Hem hikâyesiyle hem de verdiği mesaj itibariyle Addison inanılmaz güzellikte bir roman yazmış. Güneşin Kızları geniş bir okur kitlesiyle buluşmayı hak eden bir yapıt.
-John Grisham-
Tsunami, Hindistan’da yaşadıkları kasabalarını dünya üzerinden silip ailelerini de ellerinden aldığında Ahalya on yedi, Sita da henüz on beş yaşındaydı. Kimsesiz kalan iki kız kardeşin tek kurtuluşları okudukları yatılı okula ulaşabilmekti.
İki kız kardeş Hindistan’da bunları yaşarken, çok uzakta, dünyanın diğer ucu Washington’da avukatlık yapan Thomas Clarke ise özel ve iş hayatıyla ilgili radikal kararlar alarak yeni bir hayat kurmanın eşiğindeydi.
Yolculuklarında acının başka bir yüzüyle karşılaşan Ahalya ve Sita’nın kaderi akıl almaz bir şekilde Thomas’la kesişir.
Güneşin Kızları yazgıya inat, umudun nefes kesici destansı bir öyküsü…
***
Sonsuz dünyanın kıyılarında oyunlarla buluşur çocuklar. Rabindranath Tagore
Tamil Nadu, Hindistan
Yaşamları altüst olduktan sonraki sabahın ilk ışıklan ortaya çıktığında deniz sakindi. Ahalya ve Sita iki kız kardeşti. Büyük olan Ahalya on yedisindeydi; Sita ise ondan iki yaş küçüktü. Aynı anneleri gibi onlar da denizin çocuklarıydı. Program yazılımcısı olan babaları ailesini alıp Delhi’nin düzlüklerinden Coromandel kıyısındaki Chennai’ye taşındığında, Ahalya ve Sita yuvalarına dönmüş gibi hissetmişlerdi. Deniz onların dostuydu; pelikanlar, balıklar ve dalgalar ise arkadaşları… Denizin bir gün düşmanları olacağını asla düşünmemişlerdi. Daha çok gençlerdi ve henüz acı çekmenin ne olduğunu bilmiyorlardı.
Şafak sökerken dünyanın sarsıldığını duydu Ahalya. Nasıl hâlâ uyanmadığına hayret ederek yanında uyuyan Sita’ya baktı. Sarsıntı çok güçlüydü, ama kısa sürdü. O kadar çabuk geçti ki bir an rüya gördüğünü sandı. Evde herkes uyuyordu. Noel’den sonraki gündü ve bütün Hindistan uykudaydı.
Ahalya battaniyesine sarılıp kardeşinin saçlarından gelen tatlı sandal ağacı kokusunu içine çekti ve babasının ona o gece Mylapone’daki konserde giymesi için aldığı camgöbeği salwar kameez’in hayalini kurarak uykuya daldı. Aralık ayıydı ve Madras Music Season’ın en hareketli günleriydi. Babaları saat sekizdeki bir keman konseri için onlara bilet almıştı. O ve Sita keman öğrencisiydi.
Ev halkı yavaş yavaş uyanıyordu. Saat yediyi çeyrek geçe, uzun zamandır evin kâhyası olan Jaya sarisine sarındı; yatağının ayakucundaki çalışma masasından küçük bir kavanozdaki beyaz tozu alıp ön verandaya çıktı. Girişteki toprağı sert bir süpürgeyle süpürdükten sonra beyaz tozu noktalar halinde yere döktü. Zarif çizgilerle bu noktaları birleştirerek yasemin çiçeğinin yıldız şeklindeki görüntüsünü elde etti. Eserinden hoşnut bir ifadeyle avuç içlerini birbirine yapıştırarak Hindu Şans Tannst Lakşmi’ye güzel bir gün için dua etti. Kolam’ ayininden sonra kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa gitti.
Perdenin arasından giren güneş Ahalya’yı tekrar uyandırdı. Her zaman erken kalkan Sita banyodan çıkmış, yarı giyinikti; kapkara ıslak saçları parıldıyordu. Gülümseyerek küçük bir aynanın önünde makyaj yapan kardeşini seyretti Ahalya. Sita ince kemikli, narin bir yapıya sahipti ve anneleri Ambini’nin etkileyici iri gözlerini almıştı. Yaşına göre inceydi; ergenlik çağının büyüsü henüz vücudunun kadın kıvrımlarını ortaya çıkarmamıştı. Arzu ettiği değişikliklerin zamanı gelince ortaya çıkacağı konusunda Ahalya ve Ambini’nin onu rahatlatmaya çalışmasına rağmen görüntüsünden memnun değildi.
Hem Sita’nın hızına yetişmek hem de kahvaltıya geç kalmamak için Ahalya sarı bir churidaat giydi; ona uygun bir eşarpla bilezikleri ve halhalini taktı. Boynuna bir kolye takıp iki kaşının arasına zarif, değerli taşlarla süslü bir bindi yerleştirerek takımı tamamladı.
“Hazır mısın canım?” diye sordu Sita’ya İngilizce olarak. Ghai Ailesinde, sadece büyükler onlarla Hintçe ya da Tamil dilleriyle konuştuğunda kızların bu dillerde konuşması kuralı vardı. Üst orta sınıf ailelerde yetişme ayrıcalığı olan her Hintli gibi, onların ebeveyni de üniversite için kızlarını İngiltere’ye gönderme hayalleri kuruyor ve iyi düzeyde İngilizce bilmenin Cambridge ya da Oxford’un kapılarını açan altın anahtar olduğuna inanıyordu. Kızların gittiği rahibe okulunda İngilizcenin yanı sıra, ulusal dil olan Hintçe ve Tamil Nadu’ya özgü Tamil dilleri de öğretiliyordu, ama rahibeler İngilizce konuşmayı tercih ediyorlardı ve kızlar bu kurala hiç karşı çıkmamışlardı.
“Evet,” diye cevapladı Sita düşünceli bir tonla. Aynaya bir bakış atarak, “Sanırım,” dedi.
“Yapma Sita,” diye ona çıkıştı Ahalya. ‘‘Vikram Pillai a asık suratla kendini beğendiremezsin.”
Bu sözler Ahalya’nm beklediği etkiyi yarattı. Ailenin akşam ile ilgili planlarından söz etmek Sita’nın yüzünü ışıldatmıştı.
“Sence onunla tanışabilecek miyiz?” diye sordu Sita. “Gösteriden sonraki sıra hep çok uzun oluyor.”
“Babama sor,” dedi Ahalya. Babasıyla birlikte Sita için bir sürpriz hazırlamış ve bunu saklamayı başarmışlardı. “Belli olmaz. Bağlantıları var, biliyorsun.”
Sita, “Kahvaltıda soracağım,” diyerek kapıdan çıkıp merdivenlerden inmeye başladı.
Ahalya kıs kıs gülerek Sita’nın arkasından oturma odasına doğru yürüdü. Odanın bir köşesindeki sunak üzerinde duran aile putları Şans Tanrısı Fil Ganeşa ve Vişnu sembolü Rama’nın önünde puja’larını, yani sabah dualarını gerçekleştirdiler. Tüccar
sınıfının her üyesi gibi, Ghailer de genellikle laiktiler; tapınak ya da mabedi, sadece Tanrı’lardan bir iyilik istediklerinde ziyaret ederlerdi. Ama büyükanne geldiğinde sığla çubukları yakılır, puja için hazırlanır ve küçük büyük herkes bu ayine katılırdı.
Yemek odasına girdiklerinde babaları Naresh, anneleri ve büyükanneleri kahvaltı masasındaydılar. Ahalya ve Sita, oturmadan önce babalarının ayaklarına dokundular, bu geleneksel bir saygı işaretiydi. Naresh gülümseyerek yanaklarına birer öpücük kondurdu.
“Günaydın baba,” dedi iki kız kardeş.
“Günaydın güzellerim.”
“Baba, Vikram Pillai’e yakın olan birini tanıyor musun?” diye sordu Sita.
Naresh, Ahalya’ya bir bakış attıktan sonra Sita’ya göz kırparak, “Bu akşamdan sonra tanıyacağım,” dedi.
Sita kaşlarını kaldırarak, “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
Naresh elini cebine sokarak, “Biraz daha bekleyecektim, ama madem sordun..deyip bir VIP geçiş kartını çıkararak masaya koydu. “Gösteriden önce onunla tanışacağız”
Sita geçiş kartına bakınca; yüzünde güller açtı. Yavaşça çömelerek babasının ayağına ikinci kez dokundu.
“Teşekkürler baba. Ahalya da gelecek mi?”
“Tabii,” diye cevap verdi Naresh üç adet daha VIP geçiş kartını çıkararak. “Annen ve büyükannen de gelecek.”
“Ona istediğimiz her şeyi sorabileceğiz,” diye araya girdi Ahalya.
Sita kardeşiyle babasına baktı, ağzı kulaklarındaydı.
İki kardeş masadaki yerini alırken Jaya odada dolanıyor, kâselere pirinç ve turşu koyuyor; masaya mcısala dosa, yani patatesli gözleme ve chappatti adı verilen açık ekmekten taşıyordu. Yemeği elleriyle yediler. Yemeğin sonunda herkesin parmakları pirinç ve turşu olmuştu.
Jaya, tatlı olarak kiviye benzeyen taze chickoo meyvesiyle çikolataya benzeyen nefis mysore pak servisi yaptı. Örtdcooyu keserken Ahalya sabahın erken saatindeki sarsıntıdan söz etti.
“Baba, depremi hissettin mi?” diye sordu.
“Deprem mî?” diye karşılık verdi büyükannesi.
Naresh, kıs kıs güldü. “Horul horul uyuyabildiğin için çok şanslısın, Naani.” Sonra kızına dönerek onu rahatlatmaya çalışan bir gülümsemeyle, “Güçlü bir sarsıntıydı, ama hasar vermedi,” dedi.
“Depremler kötülük alametleridir,” dedi yaşlı kadın peçetesine uzanırken.
“Bilimsel doğa olaylarıdır,” diye karşılık verdi Naresh kibarca. “Bu sabahki zararsızdı. Endişelenecek bir şey yok.” Sonra Ahalya’ya dönerek konuyu değiştirdi. “Rahibe Naomi nasıl? Onu son gördüğümde pek iyi değildi.”
Ahalya, babasına St. Mary’deki müdürden söz ederken kahvaltılarını bitirdiler. Açık camdan giren hafif esinti hoş bir serinlik veriyordu. Bir süre sonra Sita yerinde duramaz oldu ve izin istedi. Naresh’in iznini alır almaz cebine bir parça mysore pak atarak hızla evden çıktı ve sahile doğru yürümeye başladı. Ahalya kardeşinin bu neşeli haline bakıp gülümsedi.
“Ben de gidebilir miyim?” diye sordu babasına.
Babası başıyla onayladıktan sonra, “Sanırım küçük Noel sürprizimiz iyi bir fikirdi,” dedi.
“Bence de,” diye cevap verdi Ahalya. Masadan kalkarak sandaletlerini giydi ve ışıl ışıl güneşin altında yürüyerek kardeşini takip etti.
Saat sekizi çeyrek geceyi gösterirken Jaya ve büyükanne dışındaki herkes sahile gitmişti. Ailenin mütevazı evi, Chennai’nin on beş mil güneyinde, Tamil Nadu’daki sayısız balıkçı kasabalarından birinden bir mil aşağıda, deniz kenarındaydı. Hindistan’ın standartlarına göre taşra sayılırdı. Mylapore’un aşırı kalabalık semtlerinde büyümüş olan Ambini burayı çok ıssız bulmasına rağmen şehirden uzak olmayı, çocuklarını aile topraklarına yakın bir yerde yetiştirme şansı karşılığında ödenmesi gereken ufak bir bedel olarak görüyordu.
Sita sahil boyunca oradan oraya koşturup denizkabuğu toplarken Ahalya da kumsalda yürüyüş yapıyordu. Naresh ve Ambini ise hallerinden memnun, sükûnet içinde onları takip ediyordu. Ghailer kuzeydeki balıkçı kasabasına doğru yürüyorlardı. Kumsal, sessiz bir biçimde oturan bir çift ve kuşlara taş atan iki oğlan dışında bomboştu.
Saat dokuza yaklaşırken Ahalya denizde garip bir şey olduğunu fark etti. Rüzgârın sebep olduğu kıyıya vuran dalgalar kumsalda birkaç dakika öncesinde olduğu kadar ileri gitmiyorlardı. Dalgaların vardığı çizgiyi incelemeye başladı, sanki deniz çekiliyordu. Kısa süre sonra on beş santimlik ıslak kum ortaya çıkmıştı. İki oğlan sevinç çığlıkları atarak kıyıdan uzaklaşmakta dan okyanusun yumuşak kumlarında birbirini kovalamaya başladı. Ahalya, kötü bir şeyler olacağını sezmiş, etrafa bakınıyordu. Sita endişelenmemişti, ama neler olduğunu merak ediyordu
“Idhar îcya ho raha hai?” diye sordu anadili Hintçeyi kullanarak. “Neler oluyor?”
Ahalya, “Bilmiyorum,” diye İngilizce yanıtladı.
Dalgayı ilk Ahalya gördü. Ufuktaki ince beyaz çizgiyi işaret etti. On saniye bile geçmeden çizgi genişledi ve dev bir dalgaya dönüştü. Dalga o kadar hızlı yaklaştı ki Ghailerin kaçmaya zamanı olmadı. Naresh bağırıp elini kolunu sallamaya başladı, ama azgın dalgalar kelimelerini yuttu.
Ahalya, Sita’nın elini yakaladı ve yumuşak kumda zorlukla ilerleyerek onu palmiye ağaçlarıyla dolu bir alana çekti. Tuzlu su bacaklarının etrafında girdap oluşturuyordu. Birden bir dalga onu alıp önce yukarı kaldırdı, sonra tepetaklak geri bıraktı. Burun delikleri, kulakları ve gözleri tuzlu suyla dolmuştu. Nefesi kesilmeye başladığı anda ışığa ulaştı. Parçalarcasına suyun yüzeyine çıkarak nefes aldı.
O anda bir karaltı, hareket eden bir renk gördü; Sita’nın turkuvaz rengindeki churiddanydı bu. Tekrar kız kardeşinin elini yakalamaya çalıştı, ama vahşi bir dalga onu uzaklaştırdı. Parmakları palmiyenin gövdesine değdi. Çaresiz bir biçimde dalgalara direnerek ona doğru bir hamle yaptı, ama çabası boşa çıktı. Deniz onu karaya doğru sürüklerken hiçbir şey görmeden son gücüyle bağırmaya çalıştı: “Yüz Sita! Bir palmiyeye tutun!”
Döne döne sürüklenirken bir an için bir palmiyenin gövdesini gördü ve hızla ona çarptı. Alnındaki acı dayanılmazdı. Yine de kolları ve bacaklarıyla ağaca sarılabildi. Sonra kendinden geçti.
Tekrar kendine geldiğinde, palmiyenin paramparça olmuş yaprakları arasından masmavi gökyüzünü gördü. Etrafta tüyler ürpertici bir sessizlik vardı. Kalbi çıkacakmış gibi çarpıyordu ve başı sanki ikiye ayrılmış gibiydi. Saniyeler geçti ve deniz tekrar yerini karaya bırakarak çekilmeye başladı. Ahalya uzakta Sita’nın yüzünü fark ettiğinde bir çığlık duydu.
“Ahalya, yardım et!”
Konuşmaya çalıştı, ama ağzı tuzlu suyla doluydu. Sesi hırıldar gibi çıktı. “Bekle.” Tükürdükten sonra tekrar konuşmaya çalıştı. “Bekle! Sita! Su çekilene kadar bekle.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGüneşin Kızları
- Sayfa Sayısı464
- YazarCorban Addison
- ISBN9786055514709
- Boyutlar, Kapak14x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFeniks Kitap / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Clarissa ~ Stefan Zweig
Clarissa
Stefan Zweig
Edebiyat tarihinin büyük isimlerinden Stefan Zweig, gözlemleri ve acı dolu geleceği öngören duyarlılığıyla 20. yüzyıl Avrupasına damgasını vurmuş bir aydındı. “Şimdi başka bir yüzyıldan...
- Kitap Yiyici ~ Stéphane Malandrin
Kitap Yiyici
Stéphane Malandrin
Adar Cardoso ve Faustino da Silva yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, yaramazlıklarıyla çarşıyı pazarı birbirine katan, şölenleri yağmalayan, uyuyan balıkçıların bıyıklarını kesen, arakçılıkta usta Lizbonlu...
- Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları ~ Margaret George
Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları
Margaret George
Tarihi romanların usta yazarı Margaret George, ihtişamlı bir krallığın güçlü ve ihtiraslı kraliçesi Kleopatra’nın yaşamını “Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın Anıları” adlı romanıyla hayata geçirmektedir. Nil’in...