Rıfkı günün birinde, bir kitapçıda genç bir kadınla karşılaşır. İlk görüşte hoşlanmaya başlar bu genç kadından; onu bir türlü aklından çıkartamaz. Kadının kitapçıya verdiği ismi ve çalıştığını söylediği okulun adresini biliyordur bir tek. Okulu arar, kadını bulur, ondan bir randevu ister. Fakat, tuhaf, randevuya gelen, kitapçıda karşılaştığı kadın değildir. Bu nasıl olabilir? Kitapçıdaki kadın niçin bir başkasının adını ve adresini vermiştir?
Rıfkı, roman boyunca, âşık olduğu, daha sonra evlendiği Piraye ve onun yakın arkadaşları Neriman, Şükriye ve Semahat’in garip davranışlarının, anlaşılmaz tavırlarının altında yatanları çözmeye çalışır. Bu dört kadını birbirine bağlayan sır nedir? Neden mektep sıralarından beri birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmamışlardır?
Havva’nın Üvey Kızları, 12 Şubat-7 Mayıs 1928 tarihleri arasında Son Saat gazetesinde tefrika edilmiş. Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla kaleme aldığı romanların en özel ve güzellerinden biri. Peyami Safa da böyle düşünmüş olacak ki, iki sene sonra Resimli Ay’da çıkan bir ilanda (Şubat 1930), romanın Havva’nın Kızları adıyla ve Peyami Safa imzasıyla yayınlanacağı duyuruluyor. Yani yazarın kendisi de bu romanı ayrı bir yere koymuş ve esas imzasıyla yayınlama kararı almış. Lakin, kaderin garip bir cilvesi, roman yazılışından neredeyse yüz yıl sonra, ilk kez okuyucuyla buluşuyor.
Bu Kadın Kim?
Serdar Soydan
Peyami Safa’nın Server Bedi imzasıyla yazdığı romanların pek çoğunda gizemli, tuhaf ancak hiçbir zaman ucubeleştirilmeyen, arzu nesnelikleri itinayla muhafaza edilen, yani çözülemeyen, anlaşılamayan ve biraz da bu yüzden âşık olunan kadınlar vardır.
Bu kadınlar kimdir? Esrarları nedir?
Okuyucu da romanın erkek karakteriyle birlikte bunu anlamaya çalışır. Böylece bu bilinmezlik, bazen, romanın sonuna kadar devam eden bir merak unsuru, sürükleyicilik yaratır. Ana erkek karakterlerin görür görmez etkisine girdiği ve ne yaparsa yapsın tam olarak elde edemediği, elde etmeyi bırakın, doğru dürüst çözemediği bu kadınları saran esrar perdelerinin aralanışına şahit oluruz.
Peyami Safa, Server Bedi imzasıyla yazdığı pek çok romanında bu şablonu, daha doğrusu bu karakterizasyonu kullanır. Benzer erkekler ve kadınlar yaratıp durur. Aynı zamanda şehvet dolu, libidosu yüksek bir damardır bu. Cinsel bir gerilim, tüm eserlerde hissettirilir. Ana karakterler ne zaman kavuşacak, bu ele avuca sığmaz, tanımlanamaz kadınlar ne zaman ehlileştirilecek(!), aşka boyun eğecektir? Okuyucular bunu bekler.
Ancak bununla yetinmez Peyami Safa. Alttan alta yükselen bu cinsel gerilimi kaçma kovalamacalar, akıl almaz maceralarla da süsler. Okuyucu, metin boyunca olaydan olaya sürüklenir. Yani cinsel gerilim, reel aksiyonla desteklenir.
Bu sayededir ki Server Bedi romanlarının ekserisi “Aşk ve Macera Romanı” klişesinin tüm gereklerini yerine getirir. Server Bedi’yi, romanları tirajı yüksek gazetelerde tefrika edilen ve hemen ardından yayınevleri tarafından kitap olarak basılan, rağbet gören bir imza yapan da bu olmuştur. Peyami Safa, yani Server Bedi başarılı bir tefrika roman yazarıdır.
*
Gizemi çözülemeyen kadınlar ve onların büyüsüne kapılan, okuyucuların kendilerini özdeşleştireceği erkek kahramanlardan oluşan bu popüler roman şablonu, tabii ki Peyami Safa’nın buluşu değildir. Ancak o, bu şablonu kendi edebî ve kültürel birikimiyle, yeteneğiyle yorumlamış, çeşnilendirmeyi bilmiştir.
Burada bir parantez açıp Peyami Safa’nın psikiyatriye olan ilgisinden bahsetmek istiyorum. Aslında sadece psikiyatri de değil, pek çok alanda derinlemesine bilgi sahibidir Peyami Safa. Zülfikar Uğur Yıkan, Server Bedi romanlarıyla ilgili tezinin giriş bölümünde bu duruma detaylı bir şekilde değinmiştir: Peyami Safa’nın hemen her alandaki yazılarında geniş kültürünün yansımaları görünür. Pek çok kişi Safa’nın geniş kültürünü vurgular. Halit Fahri Ozansoy, onun çok okuyan, bilgili bir kişi olduğunu ve zamanla biraz filozofluk ve sosyologluk merakının uyandığını söyler. (Ergun) Göze de spiritüalizm, tıp bilgisi ve bunun onun eserlerine etkisi üzerinde durur.
Ergun Göze, Peyami Safa-Nazım Hikmet Kavgası adlı kitabında, Safa’nın ruh hadiselerine yoğun bir alaka duyduğunu ve tıp kültürünün şaşırtıcı olduğunu belirtir.3 Toker Yayınlarının 1984’te yayınladığı monografiye göre Peyami Safa, yükseköğrenim görmemiş olmasına rağmen psikoloji, felsefe, sosyoloji, tıp ve iktisat konularında, bu alanların uzmanlarıyla tartışabilecek seviyede kültür sahibidir. Bu sahalardaki bilgi ve kültürünün kaynağını çok iyi öğrendiği Fransızcası ve devamlı okuduğu eserler teşkil etmiştir. Yine Yıkan’ın tezinden bir alıntı:
Faruk Kadri Timurtaş, Peyami Safa’nın tıp ve tıbbın diğer bilimlerle ilişkisi üzerindeki bilgisinin üzerinde durur. “Üstadın tıp mevzuunda derin bilgi sahibi olduğu söylenir. Tıp ile psikoloji, metafizik ve felsefe arasındaki bağları sezen, beden, ruh ve Allah münasebetini en iyi ve bu konulardaki en yeni izahları ve çalışmaları yakından takip eden anlayan ondan başka fikir adamımız yoktur denebilir.”
Ayhan Songar da “Peyami Safa’dan Birkaç Hatıra” başlıklı yazısında benzer şeyler söylemekte, nöroloji ve psikiyatriye özellikle vurgu yapmaktadır:
O, gerçekten tıp ilimlerini derinlemesine bilen, okuyan, yazan ve büyük bir salahiyetle tartışan bir insandı. (…) Bilhassa nöroloji ve psikiyatri şubelerinde bilgisi, seziş ve kabiliyeti gerçekten engindi. Kütüphanesi bu mevzuda kitaplarla dolu idi.
Peyami Safa, Server Bedi imzalı romanlarında arzu nesnesi olarak kurguladığı kadınları psikiyatrik ve sosyolojik bilgi birikimlerinden faydalanarak hem ilginçleştirmiş hem de bu yolla romanlarını orijinal ve biricik hâle getirmiştir.
Örneğin Selma ve Gölgesi’ndeki karanlıklarda yaşayan, gizemli Selma… Kan ve ölümden hoşlanmaktadır Selma. Babası, ardından iki kocası intihar etmiştir. Nevzat ve daha sonra Nevzat’ın fikrini almak için çağırdığı Halim’i etkisi altına alan bu kadın, bir katil ya da bir vampir midir? Romanda Selma’nın babasının intiharından sonra psikolojisinin bozulduğu ve iki kocasını öldürdüğü anlaşılır. Daha sonra Halim’i de intihar süsü vererek öldürecek olan Selma’dan bahsedilirken histerik, nemfoman ve femme fatale terimleri kullanılır. Korkuyorum’da Zehra bir gün her şeyden, hem de hiçbir sebep yokken korkmaya başlar. Kocası Fazıl’ın çağırdığı doktorlar, bu korkunun psikolojik bir rahatsızlık olabileceğini söylerler. Zehra’nın bahçedeki kuyunun başında “fena hâlde” bulunması ve sık sık ortadan kaybolmaları da onun etrafındaki gizem haresini yoğunlaştırır. Ah Minel Aşk’taki Narin’in tam bir şuur sahibi olduğu muhakkak değildir. Dahası “harikuladeli” yapmak merakı vardır genç kadının. Beklenmedik çılgınlıklar ve ortadan kaybolmalarla kocasını sürekli şaşırtmaktadır. Halim, onu, Taksim’deki gece kulüplerinde bulmaktadır her defasında ve karısının neden buralara geldiğini anlayamamaktadır. “Fakat buralara niçin geliyordu? Nasıl bir iptilaydı bu? Ne yapmak isti yordu? Bu hayattan ne zevk alıyordu? Daha çirkin ve gayri meşru iptilaları var mıydı?” Halim, bu soruların cevabını romanın sonuna kadar öğrenemeyecektir. Ayşe’nin Yıldızı, Çılgın Akşamlar, Sıcak Nefesler, Bu Kadın Kim?.. Hatta Server Bedi’nin ilk eserlerinden Zıpçıktılar’daki Vuslat… Vuslat, Cevdet’in tanımlamasıyla “belki afif ama herhâlde fettan bir kadın”dır. On altı hanenin yanıp kül olduğu Etyemez yangınının müsebbibi, ölüleri seyretmekten haz alan tekinsiz biridir.
Bu gizemli, hasta, tuhaf kadın örnekleri daha da çeşitlendirilebilir. Peyami Safa bu kadınları tanımlarken paranoyadan, histeriden, saplantıdan dem vurur. Her biri türlü krizler, buhranlar geçirip durur. Ekserisi intihara meyillidir. Tepkileri, davranışları, söyledikleri çoğu kez beklenmediktir. Peyami Safa’nın Server Bedi imzalı romanlarındaki kadınlar bir araya getirildiğinde bir psikiyatrik vakalar bütünü oluştururlar. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda Ferit’in kaldığı pansiyonun her biri, bir diğerinden enteresan insanlarına benzerler.
*
Havva’nın Üvey Kızları’ndaki Piraye de klasik bir Peyami Safa kadınıdır. Rıfkı, onu bir kitapçı dükkânında görür ve görür görmez vurulur. Fakat onu Şükriye olarak tanımıştır. Zira Piraye, kitapçıya sipariş verirken kendisini bir muallime olarak tanıtmış ve Şükriye ismini vermiştir. Rıfkı, adını Şükriye olarak bildiği bu kadını, siparişini yollamaları için adresini verdiği okulu arayarak bulur. Lakin karşısına çıkan başka biridir. Böyle bir gizemle açılır roman. Bu tuhaf karşılaşma ve başkasının yerine geçmenin esrarı ortaya çıkar çabucak. Tabii bununla kalmaz Piraye’ye dair tuhaflıklar. Rıfkı, âşık olduğunu anbean idrak ettiği Piraye’yi bir türlü çözemez. Onun soğukluğunu, kendisine karşı ilgisizliğini anlamlandıramaz. Dahası Piraye’nin üç arkadaşı, Semahat, Şükriye ve Neriman… Hele Neriman; sürekli etraflarındadır. Rıfkı, Piraye’nin Neriman’la ilişkisini de anlamakta zorlanır. “Hem şu Neriman’ı da merak ediyorum. Ne garip mahluk! Piraye’nin eteğini niçin bırakmıyor? Ne menfaati var? Piraye, bu kıza neden bu kadar zayıf? Sahi, anlaşılmaz şeyler!” Hatta Piraye’yle evlendikten sonra bile çözemez bu işi. Neriman, sanki ilişkilerindeki üçüncü kişidir. Sürekli evlerindedir.
Sonunda gerçeği, hem de yine Piraye ve Neriman’ın arkadaşı olan Semahat’tan öğrenir. Piraye, Neriman’la sevgilidir. İki kadın uzun zamandır birliktedir. Rıfkı, bu gerçek karşısında donakalır:
Ne hâlde idim, bilmiyorum. Fakat içim yanmış kömür gibiydi, kalbim simsiyah kesilmişti. Kendimi büsbütün başka bir dünyada, kanunları değişmiş, garip bir dünyada sanıyordum. Semahat’ı dinlerken kaç defa güneş söndü, ortalık karardı, küreler birbirine çarptı ve dünya başıma yıkıldı zannettim. Kaç defa saçlarımın arasından bir yıldırım girdi ve topuklarından çıktı, kaç defa, yerimden fırlayarak “Ben neler işitiyorum, neler öğreniyorum!” diye haykırmak istedim. Hatta içime öyle arzular doğuyordu ki sokağa çıkarak bütün insanlara bağırmak, “Hey! Sizin bilmediğiniz bir âlem var, sizin bilmediğiniz bir tabiat ve kanunlar var, dikkat ediniz, kadınlara dikkat ediniz, her saçı sizden biraz uzun, başı sizden biraz küçük, etleri yumuşak, kemikleri ince mahluk kadın değildir, kadın şeklinde üçüncü bir insan daha aramızda yaşıyor. Gözlerinizi açınız!” demek istiyordum. Semahat’a bakarak başımı birkaç kere salladım, salladım, heyecandan kısılmış bir sesle “Şimdi, işte şimdi her şey anlaşılıyor. İşte şimdi vaktiyle bana muamma gibi görünen hadiselerin hepsinin birer manası var. Tevekkeli değil… Tevekkeli değil,” diyordum ve Piraye’nin birçok hareketini hatırlıyor, hepsinin niçin yapıldığını artık anlıyor ve her anlayışımda “Tevekkeli değil,” diye tekrar ediyordum. Hatta Piraye’nin son gece Neriman’ın koynunda yatmasını da hatırlayarak “Tevekkeli değil,” dedim. “Kavga ettiğimiz gece de Neriman’la beraber yattı. Öyle ya, Piraye’nin hakiki kocası ben değilim, Neriman!” (…) Ben daima başımı sallayarak, dünyanın yaratılışına kadar giden bir düşünce içinde mırıldandım. “Havva’nın üvey kızları… Üvey kızları… Havva’nın üvey kızları!”
Evet, Havva’nın üvey kızlarıyla kastedilen lezbiyenlerdir. Romanın bundan sonrasında Peyami Safa yine psikiyatriye ilgisini ve bu konudaki birikimini gösterir. Karısının lezbiyen olduğunu öğrenen Rıfkı, bu konu hakkında bir araştırma yapar ve Freud’un 1905 tarihli Cinsellik Üzerine kitabını bulup okur. Uzun uzadıya düşünür eş cinsellik hakkında. Çünkü Piraye’den vazgeçmek istemez. Ona duyduğu aşkın büyüklüğü bu gerçekle, bu imkânsızlıkla mücadele etmede yüreklendirmektedir Rıfkı’yı.
Peyami Safa’nın bu romandaki arzu nesnesi bir lezbiyendir. Rıfkı, aşkıyla Piraye’nin cinsel yönelimini değiştirmeye, onun kendisine aşkla bağlanmasını sağlamaya çalışırken, hissettirmeden, akılcı oyunlarla Neriman’ı saf dışı etmek için de çabalar. Muvaffak olabilecek midir? Piraye, Neriman’ı mı yoksa Rıfkı’yı mı tercih edecektir? Kadınları seven bir kadının bir erkeğe âşık olması, olabilmesi mümkün müdür? Havva’nın Üvey Kızları’nda merak unsuru, okuyucuya bu sorular sordurtularak yaratılır. Rıfkı’nın karşılıksız aşkı ve bir türlü tatmin edemediği ruhsal, bedensel arzuları da cinsel gerilimi sağlar. Böylece Peyami Safa, bu yazının başında da belirttiğim gibi, gizemli, tuhaf ancak hiçbir zaman ucubeleştirilmeyen, arzu nesnelikleri itinayla muhafaza edilen, yani çözülemeyen, anlaşılamayan ve biraz da bu yüzden âşık olunan kadınlarına, Türk edebiyatı içinde çok ilginç ve biricik bir yenisini ekler.
*
Havva’nın Üvey Kızları 1928’de Son Saat gazetesinde tefrika edilmiş. Birkaç sene önce, Nahid Sırrı’nın bu gazetede yayımlandığını söylediği öykülerini ararken bulmuştum bu romanı. Yani Havva’nın Üvey Kızları bana, bize Nahid Sırrı’nın hediyesi.6 Tam da ona yakışır bir hediye. Sizce de öyle değil mi?
Roman, bugüne kadar okuduğum Server Bedi romanlarının en özel ve güzellerinden biri. Peyami Safa da böyle düşünmüş olacak ki iki sene sonra Resimli Ay’da çıkan bir ilanda (Şubat 1930), romanın Havva’nın Kızları adıyla ve Peyami Safa imzasıyla yayımlanacağı duyurulmakta. Yani yazarın kendisi de bu romanı ayrı bir yere koymuş ve esas imzasıyla yayımlama kararı almış. Lakin roman hiçbir zaman okuyucuya ulaşmamış, dahası Havva’nın Üvey Kızları doksan altı yıl boyunca Latin harflerine de çevrilmemiş. Bu romanı çevirmek, yayına hazırlamak, bana ve arkadaşım Bilal Acarözmen’e nasip oldu.
Romanın tefrika edildiği Son Saat gazetesinin tam koleksiyonu sadece Atatürk Kitaplığında mevcuttu. Bu koleksiyon da son derece yıpranmış bir hâldeydi. Bu yüzden bazı tefrikalar silik, iki tefrika da yırtıktı. Eksik yerleri Hakkı Tarık Us Koleksiyonundaki kopyalardan tamamlamaya çalışsak da metinde bazı kopukluklara, atlamalara neden oldu bu durum. Eserin akıcılığını ve okuma konforunu düşünerek bu kısımları yamama, yani tamamlama yoluna gittik. Boşlukları, anlamı ve anlatımı bozmayacak şekilde doldururken bu yamalar belli olsun diye köşeli parantezler kullandık. Metinde, köşeli parantez içinde göreceğiniz kelime ve bazen cümleler bu yamalardır.
HAVVA’NIN ÜVEY KIZLARI
BİRİNCİ BÖLÜM
1
Güzel bir kadın gördüğüm vakit keyfim kaçar. Ters, aksi, kavgacı, suratı asık bir adam olurum. Çünkü o kadına malik2 olmak isterim ve olamadığım, olamayacağımı bildiğim için neşemi kaybederim. Bu berbat şey. Güzel bir kadın görmek benim için felakettir! Onu unutuncaya kadar gülemem, rahat ve canlı konuşamam, yemek yiyemem hatta uyuyamam.
Sokakta ya da mağazada gördüğüm her güzel kadın beni biraz yiyerek, biraz eriterek, sarartarak, soldurarak geçer gider. Birçok insanların da benim gibi olduklarını zannediyorum. Zira güzel bir şeye malik olmayı istememek mümkün değildir ve istenilen şeye malik olmamak azaptır.
Bu kadını gördüğüm vakit de keyfim kaçtı. Hem de biraz fazlaca. Anladım ki bunu öyle kolay kolay da unutamayacağım. Günlerce, belki de haftalarca güzel biçimi gözlerimin önünden gitmeyecek, onsuz yaşadığım için kendimi eksik, hasta, sakat, iğreti bulacağım ve günlerce, belki de haftalarca aksi, nalet, kavgacı ve nemrut3 bir adam olacağım. Elim bir mahkûmiyet. Anlatayım: Bir kitaphanede4 oturuyordum. Bu kadın içeriye girdi, bir mektep kitabı almak istedi. Daha kapıdan içeriye attığı ikinci, üçüncü adımda benim kaşlarım çatıldı ve kalbimin çarpıntısı hafifçe artmaya başladı. Vücuduna bayıldım. Öyle şehlevent,5 endamlı, boylu boslu, şahane bir kadın değil. Bilakis,6 bilakis ortadan kısa boylu, balık etine yakın zayıf hatta vücudunun bazı tarafları nispetsiz7 fakat olur şey değil, bu vücudun garip bir kıvraklığı var.
Bu “kıvrak” kelimesini daima bol keseden birçok kadın vücutlarına ikram ederiz. Kadının biraz beli incedir ve yürürken kalça zaviyeleri8 derecelerini süratle değiştirdiği için “Aman ne kıvrak vücut!” deriz yahut omuzları biraz oynaktır, göğsü her adımda sıçrar falan da hemen bu rütbeyi veririz: Kıvrak vücut!
Hayır, bunların hiçbiri kıvrak değildir. Kıvrak, benim gördüğüm kadına derler. Tepeden tırnağa kadar kıvrak. Sanki mütemadiyen9 gıdıklanan bir vücut… Omuzlar kendi mihverleri10 etrafında küçük küçük daireler çiziyorlar, göğüs, ipek kumaşın içinde canlı ve azılı iki civan gizlenmiş gibi oynuyor ve kımıldıyor, bel coşkun, gizli bir raksın11 ahengine uyarak için için kıvranıyor. Velhasıl efendim, sanki bu vücudun hiç kemiği yoktur ve kılçıksız bir beyaz etli balık gibi her tarafı kıvır kıvır kıvranmaktadır. Hem bu öyle yapmacıklı bir kıvraklık da değil, vücudun kendi yapılışından, yaratılışından doğuyor. Bunun için tesirlidir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıHavva'nın Üvey Kızları
- Sayfa Sayısı264
- YazarPeyami Safa, Server Bedi
- ISBN9786254087295
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Eflatun Kuşağın Peşinde ~ Fergün Atalay
Eflatun Kuşağın Peşinde
Fergün Atalay
Geçmişten gözünü kaçırma, unutmak kaybetmektir. İnsan 30 yıl boyunca saatleri, günleri sayar mı? Dicle saydı. Diyarbakır Cezaevi felaketinin geride kalanlarından biriydi. Unutmamak için 262...
- Son Sefarad (İmparatorluk II – Sultan Bayezid’in Savaşı) ~ Beyazıt Akman
Son Sefarad (İmparatorluk II – Sultan Bayezid’in Savaşı)
Beyazıt Akman
1492. Endülüs medeniyeti katlediliyor. Tüm dünya seyirci kalıyor. Bir Osmanlı Sultanı hariç… Endülüs’teki Osmanlı ajanı Kara Davud, karısı Elif’in hasretiyle yanıp, kendi topraklarına dönmeyi...
- Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık ~ Mehmed Uzun
Aşk Gibi Aydınlık Ölüm Gibi Karanlık
Mehmed Uzun
Başında generallerin olduğu bir Büyük Ülke, o büyük ülkenin içinde etrafı dağlarla çevrili, kaderi göçlere, sürgünlere yazgılı, açlık ve sefaletin kol gezdiği, var olma...