Alice ve Eileen, farklı şehirlerde yaşayan, otuzlarına yaklaşan iki arkadaş. Roman yazarı Alice, flört uygulaması sayesinde bir depo işçisi olan Felix’le tanışıp yakınlaşır. Eileen ise sona eren ilişkisinin yaralarını sarmaya çabalarken bir yandan da çocukluk arkadaşı Simon’ın çekimine kapıldığını hisseder.
Alice ve Eileen ilişkiler, sanat, edebiyat ve günbegün belirsizleşen gelecekleri hakkında yazışırken hem arkadaşlıklarını hem de hayata bakışlarını sorgulamaya başlarlar. Zira aşklarına, kalp kırıklıklarına, günü yaşamaya ve muhabbetlerine tepelerinden ayrılmak bilmeyen bir bulut eşlik eder. Karanlıktan önceki son durak mıdır bu? Güzel bir dünyanın varlığına inanmanın bir yolu var mıdır?
Sally Rooney insan doğasını kavrayışındaki yeteneğini bir kez daha samimi ve yalın bir dille gözler önüne seriyor.
“Güzel Dünya, Neredesin? Rooney’nin şimdiye dek yazdığı en iyi roman. Mizahi ve zeki diyaloglarıyla, birbirleriyle çaresizce bağ kurmaya çalışan karakterleriyle muhteşem bir eser.”
Brandon Taylor, The New York Times Book Review
“Yazarın yeteneğini gözler önüne seren bir eser. Diyaloglar asla aksamıyor, nesri sayfayı yakıp kül ediyor.”
Anne Enright, The Guardian
*
“Bir şeyler yazdığım zaman, genellikle yaptığımın çok
önemli olduğunu ve büyük bir yazar olduğumu
düşünürüm. Ama, ruhumun bir köşesiyle her zaman ne
olduğumu, yani küçük, küçücük bir yazar olduğumu
çok iyi bilirim. Yemin ederim ki bunu bilirim. Ama bu
beni pek de ilgilendirmez.”
Natalia Ginzburg, “Mesleğim”
(çev. Şemsa Gezgin)
1
Bir kadın bir otelin barında oturmuş kapıyı izliyordu. Giyimi özenli ve düzgündü, beyaz bir bluz giymiş, sarı saçlarını kulaklarının arkasına atmıştı. Gözlerini telefonun ekranındaki mesaj arayüzüne indirdi, sonra tekrar kapıya baktı. Mart sonuydu, içerisi sakindi ve sağındaki pencerenin öbür yanında güneş Atlantik sularında batıyordu. Yediyi dört geçiyordu başta, derken beş, derken altı. Belli bir amaç gütmeden tırnaklarına şöyle bir baktı. Yediyi sekiz geçe bir adam içeri girdi. Minyon yapılı ve esmerdi, ince bir yüzü vardı. Sağa sola, diğer müşterilerin yüzlerine bakındı, sonra telefonunu çıkarıp ekrana baktı. Penceredeki kadın onu fark etmişti ama izlemek dışında onun dikkatini çekecek bir şey yapmadı. Aynı yaşlardaydılar; ya yirmilerinin sonlarında ya da otuzlarının başlarında. Adamın kendisini görüp yanına gelmesini durup bekledi.
Alice? dedi adam.
Benim, diye cevap verdi kadın.
Tamam, ben de Felix. Affedersin, geciktim.
Alice kibar bir sesle yanıt verdi: Dert değil. Felix ona ne içmek istediğini sordu, sonra sipariş vermek için bara gitti. Bardaki garson kadın Felix’e iyi olup olmadığını sordu, o da yanıtladı: İyi işte, n’olsun, senden? Bir votka tonik, bir fıçı bira söyledi. Tonik şişesini masaya götürmek yerine kıvrak ve ustalaşmış bir bilek hareketiyle bardağa boşalttı. Masadaki kadın parmak uçlarını bira altlığına vurarak bekliyordu. Dışarıdan bakıldığında adam geldiğinden beri kendine gelmiş, canlanmış gibiydi. Dönüp dışarıdaki günbatımına baktı, ilgisini çekmiş gibi, oysa biraz önce hiç ilgilenmemişti. Adam dönüp içkileri masaya bıraktığında kadın, biradan taşan damlanın bardağın kenarından aşağı hızla kaymasını seyretti.
Yeni taşındığını söylüyordun, dedi Felix. Değil mi?
Alice başıyla onayladı, içkisinden bir yudum aldı ve üstdudağını yaladı.
Nereden esti peki?
Nasıl yani?
Ne bileyim, genelde insanlar bu taraflara taşınmaz da. Buradan taşınıp giderler, daha normal olanı budur. İş için gelmiş olamazsın, değil mi?
Hı? Yok, pek sayılmaz.
Bir anlığına göz göze geldiklerinde Felix’in açıklama beklediği anlaşıldı. Alice’in yüzünde bir ifade belirip kayboldu, sanki bir şeye karar vermeye çalışıyordu; sonra hafiften samimi, neredeyse karşısındakini bir sırra davet eden bir gülümseme takındı.
Aslında bir yerlere taşınmaya niyetliydim zaten, dedi. Sonra sizin kasabanın hemen dışındaki bir evden haberim oldu, bir arkadaşım sahiplerini tanıyor. Evi satılığa çıkarmışlar ama alan olmamış, bari alıcı çıkana kadar biri kalsın demişler. Ben de deniz kenarında yaşamanın güzel olacağını düşündüm işte. Ani bir karardı anlayacağın. Dolayısıyla… Neyse hikâye bu kadar, başka bir sebebi yoktu.
Felix içkisini yudumlayarak onu dinliyordu. Sonlara doğru Alice’e bir gerginlik gelmiş gibiydi, nefes nefese oluşundan ve hafif kendisiyle alay eden yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Felix bu gösteriyi kayıtsızca izledi, sonra kadehi masaya bıraktı.
Anladım, dedi. Daha önce Dublin’deydim mi demiştin?
Farklı farklı yerlerde. New York’taydım bir süre. Aslen Dublin’liyim, sana söylemiştim galiba. Ama geçen yıla kadar New York’ta yaşıyordum.
Ee, burada ne yapacaksın? İş falan mı bakacaksın?
Alice duraksadı. Felix gülümseyerek arkasına yaslandı, gözlerini ondan ayırmıyordu.
Seni soru yağmuruna tuttum, affedersin, dedi. Henüz seni çözebilmiş değilim.
Yok, rahatsız olmadım. Ama cevap vermekte iyi olmadığımı görmüşsündür.
Ne işle meşgulsün peki? Bu son sorum olsun.
Gergin bir gülümsemeyle karşılık verdi Alice. Yazarım ben, dedi. Söylesene, sen ne iş yapıyorsun?
Benimkisi öyle değişik bir şey değil. Aslında neler yazdığını merak ettim ama sormayacağım. Ben kasabanın dışında bir depoda çalışıyorum.
Ne iş yapıyorsun?
Ne yapıyorum, ne yapıyorum, diye tekrar etti Felix felsefi bir edayla. Siparişleri raftan alıp yük arabasına yerleştirmek ve paketleme yerine götürmek. Çok heyecanlı değil anlayacağın.
Sevmiyor musun işini yani?
Deli misin, hayır, dedi Felix. Yerin dibine batsın.
Ama severek yapacağım bir şey olsa para vermezler, değil mi? Çalışmak böyle bir şey, sevilecek bir tarafı olsa bedavaya yaparsın zaten.
Alice gülümsedi ve haklı olduğunu söyledi. Dışarıda hava kararmıştı, karavan parkındaki ışıklar birer birer yanıyordu; sokak lambalarından yayılan serin tuzlu parıltı ve pencerelerde sıcak, sarı ışık. Barın arkasındaki garson kadın masaların arasında dolaşmaya başlamış, boş olanları ıslak bezle siliyordu. Alice adındaki kadın birkaç saniye onu izledi ve sonra tekrar adama baktı.
Ee, insanlar burada eğlenmek için nereye gider? diye sordu.
Her yerde olduğu gibi. Birkaç pub var civarda. Ballina yolu üzerinde bir gece kulübü var, arabayla yirmi dakika. Lunapark filan var tabii, ama onlar çoluk çocuğa göre şeyler. Henüz burada pek arkadaşın yoktur herhalde, değil mi?
Buraya taşındığımdan beri ilk sohbet ettiğim kişi galiba sensin.
Felix kaşlarını kaldırdı. Çekingen biri misindir? diye sordu.
Öyle miyim sence?
Birbirlerine baktılar. Alice’in gergin ifadesi kaybolmuştu, sanki mesafeli görünüyordu; Felix’in gözleriyse bir şeyin parçalarını bir araya getirmek ister gibi Alice’in yüzünde gezindi. Bir-iki saniye sonraki ifadesine bakılırsa, başarılı olduğunu düşünmüyordu.
Olabilirsin bence, dedi Felix.
Alice nerede yaşadığını sorunca Felix civarda arkadaşlarıyla bir ev kiraladığını söyledi. Sonra pencereden dışarı bakarak bulundukları yerden, oturduğu sitenin hayal meyal görülebildiğini ekledi, karavan parkının hemen ilerisindeydi. Göstermek için masanın üzerine eğildi ama sonra çok karanlık olduğunu söyleyip vazgeçti. Neyse işte, hemen karşı yakada kalıyor, dedi. Eğildiği sırada ona yaklaşınca göz göze geldiler. Alice bakışlarını aşağı indirdi, Felix tekrar yerine otururken gülümsemesini bastırıyor gibiydi. Anne babasının hâlâ bu muhitte olup olmadığını sordu Alice. Felix annesinin bir yıl önce öldüğünü, babasının da “kim bilir nerede” olduğunu söyledi.
Gerçi atmayayım şimdi, muhtemelen Galway gibi bir yerdedir, diye ekledi. Arjantin’de falan ortaya çıkacağı yok. Yine de onu yıllardır görmedim.
Annene üzüldüm, dedi Alice.
Ya evet. Sağ ol.
Ben de babamı görmeyeli epey oldu aslında. Kendisi… pek güvenilir biri değildir.
Felix bakışlarını kadehinden kaldırdı. Öyle mi? dedi. İçer mi?
Hı hı. Bir de işte… palavracının tekidir. Felix başını salladı.
O senin işin sanıyordum.
Bu lafın üstüne Alice kıpkırmızı kesildi, bu da Felix’i şaşırtmış, hatta biraz endişelendirmiş gibiydi. Çok komiksin, dedi Alice. Her neyse. Bir içki daha alır mısın?
İkinciden sonra üçüncüyü söylediler. Felix ona kardeşi olup olmadığını sordu, Alice kendisinden küçük bir erkek kardeşi olduğunu söyledi. Felix’in de bir erkek kardeşi vardı. Üçüncü içkiyi bitirdiklerinde Alice’in yüzü pembeleşmiş, gözleri ayna gibi parlamıştı. Felix bara geldiğinde nasıldıysa hâlâ öyle görünüyordu, ne halinde ne tavrında bir değişiklik vardı. Alice’in bakışları gitgide salonda gezinmeye ve çevresini genel bir ilgiyle seyretmeye başlamışken, Felix’in ona olan ilgisi derinleşmiş ve yoğunlaşmıştı. Alice boş kadehindeki buzları şıngırdatıp eğlendi.
Evimi görmek ister misin? diye sordu. Ne zamandır havasını atmak istiyorum ama davet edeceğim kimse yok. Yani arkadaşlarımı davet edeceğim tabii. Ama hepsi farklı farklı yerlerdeler.
New York’tadırlar.
Çoğu Dublin’de.
Ev hangi tarafta? dedi Felix. Yürüyerek gidebiliyor muyuz?
O da laf mı, yürürüz tabii. Hatta mecburen yürüyeceğiz. Ben araba kullanmayı bilmem, sen?
Şu an kullanamam, hayır. Daha doğrusu gözüm yemez. Ama ehliyetim var, evet.
Demek öyle, diye mırıldandı Alice. Ne romantik. Bir içki daha alır mısın, yoksa kalkalım mı?
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGüzel Dünya, Neredesin?
- Sayfa Sayısı328
- YazarSally Rooney
- ÇevirmenEmrah Serdan
- ISBN9789750756832
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kayıtsız Adam ~ Marcel Proust
Kayıtsız Adam
Marcel Proust
Kısa ömürlü bir dergide yayımlanan, sonra herkes tarafından unutulan Proust’un bu öyküsü, Philip Kolb tarafından yeniden bulunmuştur. Öykü 1896 yılında La Vie contemporaine dergisinde...
- Karanlıktaki Adam ~ Paul Auster
Karanlıktaki Adam
Paul Auster
“Uçsuz bucaksız Amerika kırsalının bir beyaz gecesinde daha, dünyayı kafamın içinde döndürerek yeni bir uykusuzluk nöbetiyle boğuşurken karanlıkta tek başınayım…” 72 yaşındaki eski kitap...
- Tom Sawyer ~ Mark Twain
Tom Sawyer
Mark Twain
Tom Sawyer, ünlü Amerikalı yazar Mark Twain’in kendi hayatından izdüşümleri taşıyan bir macera romanı. Olaylar, genellikle “İç Savaş” öncesi Amerikası’nın Mississippi Irmağı kıyısındaki bir...