17 Ağustos 1999’da yaşanan Gölcük depremi sonrasında birbirinden ilginç senaryolar ortaya atıldı. Bunlardan en ilginci ise ABD ordusu tarafından Alaska’da konuşlandırılan HAARP projesiyle ilgiliydi. Deprem olaylarından ani iklim değişikliklerine kadar birçok felakete sebep olabilecek bu proje nasıl gerçekleştirildi? Projenin amaçları ve etkileri nelerdir? Gölcük depremi suni bir deprem olabilir mi? Daha önce suni deprem deneyleri yapıldı mı? Elinizdeki kitap, bu akılalmaz projeyle ilgli iddia ve soruların cevaplarını arıyor.
Takdim
17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02
SAAT gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarı kaçarken sanki bir kıyameti yakıyor gibiydiler. Belki de insanların çoğu, Ölümün kendilerine ne denli yakın olabileceğini ilk defa bu kadar yakından gördüler.
Donanma Komutanlığı’nın görkemli devir teslim törenini müteakip, deprem hiç beklenmedik bir zamanda, ansızın çıkagelmişti, iki firkateynin gece boyunca aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Milyarlarca liralık havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra bilim adamlarının “deprem ışıması” dedikleri ancak ne olduğu hâlâ tam olarak anlaşılamayan bir “şey’le aydınlandı. Birkaç saat sonra, o unutulmaz uğultunun ardından bütün Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken, ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu.
Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce insan, teknik yetersizliklerden ölürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken öldü. Kısa süre sonra kamuoyu hummalı bir tartışmanın içinde buldu kendini. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, fay hattının üzerine yerleşim alanlarının kurulması gibi argümanlar sıkça duyulan şeylerdi. Televizyon kanalları tartışma programlarını depreme ayırıyorlardı. Bu sırada deprem anını yasayan insanlar depremle ilgili enteresan şeyler söylemeye başlıyor; kamuoyu tam olarak anlam veremese de iddiaları can kulağıyla dinliyordu. Enkazdan kurtarılan bir bayan, Ali Kırca’nın yönettiği Siyaset Meydanı’nda şunları söylüyordu: “O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi.”
iddialara yenileri ekleniyordu. Depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen “ateş topu” ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı bilim adamlarının görülen ateş topunun “deprem ışıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde de benleri bir ışıma yaşanmadığı sorusunun cevabı net olarak verilemiyordu. Öyle olsa bile, bu da sadece bir tezdi ve geçerliliği de en fazla diğer tezler kadardı.
Bu arada depremden neredeyse iki hafta önce elime geçen bir dergide yer alan ifadeler oldukça ilginçti. Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri daha da şaşırtıcı kılıyordu. Depremin merke2 üssünün Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan dergisinin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi:
“Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere güre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta…”
Bu dergide yer alan ifadeler, depremden tam bir ay önce yazılmıştı. Gölcük’te neler oluyordu? Kocaeli depremi doğal bir afet miydi.’ Yoksa suni olarak yaratılmış olabilir miydi?
Bu konuda hemen deprem sonrasında birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya’ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçeklediğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış, olabilirdi. Nitekim CNN televizyonu Barbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında böyle bit soruyu sormakta herhangi bir beis görmedi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya uzay araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı Fıuure Times’ta yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikâyeydi. Bu senaryoya göre. San Andrcas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilim adamı mucir Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.
Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı “deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra. Değişik zamanlarda Kafkaslarda, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında tektonik uyanlar verilmek suretiyle endüktif deprem yaratma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu.
Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek yüzlerce bilim adamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kore’de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şekilde bazı çıkar gruplarının, terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Bunda da büyük ölçüde başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem, Türkiye’de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.
ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek oradaki, yeraltıdenizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı belki de…
İsrailliler Amerikalılarla gece şartlarında elektro sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikattan (Operation Night Hawk) saat 03:45’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çatışmaya başlayacak ve 12 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı.
Ama o gece sabaha karsı bir şeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Her şey bir anda olup bitmişti. Doğa kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu.
Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın İçinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürpcıdi.
Bu tarihin en büyük felaketlerinden biriydi; hem de insan eliyle yaratılan…
Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Let’spack! We’re moving out! Cali operation oh Right now! Immediately! Stop whinning! Move, nıove, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz… Şimdi.. Hemen! Hadi, hadi!!!)
İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu.
O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adcı savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığıma bağlı tüm birlikler DEFGON 4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.
Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber Önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar, bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbetinden bir daha haber alınamadı.
Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetlerinden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra, teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”
Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4 Botu’nun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenliğin bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kum kapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.
Uçağın sahibi, İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.
Deprem için 1900lerin başından beri çalışan Nicola Tesla adındaki Sırp asıllı bir bilim adamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (Tesla makinesi) kullanıldı. Tesla Makinesi’nin nasıl çalıştığı hâlâ bir sır. ama Amerikalılar’ın uzun zamandır bu makine üzerinde durdukları biliniyordu. Tcsla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında Sibirya’da Tsunga bölgesinde bir deney yapmıştı ve burada meydana gelen parlama sonrası oluşan çevre tahribatı korkunç boyutlardaydı. Hiroşima’nın 40,000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı. Patlamanın etkisi kilometrelercekare alana yayılmıştı.
Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalıntısı yoktu. Bu durumda bir göktaşının düşmüş, olması ihtimali ortadan kalkıyordu. Bilim adamları Tsunga’da ne olduğunu hâla tam olarak çözmüş değillerdi. Ancak yıllardır Avustralya’da, karada, açık arazide ve Kaliforniya’da da su üstü ve sualtı askeri tesislerde bu deprem (Tesla) makinesinin denenmekçe olduğu da sır değil. Burudaki garip tabiat olayları ve sık sık olan depremler ile bilgiler internetteki sitelerde bite yer almakta. Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu acayip doğa silahı x daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı amaçlarla da kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom bombası ve TNT gibi).
Makinenin Kaliforniya’da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinesi sayesinde fay hattındaki enerji birikimi çok yüksek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken, suni depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti. Ancak bu teorinin denenmesi ve deneylerle geliştirilmesi gerekliydi. Hata ve kusurların asgariye indirilmesi şarttı.
Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye’deki Kuzey Anadolu fay haltıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa tıp birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi Kalifoniya’daki, gelecekte olacak depremler için çok şey öğretebilecekti. Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı; bu ve buna benzer deprem bölgelerinde.
Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti bu. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu.
Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makine askeri nitelikteydi ve onunla ilgili her şey “Çok Gizli” damgasını taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit’teki fay hattındaki hareketleri ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesten habersiz ama çok yakından takip ettiler.
MTA’nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar. Son gerilimi de böylece çok önceden haber aldılar. Ancak ABD’nin bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilim adamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçlan doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilim adamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.
İzlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul’u da tehdit edecek hale gelebilirdi. Bu noktada, Amerikalılar acaba konuyu Türk makamlarına haber vermiş miydi?
Ama o gece Gölcük’te askeri tesiste ve Marmara Denizi’nde bu Tesla makinesi kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Türk makamlarına acaba bilgi verilmiş miydi? Yoksa Türk makamlarına İstanbul’da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini mi söylemişlerdi? Yoksa bunun rutin bir askeri durum olduğunu mu düşünüyorlardı? Bu soruların cevapları…
“Haarp / Kıyamet Teknolojisi” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Komplo Teorileri Popüler Kültür
- Kitap AdıHaarp / Kıyamet Teknolojisi
- Sayfa Sayısı139
- YazarAydoğan Vatandaş
- ISBN9753625510
- Boyutlar, Kapak 13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2009
Artık gerçekler su üstüne çıkmaya başladı ama tabiki herzaman olduğu gibi yine inkâr edecekler. ..