Bernard Longueville, Sienna’ya geldiğinde, orada sadece 2 gece kalmayı planlıyordur ama yaşam karşısına güzel bir kız olan Angela Vivian’ı çıkartır. Sienna’nın doğal güzelliği içinde, aniden karşısına çıkan bu güzel kızı, çizmekte olduğu resme dâhil eden Bernard, artık kendisini Sienna’dan uzaklara taşıyacak herhangi bir nedene sahip olmadığını görür şaşırarak. Aşk, hiç bilmediği bir anda karşısına dikilmiş ve onu başka birine çevirmeye başlamıştır bile. Bu hırçın kızın çaldığı kalbine rağmen, kendisine çılgın bir bilim adamı diyen Gordon Wright’ın yanına gider ve arkadaşının da aynı kıza aşık olduğunu öğrenir. Angela ile evlenmek isteyen Gordon ile tartışır ve onu bu karardan caydırmaya çalışır. Bunu başarır da. Bernard birkaç yıl sonra yeniden karşısına çıkan Angela’yı ne kadar derinden sevdiğini anlayacak ve sonunda kendisine evlenme teklif edecektir.
Henry James, edebiyattaki ve dönemi anlatmadaki ustalığını daha ilk yazılarından itibaren göstermiş olan büyük bir yazar ve düşünürdür. Güven, Henry James’in kendi yaşamında da karşı karşıya kaldığı bir ikilemi gözler önüne serer. Mantık ile duygular arasında kalmış bir adamın iç dünyasını, dönemin yaşantısını ve pek çok önemli değer yargısını vurgulayan Güven, James’in baş tacı edilecek romanlarından biridir.
Yaşamında mükemmel kararlar alınamayacağının, her şeyi doğru yapmanın mümkün olmadığını ve çoğu kez hem mantık hem de duyguların ortak bir çözümde bir araya getirilmesi gerektiğini, James kadar ustaca ve şiirsel anlatmak zor, Klasik İngiliz Edebiyatı’nın dev ismi Henry James, Güven romanı ile sonunda Türkçede…
***
-1-
Nisan ayının ilk günleriydi; Bernard Longueville kışı Roma’da geçirmişti. Alplerin ötesinden onu çağıran birkaç sosyal görevin bilincinde olarak kuzeye doğru ilerledi; ama İtalya baharının büyüsüne kapılmıştı ve orada oyalanmak için bahaneler üretti. Öyle ki iki günden fazla zaman harcamaya niyeti olmadığı Siena’da beş gün kalmıştı ve henüz yolculuğuna devam etmesinin de mümkünatı yoktu. O, düşünceli ve şüpheci bir devrin genciydi ve bu da İtalya’ya ilk gelişiydi. Bu yüzden yolda çok oyalansa da sert bir şekilde yargılanmamalıydı. Çizime meraklıydı ve birkaç resimli not almak gerektiğinin de bilincindeydi zaten. Siena’da iki tane eski meyhane vardı. İkisi de çok eski ve çok kirliydi. Longueville’in kaldığı yere karanlık, bunaltıcı ve kemerli bir yoldan giriliyordu. Uzaktan, gezginlerin tüm umutlardan vazgeçip Dante Emri olarak okuyabilecekleri bir tabelası vardı. Diğer meyhane de çok uzakta değildi. Gelişinin ertesi günü oradan geçerken büyük Anglo-Sakson turistleri derneğine üye olduğu aşikâr olan, içlerinden birinin genç ve kendisini çok iyi sunan biri olduğu iki kadını oraya girerken gördü. Lakin Longueville kibarlıktan nasibini fazlasıyla aldı ve bu durum onda bir pişmanlık uyandırdı. Diğer meyhaneye gitmiş olsaydı çekici arkadaşları olabilirdi. Kendi kaldığı yerde, yemek odasında adi tütün içen estetik Almandan başka kimse yoktu. Kendi kendine şansının hep böyle olduğunu düşündü ve bu düşünce de adamın özelliğiydi; bu düşünce o anın hissettirdiğiyle ilgiliydi ama kesinlikle hepsi sadece bu değildi; belirli durumlarda ortaya çıkan güçlü bir etkinin sonucuydu hissettikleri. Lakin Longueville’in kariyerine güzel tesadüfler, özellikle de meşk isteğinin paslanmasına izin vermeyen kibarlık özelliğine tesadüfler serpiştiren İlahi’ye şükranda başarısızdı. Yine de kendisiyle alakalı şeylerin güzelliğinden eğlence yaratarak Toskana¹ Nisanı’nın açık ve hoş günleri sayesinde yeterince mutlu bir şekilde aylaklık etti. Birkaç yıldan beri Siena, Ortaçağ’ın modern hayal gücüne mükemmel bir hediyesiydi. Başka hiçbir İtalyan şehri eskimiş görgüleri yeniden canlandırma meraklısı bir gözlemcinin daha çok ilgisini çekemezdi. Bu, gerçek edebiyat beğenisi olan ve bir zamanlar ortaçağ tarihine birkaç eğlenceli gezi yapmış Bernard Longueville’in zevkiydi. Arkadaşları onun çok zeki olduğunu düşünürdü; ama aynı zamanda da onun bilgiçlik taslamadan çok uzakta olduğunu hissediyorlardı. Sahiden de zekiydi ve mükemmel bir arkadaştı. Ama zekâsının asıl derecesi kendini eğlendirmedeki başarısıydı. Kendi usuyla sohbet etmenin müptelasıydı ve kendisinin yarattığı arkadaşlıktan fazlasıyla zevk alıyordu. Arkadaşlarıyla konuştuğu zamanki gibi zeki; ama en iyi şeylerinin bile, deyim yerindeyse, ona da iyi gelip gelmediğinden emin değilim. Ve de bu hiçbir şekilde hemcinslerinin zekâsını küçük düşürücü tavırlardan herhangi biri yüzünden değildi. Yalnızca diğer insanların çoğundansa kendi ardakaşlarının daha özendirici olduğunu düşünmem yüzündendi. Fakat yalnızlığa düşkünlüğü bu sebepten değildi. Tam tersine çok sosyal bir varlıktı. Başlangıçta birkaç hususta kendisiyle çelişen bir doğasının olduğunu kabul etmeliyiz ki bu öykünün devamında da hissedilecektir.
Siena mimarisi, eski Toskana sanatı, İtalya sokak hayatı ve Apenin Dağları’nın coğrafik özellikleri üzerine derin derin düşünerek ve hayaller kurarak kendini eğlendiriyordu. Diğer meyhaneye gitmiş olsaydı, suratı ona dönük olmayan, bir şekilde loş ana kapının altından geçerken gördüğü hoş görünümlü genç kadın bu düşünsel ziyafette ona eşlik ediyor olabilirdi. Sonra bir gün bir anlığına, onu buna ikna edebilse ziyafetin kırıntılarını toplayabilirmiş gibi göründü. Longueville her sabah kahvaltıdan sonra at nalı şeklindeki muazzam Siena meydanında volta atardı. Bu meydanda pazar, kaptanın şapkasındaki tüy kadar önemsiz bir akımla meydana gelen dümdüz ve yüksek kulenin sarkık kornişlerinin olduğu mazgallı sarayın pencerelerinin altında kurulur. Burada esmer, İtalyan çiftçinin eşeğini rahatlatmasını izleyerek, bir demet havuç için yarım saatlik pazarlığın seyrine dikkat kesilerek, canlı, misket gibi gözlü genç kadının onun eskizini çizmesine izin vermesini umarak, kocaman mavi gökyüzüyle zıtlık oluşturmasına rağmen güzel ve incecik küledeki ara resimlere bakarak dolanıp durdu. Bir haftasının büyük bir çoğunluğunu bu derin düşüncülerle geçirdikten sonra Siena’dan gitmeye karar verdi. Ancak yaptığı çizimlerden memnun değildi. Siena çizmek için müthişti; ama bu konuda çok faal olmamıştı. Ziyaretinin son sabahında, kalabalık meydanda etrafına bakınırken bu yerin güzelliğine rağmen resim sehpası kurmak için kullanışsız bir yer olduğunu hissetti. Ama sonra buranın aksine, boş kilisenin açık kapısının üstündeki kaviste günışığına maruz kalmış soluk bir duvar resmiyle ve kapının yanında üç ayaklı taburede oturan yaşlı dilenci kadınla birlikte üç veya dört eskimiş nesnenin güneşte pinekliyor gibi göründüğü surun üstünde bitişen garip bir terasın köşesine yaptığı ilk yürüyüşlerden birinde tesadüfen bulduğu kasabanın bir başka sessiz köşesini anımsadı. Küçük terasın, baktığınızda garip ve koyu siyah tepeleri gördüğünüz bir manzarayla karşılaşacağınız, neredeyse bir insanın göğsü kadar yüksek, cilası eski korkulukları vardı. Kasaba suru sola doğru kavis çıkıntısı yaparak ortaya bakımsız ve eskimiş bir durum koymuştu. Kilisenin duvarında pürüzsüz bir taş bank vardı ki Longueville orada ipuçlarını verdiğim şirin tasvirin ve ön plana çıkan teras korkuluklarının oluşturduğu kompozisyonu inceleyerek bir saat oturdu. Bu kompozisyon ressamların tema dediği şeydi ve o da aletleriyle tekrardan oraya geri geleceğine dair kendi kendine söz verdi. Bu sabah meyhaneye dönüp aletlerini aldı. Ardından da surun içinde ve kasabanın kenarındaki, giyen kişinin yaşlılıktan çektiği bir sürü giysi yığını gibi olan boş sokakların labirentinde ağır ağır ilerledi. Çimenli terasına ulaştığında orasını önceki kadar güneşli ve sessiz buldu. Yaşlı dilenci kilise kapısında kutsal ve dünyevi niyazlar mırıldanıyordu. Ancak yine de bu sessizlik bozulmamıştı. Bu sapsarı güneşışığı bir yandan surun yüzeyini ısıtıyordu bir yandan da Etruscan tepelerinin derelerini parıldatıyordu. Longueville boş banka oturup taşınabilir küçük aletlerini düzenledikten sonra fırça darbelerini indirmeye başladı. Bu sessiz ortamda, kasabadaki uzak bir çanın öğle vaktini vurduğunu duyduğunda oluşan kesintiye kadar hiçbir engelin olmadığı gibi hoş bir duyguyla hızlı ve rahat bir şekilde çalıştı. Bundan kısa bir süre sonra başka bir kesinti daha oldu. Yumuşak ayak sesleri onun başını kaldırıp bakmasına sebep oldu. Ve orada durup bakışlarını zarif ressama yöneltmiş genç bir kadın gördü. İkinci bir bakış onun, annesiyle birlikte diğer meyhaneye girerken gördüğü güzel kız olduğunu kesinleştirdi ve daha az önce küçük kiliseden çıktığı belliydi. Nedenini neredeyse hiç bilmiyorum ama Longueville onu fark etmeden önce kızın ona bakıyor olabileceğinden şüphelendi. Kızın onun hakkında ne düşündüğünü sormak muhtemelen cıvıklık olurdu; fakat Longueville bu bir anlık boşlukta genç kadına dair birkaç düşünceye vardı. Bunlardan biri daha cesur görünmesinden çok kızın güzel bir varlık olduğu düşüncesiydi. Diğerinin külfetiyse-evet kesinlikle- kızın bir memleketlisi olmasıydı. Neredeyse bakışları Longueville’in gözleriyle buluşur buluşmaz kafasını başka yöne çevirdiğinden bir anlık tereddütten sonra eli şapkasına gidip çıkartmaya zar zor zaman bulabilmişti. Onun da bir tereddüt yaşadığı görünüyordu. Geriye doğru adımlama dürtüsü altındaymış gibi bakışlarını tekrardan kilise kapısına yöneltti. Orada biraz daha durdu – onun, doğal tutumları olan bir insan olduğunu görmesini sağlayacak kadar uzun- ve sonra yavaşça terasın korkuluklarına doğru gitti. Burada kollarını yüksek taş çıkıntıya dayalı, Longueville’e sırtını gösterir ve taşra İtalya’yı seyreder bir şekilde durmuştu. Longueville çizimine, öncekinden daha dikkatsiz bir şekilde devam etti. Bu genç kadının orada tek başına ne işi olduğunu merak ediyordu. Sonra ona eşlik edenin – yani annesinin- muhtemelen kilisede olduğu aklına geldi. Bu iki kadın Longueville oraya geldiğinde kilisedeydi; kadınlar kilisede olmayı severler. Yarım saatten fazla bir süredir oradaydılar; ama annesi henüz usanmamıştı bile. Genç kadın, her nasılsa, Longueville’in resmettiği manzarayı tercih etmişti. Kadının ön planın tam da merkezinde durduğunun farkına varmıştı. Longueville’in ilk kanısı resmini bozacağı şeklindeydi; ama sonra da resmini kıymetlendireceğini düşündü. Sadece tek kolu korkuluğa dayanırken diğer elinin onun tarafında asılan katlanmış güneşliği tuttuğu görüntüsü de yavaş yavaş çizimde yer almaya başlamıştı. O kadar hareketsiz duruyordu ki neredeyse resmedilmek için bile bile orada duruyormuş gibiydi. Evet, kesinlikle resmi kıymetlendirmişti. Gösterişli şapkasının berrak gölgesinde gökyüzüne karşı beliren görünümü zarif ve inceydi. Yüzü de aydınlıktı. Eğildi ve rahatça yaslandı. O zamanlarda moda olan ve kıpkırmızı kombinezonunu gösterecek şekilde bağlanmış kül renginde bir elbise giyiyordu. Pozisyonunu korumaya devam etti. Manzaraya dalmış görünüyordu. Longueville, “Poz mu veriyor, benim yararım için mi böyle pozlar yapıyor acaba?” diye kendi kendine sordu. Sonra da bu gereksiz bir varsayımmış gibi göründü gözüne. Çünkü zaten manzaranın kendisi bakmak için yeterince güzeldi ve güzel bir kadının böyle bir manzarayı sevmemesinin de imkânı yoktu. “Fakat poz veriyor mu yoksa vermiyor mu?” diye sormaya devam etti. “Çizimime onu da katacağım. O kendini basitçe kattı bile zaten. Bu da insanların ilgisini çekecek. İnsanların ilgisini çekmek gibisi de yoktur.” Sahip olduğu bu hazır yetenek sayesinde genç kızın tasvirini resmine yerleştirmişti. On dakikanın sonunda da çizdikleri resme benzemeye başlamıştı. “Sadece on dakika daha hareketsiz kalırsa, bu şey tam gerçek bir resim olacak,” dedi. Fakat ne yazık ki genç hanım hareketsiz kalmadı. Görünüşe bakılırsa duruşu ve seyri kendisine yetmişti. Yeniden Longueville’e dönerek tekrardan kiliseye girecekmiş gibi geri geldi. Kiliseye dönmek için de onun yanından geçmek zorundaydı. Kız yaklaştıkça bir elinde çizimiyle içgüdüsel olarak doğruldu. Longueville’in kafasında “çarpıcı” olarak canlandırdığı ifadesiyle kız birkaç dakika önceki koyu ve yaman gözleriyle ona yeniden baktı. Saçları siyah ve gürdü; dikkat çekici bir şekilde etkileyici bir kızdı. Kendine güvenir bir şekilde İngilizce olarak “Kımıldadığına çok üzüldüm,” dedi. “O kadar güzelsin ki.”
Durdu ve hiç olmadığı kadar direkt bir şekilde ona baktı. Longueville’in ona doğru uzattığı çizime de baktı. Gelgelelim kız, sadece çizime bir göz attı, bakışlarıysa Longueville’e kilitlenmişti. Kızın utanıp utanmadığını bilmiyordu. Sonradan korkmuş olabileceğini düşündü. Bütün bunlara rağmen Longueville’in söylediklerine karşı kızın söylediği tam olarak dehşet verici sayılmazdı.
“Size minnettarım. Bana yeterince baktığınızı düşünmüyor musunuz?”
“Asla. Çizimimi bitirmeyi çok isterim.”
“Ben uzman bir model değilim,” dedi genç kız.
Longueville gülerek “Hayır, ben açıklayamadım,” dedi. “Size emeğinizin karşılığını ödemeyi teklif edemem.”
Genç kız bu şakayı farklı bir şekilde anlamış gibi görünüyordu. Sessizce döndü; ama kızın ifadesindeki bir şey o anda bu durum karşısında, Longueville’in hissettiği bir şey, onu daha soylu bir davranışa yöneltti. İnanılmaz bir ikna etme ihtiyacı duydu.
“Anlayacağınız saf güzellik olacak,” diye devam etti. “Basit bir hayır işi. Beş dakika yetecek. Beni bir İtalyan dilencisi olarak görün.”
Çizimi bıraktı ve öne doğru adım attı. Longueville orada ellerini çırpıp gülümseyerek saygılı bir şekilde duruyordu.
Söyleyecekleri bittiğinde genç kız çok tuhaf biri olduğunu düşünüyormuşçasına yeniden Longueville’e baktı; fakat memnun görünüyordu. Şimdi hiç olmazsa korkmuyordu. Hatta Longueville’i birazcık teşvik etmek için hevesli bile sayılırdı.
“Annemin yanına gitmek istiyorum,” dedi kız.
Genç adam “Anneniz nerede?” diye sordu.
“Kilisede tabii ki. Buraya yalnız gelmedim.”
“Tabii ki yalnız gelmediniz; ama anneniniz içerde gayet hoşnut olduğundan emin olabilirsiniz. Daha önce bu küçük kilisede bulunmuştum. Büyüleyici bir yer. Muhtemelen yorulmuştur ve orada dinleniyordur. Bana nazikçe bir beş dakika daha verirseniz anneniz size gelecek.”
Genç kız “Beş dakika mı?” diye sordu.
“Beş dakika yetecektir. Size sonsuza dek minnettar kalacağım.” Longueville bunu dediği için kendinden memnundu. Çizimini ima ettiği kelimelerden daha az düşünüyordu; ama her nedense bu endamlı yabancının önerisini kabul etmesini çok önemsiyordu.
Endamlı yabancı çizime yeniden bir bakış fırlattı.
“Resminiz bu kadar iyi mi?” diye sordu.
Gülerek “Çok yetenekliyim,” diye yanıtladı. “Bittiğinde kendiniz de göreceksiniz.”
Yavaşça yeniden terasa doğru döndü.
“İstediğinizi yapmama beni ikna ettiğiniz için kesinlikle çok yeteneklisiniz.” Daha önce durduğu yere doğru yürüdü. Longueville kastettiği pozu göstermek istercesine onunla gitmek için girişimde bulundu; ancak genç kız çizim gereçlerini işaret ederek:
“Sadece beş dakikanız var,” dedi. Hemen işine geri döndü. Genç kız da pozunu takınmak için belli belirsiz bir hareket yaptı ve hemencecik, “Bu poz iyiyse bana söyleyin,” diye ekledi.
Longueville kıza bakıp fırçasını çizimine sürterken mutlu bir şekilde “Çok güzel,” diye karşılık verdi. “Bu kadar çok zahmete katlandığınız için son derece naziksiniz.”
Bir an hiç karşılık vermedi; ama sonra da:
“Tabii poz verebiliyorsam, güzel poz vermeyi isterdim,” dedi.
Longueville, “Mükemmel poz veriyorsunuz,” dedi.
Bundan sonra kız hiçbir şey söylemedi. Longueville de birkaç dakikadır hızlı ve sessiz bir şekilde resmini yapıyordu. Son derece heyecanlıydı ve düşüncelerinin akımı da fırçasına ayak uyduruyordu. Mükemmel poz verdiği bir gerçekti; resmedilmek için zarif biriydi. Güzelliği Longueville’e ilham vermişti. Şimdilik gördüğünden memnun olduğu için bir de kızın cesareti ilham vermişti. Sözüm ona cesaretinin bayağı cesaret değil de hakiki ve muhtemelen enteresan bir karakterin oyunu olduğunu anladığında kızın kim olduğunu ne olduğunu merak etti. Mükemmel bir kadın olduğu apaçıktı; buna ek olarak hoyrat zerafeti de apaçıktı. Longueville genç model tam bir başarıydı hem de cazibeli bir başarı diye düşündü son fırça darbelerini yaparken. Longueville bunu yaparken modelinin annesi de görünmeye başladı. Kiliseden çıktı ve durup bir an kızına ardından terasın köşesindeki genç adama baktı. Sonra da dosdoğru genç kıza gitti. Yumuşak ve hızlı adımlarla narin ve kısa boylu bir hanımefendiydi.
Longueville’in beş dakikası sona erdi ve yerinden ayrılarak elinde çizimiyle iki hanımefendiye doğru yaklaştı. Daha yaşlı olan, yani kızının koluna giren, saf ve şaşırmış gözlerle ona baktı; oldukça alımlı yaşlı bir bayandı. Gözleri çok çekiciydi ve bunlara eşlik eden bir çift ince ve kara kaşın üstünde oldukça kıvrım kıvrım yapılmış bir tutam kır saç vardı.
Kızı, Longueville yaklaşırken, “Bu benim portrem,” dedi. “Bu beyefendi beni çiziyordu.”
“Seni mi çiziyordu biriciğim?” diye homurdandı annesi. “Sence de çok ani, değil mi?”
Genç kız yüzünde bir gülümsemeyle “Çok ani- birden bire!” diye haykırdı.
Longueville yaşlı bayana resmi uzatarak, “Tüm bunları düşündüğümüzde bu çok güzel,” dedi ve kadın da resmi alıp incelemeye başladı. Modeline, “Size ne kadar teşekkür etsem azdır,”diyerek gülümsedi.
“Bana şimdi teşekkür etmiş olmanız ne kadar da güzel,”diye karşılık verdi. “Çizime başlamaya gerçekten hakkınız yoktu.”
“Karşı koyması o kadar zordu ki.”
“Karşı koymamız gerek ama. Benim iznimi almalıydınız.”
“Beni reddetmenizden korktum; orada öylece görüş alanımda duruyordunuz.”
“Görüş alanınızdan çıkmamı istemeliydiniz.”
“Çok üzgünüm; ama bu oldukça kaba olurdu.”
Genç kız bir anlığına Longueville’e baktı.
“Evet, bence de kaba olurdu. Ancak yaptığınız daha kaba.”
Longueville “Bu karmaşık bir mesele!” dedi. “O halde ne yapmam icap ederdi?”
Yaşlı kadın portreyi Longueville’e uzatırken “Güzel bir çizim,” diye mırıldandı. Bu esnada kızıysa portreye bakmamıştı bile.
Münakaşacı genç, “Ben gidene kadar bekleyebilirdiniz,” diye devam etti.
Longueville başını iki yana salladı.
“Hiçbir fırsatı kaçırmam!”
“Beni daha sonra hatırladığınız kadarıyla çizebilirdiniz.”
Longueville gülümseyerek kıza baktı.
“Şimdi hafızama ne kadar iyi kazınacağını bir düşünsenize!”
Kız da birazcık gülümsedi; ama sonra aniden ciddileşti.
“Benim için bu sadece unutmaya çalışacağım bir hadise. Burada oynadığım rolden hoşlanmadım.”
Longueville, “Asla yakışıksız bir rol oynamadınız,” diye haykırdı. “Umarım en azından anneniz bu durumun hatırasını kabul eder.” Kızın yoldaşına, cesur yabancıyla kızın konuşmasını dinleyen ve gerçekten de bir şaşkınlık edasıyla bir birine bir de diğerine bakan annesine, tekrardan portresiyle döndü ve “Portremi alma onurunu bana bahşetmez miydiniz?” dedi. “Bence kızınıza gerçekten çok benziyor.”
Kadın, “Ah teşekkür ederim, teşekkürler; buna kafa tutamam,”şeklinde küçümseyici bir hareketle söylendi.
Longueville, “İzin almadan yaptığım için özür yerine geçecek,” diye ekledi ve portreyi defterinden kopartmaya başladı.
Genç kız, “Bunu bize vermek sizin için bu işi daha da kötüleştirir,” dedi.
Annesi “Ah hayatım, eminim güzeldir!” diye bağırdı. “Sana olağanüstü benziyor.”
“Bana kalırsa bu da işi kötüleştiriyor.”
En sonunda Longueville de sinirlendi. Genç kızın aksiliği belki de tam anlamıyla kötü niyetli değildi; fakat kesinlikle kabaydı. Kendini güzel bir işkenceci hanım olarak tanıtmayı istediği görülüyordu.
Kaşını çatarak, “Nasıl kötüleştirir,” diye sordu.
Kızın zeki ve kesinlikle hazırlıklı olduğuna inanıyordu. Ama gel görelim ki cevaplamadan önce düşünüp taşındı.
Sonunda “Portrenizi bize vermeniniz gerekmesiyle,” dedi.
Longueville, “Annene sunmuştum,” dedi.
Ancak ne bunu söylemesi ne de kızgınlığının sonucu kızın üzerinde hiçbir etki yapmamıştı.
Genç kız, “Ressamların çalışma diye adlandırdıkları bu değil mi?” diye devam etti. “Ressamın kendisine yarayan bir çalışma. Gerekçen de portrenin sizde olması gerektiği ve bu da yararınıza olabilir.”
Yaşlı bayan, çizimi yeniden zarif bir şekilde kabul ederken, “Kızımın sizin için bir çalışmadan ibaret olduğunu söylüyorsunuz bayım,” dedi yumuşak ve uzlaştırıcı bir ses tonuyla.
“Kabul etmek gerekirse,” dedi Longueville, annesine bakarak “Çok tutarsızım. Ama bunu benim hürmet etmeme verin hanımefendi,” diye ekledi.
Modeli, annesinin elini kolundan çekip başka tarafa yönelerek, “Bu senin için anne.”
Annesi tüm bu olanları bağdaşatırmak için filizlenen isteğini gösteren bir gülümsemeyle portreye bakarak orada dikildi.
“Son derece güzel,” diye mırıldandı. “Ve eğer almamda ısrar ediyorsanız…”
“Büyük bir şeref olarak sayarım.”
“Pekâlâ, öyleyse; teşekkürlerimle birlikte bunu kabul ediyorum.” Kızı uzaklaşırken bir an için genç adama baktı. Longueville onun genç, güzel bir insan olduğunu düşündü; kız onda aklıyla gizli bir çeşit Quakeress² izlenimi bırakmıştı. “Eminim ki onun tuhaf bir kız olduğunu düşünüyorsunuz,” dedi annesi.
“Aşırı derecede güzel.”
Annesi, “Çok da akıllı,” dedi.
“Son derece nazik.”
“Ah, ancak iyidir!” diye bağırdı yaşlı kadın.
Tüm özenli kibarlığıyla annesi Longueville’in selamına karşılık verip kızının arkasından koşarken, “Bunda dürüst olduğunuza eminim,” dedi Longueville etkileyici bir şeklide.
Longueville oracıkta asıl manzarayı göremese de ona bakarak kalakaldı. Bir zamanlar tadını çıkarmış ve bir fırsatı elinden kaçırmış gibi hissetti. Kısa bir süre sonra yaşlı dilencinin- kilise kapısında cılız bir heykel gibi felçli hareketsizliğinde orada oturan kadının- portresini yapmayı denedi. Ancak yüz hatlarını yeniden oluşturma çabası hiç tatmin edici değildi ve birden fırçasını bırakıverdi. Yeterince güzel değildi- kötü bir görünümü vardı.
————
1 İtalya’da özer bir bölge.
2 Protestan tarikatı üyesi kadın.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGüven
- Sayfa Sayısı288
- YazarHenry James
- ÇevirmenEmine Uğur
- ISBN9786055831394
- Boyutlar, Kapak14x20, Karton Kapak
- YayıneviAltın Bilek Yayınları / 2013
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Brida ~ Paulo Coelho
Brida
Paulo Coelho
“Ruh-eşimi nasıl tanıyacağım?” Wicca, Brida’ya “Riske girerek” dedi. “Başarısız¬lık, hayal kırıklığı risklerini göze alacaksın, ama aşk arayışından hiç vazgeçmeyeceksin. Arayışına devam ettiğin sürece sonunda...
- Irina’ya Göre Şeffaflık ~ Benjamin Fogel
Irina’ya Göre Şeffaflık
Benjamin Fogel
Yıl 2058. İnternetin gelişmiş bir sürümü olan Ağ, hayatın her alanına hâkim olmuştur. Şeffaflık politikası gereği vatandaşlara ait her türlü bilgi erişime açık bir...
- Köşeye Kıstırmak ~ Paul Auster
Köşeye Kıstırmak
Paul Auster
Ünlü beyzbol oyuncusu George Chapman, bir kaza sonucu sakat kalır ve sporculuk yaşamı sona erer. Politikaya atılır, senatör adayı olur. Kusursuz bir kahramandır; zarif...