Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Harem
Harem

Harem

Miss Pardoe

Batılılar Doğu’yu genelde egzotik ve doğaüstü olaylarla tasvir ederler. Hele hele Doğuluların genel inanış, yaşam ve sosyal hayatlarına dair Batı’da anlatılanların çoğu uydurma ve…

Batılılar Doğu’yu genelde egzotik ve doğaüstü olaylarla tasvir ederler. Hele hele Doğuluların genel inanış, yaşam ve sosyal hayatlarına dair Batı’da anlatılanların çoğu uydurma ve oryantalist dediğimiz bakış açısını yansıtır.
Müslümanlara ve Türklere karşı olumsuz yaklaşım Batı’nın zihninden hiç ayrılmamıştır. Ancak her şeye rağmen olumlu yaklaşıp objektif olmaya çalışanlar da yok değildir. Bunlardan biri Miss Pardoe’dir. Gerçek adı Julia Pardoe olan yazar Romance of the Harem kitabında gerçek dışı olaylardan ziyade hakikati arama peşinde olduğunun altını çiziyor.
Yazar eserinin giriş kısmında şöyle diyor: “Her zümreden okuyucunun herhangi olumsuz bir tepki göstermeyeceğine inandığım, bir tanesi dışındaki tüm hikâyelerde doğaüstü olaylara ve varlıklara yer vermemeye, gerçek yaşamdan alınmış veya gerçek yaşam unsurları taşıyan hikâyeleri aktarmaya büyük özen gösterdim. Onun için, benim hikâyelerimde ecinniler, hortlaklar, gulyabaniler yerine, Avrupalıların neredeyse hiç bilmedikleri türden duygularla hareket eden sıradan insanları bulacaksınız.”

***

Seyfullah Paşa’nın genç ve güzel karısı Karanfil Hanım, dermansız bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Karısını canı gönülden seven Paşa, kederden çıldırmak üzereydi. Hastalık Karanfil Hanım’ı uzun süredir esir almıştı. Bir zamanlar elmas gibi parlayan gözlerinin ışığı sönmüş, küçük elleri kuş tüyünden yelpazesini tutamayacak, mücevherlerini türbanına takamayacak kadar güçsüzleşmişti.
Ne yapılabilirdi? Seyftıllah Paşa’mn hangi ilin valisi olduğunun hiçbir anlamı yoktu. Bu İl, Konstantinopolis’ten o kadar uzaktı ve son yıllarda doğu’yu adeta istila etmiş olan gezgin gâvurların ziyaretine o kadar az uğruyordu ki; ilk ziyaretinde hanımı iyileştirebilecek Frenk bir hekim bulmak neredeyse imkânsızdı. İlin bilge erkek ve kadınları da, bunun umutsuz bir vaka olduğuna çoktan hükmetmişlerdi.
Zaman ilerledikçe hanımın durumu ağırlaşıyor, Paşa da gittikçe asabileşiyor ve daha da kederleniyordu. Elmasları, kuşları, cariyeleri ve kocasından bıkmış olan Karanfil Hanım, o güne kadar hiç tatmadığı yeni bir zevki arzuluyordu. Peki, ama bu arzusu nasıl yerine getirilecekti? Odası çok uzun süre önce en nadir çiçeklerle donatılmış, İştahsız damağını şenlendirmek için en seçkin meyveler getirilmişti. Paşa’mn her uşağı (ki; onlardan çok sayıda vardı!) hanımın isteklerini yerine getirmek için seferber olmuş durumdaydı. Yine de bunların hiçbiri hanımı tatmin etmiyordu.
Karanfil Hanım aslen Çerkez’di. Bir huri kadar güzel, adını aldığı çiçek kadar sevimli ve valinin tüm hareminin diline malzeme verecek kadar kaprisli biriydi. Paşanın üzerindeki tesirinin de kesinlikle farkındaydı Karanfil Hanım, Haremindeki bazı cariyeler, sarışın sahibelerinin güç ve değişim sevdasını tatmin etmek için, kendisini olduğundan daha hastaymış gibi gösterdiğini söylüyorlardı. Küçük hanım böyle bir kurnazlığa gerçekten de sahip idiyse, amacına ulaşıyor demekti. Çünkü kaprisleri arttıkça, Paşa da onun yüzünü güldürmek için daha fazla çaba harcıyordu.
Paşalık konağındaki durumu kısaca açıkladıktan sonra, konakta büyük bir sevinçle karşılanan bir habere donelim. Bir köle tacirinin, istanbul’a giderken kentte mola verdiği ve kölelerinin arasında Sultan’a satmayı ümit ettiği eşsiz güzellikte ve yetenekte Yunanlı bir kızın olduğu duyulmuştu.
Önünde iki muhafızı, arkasında ise dört çavuşu bulunan vali Seyfullah Paşa, haberi getiren çığırtkana bir para kesesi fırlattıktan sonra, böyle önemli bir görevde evinin bir çalışanına güvenemeyeceğini düşünerek, ayaklarına hızla ayakkabılarını geçirir ve tacir Tahiz’in kaldığı kervansarayın yolunu tutar. Haberi duyar duymaz aklına bir fikir gelmiş ve bu fikri gerçekleştirmeye karar vermişti. Biricik aşkı Karanfil’in mutluluğuyla kıyaslandığında birkaç bin kuruşun ne önemi vardı? Olağanüstü güzellikteki bu köleyi satın alacak, kız da yeteneklerini kullanarak genç ve güzel karısının cinsel isteksizliğini ortadan kaldıracaktı.
Paşanın gölgesi, odasının kapısının eşiğine düşer düşmez, tacir dizlerinin üstüne çökerek, başını yere çevirmiş, bu beklenmedik ziyaretin hayra alamet olmadığını düşünmüştü. Paşa’nın yumuşak bir sesle “hoş bulduk” dediğini duyunca sakinleşerek, dizlerinin üzerinde misafirinin yanına gidip elbisenin eteğini öpüp başına koyduktan sonra, büyük bir tevazu içerisinde kollarını göğsünde birleştirmiş, tüm cesaretini toplayarak bakışlarını kaldırmıştı.
‘Satılık cariyelerin varmış, doğru mu?” diye sordu Paşa, alçak divana otururken.
“Doğrudur efendim,” diye yanıtladı tacir.
“Neredeki? Aralarında benim işime yarayacak birileri var mı?”
“Ne diyeyim ki efendim? Çok farklı diyarlardan geliyorlar ve batıları tam da zatıâlinize göre. Bîr bakışınız onlara cennetten bir ışık gibi gelecektir.”
“Görelim bakalım” dedi Seyfullah Paşa. Bu esnada tütün çubuğunu taşıyan yardımcısı, ucu kehribardan yapılmış pahalı çubuğunu Paşaya sunarken, kahvecisi de, işlemeli küçük bir porselen fincan içerisinde kahvesini getirmişti. “Şunları bir göreyim. Allah bilir, belki içlerinden hoşuma giden olur. Bakalım.”
“Baş üstüne!” diye cevapladıktan sonra odadan çıktı tacir.
Peçeli güzel kızlar, bir bir valinin huzuruna çıktılar. İri, çakmak çakmak yanan gözleri, inci gibi parlayan dişleri, düzgün hatlara sahip vücutları, dalgalı saçlarıyla Gürcü kızları; kumruları andıran hülyalı bakışları, kar gibi beyaz tenleri ve yuvarlak narin bacaklı, baygın haldeki Çerkezler ve sonsuz zarafete, tatlı sese sahip adalı kızlar vardır. Ama sarışın Yunanlı kiz, ortaya çıkmamıştı. Son kızda odadan çıktıktan, tacir Paşanın önünde bir kez daha diz çöktükten sonra, Paşa sakin biçimde “Başka yok mu?” diye sordu.
“Yok efendim. Evelallah, birkaç Kürt kızı var, ama işe yaramazlar.”
“Köpek!” diye bağırdı vali sert biçimde. “Gözlerime baka baka yalan mı söylüyorsun? Ortaya çıkarmadığın genç Yunanlı nerede?”
Tacir korku içerisinde başını öne eğdi: “Efendim, kulunuzla alay ediyorsunuz herhalde, o kız gâvurun, haramzadenin teki. Başka hiçbir şey değil.”
“Kes artık, yeter!” dedi Paşa, sabırsızlıkla, “yoksa küstahlığının bedelini kellenle ödersin. Benim zevkime karar vermek sen ve senin gibilere mi kaldı? Çabuk genç Yunanlıyı getir, yoksa seni şuracıkta boğarım, kölelerinin de yeni bir efendileri olur!”
“Estağfirullah, Allah korusun!” diye kekeledi tacir. ‘Efendim, aciz kulunuzu dinler misiniz? Genç gâvuru bir Yüzbaşı gördü ve şimdi başkent yolundaki bu adam, (Allah uzun ömür versin) Sultan’ın haremağasına bu kızdan bahsedeceğinin sözünü verdi bana. Padişahımızın bu kızı beğenip beğenmediğini öğrenene kadar, gözünüzde köpekten fazla değeri olmayan ben kulunuz, bu Yunanlı kızı nasıl olur da satabilirim?”
“İt!” diye haykırdı Paşa, bu yeni gelişme belliki öfkelendirmişti onu. “Tükürdüğünü mü yalıyorsun, şeytanın sana söylettiği bu sözleri bilgelik mi sanıyorsun? Babanın mezarına tüküreyim, ananın da yüzüne karalar çalayım! Ayağım boynunun üstündeyken, ne diye durmuş senin sözünü dinliyorum ki ben? Bak, bu köle benim altınlar da senin, çabuk onu buraya getir. Yoksa Peygamberin sakalı üzerine yemin ederim ki; boynunu şuracıkta kırıveririm!”
“Allah büyüktür” diye mırıldandı tacir, Paşa’nın emrini yerine getirmeye hazırlanırken. “Kim kaderine karşı koyabilir ki?”
Tacirin odadan çıkıp geri gelmesi arasındaki kısa aralıkta Paşa, sessizce tütünü içti, merakı iyice artmış, öfkesi de heyecana dönüşmüştü. Yine de içinde bulunduğu durumdan keyif alıyordu. Çünkü son dönemlerde, Karanfil Hanım için duyduğu kaygılarla bozulan siniri düzelmiş ve içini yepyeni bir duygu kaplamıştı. Bu yüzden, kızlar önünden birer birer geçerken, en isteksizine bile kaba davranmamıştı. Tacir, başını saygıyla eğerek odaya girdi. Peşinde kapalı, afcır kumaşa bürünmüş biri vardı.
“Eyvah! Bu inciye paha biçilemez, ne kadar iyi korunmuş olsa da” dedi Paşa, sahte bir aşağılama ifadesiyle kıza duyduğu ilgiyi gizlemeye çalışarak. “Ama zamanımızı boşa harcıyoruz. Burada oturup bir kadının yüzünü açmasını beklemekten çok daha önemli işlerim var.”
“Siz nasıl arzu buyurursanız” dedi tacir, kızın mantosunu çıkarıp atarken. “Efendimin istediği bu olsun.”
Paşa bir an için sustu. Karşısında birdenbire eşsiz bir güzellik belirivermişti çünkü. Söğüt dalı kadar narin, bir ceylan kadar zarif, sarışın Yunanlı, taş çatlasın on altı yaşındaydı. Şaşkınlıktan nutku tutulan Seyfullah Paşa, böyle güzel gözleri yalnızca cenneti hayal ettiği rüyalarında görmüştü. Gökyüzünün en koyu mavisine çalan gözlerinde, gecenin karanlığını andıran siyah noktalar vardı. Fildişi rengindeki omuzlarına, örgüler halinde inen ipek saçlarında da aynı hava vardı. Narin vücudunu zümrüt renginde, altın işlemeli dar bir kadife ceket sarmış, boynuna doladığı eşarp da üzerinde durduğu göğüs kadar beyazdı.
Minik ayaklarında ise, üzerinde küçük inci taneleri olan kıpkırmızı terlikler vardı. Beyaz ketenden kısa iç eteği, olağanüstü ahenkli ayak bileğini sergiliyordu.
Paşa derin bir nefes aldı. Böylesine bir hurinin yanında altının ne değeri vardı? Ancak o anda, taptığı karısı güzel Karanfili düşünmüyordu! “Fiyatı nedir?” diye sordu birdenbire.
“Nasıl cevap vereyim, bilmemki efendim!” dedi dikkatli biçimde. “Cariye sizindir.”
“Çok istiyorsun,” diyerek gülümsedi Paşa, tütün çubuğunu ağzından çıkarıp havaya ince bir duman salarak. “Ama kuruşlar burada, söyle ne kadar saysınlar?”
“Cariye çok güzel ud çalar ve kendi memleketinin şarkılarını söyler” diye karşılık verdi tacir. “Hatta efendimiz lütfedip dinlerlerse, bir masalcı gibi hikâyeler bile anlatır.”
“Allah kerimdir!’ deyiverdi Paşa, “Peygamberimiz dualarımı işitti. Bir kez daha söylüyorum, istediğin fiyatı söyle de kızı alıp gideyim.”
“Ne diyebilirim ki?” dedi tacir, sessizce. “Bu harika kız için çok para ödedim! Bir huri gibi Türkçe konuşur, sesi de Nişabur’un bahçelerindeki bülbülleri andırır.”
“Maşallah! Her şeyi ziyadesiyle öğrendik” diye araya girdi Paşa. “Son kez soruyorum, kız için ne istiyorsun?”
Tacir bakışlarını yere çevirerek bir süre sessiz kaldı, kızın olağanüstü güzelliğinin Paşa üzerinde yaptığı etkiyi fark edecek kadar açıkgözlüydü elbette. Sonunda tüm cesaretini toplayarak, başka koşullar altında elde etmeyi hayal bile edemeyeceği bir fiyat verdi.
“Ya Allah, amma çok söyledin!” dedi Paşa, şaşkınlıkla, “Elli bin kuruş! Yüz kese yani! İstanbul ile cennet arasında, yüz kese eden bir kadın yaşıyor mu?”
Tacir ağzını açmadı.
“Şuna kırk bin verin ve kızı arabaya bindirip haremime götürün,” dedi Paşa, başçavuşuna dönerek. Çavuş odadan çıkarken, Paşa divandan inip ayakkabılarını ayağına geçirdikten sonra, önünde diz çökmüş tacirin yüzüne bile bakmadan yavaşça kervansaraydan çıkıp gitti.

***

İşin zor kısmı daha bitmemişti. Paşa, güzel Karanfil’i memnun etmek için aldığı bu cariyeyi, satın alma koşullarını eşinin onaylamayacağını çok iyi bildiğinden, eşine sürpriz yapmaya ve onu, güzel kızın o çok övülen sesiyle şarkılar söyleyeceği bir ziyafetle ağırlamaya karar verdi. Böylece Karanfil’in tepkisini çekmeyeceğini düşündü.
Ertesi gün sabah kahvaltısı daha bitmemiştiki, Paşa büyük bir titizlikle gizlenmiş olan genç Yunan’lıyı çağırtarak, ona yeni hanımının durumunu ve onu mutlu etmek için kendisinin ne kadar caba harcadığını anlatmasının gerektiğine hükmetti. Kız odaya usulca girdi, beyaz kollarını göğsünün üstüne bağlamıştı. Gözleri şişmişti. Paşa onun ağlamış olduğunu anladı. Kederden süzülmüş hali, güzelliğine ayrı bir cazibe katmıştı. Kapının eşiğinde alnını yere koymaya doğru eğilirken, vali yumuşak bir sesle “Hoş geldin” dedi.
Selamını tamamlayan kız, odanın bir adım içerisinde, başı öne eğik halde paşanın emirlerini beklemeye koyuldu.
“Korkma,” dedi paşa, “benim çatımın altında mutlu olacaksın. Adın ne senin bakalım?”
“Katinka,” diye mırıldandı yumuşak, tatlı bir ses.
“Yok, yok,” dedi Paşa neşeli biçimde. “Böyle bir huri için hiç uygun değil bu kâfir ismi. Ne desek sana acaba? Sana Beyaz diyelim mi? Böyle güzel bir zambak için çok daha uygun bir isim bu!”
“Siz nasıl münasip görürseniz efendim.”
“O halde Beyaz olsun,” diye devam etti paşa. “Şimdi beni iyi dinle. Yeteneklerini çok methettiler ve aldığın tüm övgüleri hak ettiğine kuşkum yok. Bir perinin kızı olabilecek kadar güzel, güneş ışığı kadar parlak bir kanıtı var ama…

Eklendi: Yayım tarihi

“Harem” için bir yanıt

  1. Geri bildirim: Romance of the Harem

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıHarem
  • Sayfa Sayısı432
  • YazarMiss Pardoe
  • ÇevirmenHasan Kaya
  • ISBN9759963286
  • Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviProfil Yayıncılık / 2011

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Cennet’teki Âdem ~ Carlos FuentesCennet’teki Âdem

    Cennet’teki Âdem

    Carlos Fuentes

    Yeni suçlu sınıfı kötülerden, sapıklardan ve kana susamışlardan oluşuyor, bunlar iktidarı yavaş yavaş ele geçiriyorlar, sınırdan başlayıp taşraya, cahil polislerden siyasetçilere, araya hiç kimseleri...

  2. Tebaa ~ Heinrich MannTebaa

    Tebaa

    Heinrich Mann

    “O zamanlar olduğu gibi, hâla bile müesses düzen, Alman’dan aldı ve Alman’a verdi: Ondan bireysel özgürlüğünü aldı ve ona başkaları üzerinde tahakküm kurmayı verdi....

  3. Bakir İntiharlar ~ Jeffrey EugenidesBakir İntiharlar

    Bakir İntiharlar

    Jeffrey Eugenides

    ‒Senin burada ne işin var tatlım? Hayatın ne kadar kötüleşebileceğini bilecek yaşta değilsin. ‒Hiç on üç yaşında bir kız olmadığınız anlaşılıyor doktor. Cecilia, Therese,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur