Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Harp Dönüşü
Harp Dönüşü

Harp Dönüşü

Burhan Cahit Morkaya

Boğaziçi’nin köylerinde ve yalılarında hızlı bir hayat yaşayan Macit, sincabi serpintili mavi gözlü Humret’e âşık olur ve evlilik planları yapmaya başlar. Ancak Birinci Dünya…

Boğaziçi’nin köylerinde ve yalılarında hızlı bir hayat yaşayan Macit, sincabi serpintili mavi gözlü Humret’e âşık olur ve evlilik planları yapmaya başlar. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yedek subay olarak Çanakkale’ye gönderilir. Yaralanınca İstanbul’a döner, iyileştikten sonra bu sefer de Filistin cephesine tayin edilir. Gazze’de İngilizlerle çarpışırken esir düşerek Mısır’daki esir kamplarına götürülür. Oldukça kötü koşulları olan kamptan kaçmayı başaran Macit’i talih, Türk dostu bir prensin Nil nehri kıyısındaki villasına sürükler. Burada, Prens ve kızı Fatma’yla güzel günler geçiren Macit’in aklı Humret’te, gözü kulağı ise memleketin kurtuluş haberlerindedir. Prens ve kızıyla birlikte Avrupa seyahatindeyken Macit, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’da yeni bir mücadele örgütlediğini öğrenir, Anadolu’ya gelir ve mücadeleye katılır.

Burhan Cahit Morkaya, bir subayın anı defterinden yararlanarak kurguladığını belirttiği Harp Dönüşü romanında, Birinci Dünya Savaşı’yla aynı anda başlayan bir aşk hikâyesiyle birlikte cephelerde ve esir kamplarında yaşananları, savaşın bireylerde, ailelerde ve toplumun tüm katmanlarında yarattığı ahlaki ve sosyal yıkımı gerçekçi bir şekilde aktarmaktadır.

*

Sunuş

Burhan Cahit Morkaya, çok sayıda roman yazmış olmasına rağmen, aslen bir gazetecidir. Yaklaşık kırk yıl süren gazetecilik hayatının bir bölümünde roman yazmış olması onun asıl mesleğini gölgeleyememiştir. 1946 yılında milletvekili seçildiğinde mesleğini sadece “gazeteci” şeklinde açıklaması bu bağlamda dikkat çekicidir.1

İlk eserlerini Cumhuriyet’in ilanından önce yazmaya başlayan Burhan Cahit, Cumhuriyet’in ilanından sonra da yazı faaliyetlerine devam etmiş ve kırka yakın romanıyla bu dönemin en üretken yazarlarından biri olmuştur. Genel itibariyle popüler bir romancı olarak görülen Burhan Cahit’in eserleri bazılarınca edebi açıdan başarılı bulunmaz. Aslında onun eserlerini bizim için kıymetli kılan, dönemine dair şahitlikleridir. Kaleme aldığı eserlerin ana eksenini aşk oluştursa da bu aşkın anlatıldığı toplumsal ortam bize birçok veri sunmaktadır. Buradan hareketle, Burhan Cahit’in 1928 yılında Harf İnkılabı’nın hemen öncesinde yazdığı Harp Dönüşü de bir aşk macerası üzerine kurgulanmış, buna ilaveten I. Dünya Savaşı, dönemin İstanbul’u, Çanakkale ve Gazze savaşları, Mısır’daki esir kampları da romanın yan konuları olarak işlenmiştir. Bu yan konular sayesinde dönem hakkında önemli detaylara ulaşmamız mümkündür.

Harp Dönüşü romanının başkahramanı Macit, Mekteb-i Mülkiye’den mezun olmuş bir gençtir. Macit, Robert Kolej❜de öğretmenlikle birlikte, zaman zaman gazetelere çeviriler de yapmaktadır. Yazar, romanın genelinde Macit❜le birlikte bir âşık tipi mi yoksa idealist bir tip mi ortaya koyacağı konusunda kararsız kalmış gibidir. Bundan dolayı ana karakter iki tip arasında (âşık ve idealist) gidip gelir. Roman boyunca daha çok uçarı, çapkın ve aylak bir tiple karşılaşmamıza rağmen onu yer yer vatanperver ve idealist bir genç olarak da görürüz.

Macit, Humret’e âşık olup ona söz verdikten sonra aşkı birçok sınava tabi tutulur. Önce Halep’e giderken trende karşılaştığı Mediha Hanım ve ardından el-Ariş’teki1 İngiliz hastabakıcı Mrs. Davis’den kurtulması gerekir. En son Mısırlı Prenses Fatmaʼnın aşkına da direnir ve ülkesine döner. Baştan sona büyük bir aşk macerası üzerine kurulan romanda ara ara Macit’in vatanperverlik ve milli hisleri depreşir ve o, silkelenip kendine gelir. Önce Çanakkale Cephesi’ne, onun ardından Gazze muharebelerine ve en son da Milli Mücadele’ye katılması hep bunların göstergesidir.

Âşık ve aynı zamanda vatanperver olan Macit, ülkesi için canını feda etmeye hazırdır. Humret’in babası, bakanlarla yakın arkadaştır ve Humret eğer isterse babasıyla konuşup onun Çanakkale Cephesi’nde değil de cephe gerisinde bir yerde görev almasını sağlayabilecek güçtedir. Macit buna rağmen cepheye gitmeyi tercih eder. Oysa Humret’in teyzezadesi Adnan Bey, genç bir delikanlı olmasına rağmen askere gitmemek için eniştesine rica etmiş, o da Adnan Bey’i Almanya’ya okumaya göndermiştir. Bu durum sadece Adnan Bey için geçerli değildir. İstanbul’da daha nice Adnan Beyler vardır. Macit ve Macit gibiler cephede savaşırken Adnan ve benzerleri de İstanbul’da her gece başka bir eğlence âlemindedir.

Savaş döneminde vatan evlatları cephede canlarını verirken, İstanbul’un zengin tabakası eğlencelerine devam etmiş ve cephede savaşan insanları zerre kadar umursamamıştır. Macit ve onunla savaşa katılacak diğer askerler, Çanakkale’ye gitmek için Sirkeci’ye doğru hareket ettiklerinde, Şişli ve Taksim’de eğlenen, göbekli ve kırmızı yanaklı bir sürü insan görürler. Bu insanlar

cepheye giden gençlerin yüzüne bakma zahmetinde bile bulunmazlar. Gençleri hiç umursamadan eğlencelerine devam ederler. Savaş sefaletle birlikte ahlaki çöküntüyü de beraberinde getirmiş ve insanların büyük bir kısmında doğruluk ve dürüstlükten eser kalmamıştır. Özellikle savaş sonunda İstanbul’a dönen Macit gördüğü manzara karşısında şaşkınlık geçirir. Her yerde bir ahlaksızlık, her yerde bir umarsızlık ve zevkusefa… Bunları eleştirmiş olsa da ilginç bir şekilde Macit de onlar arasında yerini alır. Kitabın son bölümündeki buna dair anlatı dikkat çekicidir.

Macit, Cumhuriyet dönemi aydınlarının savunduğu görüşlere sahip bir kahramandır. Anadolu’yu özvatanı olarak görür ve İstanbul’u köhne Bizans’ın kalıntısı şeklinde değerlendirip buradaki ahlaki yozlaşmayı bütün çıplaklığıyla anlatır. Gençlerimizin İstanbul’un dışına çıkıp özvatanımız olan Anadolu’yu gezmeleri ve insanımızın çektiği sıkıntıları yakından görmeleri gerektiğini söyler. Onun zihnindeki vatan Anadolu’yla sınırlıdır. Macit için Adana’dan ötesi yabancı bir memlekettir. Oranın havası, suyu, toprağı başkadır. “İçimde yabancı bir memlekette seyahat ediyorum hissi var. Bu hava, bu yüzler, bu kıyafetler bana yabancı şeyler. Yalnız istasyonlarda tanıdık subay yüzlerini, sevimli Mehmetçikleri görünce içime huzur geliyor.”

Harp Dönüşü önce 26 Mart-23 Temmuz 1928 tarihleri arasında İkdam gazetesinde tefrika edilmiş ve aynı yıl içerisinde kitaplaştırılmıştır. Eser günümüz Türkçesine uyarlanırken kitap baskısı esas alınmakla birlikte yer yer tefrikadan da faydalanılmıştır.

Yasin Beyaz, 2024

Bu Romanı Nasıl Yazdım?

Ayten’in son sayfasını bitirdiğim gündü. Ada’da Yat Kulübü’nün büyük çamı altında birkaç dost çay içiyorduk. O yaz kulübe gelen bir genç hanım dedi ki:

“Romanlarınızı takip ederim. Mevzularınızda dikkat çekici bir hal var. Eserlerinizin kahramanı daima kadın oluyor. Coşkun Gönül’de Serap, Gönül Yuvası’nda Elvan, Kızıl Serap’ta Ayten ve nihayet onun kızı olan küçük Ayten… Hayatı kadın ruhu ve kadın düşünüşüyle tahlil etmek şüphesiz bir başarıdır. Fakat gönül ister ki kadına ait duygu ve heyecanları bir mercek gibi tespit eden kaleminiz, bu hayatın bir de kendi cinsinize ait cephesine girsin. Bunu beklemek hakkımız değil mi?”

Çay masası etrafında toplanan dostlarımız hanımefendiyi tasdik eder gibi yüzüme baktılar. “Hakkınız var,” dedim, “şimdiye kadar mevzularımı kadınların hayatından topladım. Bunda iki sebep vardı. Biri bizden evvelki roman yazarlarının, hayatı çoğunlukla erkeklerin bakış açısıyla tahlil etmeleridir. Bizden önceki yazarların eserlerinde kahramanlar daima erkeklerdir. Halbuki bütün hayatımızın asıl kahramanları bence kadınlardır. Çalışıyoruz, uğraşıyoruz, kazanıyoruz, ıstırap çekiyoruz, sevinç hissediyoruz. Niçin? Bütün bu mücadelenin gayesi kadın değil mi? Kadınlar umutsuzluğumuzun tebessümü, ıstırabımızın şifası, yorgunluğumuzun mükâfatı gibi, bizi takip etmeseler tesellisiz, neşesiz geçecek, sert ve maddi bir hayatı hayal edin! Ne sıkıcı, değil mi? Şu halde benim mevzularımı hayatın asıl kahramanı olan kadınlardan seçmeye hakkım vardır sanırım. Sonra bilmem neden, ben şimdiye kadar bir romana kahraman olacak kadar macerası kuvvetli bir erkeğe tesadüf etmedim. Bu da bir talihmiş.”

Kulübün genç ve güzel misafiri bu mazereti yeterli bulmamış görünüyordu. Dudakları büküldü. Boynundaki inci dizisiyle oynayan eli masaya uzandı. Küçük çantasından çıkardığı beyaz krizantem gibi temiz ve buruşuk mendili dudaklarında gezdirdi. Ben konunun kapandığını zannederken o, sesine biraz daha ahenk vererek devam etti:

“Mevzu bulmak meselesinde belki haklısınız. Erkekler hayatı daha sade kabul ettikleri için tahlil edilecek, meşgul olunacak içli maceraları azdır. Fakat isterseniz ben size bir küçük defter, birkaç deste mektup vereyim. Zannederim ki bu belgeler esaslı, kalem oynamamış bir mevzu verebilir. Hemen ilave edeyim ki bu belgeler bir yabancıya ait değildir. Şimdi Avrupa’nın sakin bir köşesinde inzivaya çekilen biraderimin bıraktığı hatıralardır.”

***

Kulübün genç ve güzel misafirine teşekkür ettim. O hafta içindeydi ki vaat ettiği hatıraları bana verdi. Bu yazılar ve mektuplar heyecanlı ve dikkate değer bir hayatın günlükleriydi. Bir ay sürekli olarak bu perişan kâğıtları tetkik ettim. Her akşam Yat Kulüp taraçasında, tembel bir ressam paletindeki boyalar gibi, parça parça renklere karışarak Heybeli üstünde eriyip giden güneşi seyrederken, vaktiyle Boğaziçi’nde geçen bu maceranın fırtınalı, hararetli sahnelerini düşündüm. Bu macera, kahramanlarıyla, hadiseleriyle, tehlikeleriyle bütün yaz beni meşgul etti. O karışık notlarla, tarihleri, yazıları belirsiz birkaç paket hanım mektubunu karşılaştırdım. Roman tarzımda kabul ettiğim esası bozmamak için bütün bu belgeleri birleştirerek meydana yaşanmış, kahramanları mevcut bir maceranın krokisini çıkardım. Bu macerayı bugün Avrupa’nın sakin bir kenarında, Gaskonya1 körfezinin kırmızı yalçın kayalıkları arasında inzivaya çekilen kahramanın dilinden yazmaya başladım.

Burhan Cahit

18 Eylül 1927, Büyükada

Macit Bey’in Meşin Kaplı Bir Numaralı Defteri

Birinci Bölüm

Osman Niyazi en sıkı fıkı görüştüğüm mektep arkadaşlarımdandı. İki kişilik mektep sıralarında yan yana oturuyorduk. Uysal bir çocuktu.

O, Viktor Hugo’nun ahenkli şiirlerini okuyarak derse renk katan felsefe hocasını dikkatle dinlerken, ben önündeki açık deftere kuyruğu yukarıda maymun resimleri yapar, altına da “Âdem babamız” yazar, gösterirdim. Doktor Mortman ismindeki ihtiyar etnografya hocası da Darwin’le beraber, aslımızın maymunlara dayandığını iddia ettikten sonra, mektepte hepimizin ismi değişmişti. Osman Niyazi’ye herkesten evvel, Şempanze ismini vermiştik. Böyle şakaların acısını ilk defa ona duyurmaktan, bilmem neden, zevk duyardım. O, bu münasebetsizliklere ses çıkarmaz fakat farkında olmadan not defterine böyle resimler yaptığım zaman kendini tutamaz, hocanın karşısında gülmemek için öksürmeye çalışır, yutkunur, terler, kızarırdı. Ders bitince bir müddet benimle dargın dururdu. Onunla darılmaya imkân var mı? İkinci derste yine barışırdık.

Eski aile terbiyesiyle büyümüştü. Sokakta bir kadın tesadüfen yanından iki adım beraber yürüse huylanır, sıkılır, karşı kaldırıma geçerdi. Hatta kendi aramızda bile çapkınlıktan bahsederken onun öyle istekli, ilgili fakat utanır, ayıplar gibi bir dinleyişi vardı ki bizi inadına daha açık konuşmaya mecbur ederdi.

Bazen derste iktisat hocasının anlattığı Malthus teorisini1 dinlerken onun önüne yavaşça açık saçık, güzel kadın resimleriyle dolu bir Etüt Akademik2 sayfası koyardım. Yüzü, al göbekli Avrupa keçelerine benzer, nefesleri sıkılaşır, alnı terlerdi. Ancak bu görünen sıkılganlık altında onun vahşi ve hırslı bir zevk aldığı ne kadar da belliydi. Sınıfın en devamlısı ve çalışkanı Osman Niyazi’ydi. Hepimiz eksik notlarımızı onun defterlerinden kopya ederdik. En zayıf tarafı da Fransızcasıydı. Biz Beyoğlu’nda, şurada burada sıkılmadan, başını gözünü yara yara Fransızca konuştuğumuz için açılır, pişerdik. Osman Niyazi bizim gramer yanlışlarımızı çıkarır, “Öyle yalan yanlış konuşmaktansa ağzını açmamak daha hayırlı!” diye bizi ayıplardı. Fakat kendisi mükemmel tercüme yaptığı, hatta hatasız yazdığı halde bir türlü derdini anlatamazdı.

Mektep âlemi, hayata karıştıktan sonra insana her yaşta taze bir bahar kokusu getiren canlı hatıralardan ibarettir. Dünyanın meşakkati çok şeyi unutturur, her yeni hadise eski olayların üzerine bir bulut getirir. Fakat mektep âlemine ait hatıralar hayatın en bunaltıcı, en buhranlı zamanlarında bile bazen bütün teferruatıyla insanın kalbini çiçeklendiriverir.

Mektep kapısından hayata çıkanlar, aynı safta durmuş nişancıların attığı oklara benzerler. Kaza, kader, tesadüf kimini iki adım ötede toprağa saplar, kimini de bir engele çarptırmadan uçurur, ta hedefin kalbine götürür. Bunda tahsil kuvvetinden ziyade, talih ve tesadüfün hükmü geçer. Mektepte daima arkadaşlarından yüksek görünen öyle bilgili insanlar vardır ki hayata çıkınca ilk adımda sendeler, ikinci adımda duralar ve artık bütün ömürleri mücadeleyle geçer. Bu mücadelenin en acı tarafı, mektepte kendisinden geri olmalarına karşın merhametle karışık bir gurur duyduğu arkadaşlarının güçlü kuvvetli bir şahin gibi daldan dala konup kalkarak daima yükseldiklerini gör…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ayten ~ Burhan Cahit MorkayaAyten

    Ayten

    Burhan Cahit Morkaya

    Kızıl Serap’ın devamı olarak kurgulanan Ayten’de, bu defa anne Ayten ile kızı Ayten’in İstanbul’dan Paris’e uzanan hayatları konu edilir. Cumhuriyet’in ilanıyla hız kazanan modern...

  2. Kızıl Serap ~ Burhan Cahit MorkayaKızıl Serap

    Kızıl Serap

    Burhan Cahit Morkaya

    Hayal kırıklıklarıyla dolu bir aşk ve mücadele romanı olan Kızıl Serap’ta, varlıklı bir ailenin iyi eğitimli kızı Ayten’in, İstanbul’un kibar semtlerinde, sayfiyelerinde ve Trabzon’da...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Üç Kız Kardeş ~ İclal AydınÜç Kız Kardeş

    Üç Kız Kardeş

    İclal Aydın

    İyi Bir İnsan Olmak, Çocuğunun Bahçesine Diktiğin Bir Ağaç Mıdır? Mutlu Son Dedikleri, Yaşarken Görmesek De, Diktiğimiz O Ağacın Bizden Sonrakilere Kalan Meyvesi Mi?...

  2. Pençe ~ Hilal GümüşPençe

    Pençe

    Hilal Gümüş

    Enseme yapışan koyu renkli saçlarımı tepemde toplarken masayı çevreleyen arkadaşlarım, önümüzdeki sömestr başlayacakları stajın heyecanıyla durmadan konuşuyorlardı. Gözlerimi devirmemek için kendimi tutarak bir sigara yaktım. Hava, eylül ayının ortasında olmamıza rağmen ortalamanın üstünde bir sıcaklıktaydı.

  3. Kapiland’ın Kıyameti ~ Miyase SertbarutKapiland’ın Kıyameti

    Kapiland’ın Kıyameti

    Miyase Sertbarut

    Ödüllü yazar Miyase Sertbarut’un, yüz binleri peşinden sürükleyen “Kapiland” serisi, üçüncü kitap Kapiland’ın Kıyameti ile devam ediyor. Kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği bir distopya olan Kapiland’ın Kıyameti, sömürgecilik, nükleer...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur