“İlk Haçlı Seferleri sonucu kurulan Kudüs Haçlı Krallığı, Selahaddin Eyyübî eliyle tarihe mâl edilecektir. Bu öyle bir olaydır ki Kudüs, şehre kan ve şiddetle giren Haçlılara unutulmaz bir insanlık dersi verilerek alınacaktır.”
Haçlı Seferleri Doğu ile Batı arasındaki hesaplaşmanın bitmeyen hikâyesidir. Nitekim Haçlı Seferleri hem Avrupa’nın hem de Türk-İslam medeniyetinin tarihini şekillendirirken, büyük bir hafızayı günümüze kadar taşıma görevini üstlenir. Geçmişten günümüze uzanan bağlantılarını koruyan bu mücadeleler hem tarih araştırmalarında hem de güncel mevzularda sürekli hatırlanan, hatırlatılan, merak edilen ve araştırılan bir konu olarak güncelliğini korur.
Prof. Dr. Altan Çetin, Haçlı Seferleri’nde Doğu’nun ve Batı’nın uğruna savaştığı fikirleri, idealleri, inançları ve toprakları bütün detaylarıyla anlatıyor. I., II., III., IV. ,V. ,VI., VII., VIII. ve IX. Haçlı Seferleri’ni, Çocuk Haçlı Seferleri’ni ve 1001 yılı Haçlı Seferleri’ni tafsilatıyla anlatan eser, mücadelenin sonraki yüzyıllardaki yansımalarını da ele alıyor. Orta Çağ’da savaş ne demekti? Haçlılar kimlerdi ve saldırma sebepleri neydi? Orta Doğu’da ve Anadolu’da İslam’ın gayreti ve Türklerin azmi Haçlılar karşısında nasıl şekillendi? Uğruna savaşılan topraklar bin yılı aşkın süredir önemini nasıl muhafaza etti? Elinizdeki kitap bu ve bunun gibi pek çok soruya birincil ve ikincil kaynakların ışığında nitelikli cevaplar veriyor.
Haçlı Seferleri Orta Çağ’daki savaşların mantığına, Haçlı kavramına, din ve cihat anlayışlarına ışık tutan kapsamlı bir eser. Orta Çağ tarihine ilgi duyan ve tarihi günümüz mentalitesiyle karşılaştırmalı görmek isteyen okurlar için nitelikli ve objektif bir çalışma.
I. KISIM
HAÇLI SEFERLERİ’NİN
UMUMİ TARİHİ
YAHUT SALDIRININ TARİHİ
BİRİNCİ BÖLÜM
HAÇLI KAVRAMI VE
SEFERLERİN MUHTEVASI
“DEUS VULT / TANRI İSTİYOR”
Haçlı Seferleri, 1095-1270 tarihleri arasındaki klasik dönemiyle malumumuz olan bir süreçtir. Tarih bir bakıma mevcudu/ olayı/olguyu bilgimize sunan düşünce zemininin tespiti ve şahitliklerin incelenmesidir. Orta Çağ’ın düşünce zeminini kuran din ve toprağın hükümferma olduğu bir medeniyet/kültür ve buna bağlı olarak gelişen zihniyetin çağında vuku bulmuş bu savaş silsilesi, öylece olup bitmemiş, bilakis sonraki dönemler üzerinde de derin izler bırakmıştır. Bu bakımdan “kutsal toprakları kurtarmak” ifadesi zamanın şartları ve ruhuyla mutabık bir gerçekliği anlatır. Kutsalın içeriği belirlediği bir zamanda, toprağın hayatın varlığının temel belirleyicisi olduğu düşünüldüğünde halkları harekete geçirmek için bu sözlerin tercih edilmesi tesadüfî değildir. Anna Komnena’nın “Kutsal Mezarı kurtarmak için Türklere karşı savaşa gidiyorlarmış gibi yaparak, arazilerini satmışlardı, aslında kendileri için kılıç zoruyla yeni araziler, mülkler zapt etmek derdindeydiler”1 şeklindeki kaydı Haçlı Seferleri’nin felsefesinin Bizanslı bir müellif tarafından ifadesi gibidir. Bu kavramlar zaman içinde yeni kültürel akislerle kendini güncelleyerek günümüze kadar ulaşacaktır.
Modern zamanlarda Fransızlar, bu savaşları uluslarının ilk sömürge girişimi olarak görürler. 1917’de İngilizler, Filistin’de, 1940’lardan itibaren de İsrail, kendilerini Haçlı geleneğinin mirasçısı olarak görmüşlerdir. 1960’larda Hristiyan kiliselerinde geliştirici din teologlarından oluşan bir hareket ve Yeni Sol eylemciler, bunu yaptıklarını fark etmeden, Haçlı teorisyenlerinin bazı fikirlerini ifade etmişlerdir. Bunu aynen onlar gibi, farkında olmadan “insancıl” savaşın modern savunucuları da yapar. İyi ya da kötü, Haçlı Seferleri Batı Akdeniz bölgesinin politikalarına 600 yıldan fazla yaşayacak yeni güçler sokmuş ve Latin Hristiyanlığı’nın artık ayrılmaz bir parçası gibi görünen unsurları beslemeye yardım etmiştir.
İngiliz General Allenby’nin 9 Aralık 1918’de Selahaddin Eyyûbî’nin kabrine gidip kılıcını sandukaya doğru kaldırarak gururla söylediği “Haçlı Seferleri bugün tamamlandı” sözleri; 21 Temmuz 1920’de Fransız Generali Henry Gouraud’un Şam’ın idaresini ele geçirdiğinde Selahaddin Eyyûbî’nin Ulu Cami yanındaki mezarını tekmeleyerek, “Kalk Selahaddin! İşte geri döndük, şu anda benim burada bulunuşum Haç’ın Hilal üzerindeki zaferinin bir kutsanışıdır” deyişi; Nureddin Zengî’nin yaptırdığı ama ömrü vefa etmediğinden Kudüs’e koyamadığı, Selahaddin’in Kudüs’ü fethettikten sonra yerleştirdiği mihrabı 29 Ağustos 1969 yılında Yahudi Michail Denis Ruhin’in yaktırması;3 bunların hepsi Haçlı Seferleri’yle ilişkili bir zihin dünyasının modern zamanlardaki birkaç fiilî tezahürüdür. Bu tespitler Haçlı Seferleri’nin yaşanmış bitmiş bir olgu olmadığını, aksine Doğu ve Batı arasında hâlâ devam eden bir düşünce yapısını beslediğini vurgular. Bir kültür oluşturan ve mütemadiyen güncellenen bu akıl bugün de caridir. Bu aklın izleri değerlendirilmeden Doğu – Batı ilişkileri kolay anlaşılamaz. W. Bush’un 11 Eylül sonrasında crusade kavramını kullanması ve “Bu Haçlı seferi, bu terörizmle savaş zaman alacaktır” 4 sözleri bu aklın kendini görünür kılan son numunelerinden biridir. Peki, hangi tür bir sefer Haçlı Seferi olarak tanımlanmalıdır? Haçlı kavramının bulunduğu anlam hududu konusunda çeşitli yaklaşımlar bulunur. Bu yaklaşımlarda meşruiyet konusu önemli bir yer tutar. Meşruiyet konusunda görüş beyan eden ilk grup genellemecilerdir.
Bu gruba göre Tanrı’nın amaçları için ve Tanrı adına Hristiyanların yaptığı her dinî savaş Haçlı Seferi’dir. İkinci grup popülistler olarak adlandırılır. Bunlara göre Haçlı Seferleri, köylüler ve şehir proletaryası arasında kehanetsel, eskatalojik (dünyanın sonuna dair görüş) ve kolektif bir coşku oluşturmaktaydı. Üçüncü bir grup olan gelenekselciler yalnız Kudüs’ün kurtarılması ya da savunulması adına yapılan seferleri gerçek Haçlı Seferi olarak değerlendirmektedir.
Son olarak dördüncü grup olan çoğulcu görüş, Haçlı Seferi olarak vaaz edilen sefer için Haçlı yemini edip Haçlı ayrıcalıklarından yararlanan erkek ve kadınların katıldığı seferleri Haçlı Seferi olarak kabul ederler. Bu seferler muhtelif ülkelere yapılmış olsa da çoğulcu görüşe göre tıpkı Kudüs’e yapılan seferler kadar gerçektirler.5 Haçlılar için Fransızca ve İngilizcede croisere sözcüğü de kullanılmıştır. Bunun yanı sıra bir sefere hac (iter ya da pregrinato), kutsal savaş (bellum sacrum ya da guerre sainte), geçiş ya da genel geçiş (passagium generale), Haçlı Seferi (expeditio crucis) ya da İsa’nın işi (negotium Jhesu Christi) de denilmiştir.6 Doğu insanları için bazı yerlerde saracen tabirinin kullanıldığı görülürken, Batılı düşmanlar için Frank kelimesi kullanılmıştır. Daha sonraları Haçlılar için salibiyyûn tabiri de kullanmıştır. Tek bir neslin savaşı olmayan bu süreç, yüzlerce yıl fikrî tevarüsle devam edip gitmiştir.
Bu seferlerde on binlerce Avrupalı denizden ve karadan kıtayı geçerek Kutsal Ülke’yi Müslümanlardan kurtarmaya giderken, bu yolculuk sırasında tüccarlar da yol ihtiyaçları için onlarla gitmişlerdir. Doğu’nun malları geri dönenlerle birlikte gelmiş ve Batı’da yeni pazarlar oluşturmuştur. 10. yüzyıldan itibaren nüfus artmaktadır ve yeni insanlar yeni mallara ihtiyaç duymuşlardır. Bu yeni insanlardan bir kısmı topraksız olduğu için Haçlı Seferleri’ni, yaşama koşullarını düzeltecek fırsat olarak görmüşlerdir. Dinî açıdan bakılacak olursa kilise bu talan seferini bir saygıdeğerlik tülüyle maskelemekte, amaçlarının İncil’i yaymak ya da münkirleri yok etmek ya da Kutsal Ülke’yi savunmak olduğunu söylemektedir. Aslına bakıldığında başlangıçtan beri Kutsal Ülke’ye hac seferleri yapılmıştır. Kutsal Ülke’yi kurtarma isteği belki içtendir ve bir baltaya sap olamayan nice insan tarafından desteklenmiştir.
İlkin kilise vardır ve şüphesiz dürüst bir dinî amacı vardır. Ayrıca, çağın savaşçı bir çağ olduğunu kavrayacak kadar anlayışlıdır, onun için savaşçıların ateşli hırslarını, Hristiyanlaştırabilecek başka ülkelere yöneltme fikrine dört elle sarılmıştır. Diğer yandan İstanbul’daki başkentiyle, Asya’daki İslâm gücünün merkezine çok yakın olan Bizans kilisesi ve İmparatorluğu da vardır. Roma kilisesi Haçlı Seferleri ile kendi gücünü yaygınlaştırmayı amaçlarken, Bizans kilisesi de bu seferler yoluyla İslâmların kendi topraklarındaki ilerlemesini durdurabileceğini ummaktadır. Ganimet arayan, borçlu veya miras bekleyen soylular için bu seferler birer fırsattır. Ayrıca Venedik, Cenova ve Pisa gibi ticaret şehirleri için de avantajlar kazandıracak fırsatlar olarak görülmüştür. Üçüncü seferin amaçlarındanolarak İtalyan şehirlerinin ticari yararlarının düşünüldüğü bile ifade edilmektedir.
Haçlılar, I. Haçlı Seferi sonrasında Suriye sahilindeki şehirleri alırken düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymuşlardı: Yardıma karşılık ticari imtiyaz. Özünde ve umumi hatlarıyla insiyaklar ve ihtiraslarla gerçekleşen seferler 11. yüzyıl dünyasından 13. yüzyıla kadar, değişen siyasi çerçeveler eşliğinde sürüp gitmiştir. İngiliz, Fransız ve Alman kimliklerinin baştan sona öne çıktığı bu seferlerde, İslam dünyasının Doğu’da bu savaşlarla muhatap olan temsilcileri Selçuklular, Atabeylikler, Eyyûbîler ve Memlûkler olmuştur. İlk üç seferde coğrafi olarak bu seferler sırasında aldığı isim ile Türkiye hedeflenmiş ancak buradan bir sonuç alınamayınca, dramatik dördüncü seferden sonraki seferler tehdidin Batı için merkezîleştiği Suriye ve Mısır üzerinden gerçekleşmiş, son sefer ise Tunus’u hedeflemiştir. Şüphesiz, bu süreçte Batı ilk sefer sonrasında kutsal amacına ve almak istediği topraklara ulaşmış, üçüncü seferde Kıbrıs gibi bir deniz üssüne sahip olmuştur.
Ancak neticeye bakıldığında Memlûkler, bu sürecin sonunda Haçlıların Suriye ve Doğu Akdeniz’den uzaklaşmasını sağlamıştır. Bundan sonraki çatışmalar ise Osmanlı Devleti’nin muhatap olacağı bir süreç dâhilinde devam etmiş, ancak klasik Haçlı Seferleri çerçevesi dışında kaldığı için bu çalışmada bütünüyle ele alınmamıştır. Karolenj dönemi sonrası parçalanmışlık içindeki Batı’nın yeniden oluşan din temelli ruhuyla harekete geçen Avrupa’yı modern isimleriyle İngiltere, Fransa ve Almanya Haçlıları çekecektir. Haçlılar 1097 sonbaharında Suriye’ye girdiğinde, Müslüman ümmetinin başı olma iddiasıyla ortaya çıkmış iki kişi vardır. Bunlardan biri Bağdat’taki Abbasi Halifesi el-Mustahzir, diğeri de Kahire’de bulunan Fatımî Halifesi el-Âmir’dir. I. Haçlı Seferi zamanında Yakın Doğu’da üç büyük güç vardır: Büyük Selçuklu Sultanlığı, Anadolu Selçuklu Sultanlığı ve Fatımî Halifeliği. Bizans bu arada Aleksios ile bölgede yeniden güçlenme çabası içindedir.
Haçlı Seferleri zamanında Güneydoğu Anadolu’da kale hâkimiyetine dayanan Türk beylikleri de vardır. Bunlardan bazıları bütün Haçlı Seferleri boyunca varlığını korumuş, bazıları ise daha kısa ömürlü olmuşlardır. Zengîler ve Eyyûbîler zamanında bu sistemde bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Bu emirlikler genelde iç işlerinde serbest, dış ilişkilerde ise bölgenin büyük güçlerine tâbi idiler. İkta sistemi bölgede yaygındı. Zengîler ve Eyyûbîlerin dönemleri ise Artukluları da birlikte düşünürsek bölgeye daha istikrarlı ve medeni bir veçhe kazandırır.8 Bu durum Haçlı karşıtı harekâtın güçlü ve etkili olmasını sağlayacaktır. 1097 sonbaharında Suriye’ye yaklaşmakta olan Haçlıları siyasi olarak parçalanmış, çoğunlukla dar görüşlü ve tecrübesiz yöneticilerin elinde bir bölge beklemektedir. Bölge güçlerinden Selçuklular, Suriye’nin mukadderatıyla ilgilenemeyecek durumdadırlar.9 Büyük Selçuklu sultanları ya Berkyaruk gibi belki hiç vakit bulamadıklarından ya Muhammed Tapar gibi emir göndermekle yetinmelerinden ya da Sancar gibi Doğu’da yaşamayı tercih etmelerinden dolayı Suriye’ye gelen Haçlılarla etkili ve sistemli bir mücadele sürdürememişlerdir.
10 Haçlı Seferleri’nin şafağında Doğu dağınık ve sarsılmış bir durumdadır. Ancak nizam kuracak şahsiyetlerin zemini hâlâ mevcut olduğundan bu seferlere karşı çok geçmeden bir mukavemet gelişecektir. Burada Haçlı Seferleri’nin başlangıcındaki Bir Haçlı kroniğinin (Anonim Süryani Vekayii) şahitliği, seferlerin başındaki genel manzarayı göstermesi bakımdan önemlidir: “İ.S. 1098 yılında, yani bu toprakları Türkler aldıktan elli bir yıl sonra, Alexius Konstantinopolis’te imparatorken, Yaği-Siyan (Aksin) adlı Türk, Ebû el-Fatih ( Melikşah) tarafından Antakya’ya vali atanmışken, Mısırlı (Fatımî) Efdal Kudüs’teydi. (Haçlı) ordularının başında dört kral bulunuyordu. Bohemond, Godefroy, St. Gilles ve Tancred.”11 Papa II. Urbanus ve sözü geçen Haçlı kroniği gibi birçok kaynakta Türkleri, bu seferlerin muhataplarının umumi adı olarak gösteren Haçlı aklı, Müslüman ve Türk kavramlarını çoktan birleştirmiştir. Onlar Türkiye coğrafyasında İslam’ı yenmeye çalışırken, Haçlı kaynaklarının neredeyse ittifak ile “Türk” kavramı altında birleştirerek ifade ettiği İslam dünyası, “düşman” olarak belirlenmiş bulunuyordu.
HAÇLILAR ÇAĞI’NDA DOĞU VE BATI’DA SAVAŞ KAVRAMI
Haçlı Seferleri çağı bir rezm/savaş çağı idi. Bu seferler süreci ifadeye çalıştığımız üzere ideolojik bakış açıları sebebiyle tahkiyesinde sıkıntılar olan bir yapı gösterir. Kavramın ortaya konulmasında kullanılan dil ve içerik oyunları bu seferleri bizatihi kendisini ideolojik bir savaş alanı hâline getirmektedir. Savaş kavramına genel bir hakikat/kavram olarak bakmak felsefi olacaktır. Hâlbuki Haçlı Seferleri denilen olay savaşın somut hâli olarak olarak dile getirilebilir bir şeydir. Yani bir gerçekliği/süreci ifade eder. Zaman ve mekân içinde olgulaşmıştır. Bu yönüyle Haçlı Seferleri zaman ve mekâna en temel düzeydeki tanımla,savaş kavramıyla girer ve bu kavramla anlaşılır.
Seferleri resmedilebilir, dile getirebilir kılan şey de kavramsal bağlamıdır. Yalın olay ancak kavram bağlamıyla içerik ve biçim kazanır, zaman ve mekânda yer alır ve olayın farklı yönlerini ifade eder. Olaya dair cümlelerimiz de bir kavramın çerçevesinde anlam, biçim ve içerik kazanır. Haçlı Seferi olayını savaş bağlamında ele almak başka, din bağlamında ele almak başka bir yorumu gerektirir. Onun resmini doğru çizmek için seferler üzerine yazılanları ve olayın gerçekleştiği dönemden kalanları, hakkında söylenenleri karşılaştırmak doğru resme ulaşma yolunda önemli adımlar olacaktır. Ancak bütün bağlamları (tüm kaynakları ve bilgiyi) bilmemiz mümkün olmadığı için Haçlı Seferleri olgusunun tam bir resmini ortaya koymak, hemen hemen imkânsızdır. Olaylar (tarihin nesneleri) ele alındıkları kavramlar bağlamında bir şekle bürünüyorsa, belge ve bilgimizdeki eksiklikler resmi de bazı açılardan ve doğal olarak eksik bırakacaktır.
Bu bakımdan tarihî olayı her dile getiriş, onun gerçekliğinin imkânını yansıtmaktan öteye geçemez. Bu nedenle tarih olaylarının kavramsal bağlamları hakkında her cümle, her dile getiriliş ona dair bir imlemede bulunmaktır. Dile dair tasarımla tasarımlanan ne kadar uygun ve uyuşursa resim o kadar anlamlı ve doğru olur. Dilin mantığı tasarımladığının mantığından ayrı bir yere kayarsa burada bir reel referans kayması ve tarihin bilerek ya da bilmeyerek saptırılması sorunu karşımıza çıkar. Tarihçinin işi ise amigoluk ya da holiganlık değil doğruyu tespittir.
Memlûklerin son dönemde muhatap oldukları Haçlı Seferleri ve o çağa dair telakkiler, sonraki dönemlere de kendini aktararak devam etmiştir. Bir dönemi anlamanın en önemli imkânlarından biri incelenen devri kendi telakkileri üzerinden düşünmektir. Böylece bana göreler alanı olabildiğince daralır ve gerçeğe yaklaşma amacı söz konusu olur. Haçlılar için savaş neydi ve meşruiyeti nereden geliyordu? Bu döneme ait Batı hukukçu ve teologlarının oluşturduğu savaş nazariyesi Haklı Savaş Teorisi’dir. Buna göre savaşın kötü bir şey olduğu öne sürülür ama dayanılmaz koşullar altında ve sıkı kurallara bağlı olduğu sürece savaş, Tanrı’nın nispeten daha hafif bir kötülük olarak göz yumduğu bir şeydir. Ancak, savaşın taşıyacağı herhangi olumlu bir yan, düzenin ya da statükonun yeniden kurulma amaçlarıyla sınırlıdır.
400’lü yıllarda Hipolu Aziz Augustinus -hâlâ şiddet üzerine yazan ilk ve en ayrıntılı düşünürdür savaşın haklı sayılabilmesi için uyulması gereken ölçütleri tanımlamaya çalışmıştır. Bunlar daha sonra kilise hukukçuları ve teologlar tarafından büyük ölçüde basitleştirilerek üç maddeye indirgenmiştir. İlk önce savaşın haklı bir nedene dayanması gerekir ve normalde böyle bir neden ya geçmişteki ya hâlihazırdaki bir saldırganlık ya da karşı tarafın zarar verici eylemi olabilir.
İkinci olarak da prensin yetkisi olarak bilinen şeye dayanmalıdır. Diğer bir deyişle yasal bir makam tarafından ilan edilmelidir, elbette genellikle seküler bir makam tarafından. Ancak daha sonra Haçlı Seferi’ni ilan edenler arasında, güçleri altında savaşa izin verme yetkisi de olan din adamlarının olduğunu göreceğiz. Beş yüz yıl önce bu ilk iki ölçüt, Sevilleli İsidore tarafından kilise hukukuna giren bir cümlede özetlenmiştir: “Mülkü geri almak ya da saldırıyı püskürtmek amacıyla yapılan savaş haklı ve yasaldır.” Üçüncü ölçüt de doğru amaç olarak bilinir. Savaşa katılanların amaçlarının saf olması gerekir; savaş, uğruna savaşılacak haklı amaca ulaşmanın görünürdeki tek yolu olmalıdır ve o zaman bile gereğinden fazla güç kullanılmamalıdır. Bu dönemde güç kullanımına yönelik olumlu bir yaklaşım da doğmuştur. Şiddetin özünde kötü olmadığı genel bir kabul görmüştür ancak ahlaki açıdan gri bir alandır, onu siyah ya da beyaz yapan uygulayanın amacıdır. Bu nedenle o dönemde teoride “iyi şiddeti”, hatta “haklı zulmü” bile düşünmek mümkündü. Bu, Orta Çağ’daki kutsal savaş kavramının temellerinden birini oluşturuyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih
- Kitap AdıHaçlı Seferleri
- Sayfa Sayısı480
- YazarAltan Çetin
- ISBN9786050842401
- Boyutlar, Kapak15,5x23,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Tarih / 2021