“Havva Hanım”
Herkes kaderine mahkûm mudur?
Anadolu’nun geleneksel yapısı içinde sıkışıp kalan bir kadının, Havva Hanım’ın, isyan dolu hikâyesiyle tanışmaya hazır olun. Sayfa sayfa bir anne ve kız arasında yaşanan karmaşık ilişkiyi okurken, sevgi, öfke ve çaresizlik arasında gidip gelen duygulara kapılacaksınız.
Bir annenin gölgesinde, kendine bir yol bulmaya çalışan Havva’nın kaderi, annesinin geçmişinden kurtulmaya çalıştıkça ona daha da yakınlaşır. Peki, Havva bu döngüyü kırabilecek mi? Yoksa annesinin izinden giderek kendi hayatını ve hayallerini feda mı edecek?
Nurten Dede’nin etkileyici kaleminden çıkan “Havva Hanım”, aile bağlarını, toplumsal baskıları ve kadın olmanın getirdiği sancıları cesurca ele alıyor.
Bu dokunaklı hikâye, okuyucularına hem düşündürecek hem de derin bir iz bırakacak.
ÖN SÖZ
Her kadın annesinin kaderini yaşar derler, gerçekten öyle midir? Her kadın annesinin kaderini mi yaşar yoksa anne bilerek ya da bilmeyerek kendi yaşadıklanının acısını kızından çıkarmak isteyerek onu da aynı kadere mi sürükler? Hawa Hanım tam da bunu sorgulamamıza vesile olan bir hikâyeyi anlatıyor. Sayfa sayfa satır satır “Sana benzemek istemiyorum annel” çığlıkları atan ama tam da aynı kadere sûrüklenen bir kadının öyküsü Hawa Hanım. Bir yerde yolunu değiştirebilecek mi yoksa sonuna kadar aynı kaderi yaşamaya mahkûm mu olacak? Okuyun ve öğrenin.
“Öğrendiğim ilk duygu neydi biliyor musun anne? Nefret! Ben nefreti annemden öğrendim! Ne acı bu değil mi? Kedinden nefret ettim önce, sonra kazlarından, köpeğinden, çiçeklerinden. Benden daha fazla sevdiğini düşündüğüm her şeyden! Anne derken, ağzımda yabancı, yadırgadığım bir sözcük oldu hep o kelime biliyor musun anne! Anne değil daha çok Hatice’ydin sen benim için, komşu çocukların söy lediği gibi Hatice Teyze. Balkondaki çiçeğini bile benden daha kıymetli gördün, daha çok sevdin, kocama aşık oldun, onu da benden daha çok sevdin, hatta benim sevdiğimden de çok ama yetti. Zulmünüze boyun eğmeyeceğim artık! Bu evlilik bitti. Ağzınızla kuş tutsanız, dünyayı önüme serseniz de gözümde yok hiçbir şey. Ankara’ya kaçıp gittiğimde hiç dönmemeliydim, çok küçüktüm o zaman korktum ama artık korkmuyorum hiçbir şeyden, büyüdüm ben artık anne, kendi kanatlarımla uçacağım!
Tam da abimi doğurduğun gün başladı senin vicdanın kirlenmeye. önce abimle, sonra benimle, sonra da Tahsin’le kirlettin kendini, çamaşır sularına boğuyorsun ya zaman zaman evini, anlamazsın, öyle işlemiyor ruhsal temizlik anne. Topraksız tohumduk biz, yabani ot. sarmaşık, istenmediğimiz topraklarda kök salmaya çalıştık.
Şimdi anne derken yabancı bir kelime dilimde “anne” Hiç olmamıştın zaten, olmadın, olamadın. Şimdi bu rahatlamak neden? Hafiflemek? Kanatlanma hissi, özgürleşmek? Bir şekilde borçlu mu hissettim kendimi herkese, ama neden ama neden? Oğlumdu belki de sebebim, senin gibi olmamak için kendi kaderime direndim.
Senin gibi insanların en mühim mahareti bu işte anne, katlanmayı bilmek, mutsuz da yaşanabileceğini sanıyorsunuz. geçici hevesler atfedip diğer herkesin mutluluğunu, kendi hayatınızı değerli kılıyorsunuz. Hiç ağlamayan sonbahar olur mu, elbette yanacak benim de yüreğim? Evet, yıllardır aynı döngünün içindeyim, aynı sokakta hala evim, aynı koltukta oturup yanın nasıl olacak acaba diye düşünmüyorum hiç, gecenin köründe uyanıyorum her sabah, aynı köşe başında bekliyorum sabahları işe gitmek için, hiç değişmiyor her sabah aynı şeyleri yiyorum kahvaltıda ama yeter anne sıkıldım artık, anlıyor musun sıkıldım, yaşamak değil kumsala yazı yazmak yaptığım, bu değildi hayalini kurduğum hayat, artık gitmek istiyorum.”
HAVVANIM
Biniş körüğünden hızlıca geçip uçağın koridoruna adımımı atmamla irkilmem bir oldu. Uçağa değil de zamana yolculuk yaptım sanki körük beni kalabalık bir semt pazarının tam da göbeğine firlatmış gibiydi. Yerlerine bir an önce oturabilmek için önündekileri itekalka yol açmaya çalışan yolcular, el bagajlarına yer arayan hostesler. kemer takmak istemeyip bağıran çocuklar, pilotun anons sesleri, dişarı taşan bavullar, kolları sarkan montlar, çanta askıları, poşetler… “Ne demek uçakta yer yok, onca saat bunun için mi yanımda taşıdim bavulumu?”
El bagajımı alta göndermem gerektiğini söyleyen hostese kafa tuttum.
Koridor boyunca baş üstü dolaplarına bavul sıkıştırmaya çalışan insanları gösteriyor bana kadın, bir diğer hostes de elinde sığmayan bavullarla bize doğru geliyor. Manzara vahim, ikna oluyorum, gerçekten de yer kalmamış, sesimi çıkarmadan hostese uzatıyorum bavulumu: “Yalnız kaybolmaz değil mi, aktarmalı gideceğim de ben.” “Hollanda’dan direkt diğer uçağa aktarılacak bavulunuz, merak etmeyin kaybolmaz.” Diyor.
Beklemekten hoşlanmadığım için mümkün mertebe yolculuklara el bagajıyla çıkarım. Hal böyle olunca canım sıkıldı, yine de hayat beni bekletecekti. Kayıt bilgilerini girip bavulumla beraber uzaklaşıyor.
Üst üste gelen anonslar neticesinde bir kişi hariç herkes yerine yerleşebiliyor nihayet, ayakta kalan o bir kişi, yanımda oturan adamı gös tererek hostese sesleniyor;
“Affedersiniz, ikimizin de koltuk numarası aynı sanınm.”
Bavul için yer kalmamasını geçtim, yolcu için bile yer yok. Herkes yerleşsin de boş yer var mı bakalım diyor hosteslerden biri, bütün yolcuların oturduğundan emin olduktan sonra koltukları yokluyor tek tek Alaycı bir ifadeyle bıyık altından gülerek durumu izah ediyor diğerlerine:
“Yok, kaç defa saydım, yer yok!” Şaşırıyor diğerleri:
“E ne yapacağız peki?”
Yersiz kalan yolcu telaşlanıyor haberi duyunca, mağdur olmak istemiyor, korkuyor onu uçağa almayacaklar diye, sorun çıkarmak şöyle dursun, suyuna gidiyor hosteslerin:
“Koridorda giderim, sorun değil inanın benim için. Yok mu tabure gibi bir şey, bir saatlik yol ne olacak canım ölecek değilim yal”
“Olur mu canım öyle şey!” Başını arkaya doğru çevirirken gülmemek için dudağını ısınıyor mağdurun konuştuğu hostes. Sanki bilet almamış da haynınıza götürüverin diyor zavallı kadın, olay çıkaracağına rica minnet yalvarmaya devam ediyor:
“Bütün planlarım alt-üst olacak, bu uçağa binmem lazım muhakkak! Rica ederim bir şey yapın!”
Seferber oluyor çalışanların hepsi, gelgit bütün koridor baştan sona yeniden kontrol ediliyor gözden kaçan muhtemel bir boş koltuk için, yetmiyor, durum izah edilip anons ediliyor yanı boş olan var mı diye. Gülmek geliyor içimden, bu nasıl bir komedi. Inanılır gibi değil ama gerçekten fazladan bir yolcu var uçakta. Bir şey koymak için baş üstü dolabını açıyor yolculardan biri, tıkış tepiş dolaptan yayı kopan yatak gibi dışarı fırlıyor bavullar. Açtığına açacağına pişman olan adam gerisin geri itemeye başlıyor dolabı, pat küt! Kapak kinidi knlacak, o manzarayı gören hosteslerin akı başından gidiyor. Nezaketi elden birakıp bağırmaya başlıyor içlerinden biri:
“Beyefendi rica ederim! Kapak kırılacak!” Koşarak el birliği ile kapağı yeniden kapatıyorlar.
Sonunda kokpite. pilotun yanına alıyorlar kadını da nihayet uçuşa geçebiliyoruz…
Yoruldum artık yolculuklardan, bir yere yerleşip yüz yıllık ağaçlar gibi toprağa kök salmak istiyorum. Öyle güçlü olsun ki kollarım hiçbir kuwet ayıramasın artık o yerden, ölüm bile. Eskiden ne çok severdim oysa yolculuk yapmayı, şimdi günler öncesinden dağ gibi o yolculuk gözümde büyümeye başlıyor.
Kısa sürdü ilk uçuş, gecikmeli kalkınca, diğerine yetişmek için acele etmek zorundaydım.
Koşturmaktan yorgun düşmüştüm yerime otur oturmaz uyku pozisyonunu aldım. Bir adam geçti koridordan Cin Hasan gibiydi bakışları ürktüm, ölmediğini bilsem kesin oydu derdim. Yıllar önce gazetede görmüştüm haberini, mafya hesaplaşması yazıyordu, otuz bıçak yarası, arabasında öldürmüşler.
Tam yanımdan geçerken göz göze geldik bir an, ürkerek camdan yana çevirdim başımı, insanlar çift yaratılmıştır derler, ruhu uyanıp gelmiş ya da Cin Hasan’dı sanki adam.
Tedirginlikten olsa gerek, koridor tarafını boş bırakıp orta koltuğa doğru yaklaştım. Kafamı yaslayıp arkama, uyumaya çalıştım.
Omzumda uçuşan saçlar kulağıma değiyordu, sanki pencere açılmış da rüzgâr saçlarımı uçuruyor. Öyle olduğunu düşündüm bir an. sonra uçakta olduğumun farkına varıp rüzgânn varlığına şaşırdım. Esintinin geldiği yöne doğru çevirdim başımı, iki gri yuvarlakla göz göze gelerek irkildim, Cin Hasan’di bu, daha doğrusu koridorda geçerken gördüğüm adam yanımda oturuyordu ve muhtemelen kafam diğer tarafa dönükken saçlarıma üflüyordu.
Ne zaman oturmuştu ki yanıma? Neden hiç hissetmedim?
Ufacık bir küre vardı elinde ışıklar yansıyordu çevirdikçe, sırıtarak bakışını yüzüme çevirdi.
“Tanımadın mı yoksa beni?”
Yok artık dedim içimden, rüyada maydım yoksa? Ürktüğümü belli etmemeye çalışarak cevap verdim:
“Affedersiniz tanıyamadım?”
Ağzındaki dişlerin otuz ikisini birden gösterecek şekilde sırıtarak: “Hasan ben, mahallenden Cin Hasan!”
Duymaktan korktuğum bir gerçeği dile getiriyordu sanki karşımdaki adam, gerilmiştim.
Çocuk yaşından beri sigara içmesine rağmen dişleri hala bembeyazdı, ona şaşırdım bir an, bu tedirginliğin içinde bunu düşünmüş olmama aynca şaşırdım. İstemsizce nefesimi tuttuğumu fark ettim, derin bir nefes alarak sordum:
“Cin Hasan mı? Nasıl olur? Birkaç sene önceydi, gazetede bir haber okumuştum, öldü yazıyordu senin için!”
Kızdım birden kendime, neden sen dedim ki adama, yani sanki tanamış da samimi olacakmışım gibi…
Yüzündeki sırtmayı bir anda yok edip, çehresini sertleştirdi, ciddi bir şey söyleyecekti:
“Yalan haberdi o, öldüğümü sanmaları gerekiyordu. Devlet için çalışıyorum artık, gizli işler anlarsın ya!”
Sesli bir şekilde gülmek geldi içimden. Cin Hasan kim devlet için çalışmak kim? Tavuk hırsızı tilki kümese bekçi olmak istemiş, neymiş tam üç gündür hiç tavuk çalmamış.
“Kiminin parasi kiminin duası, sağ olsun amcam kol kanat gerdi de Amerika’da okuttu beni.” Hafizamı yokladım. Cin Hasan hangi ara Amerika’ya gitmişti ki? Yalan söylüyordu elbette.
“Yal Buna gerçekten şaşırdım işte.”
Elindeki küreye kaydı yine gözüm, küreyi döndürdükçe ışık süzmeleri oluşmaya başlıyordu, başım da dönmeye başlamıştı, gözlerimi çekmeye, bakmamaya çalıştım ama bir türlü vazgeçemiyordum. bir dursa artık elikolu…
“Şey, uçak sallanıyor sanki türbülansa mi girdik?”
Hasan cevap vermeden küreyi daha hızlı çevirmeye devam etti, hiç durmaya niyeti yoktu, gözlerine bakmaya çalışarak
“Nedir bu elindeki, neden çevirip duruyorsun onu?” dedim.
“Uçağı düşürmek için türbülansa sokuyorum.” Dedi.
Kürenin hızıyla beraber yalpalanma giderek artıyordu, sarsıntıya onun sebep olduğuna ikna olmuştum fakat nasıl yaptığını anlayamamıştım. Gözlerine yalvarırcasına bakıp:
“Dur Hasan yapma!”
Yüzündeki o gri yuvarlaklar iki alev topuna dönüşmüştü şimdi, gözlerine baktıkça hapsoluyordum, bu durumdan kurtulmam lazımdı,k olumdan sikica tutmuş o çukura çekmeye çalışıyordu Hasan beni, tuttuğu yer ateş değmiş gibi yanıyordu, arkamdaki koltuğa tutunarak direnmeye çalıştım:
“Cin Hasan dur!” dedim, kendi sesimi duyamaz oldum, nerede olduğumun farkında değildim, zaman kavramını yitirip küreye doğru yolculuğa başlamıştım. Şeytan üçgenine düşmüştüm sanki bir sürü hayvanın dehşet verici çığlığı yankılanıyordu kulaklarımda, kedi, köpek. kaz, güvercin, tavuk, kurbağa… Her bir sesi ayırt edebiliyor, fakat yardim edemiyordum, sesler çoğaldıkça gücüm azalıyor, gücüm azaldıkça da daha derine gidiyordum. Hayvan çığlıkları yerini insan çığlıklarına. yardım isteyen kadın, erkek, yaşlı ve çocuk seslerine dönüşüyordu. “Sadece küçük bir ziyaret hadi Sevda amal”
“Neresi burası bırak beni ne olur! Neden insanlar çığlık atıyor? O hayvanlara ne yaptın?” Konuşmaya çalıştıkça kan tadı geliyordu ağzıma, kelimeler bıçak olmuş parçalıyordu sanki boğazımı, sustum, kan kokusu doldu bu defa burnuma, öğürerek kusmaya başladım, azgın bir boğa gibi böğürüyordu Cin Hasan karşımda;
“Bir cehennem yarattım kendime öldürdüğüm bütün canlardan. Şimdi sıra sende, merak etme, hiç ama hiç canın sıkılmayacak burada. Cin Hasan cehennemine hoş geldin!”
Bir kadın sesi bütün sesleri bastırdı birden, sadece onun sesini duyuyorum.
“Hanımefendil Diyordu “Uyanın hanımefendi! Türbülansa girdik. kemerinizi bağlamanız gerekiyor!”
Derin bir oh çekiyorum, kötü bir kâbusmuş meğer hepsi, sersem bir ifadeyle bakıyordum kadının yüzüne, cehennemde değil uçaktaydım.
“Yanımdaki adam” dedim “O nereye gitti?”
Ne demek istediğimi anlamaya çalışarak boş boş baktı kadın yüzüme.
“Yanınız boştu hanımefendi.”
Aynı şiddete sallanmaya devam ediyordu uçak, rüyanın da tesiriyle tedirgin olmuştum:
“Bu nasıl bir türbülans düşüyor muyuz yoksal”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıHavva Hanım
- Sayfa Sayısı291
- YazarNisa Dede
- ISBN9786256067387
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMythos Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Tarihi Kırıntılar ~ Barış Bıçakçı
Tarihi Kırıntılar
Barış Bıçakçı
Bir kaybın peşinde bir aile ve ailenin oğlu, Can… Can’ın peşinde şiir ve şiirin peşinde Can. Şiirle hayat arasındaki en kısa mesafe, nedir, nerededir?...
- Söyle Zilan ~ A. Sırrı Özbek
Söyle Zilan
A. Sırrı Özbek
“Vicdan sahibi bir tek Allah’ın kulu çıkıp da: Onlar da bizim gibi ekmek yerler, evlerine çoluk çocuklarına bakmak için gecelerini gündüzlerine katıp dağda bayırda,...
- Döner Ayna ~ Halide Edib Adıvar
Döner Ayna
Halide Edib Adıvar
“Kader insanın kafasına hep vura vura mı iniyor? İndiği zaman bazen öyle bir eziyor ki, insan zavallı bir solucana dönüyor; fakat bazen de galiba...