Güneş Sistemi’nin kıyısında kötücül bir bulut belirmişti ve gittikçe yaklaşıyordu. Ailem ve ben, tembel tembel oturmak yerine, o bulutun içinde saklanan karanlık canavar gücünü araştırmaya karar verdik.
Ama bizi ne tür güvemsi dehşetlerin beklediğini nasıl bilebilirdik? İnanılmaz bir biçimde, annem dengini bulmuştu (dört buçuk milyar yaşında bir Üstün Varlık için büyük olaydı) ve imparatorluk büyük tehlike içindeyken, zekâmı ve cesaretimi toplayıp imparatorluğu kurtarmaya çalışmak bana kalmıştı.
“Reeve’in mekanik fantezi dünyası Wyatt’ın çekici resimleriyle birleşmiş ve her sayfasında büyüleyici bir kitap ortaya çıkmış.”
Independent
“Hayal gücü, yazım ve sunumun büyük başarısı!”
Deathrey Magazine
“Tatmin edici, eğlenceli ve merak uyandırıcı. Bay Reeve yine başarmış.”
Guardian
“Anlatımdaki detaylar -sınır tanımayan yaratıcılık- ve akıcı dil kullanımı okumayı keyifli hale getiriyor.”
Telegraph
BİRİNCİ BÖLÜM
ŞAFAK FENERİ NOEL RUHUYLA DOLUYOR, AMA KİLERDE İŞLER
BİRAZ YOLUNDAN ÇIKIYOR.
“Taşkafa!”
“Sersem!”
“Aptal!”
“Avanak!”
“Budala!”
“Alık!”
Evet, Şafak Feneri’nde Barış ve İyi Niyet mevsimiydi. Ablam Myrtle’la ben, yün astarlı, kışlık, sıcacık uzay kıyafetlerimizin içinde ön balkona çıkmış, Noel ağacımızı süslüyorduk. Noel ağaçları bir Alman icadıdır ve çok modadır. Ama, bu bayram modasını bize tanıtan Prens Albert’ın Şafak Feneri gibi bir evin dışına böyle bir ağaç kurmayı denediğini hiç sanmıyorum, zira Şafak Feneri, Ay’ın epey ötesinde, kendine özgü bir yörüngede süzülmekte. Annemle babamın yeni taktırdığı Trevithick marka jeneratöre rağmen, sevgili evimizin dışında yerçekimi oldukça kararsız. Myrtle’la benim ağacımızı donatmak için kullanmaya çalıştığımız onca top, çan ve mum ikide bir yerinden kurtularak uzayın mürekkep karası derinliklerine kaçıp sinirlerimizin bozulmasına neden olmaktaydı!
“Boşkafa!”
“Züppe maymun!”
“Kemik beyinli kaz kafa!”
Noel süslerinin durduğu kutuya ellerimizi daldırdık ve ikimiz de, gümüş yıldızlardan oluşan aynı güzel zinciri yakaladık. “O benim!” diye bağırdım. Ablam, “Hiç de değil, seni vahşi,” diye yanıtladı, “ilk ben gördüm!” İkimiz de zincirin kendimize ait olan ucunu bırakmayı reddettiğimiz için bir çekiştirmece başladı. O kadar öfkeliydik ve her birimiz diğerini yenmeyi öyle çok istiyordu ki, kanatlarını açmış, sessizce Şafak Feneri’ne doğru yaklaşan uzay gemisini fark etmedik. Ancak geminin uzay midyeleriyle kaplanmış gövdesinin gölgesi üzerimize düştüğünde başımızı kaldırdık. “Vay, bu Jack!” diye bağırdı ablam. Zincirin kendine ait ucunu bırakıp saçlarını düzeltti ve yanaklarını çimdikleyerek kızarttı. Güzel Sofronya gemisi bizimkinin yanına yanaşıp, eski dostumuz Jack Havock sancak güvertesinden ona gülümserken Myrtle’ın ne kadar sakin ve vakur göründüğünü görseniz şaşırırdınız. Jack onun bu haline bakarak, birkaç dakika önce onun masum küçük kardeşine (yani bana), bir balıkçı karısının bile utançtan kızarmasına sebep olacak şekilde böğürdüğünü asla tahmin edemezdi! Bu arada ben, Myrtle’ın yıldızlı zincirin ucunu aniden bırakması karşısında afallamıştım. Hâlâ bendeki ucunu çekiştirdiğimden, geri geri gidip balkondan aşağı düşecek gibi olmuştum. Süslemelerimizin peşini bırakmayayım derken, gezegenler arası uzayın sonsuzluklarına uçmak üzereydim.
Sofronya’nın ikinci kaptanı Bay Munkulus halimi görüp bana halat atmasa, Ay yolunu yarılardım herhalde. Bir dakika sonra beni Sofronya’nın ana kapağından içeri çekerken, “Bak hele, genç Art Efendi,” diye uyardı, “jimnastik ve velvele zamanında değiliz!” O anda, “Hepsi Myrtle’ın suçu!” demek pek beyefendice olmazdı, değil mi? Kısa süre sonra Sofronya, Şafak Feneri’nin palamar platformuna bağlanmıştı ve ben inmeye hazırlanan gemi mürettebatını selamlıyordum. Hepsinin parlak kâğıtlarla sarılmış hediye paketleri taşıdığını, Dokunaçlı İkizler’in yardımlaşarak, pişmiş jambon ve av etli börek kokuları saçan bir sepeti indirdiklerini görünce sevinmiştim. Ama en iyisi de bir kez daha onların arasında olmak, bana sundukları dost canlısı gülümsemeleri görmek ve Şafak Feneri’ne çıkarken sırtıma attıkları şaplakları hissetmekti. Yıldız Geçidi’ndeki Muub maceramızdan beri onları görmemiştim ve ondan sonra kafama Latince, coğrafya ve aritmetik tıkıştırmaya çalıştığım uzun, kasvetli bir mevsime dayanmak zorunda kalmıştım.
Çünkü Noel tatili bittikten sonra Uzay-Gezgini hanımefendi ve beyefendilerin oğulları için olan Vermiform Akademisi’ne başlayacaktım. Dürüst olmak gerekirse evden ayrılıp eğitimime başlamaya can atmıyordum, ama Sofronya’nın gelişi bana bütün dertlerimi unutturmuştu. Okul gelecek sene başlayacaktı; şimdilik beni salon oyunları, küçük piyanonun başında söylenecek şarkılar, kızarmış küçük kekler, Noel armağanları, Jack ve mürettebatının uzayın vahşi enginliklerinde yaptıkları yiğitçe işlerin hikâyeleri bekliyordu!
Onları gördüğüme o kadar sevinmiştim ki, Myrtle’ı affetmeyi bile başardım ve Şafak Feneri’nin yepyeni ön kapısında toplandığımızda ona neşeli bir gülümseme armağan ettim. Diğerlerinin hepsi ona mutlu Noeller dilemekle, ona ve Jack’e romantik ilişkileri hakkında takılmakla, nişanlarını ne zaman ilan edeceklerini sormakla ve dikkatlerini Kıskaç’ın başlarının üzerinde tutmakta olduğu büyük ökseotu demetine çekmekle meşguldüler. Myrtle başta biraz bozulmuş göründü, çünkü o ve Jack, Yıldız Geçidi’nde kavga etmişlerdi. Jack, Myrtle’a kendi cümbüşlü, maceralı hayatının bir parçası olmak için fazla hanımefendi olduğunu söylemişti.
Myrtle da ona kendisinin de en az onun kadar iyi bir uzaynot olduğunu kanıtlamaya yemin etmişti; bu yüzden Simya dersleri alıyor, pis kokular ve patlamalar oluşturuyordu. Ama o ökseotunun benekli gölgesinde birbirlerine bir süre bakınca anlaşmazlıklarını unuttular ve bir kez daha birbirlerine ısındılar.* Jack onu öptüğünde içten bir tezahürat yükseldi ve sonra kapı zilinin ipini çekmek yerine, “Gelin Hepiniz Ey Siz Vefakârlar” şarkısını heyecan verici bir biçimde, hep bir ağızdan söylemeye başladık. Ama babam kapıyı açtığında şarkımızdan hiç memnun olmuş görünmüyordu. Tam tersine allak bullak olmuş, gözlüğü çarpılmış, yüzünün yamuk görünmesine sebep olmuştu. “Jack! Sofronyalılar!” dedi korkunç bir fısıltıyla. “Tanrı’ ya şükür geldiniz! Son derece üzücü bir şey oldu! Puding Azıttı!”
Dünyevi evlerde oturan ve Britanya’nın uzak sınırlarında yaşanan hayata dair hiç deneyimi olmayan sizler, Noel pudinginizle ilgili hiçbir güçlük çekmemiş olabilirsiniz. Kuşkusuz sizin için Noel pudingi basit bir konudur. Aşçınız,Noel yaklaşırken size bir puding yapar; kilerdeki bir rafta olgunlaşmaya bırakır. Puding, Noel günü, üzerinde bir dal çobanpüskülü ve içinde gümüş parayla brendiye bulanıp tutuşturulmuş, sıcacık halde masanıza servis edilir. Ama burada, uzayda, fazladan bir güçlük vardır. Çünkü bu semavi okyanuslarda her tür tuhaf yaratık dolaşır ve bunlardan biri de dehşet verici Puding Kurtçuğu’dur. Bu çirkin böceklerin larvaları tıpkı bir kuru üzüme benzer ve mutfaklarımıza girip, gizlice Noel pudingini oyduğu zaman genellikle hiç fark edilmez.
Böcek pudingin içine girdikten sonra orada tıkınır, tıkındıkça büyür, büyür; sonunda hiç puding kalmaz, yalnızca puding biçiminde iğrenç bir kurtçuk kalır. Antenleri bir çobanpüskülüne ürkütücü derecede benzer, gözleri tıpkı gümüş peniler gibi parlar ve şişman, yağlı bedeninin içinde, dışarı sürünüp diğer pudingleri mahvetmeye can atan kuru üzüm benzeri bin kurtçuk daha orada gizlenmektedir!
Anlatması ne kadar üzücü olsa da, o sene Şafak Feneri’nde pudingimizin başına gelen de buydu! Daha bir ay önce Myrtle ve ben annemin onu yapmasına yardım etmiş, neşeyle gülüp konuşarak karışıma incirler, hurmalar ve portakal kabukları atmıştık. Ne var ki mutfak masasına tırmanıp, diğer malzemelerin arasına saklanmış olması gereken kuru üzüm kılıklı kurtçuğu hiç fark etmemiştik. Ama o akşam biz dışarıda ağacı süslerken, annem kilerimizin beklediğimiz misafirlere yetecek kadar dolu olup olmadığını bir kez daha kontrol etmek için aşağı inmişti ve tesadüf eseri pudingin üzerine örttüğü örtüyü de kaldırıp bakmıştı. Bunun üzerine, o iğrenç böcek korkunç bir biçimde hırlayarak çanaktan fırlamış, annemi yere devirip Şafak Feneri’nin hava kanallarının oluşturduğu dolambaçlı yollara kaçmıştı.
Annem bizi giriş holünde karşıladı. Elinde, babamın birkaç sene önce, oluklardaki Geveze Uzay Yosunları’nı temizlemek için satın aldığı alev tüfeği vardı. Kendisi dört buçuk milyar yaşında bir Üstün Varlık olduğundan, pudingle yaşadığı iğrenç karşılaşma onu fazla etkilememişti. Uzun saçlarını arkada toplamış, yüzünde ve giysilerinin üzerinde un lekeleri varken çok haşin fakat güzel görünüyordu. “Ah, Sofronyalılar,” dedi. “Sizi gördüğüme ne kadar memnun olduğumu anlatamam! Ama korkarım bu puding yakalanıp yok edilene kadar sizi doğru düzgün ağırlayamayacağım. Gördüğüm kadarıyla üremeye neredeyse hazır. Eğer bu olursa, yumurtadan çıkan kurtçuklar bütün etli böreklerimizi ve meyveli keklerimizi de istila edebilir…” Pervasız uzay kurdu Sofronyalılar muhteşem bir biçimde işe girişti. Hemen hediyeleriyle sepeti bıraktılar, holdeki şemsiyelikte duran baston ve şemsiyelerle silahlandılar.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGüve Fırtınası
- Sayfa Sayısı352
- YazarPhilip Reeve
- ISBN9789944695237
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviTudem Yayınevi /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Doktor Uyku ~ Stephen King
Doktor Uyku
Stephen King
King’in, tüm zamanların en çok beğenilen eseri Medyum’un (The Shining) unutulmaz karakterlerinden Danny (Dan) Torrance, “Doktor Uyku” olarak karşınızda. Çocukluğunda bir kışını geçirdiği Overlook...
- Bir Başka Ülke ~ James Baldwin
Bir Başka Ülke
James Baldwin
James Baldwin’in İstanbul’da tamamladığı romanı “Bir Başka Ülke”, siyah caz müzisyeni Rufus Scott’ın intiharının ardından bu ölümün Rufus’un arkadaş çevresi ve aile üyelerinin üstündeki...
- Katalin Sokağı ~ Magda Szabó
Katalin Sokağı
Magda Szabó
Katalin Sokağı, Budapeşte’de savaş öncesinde aynı sokakta yaşayan birbirleriyle bağlantılı üç ailenin hikâyesi. Bu komşular grubunun küçük cenneti Nazilerin hoyratça müdahalesiyle ebediyen sarsılır. Artık...