Haram’ın Suriyeli kadın anlatıcısı, Paris’te yaşayan bir kütüphanecidir. İşten vakit buldukça, saklı kalmış Arap erotik edebiyatını araştırmaya başlar. Bu gizli okumalar sonucunda, Araplar’ın, seksi Allah’ın bir lütfu olarak gördüklerini ve Allah’a bunun için şükreden dünyadaki tek millet olduklarını keşfeder. Bahnâmeler, bir yandan cinselliği keşfetmesine, diğer yandan da izlenimlerini ve tecrübelerini kelimelere aktarmasına olanak verir. Kimseyle paylaşamadığı bu sırrını, sadece “Düşünür” adını verdiği bir erkeğe açma cesaretini gösterir. “Erkeklerin en büyük zevkini kadınların vajinalarında ve kadınlarınkini de erkeklerin penislerinde kılan Allah’a şükürler olsun; penis girmedikçe rahat, huzur ve sakinliğe kavuşamayan vajina ve vajina içinde olmadıkça yine bunlara ulaşamayan penis…”
İÇİNDEKİLER
ZEVK EVLİLİKLERİ VE BAHNAMELERE DAİR
DÜŞÜNÜR VE BENİM ÖYKÜME DAİR
SEKS VE ARAP ŞEHRİNE DAİR
SUYA DAİR
ÖYKÜLERE DAİR
MASÖZ VE ZİNACI KOCASINA DAİR
BEDENSEL HAZLARA DAİR
ARAPLARDA GİZLİLİĞE DAİR
DİLBİLİME DAİR
YETİŞTİRİLME VE EĞİTİME DAİR
ENTRİKALARA DAİR
Arzu edilen yüz, ne bir anı ne de bir rüya.
İkisinin bir birleşimi ve daha da fazlası.
Arzu edilen, hasret çekilen anın sonsuz uzunluğudur.
Ünsi el-Hac
Beden, sadece ne kadar sevildiğini değil, sadece yattığın yatakları değil, sana bakan gözlerde yanan davetkâr arzuları da hatırla, senin için titrediği apaçık olan; anca şans engeli onları yıldırırdı.
Nihayetinde hepsi geçmişte kaldı madem, neredeyse sen de kendini o arzulara teslim etmiş görünüyorsun; nasıl yanarlardı hatırla, sana bakan gözlerde, hatırla, beden, senin için nasıl titrerlerdi o düşüncelerle.
Kavafis
Ona başım açık, yalın ayak geleceğim.
Selim Rızkullah
Yarın, ertesi gün ya da yıllar sonra,
burada başlamış olan o güçlü satırları dile getirecek.
Kavafis
1
ZEVK EVLİLİKLERİ VE BAHNAMELERE DAİR
Bazı insanlar ruh çağırırlar. Ben ise bedenleri çağırırım. Ne kendi ruhum ne de diğerlerinin ruhları hakkında bir fikrim var. Sadece bedenimi ve onların bedenlerini tanıyorum.
Bu da benim için yeterli.
Onları zihnimde canlandırır ve birlikte yaşadığım anlara geri dönerim; geçici bir bedende geçici insanlar, benim için asla bundan daha fazlası olmadılar. Daha baştan sınırlar belirlenmiş. O halde?
Onlan kullanmalı mıyım? Seks oyuncakları olarak? Neden olmasın?
Sevgili olarak?
Ne kadar iddialı bir kelime. Bunu kullanamam, kendi kendime bile. Bu kelimeyi tek kullanan Düşünür’dü, bir kere, ve ben şoke olmuştum. Sevgili? Benim sevgililerim yoktur. Bunun için başka bir kelime bulsam iyi olur, fakat şimdiye kadar bir şeyler arama zahmetine de hiç girmedim. Bir keresinde ona, bir davette tanışmış olduğu bir kız arkadaşımdan bahsediyordum. Sessizce sordu, “Arkadaşın, senin sevgilin olduğumu biliyor mu?” Ondan kimseye bahsetmemiştim ve bu soru beni pek sarsmamıştı. Beni asıl sarsan, ‘sevgili’ kelimesiydi.
Düşünür, benim sevgilim? Bu aklımın ucundan bile geçmemişti
Kapalı bir odada beni kollarına almasından başka bir şey istemediğim bir adamın sevgilisi olabilir miydim?
O yasak saatlerden başka bir şey istemediğim bir adamın sevgilisi olabilir miydim?
Bu konu üzerinde daha fazla durmadım, çünkü Düşünür, her zamanki gibi “Bir fikrim var,” dedi.
Yatağa yaklaştı. Karın üstü yatarak kalçalarımı kaldırıp yükü kollarına verdim. Arkamdaydı ve onu göremiyordum. Avuç içlerini bastırarak ellerini omuzlarımdan bacaklarıma doğru gezdirip vücut hatlarımı çizdi ve kalçalarımda durdu. Beni kendine çekti. Ben de onu içime daha fazla alabilmek için kendimi ona daha sıkı bastırdım. Birazdan hareketlerimize ve sözcüklerimize eşlik edecek olan nefes nefese hazzımı gizleyebilmek için yüzümü yastığa gömdüm. Sevişmenin ne kadar arsız olursa o kadar zevk verdiğini biliyordum fakat yine de iniltilerimi gizlemeye çalıştım.
Beni kendine çekti ve ikimizin de en sevdiği o pozisyona getirdi.
Ayrı açılarda durduğumuz halde görüş açılarımızın birleştiği o pozisyona. Orada önemli olan tek şey ise uyum noktası. Kafamdaki karmaşaları bastırdım ve kız arkadaşlarımı unuttum; uygulama karşısında yorumu ve kuramı bir kenara attım.
Sevgili? Aslında Düşünür bu kelimeyi kullanmakta kesinlikle haklıydı. Sorun şu ki, ben, başka bir dilin konuşulduğu bir gezegenden geliyordum; bizzat icat etmek zorunda kaldığım bir kadın dilinin konuşulduğu bir gezegen. Genellikle sözlüklere danışırım, fakat onlar her zaman istediğimi vermezler. Onlar, onların dili ve onların kavramları. Fark ettim ki ‘sevgili’ sözcüğü tanıdığım bütün erkekleri kapsıyor.
Düşünür’ü bile mi?
Sevgili?
Her şey ilk karşılaşma ile başlıyor. Gözler farklı bir bakış ile parlıyor ve içimde şiddetli bir içgüdüyle şekillendirilmiş çok net bir tepki beliriyor; daha ilk anda, hatta karşı cins kendi arzusunu belirtmeden bile önce. Benim için önemli olan, kendi arzularım, sadece kendi arzularım.
‘Evet’ veya ‘hayır’ ise kısa bir değerlendirmeden sonra kendiliğinden gelir. Karar kendiliğinden ortaya çıkar. Bütün kurallar silinmiştir. Sadece kendi sesimi dinlerim. Arzularımın sesini. Sadece kendi arzularımın.
Etrafımdaki dünyanın değerleriyle alâkası olmayan bir ahlâk anlayışım var. O değerleri, hatırlamadığım kadar uzun bir süre önce reddettim. Benim ahlâk anlayışım, hareketlerimi tartan ve benim için belirleyen şeydir. Kendi ilkelerimi kendim belirlerim. Önemsediğim tek şey, yaptığım şeyin anlamıdır ve beni ve hayatımı nasıl etkileyeceğidir; sevişme sonrası yüzümün hali, gözlerimdeki ışıltı, ayrılan parçalarımın bir araya gelmesi, kelimelerimde yanan ve göğsümde hikâyeler alevlendiren kor.
İstediğim şeyin ne olduğunu benim için çok kıymetli olan Arapça bahnâmelere bakmaya başlamadan önce keşfettim: Canlı bir bedende canlı bir zihin.
Gezgin dedi ki, ben kocamdan başka erkek tanımıyormuşum.
Beni arzulayan her erkeği reddettiğimi, çünkü tekliflerini kabul ettiğim takdirde, toplumdan ve bir erkeğin kontrolü altına girmekten korkmama sebep olacak yüksek ahlâki değerlere sahip olduğumu söyledi.
Modası geçmiş, kuralcı bir terbiyenin izlerini taşıdığımı söyledi.
Bunun beni felç ettiğini, beni engellediğini ve elimi ayağımı bağladığını söyledi.
Cinsel ilişkiye hazır bulunmanın, benim için bir çeşit itaat anlamına geleceğini düşündüğümü söyledi.
Kabul ettiğim erkeklerin gözünde değerimi yitireceğimden korktuğumu söyledi.
Vücudum konusunda kendime güvenim olmadığını ve bir erkeğin önünde soyunmaya cesaret edemediğimi söyledi.
Herhangi bir erkeğe evet diyen kız arkadaş modelini reddettiğimi ve onun sorumsuz ve ucuz biri olduğunu düşündüğümü söyledi.
“Olabilir,” dedim, bütün bunlardan ışık yılı kadar uzak olduğumun farkındayken.
Onu fiziksel olarak reddetmemin, bütün erkekleri tamamen reddettiğim anlamına gelmediğini açıklamak zorunda kalmamak için “Olabilir,” dedim.
Onun yorumlarını onaylamış gibi görünerek “Olabilir,” dedim; bu da insanlar arasında oynadığım oyunun başarısı adına kafamın rahat etmesini sağlıyor.
Bir erkeği reddetmem, herkesi reddetmem anlamına mı gelir? Bir erkeğin arzularına hayır demem, bütün erkeklere hayır demem anlamına mı gelir? Bir erkeğin herkese yakıştırdığı yorum bu, en çok da bana.
Hep “Olabilir,” derdim çünkü herkese açıklamak istemiyordum. Onlara ne anlatmamı bekliyorlardı ki? Kendimden ve ne istediğimden başka hiçbir otorite tanımadığımı mı? Ne onların kavramları, ne onların değerleri, ne de onların ahlâkları! Ne toplum, ne din, ne gelenek! Ne başkalarının diyeceği ne de cezalandırılma veya cehennem ateşi korkusu!
Biliyorum ki, belki de çoğu kadın gibi, bize öğretilen her şeyin aksine, benim doğuştan ‘çokeşli’ bir yapım var. Gerçi bu tam olarak doğru kelime değil. ‘Birçok âşığa sahip’ demeliyim ya da daha doğrusu ‘bir çok erkeğe’.
Yıllar önce Alberto Moravia’nın bir röportajında, kadınlarda bulunan bu ‘farklı kişilerle ilişki kurma özelliği’nden söz ettiğini duymuştum ve sözleri beynime bir vahiy gibi işlemişti. Benim zaten teorik olarak bildiğim ve de uyguladığım şeyleri kelimelere dökmüştü. Daha sonra aynı ifadeyi, zevki kuramlaştıran ve farklı kişilerle ilişki kurma özelliğini erkek veya kadın fark etmeden, bütün insanlar için kullanan çağdaş bir Fransız filozofun yazılarında okudum. Yazdıklarını büyük bir mutluluk içinde bir çırpıda okuyuverdim; ona ihtiyacım olmadığı halde, çünkü benim hayatım onun fikirlerinin bir kanıtıydı.
Moravia’yı, Düşünür’den sonra mı yoksa önce mi dinlemiştim? Tam olarak hatırlayamıyorum. Fransız filozofu, Düşünür’den önce mi yoksa sonra mı okumuştum? Tam olarak hatırlayamıyorum.
Tek hatırlayabildiğim, onunla, cinsel kültürümüz ile ilgili kitaplar okuma sürecimin doruk noktasındayken karşılaşmış olduğum. Aramızda geçen her şeyi eski metinlere uyarlayarak kendimi eğlendirmeye başladım. Bunları, derinlemesine bir yapısal çözümleme yaparak ona da okurdum. Sadece bir tanesini biliyordu: Rücu’u’ş-Şeyfı ila Sıbah.
Bu kitabı, ergenlik dönemi başlarındayken gizlice okumuştum. Ortaokulda bir kız öğrenci ödünç vermişti. Benim arkadaşım değildi. Sınıftaki kızlardan birkaç yaş büyüktü, ruj kullanıyor ve gözlerine far sürüyordu. Diğer kızlar onun hakkında, biz küçüklere pek az bahsedilen gizemli hikâyeler anlatırlardı: Vücudundaki darbe izleri; onu isteği dışında evlendirmek isteyen ailesi; sürekli olarak onlardan intikam almak için isimlerini lekeleyeceğini iddia etmesi; okul bahçesinde bekleyen, gizlemeye gerek duymadığı erkekler..
Eşyalarının arasındaki kitabı nasıl fark ettiğimi veya başka kimsenin görmemesi için yemin ettirerek bana nasıl ödünç verdiğini artık hatırlayamıyorum. Ama ilk şaşkınlığımı ve birinin beni kitapla suçüstü yakalamasından korktuğumu anımsıyorum. Hiçkimse ne okuduğuma bakmaz ve özgürlüğümü kısıtlamazdı ama ben içgüdüsel olarak, başkalanndan gizlemek zorunda olduğum bir şey yapıyormuşum gibi hissediyordum. Yalancı çıkmamı önleyecek bir hızla okudum kitabı. Tek hatırladığım, keşfetme arzum ve öğreneceklerim karşısında duyduğum korkuydu. Gözlerim sayfalara kilitlenmişti ve kalbim hızla atıyordu. Kitabı okul kitaplarımın arasına sakladım ve ertesi gün sahibine geri verdim. Beklenti dolu bir merakla bana baktı. Gülümsemeyen, ifadesiz bir yüzle kitabı ellerine bıraktım ve hiçbir şey söylemedim. Tepkisizliğim üzerine bir çeşit hayâlkırıklığı içerisinde kitabı aldı ve hızla çantasına saklayarak arkasını dönüp gitti.
Gençtim fakat gizli dünyalarımın temelleri çoktan atılmıştı Daha genç yaşta duygularımı gizleme yeteneğine sahip olmuştum ve dünyadaki ikiyüzlülük karşısında özgürlüğümü koruyabilmek için bunu geliştirdim.
Yıllar sonra, deneyimlerim vasıtasıyla, Arap yazarlar arasında ki üstatlarımın fiziksel, psikolojik ve zihinsel yönden ‘cinsel ilişkinin faydaları’ -böyle diyorlardı- konusunda yazdıklarının doğruluğunu keşfettim. “Öfkeyi dizginler ve hiddetli bir doğaya sahip insanların ruhlarının rahatlatılmasında faydalıdır. Ayrıca göz kararması , kan dolaşım sistemi hastalıkları, baş ağrısı, kalp gözünün kör olması ve düşünce kapılarının kapanması gibi ikincil hastalıklarda kesin bir tedavi şeklidir. ” Ayrıca seks yapmadığım takdirde ne gibi zararlar göreceğimi de öğrendim. “Muhammed bin Zekeri- ya demiştir ki, ‘Her kim cinsel ilişkiyi uzun süreliğine bırakırsa güç organlarında zayıflama başlar, damar tıkanıklığı yaşar ve hafızası zayıflar. Bir çeşit nefsine hâkim olma yolu olarak bu işi bırakmış bir grubu gözlemlemiştim. Vücut ısıları düşmüştü, hareket güçlüğü ve sebepsiz bir keyifsizlik yaşamaya başlamışlardı. Hepsinde melankoli türevi hastalıklar gelişmiş, iştahları kesilmiş ve sindirimleri bozulmuştu’
Psikolojik ve fiziksel hastalıklar mı? Cinnet, keyifsizlik ve melankoli, hepsi cinselliğin baskılanmasıyla mı ortaya çıkıyor? Allahım bizi koru ve bu dertleri başımızdan uzak tut!
“İbn Azrak demiştir ki, İnsanın kendini teslim ettiği her arzu kalbini katılaştınr, cinsel ilişki hariç.’” Ben, kalbimi yumuşak tutmaya kararlıyım.
Konu seks olunca, insanlarla işin kuram kısmı dışında asla konuşmamak üzere eğitilmiştim. Kitaplardan veya diğer insanlann hayatlarından örnekler verebilirdim, fakat kendi paralel dünyam, sadece yalnız olduğumda, hafıza cinini salıvereceğim zamanlarda açtığım bir şişede saklıydı.
Sonra Düşünür ortaya çıktı ve ona “Evet” dedim.
Eskiden kimseye, bilgiye olan tutkumdan bahsetmiyordum. O kitaplar benim sırrımdı ve bunu kimseyle paylaşmıyordum. Düşünür ortaya çıktı ve ona “Evet” dedim. Düşünür ortaya çıktı ve şişe açıldı. Yatakta, ona gizli okumalarımdan bahsettim. İki sır karışarak birleşip tek bir nehre dönüştü.
O günlerde, bu kitaplarda zevki yakalamak ve bunları onunla birlikte tekrar incelemek bana yetiyordu. Önce her pozisyonun ismini arayıp bulur ve ona aktarrdım. Bu isimler – genellikle komik olurlardı – birbirimizle iletişim kurarken kullandığımız masum görünüşlü gizli kodlar haline geldiler; başkalarının da yanımızda bulunduğu sohbetlerimizi bunlarla süslüyor ve her bağlamda ustalıkla kullanıyorduk. Her zaman kolay olmuyordu: Huni, tokmak, körük, hortum ve boncukları ipliğe dizmek gibi kelimeler anlamlı bir cümlenin ortasında nasıl kullanılabilirdi ki? Diğer insanların görmezden gelmesi, utanmazca oynadığımız oyunu kolaylaştırıyordu.
Bahnameler konusunda uzman olmayan – onları, örneğin benim gibi, tekrar tekrar okumamış olan – hiç kimsenin bu kelimelere bir anlam veremeyeceğinden emindim ve böyle kişiler, dini kitaplar üzerine uzman insanlar arasında bile çok nadirdi. Her zaman eğlenceli olan deneylerimle bu sonuca vardım.
Düşünür ile, okuduğum şeyin değerini idrak ettim ve öneminin farkına vardım. Ahmed bin Yusuf Tifaşî’den Ali bin Nasr, Samuel b. Yahya, Nasıruddin Tusî, Muhammed Nefzavî, Ahmed bin Süleyman, Ali Kâtibi Kazvinî, Suyutî ve Ticanî’ye geçmek hoşuma gidiyordu ve kendimi sanki arkadaşlamm arasındaymışım gibi hissediyordum. Onları okur, sonra yazdıklarına örnekler bulur, kendi hayatıma uyarlar ve yeniden okurdum ve bunları Düşünür’den başka kimseye açıklamaya cesaret edemediğim gizli bir dil olarak kendime saklardım.
Düşünür ve benim gizli kitaplarım arasındaki ortak zemin neydi? öyle sanıyorum ki onunla birlikteyken, kitaplarımdan ayrılamayan bir cinsel bilinçlilik seviyesine ulaştım. Teori ve uygulama iç içe geçti. Böyle bir kesişme de anca kıvılcımları yangına çevirirdi. Onunla yaşadıklarımı kitaplardaki metinlere uyarlayarak eğlenirdim. Bunları hemen Düşünür ile paylaşırdım ve bana hayretler içinde bakıp “Bunlar sadece çok az kişi tarafından bilinen gizli bir hazine. Mutlaka yazılmalı ve herkes tarafından bilinmeliler,” derdi.
Düşünür benim sırrımdı ve kitaplar da bu sırrın bir parçasıydı.
Eskilerin yazı yazarken sahip oldukları özgürlük, ne yazarken ne de konuşurken kullanmaya cesaret edebildiğim kelimeleri, beni kendimden geçirirdi; ter içinde kalmadan okuyamadığım, insanı tahrik eden bir dil. Hiçbir yabancı dil beni bu kadar heyecanlandıramazdı. Arapça, bence, cinselliğin dili. Tutku noktasında hiçbir yabancı dil onun yerini tutamaz. Arapça konuşmayanlar tarafından bile -tercümeye hiç gerek yok- doğal olarak anlaşılır.
Yasaklı kelimeler, cinsel baskı ve bu baskıya direniş, bir tarih yarattı. Belki komik ama ben böyle kelimeleri hiç kullanmadım, en kişisel düşüncelerimde bile; onlar sadece okunmak içindi, asla konuşmak veya yazmak için değil. Bugün bile o ‘büyük kelimelerin bir tanesini dahi günlük konuşmamda kolay kolay kullanamam. Onları örnek olarak alabilir ve alıntı yapabilirim, ne kadar ‘kızışmış’ olurlarsa olsunlar, gözlerim masum bir çocuğunkiler gibi parlar, fakat kendimden ve kendi tecrübelerimden bahsederken onları kullanmak başka bir olay.
Bu kitaplar benim kültürümün bir parçası. Bu kitaplar benim hayal gücümün bir parçası. Bu kitaplar benim cinsel hayatımın bir parçası; Düşünür’den önce, onunlayken ve ondan sonra. Birbirine geçmiş deneyimlerden oluşan bu hassas çerçevede herhangi bir…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Cinsellik Kadın-Erkek
- Kitap AdıHaram
- Sayfa Sayısı130
- YazarSelva Nuaymi
- ÇevirmenNehir Su
- ISBN9786054054213
- Boyutlar, Kapak13,5 X 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviOkuyan Us Yayınları / 2009-7