Halûk’a Mektuplar, Bilge Karasu’nun dostu, şair ve eleştirmen Halûk Aker’e otuz yıl boyunca yazdığı mektuplarla, 1980’den itibaren Halûk Aker’in ona yazdığı mektupları bir araya getiriyor.
“Bir yazarın okuru karşısına çıkarmağa karar verdiği metinlerin dışında kalanlar, o yazarın daha iyi anlaşılmasına, yazarlığı dışında ‘insan’ olarak özelliklerinin bilinmesine yardımcı olabilir diye düşünüyorum,” diyor Halûk Aker kitaba yazdığı sunuşta.
Yazı süreçleri, ders hazırlıkları, okunan, çevirilen kitaplar; yaşam parçaları, zorluklar, sevinçler: Edebiyatımızın bu büyük ustasını daha yakından tanımak, mektupların ışığıyla yapıtlarına daha derinden bakmak isteyecek okurlar için…
İÇİNDEKİLER
Bilge Ağabeyim
Yola Çıktım…
Muş Yolu
Deli Dolu Mektuplar
Muş Çok Uzakta
Burada, Ansızın
İnsanlar
İnsanlardan Arta Kalan
Acıyı Düşünmek
Denize Bakmak
Güç Mektup
Yorgunluk
Merak
Peter Pan
Karanlık Bir Yalı’ya
Çeviri Üzerine
Nâbizade Nâzım ve Tabiiyyun
Edebiyat Her Şeyimiz
Umudun Olduğu Yerde
Turgut Uyar… Gitmiş
Delibozuk
“Baba”ların Suçu
Anlaşmazlık
Eski Yazı
Yazı ile Yaşamın Dengesi
Beyoğlu Kokuyor
Anamın Yüreği Yorgun
Yazacak Adam Kesilmez
“Dolu Yazı” / “Yoğun Yazı”
Şişirilmiş Adlar
Tuhaf
Dertten Kurtulmak
Gece
Okumanın Zararları!
Görüşememek
Küçük Umut
Halit Ziya
Bunluk Kitap Artık Bitti
Mozayik Yazı
Dengeyi Düzeltmek
“Kültür” Tam Gün
Yaşamaktan Yorulmak
Haber
Yazdığımın Belgeselliği
Side’nin Kokusu
Geçidin Dar Yeri
Kovuk
Avuntu Kapısı
İmgeler Kuramı
Tuhaf Bozukluklar
Füsun’un Yazısı
Edebiyatta Kapalılık
Güçlü Ot
Enis Kardeş
Türk Yazarlarını Okumak
Fazla Unutma
Kısmet Büfesi
Belirsizlik
Çözülmeyen Şeyler
Dostlarım Üzerine
Anayasaya Aykırı
Yalnızlık
“Büyük” Kitap
Gecikme
Tasarılar
Gelelim Kitaplara
İçimi Kemiren Kurt
Dağınıklık Duygusu
Kimler Dövünsün!
Denk Gelmedi
Poşete Girmek
Kemirici Dertler
Azla Yetinmek
Denize Giremedim
Cinayetin Azı Çoğu
Güven Telefon Etti
Taşınma
Kendini Unutmak
Acılar, Sevinçler
Çelişkiler Derinleşti
Mersin
Karasu Okuru
Frankfurt Üzerinden
Berlin’den
Oya
Ödül
Gece’nin Çevirisi
Yazılmasa da Kalır
Yolculuk
Ağrı Nöbetleri
Eziyet
Önümde Epey Sıkıntı
“Herşey Akıp Gider”
Telefonda Sesin
Açıklamalar
Notlar
***
“Bilge Ağabeyim”, Halûk Aker, s. 11-14
Nasıl toparlarım da yazarım, kestiremiyorum. Yıllar sonra. Üstelik evinde oturmadığının bilinciyle… Bunları bırakıyorum… Şunu biliyorum, 14 Temmuz 95, yani ölümünün haberi, kolay olmadı benim için. Sonraki iki yıl nedense seninle uğraşıp durdum. Sabah gözümü açtığımda sen düşüyordun usuma. Gece yatağa girdiğimde gene öyle. Beklenmeyen bir şey değildi oysa. Son mektubunda belliydi her şey. Belki daha öncesinde de. Frankfurt’ta, evde, küçük odada fısıldıyordun bana. Gövdende olan kimi şeyler tedirgin ediyordu seni. “Bir küçük ot parçası ver de geveyim,” diyordun. Sözün kısası biliyorduk olacakları. Gene de… gene de. Hani konduramamak var ya… Bilmezliğe gelmek de denemez mi?
En son 1994 yazında Oya’yla birlikte sana uğradığımızda, bütün o “metin”, “doğal” duruşunun ardında, söylenmeyen, açığa vurulmaktan sanki çekinilen, “bir tür tedirginlik” evin havasına sinmişti. Söylenmeyenin, konuşulmayanın üzerinde durmak, sanki konuşulmuş gibi davranmak “doğru” kavramının dışında olmamalı, değil mi ki bu bir duyuş sorunudur.
Evet, bir bakıma toparlanıyordun. Her halinden belliydi bu. Bir bakıma da o her zamanki titizliğinle, neyi nasıl yapmalı, neyi nereye yerleştirmeli? Gündelik işler, ıvır zıvırlar, sanki değişen bir şey yokmuş gibi, tartılıyor, çamaşır makinesine atılacak çamaşır, yazı masasının üzerine yerleştirilecek defter… bütün bunlar düşünülüyordu… Bütün bunlar bunca umurunda olmalı mıydı? Umurundaydı ama. Seni sen yapan özelliklerden biri. Anımsadım birden, gene sana uğradığım bir yaz, evde çamaşırları balkona asan kadına, asılan çamaşırı indirerek, mandalın çamaşıra nasıl tutturularak ipe asılacağını gösterdiğini, anlattığını… Ayrıntıydı bunlar. Doğru. Ama gene seni sen yapan şeylerden biri değil miydi? Ayrıntılarla uğraşmak… Yalnız yazıda, karşılıklı konuşmalarda değil, yaşamın her alanında üstelik.
Bu sanırım son dakikaya değin sürmüş olan, işi gereğince ve zamanında yapma, senin ayrılmaz bir parçan olmuş o görev, o sorumluluk duygusu, tek sözcükle, yazar olsun olmasın insanın insana sorumluluğu, yaşayanın öteki yaşayanlara/canlılara sorumluluğu.
İşte seni sen yapan şeylerden biri daha.
Mektuplarını okuyanlar görecek. Yıllardır sürekli ders verdiğin halde, her ders için yeniden hazırlanma gereği duyman, yazı masasının üzerinde eksik olmayan sözlüklere, anlamını bildiğin sözcükler için bile hiç erinmeden, üşenmeden, yeniden yeniden bakman… Görev ve sorumluluk duygusu ikiz kardeşin gibiydi.
Anılarla hiç işim olmadı benim, bilirsin. Günlerin notunu tutma isteğini ilk gençliğimde duymadım değil. Duysam da günlük tutmadım. İyi bir şey yaptım diye söylemiyorum bunu. Bir olgu, bir saptama, o kadar. Bir saptama daha yapmam gerekirse: Geriye dönüp de hangi olay, hangi konuşma var belleğimde diye yokladığımda bir şey gelmiyor usuma. Belleksizin biriyim açıkçası. Ya da bir şeyi aradığımda buluyor, anımsıyor değilim. Bir yaşantı içinde çıkıyorsa çıkıveriyor ortaya. Yaşarken, nasılsa… kullanıyorsam kullanıyorum. Kendiliğinden, akışta…
Bildiğim şey şu Bilge ağabey: yaşamıma iz düşen çok özel, seçkin insanlardan birisin. İnsanlar dediğime bakma, bir elin parmaklarını geçmez aslında bunlar. Belki bir gün bir vesileyle… Örnekse Mersin Lisesi’nin o güzel resim öğretmenini, hayat öğretmenini, ressam Haşmet Akal’ı nasıl unutabilirim. 1958-1960 yılları… Bir yöne doğru ağışta ilk kalın iz. Sonrası belli, 1960, Ankara yılları. Hüseyin Cöntürk ve Bilge Karasu. Biribirine benzemez iki ayrı özgün kişilik…
Bildiğin, bildiğim şeyleri yeniden anlatacak değilim. Muradım bu mektupları, bana yazdığın bu mektupları yayımlamak isteğimin altını çizmek. Sen son döneminde her şeyi elden geçirdin. Yanında olma olanağım olabilseydi belki yırttığın, yaktığın çok şeyi kurtarabilirdim. Böyle bir duyguyu içimde saklı tuttuğumu söylemekten çekinmeyeceğim. Ama söylemek neye yarar? Kimi zaman elimizde olmayan şeyler vardır… belki de çokça vardır. Kim bilir?
Mektuplar, elbet bir yazı adamının yayımlansın diye yazdığı şeyler değil. Hele seninkiler, bana yazdıkların. Bunları okuyan senin özel okurların da hemen görecekler bunu. Soru şu: Özel şeyler yayımlanmalı mı? Bu soruyu çok kurcaladığımı biliyorum.
Bir yazarın okuru karşısına çıkarmağa karar verdiği metinlerin dışında kalanlar, o yazarın daha iyi anlaşılmasına, yazarlığı dışında “insan” olarak özelliklerinin bilinmesine yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Hele senin gibi çok seçici bir yazarın. Bunun dışında kalan bir şey daha var, senin elinden çıkan her şeyi bilmek isteyen senin tiryakilerin. Onların hiç mi hakkı yok!
Keşke öteki mektupların da yayımlanabilse… Örneğin Fransa’ daki Jean’a yazdıkların. Ben sadece senden adını duymuştum. Daha fazlasını bilen, belki onu tanıyanlar da vardır. O mektuplar bulunsa derim, Türkçeye çevrilse, yayımlansa. Orhan Peker’e, Turan Erol’a, Ertuğrul Oğuz Fırat’a yazdıkların, belki Adalet Cimcoz’a, İstanbul’a taşındıktan sonra Füsun Akatlı’ya, vb. Bir de Forum dergisindeki yazılarını birileri toparlasa derim. Fena mı olur?
Üniversitede, ilgili öğrencilere böyle ödevler verilmesi Batı’da oldukça yaygın. Elbet seninle ilgili olarak, senin vesilenle söylediklerimi yaygınlaştırmak, Tanzimat, Servet-i Fünun dönemlerinde yayımlanan dergilere değin inmek, yazarların yeni yazıya aktarılmamış yazılarını bugüne taşımak, üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı bölümü hocalarının işi olmamalı mı?
Bunların daha fazlasını Enis Batur yazdı (“Karasu’nun On İkinci Kitabı ve Ötesi”, Virgül, Mart 2001).
Notunu geçtiğim her şeyi geçiyorum.
Sen “yazı”nın kalıcılığında inançlıydın. Yazıya, yaşamı önde tutma koşuluyla (böyle söyleyebilir miyim?) tutkuyla bağlıydın. Ben şimdilik inançsızlar arasında dolaşmayı sürdürüyorum. Bu nedenle olsa gerek, “yaşadıkça”da karar kıldım. Bir kitabını elime aldığımda, bir mektubunu gördüğümde, herhangi bir nedenle usuma düştüğünde, kimi rastlantılarda, seni anıyorum, arıyorum, kimi yaşam görüntüleri geliveriyor gözümün önüne, bu bende şimdi de yaşadığının belirtisi değilse ne? Biliyorum, bende yaşayan şey benle bitecek… Bitene dek…
Her şey ölümlüdür diyoruz ya sonsuz bir kalıcılığı nasıl düşünebiliyoruz?
Andıkça anar, anımsar, düşündükçe üretir insan. Bu kadar lafa ne gerek var. Asıl olan bu mektupları başkalarıyla da paylaşmak isteği değil mi? Paylaşmak isteyenlerle elbet.
“Her şeyin bir aradalığına yenik düşeceğimi bile bile.”
Frankfurt, 20.11.2001
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Mektup
- Kitap AdıHaluk'a Mektuplar
- Sayfa Sayısı280
- YazarBilge Karasu
- ISBN9789753422345
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2018
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hayal ~ Ayşe Kulin
Hayal
Ayşe Kulin
Ayşe Kulin, Dönüş’ün ardından yeni kitabı Hayal’de 1983’ten bu yana yaşamında yer alan renkli olaylara ve ilginç anekdotlara yer veriyor. Bu kitapta yazarlık hayaliyle...
- Anılar, Düşler, Düşünceler ~ Carl Gustav Jung
Anılar, Düşler, Düşünceler
Carl Gustav Jung
Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, 1957 baharında 81 yaşındayken, hayatını ve anılarını, meslektaşı ve yakın dostu Aniela Jaffé’ye anlatmayı kabul etti. O güne...
- Okumaz Yazmaz ~ Ágota Kristóf
Okumaz Yazmaz
Ágota Kristóf
Şifreli yazılarımı tuttuğum hatıra defterimi ve ilk şiirlerimi Macaristan’da bıraktım. Erkek kardeşlerimi, annemi babamı, haber bile vermeden, bir veda bile etmeden geride bıraktım. Ama...