyorum. Genç çifte döndüm ve bütün rol yeteneğimi konuşturdum: “Size bir şey söylemek istiyorum. Emlakçı buradayken konuşamadım. Bakın benim naçizane önerim, bu evi tutmayın.”

Dememle o güler yüzlü, tatlı kız birden vampire döndü. Gözlerini kıstı. Dudaklarını birazdan ısıracak gibi araladı. Korkunç bir ses tonuyla ciyakladı. “Nedenmiş?” Ensemdeki tüyler ürperdi yemin ederim. Ama kutsal dava için kendimi feda edecektim. Korktum ama kuyruğu dik tuttum. Biraz daha acıklı bir tonla kaldığım yerden devam ettim: “Çünkü bu ev uğursuz.” Kız yüzüme tuhaf tuhaf baktı. Az önce tuvalet kâğıdına kadar yerleştirme planı yaptığı evi, hiçbir engel olmaksızın tutacağını düşünüyordu. Ama gözlerindeki hırs, bu anlattıklarımın yetersiz kalacağını gösteriyordu. Acıklı duruşum yetmeyecekti. Destek kuvvete başvurmalıydım. Kız bir yandan ciddiye alıp almama konusunda düşünürken, nişanlısıyla göz göze geldiler. Bir köşeye çekilip fısıldaşmaya başladılar. Ben de o sırada meseleyi biraz daha etkili kılmak amacıyla hemen İlker’e mesaj attım: “Beni ara, ne söylersem söyleyeyim sesini çıkarma.” Hayret, nasıl olduysa İlker beni hemen aradı. Ben de günlerce ikimizin de unutamayacağı bir konuşmanın başlangıcını yaptım.

Oysaki İlker Bey’i mesajla uyarmıştım. Ama kendisi kalın kafalı olduğu ve sadece ‘ara’ kısmı aklında kaldığı için beni perişan etti. Valla kiracılardan daha fazla o yordu. Her neyse, uzatmadan konuşmaya geçeyim. Telefon çalınca hevesle açtım. “Alo, evet geldiler aşkım.” İlker’i öksürük tuttu. “Hasan çıldırdın mı? Benim ben, İlker! Tövbe tövbe. Yokluktan bana mı sarkmaya başladın oğlum?” “Ah, canım aşkım! Ne kadar da şakacısın.” “Hâlâ aşkım diyor ya! Bak çarpacağım şimdi bir tane. Ne oldu sana, korkutma beni.” “Kork bence, ben de korkuyorum.” “Tövbe, Hasan yine üstü açık mı uyudun? Söylesene, biri seni tehdit mi ediyor?” “Söyleyemem, görsen çok hevesliler. Büyük ihtimalle evi tutacaklar. Aşkım, lütfen beni bu işe karıştırma. Bizi ilgilendirmez bence. Kendileri yaşayıp görsünler. Biz söylersek yanlış anlarlar.”

“Onları bilmiyorum ama ben şu an çok yanlış anlıyorum Hasan. Kırk yıllık arkadaşımı tanıyamıyorum. Yazıklar olsun!” “Ama aşkım!” “Hâlâ aşkım diyor ya! Allah belanı versin Hasan!” Ve devamında da size söyleyemeyeceğim derecedeki ayıp sözlerle telefonu kapattı. Numarama devam etmek zorundaydım. Allahtan o sırada telefonum çalmadı, rezil olurdum. Kız gözünü bana dikti. Ne söyleyeceksin, neyi yanlış anlayacağız bakışı attı. Bakıştan cümle mi çıkartıyorsun Hasan diyeceksiniz, çıkartılır. Bu konuda kadınların eline kimse su dökemez. Benim annem yıllardır derdini kaş ve göz hareketleriyle anlatıyor. Babamla sessiz ama derinden anlaşılıyorlar.

Daha doğrusu bu durum babamın kolayına geliyor. Annem de nefesini boşuna tüketmemiş oluyor. Ayrıca bu sayede evlilikleri kavgasız gürültüsüz devam ediyor. Telefonu hemen kapattım, onlara döndüm: “Bakın, beni hiç ilgilendirmez ama burası ile ilgili size bir şey söylemem gerekiyor. Daha önce bu daireyi kiralayan bütün yeni evlenecek çiftler ayrıldılar. Düğününüze az kalmış. Abla, böyle sessiz bir eş adayı bulmuşsun, kendine yazık etme. Ben de senin gibi, evin uğursuz olduğu söylemine gülmüştüm. Şimdi çok pişmanım, çünkü ben de nişanlımdan ayrıldım.” Kız pes etmiyordu. İnanmamış gözlerle ve kızgın bir yüzle dalga geçer gibi konuştu: “Az önce konuştuğunuz kimdi peki, yeni nişanlınız mı?” “Valla helal olsun, bildiniz. Yeni nişanlım. Bu evden de bu yüzden ayrılıyorum. Nişanlım burada oturmamızı istemiyor.

Bu daire uğursuz. Bu evi kiralarken yaklaşık beş yıl boş kaldığını söylediler. Sizce neden acaba? Emlakçı da size piyasanın altında bir fiyat söyledi, değil mi?” Salladım, ya tutarsa diye. Kızın bu kez rengi attı. O sırada emlakçı içeri girdi. “Kusura bakmayın sizi beklettim, işlemlere geçelim isterseniz.” Kız, yanında süs diye gezdirdiği nişanlısına bakıp, emlakçıyı da süzdükten sonra, “Biz vazgeçtik,” dedi. Emlakçı, “Az önce tuvalet kâğıdının yerine varıncaya kadar plan yapmıştınız. Ne oldu beş dakikada?” dedi. Sonra bana şüpheli şüpheli baktı.

Vay be, tuvalet kâğıdı onun da dikkatini çekmiş. Ben masumum anlamında ellerimi kaldırdım. “Çok küçük, bize göre değil,” deyip nişanlısının elinden tutup çıktı. Emlakçı arkalarından koşarken bir cümle duydum: “Hanımefendi, bu bölgede size göstereceğim iki ev daha var, bekleyin lütfen.” Sonrasında ne yaptılar bilmiyorum ama ben ilk kiracı adayını başarıyla göndermiş oldum. Yalnız, umarım emlakçı onlara ev bulmuştur, cümlesi birkaç gün kafamın içinde döndü durdu. Acaba sırada ne var? Ah be Esin teyze, neler yaptırıyorsun bana. İşte derneğimizle ilgili gelişmeler bunlar. Akşama arkadaşlarla buluşacağız. Onları özlediniz biliyorum ama henüz geleceği anlatmayacağım. Biraz geçmişe gideceğiz. Malum bizim bütün yaşamımızı derinden etkileyen o günleri anlatmazsak pek çok şey eksik kalır.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Zıpır Özgürlük Peşinde ~ Dilek YardımcıZıpır Özgürlük Peşinde

    Zıpır Özgürlük Peşinde

    Dilek Yardımcı

    Özgürlüğünün peşinde koşan bir hayalperest Dilek Yardımcı, gerçek ile kurguyu harmanlayarak yarattığı Zıpır’da, delifişek bir köpeğin tutku dolu hikâyesini anlatıyor, bizi biz yapan değerlere sahip...

  2. Benim Duvardan Farkım Ne? ~ Dilek YardımcıBenim Duvardan Farkım Ne?

    Benim Duvardan Farkım Ne?

    Dilek Yardımcı

    “Bir gün biri çıkıp bitmeyen bir hikâye yazacak.” Kendine ‘Benim duvardan farkım ne?’ diye sordun mu hiç? Dilek Yardımcı, Benim Duvardan Farkım Ne? kitabında çocukları düşünsel bir...

  3. Hayal Sözleşmesi ~ Dilek YardımcıHayal Sözleşmesi

    Hayal Sözleşmesi

    Dilek Yardımcı

    Hayatın farklı yönlerini görebiliyor musun? Yaşadığın her ânı anlamlı kılabiliyor musun? Hayallerini gerçekleştirebilmek için çaba sarf ediyor musun? Peki, hayallerine sahip çıkabilmen adına senden bir Hayal Sözleşmesi’ne imza...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Nükleer Darbe ~ Burak TurnaNükleer Darbe

    Nükleer Darbe

    Burak Turna

    Burak Turna’nın Üçüncü Dünya Savaşı Romanı Kaldığı Yerden Devam Ediyor. Üçüncü Dünya Savaşı’nın kahramanları Bölüm 18, Wu, İlyas, Hamdi Hoca ve tabii ki Rüya...

  2. Upirlerin Fısıltısı ~ Çağan DikenelliUpirlerin Fısıltısı

    Upirlerin Fısıltısı

    Çağan Dikenelli

    Öylesine bir parlaklık beklemeyen gözleri kamaşmış, çevresinde ışıktan yıldızlar dans etmeye başlamıştı… ve evet, imkânsız gibi görünse de, bir su evreninin tam altından bakıyordu...

  3. Yenilgiden Dönerken ~ Ali AyçilYenilgiden Dönerken

    Yenilgiden Dönerken

    Ali Ayçil

    “Ben o yenilgiyi sevdiğimde, içimde bir zafer şarkısı vardı. Bir bakış, simitlere, sıcak çaylara, işçi tulumlarına, dilenci ellerine yapışıp kalmış bir bakış, nereye gitsem,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur