“Şeker Portakalı”nın sevimli, küçük kahramanı “Zeze”, işte yine karşınızda. Gözlerinin içi yine ışıl, ışıl, yüreği yine sevgi dolu. Ama hüzünleri, biraz daha büyümüş bir çocuğun hüzünleri. Küçüklüğündeki küçük “Şeker Portakalı” yok, ama bu kez de yüreğinde sevgili kurbağa’sı var. Ama “Zeze”, yeni babasının iyi niyetine karşılık vermiyor. Evdeki biricik dostu, aşçı “Dadada”.
JOSÉ MAURO DE VASCONCELOS, 1920’de, Rio de Janeiro yakınlarındaki Bangu’da doğdu.Yarı Kızılderili, yarı Portekizli yoksul bir ailenin on bir çocuğundan biriydi.Ailenin yoksulluğu nedeniyle, çocukluğunu Brezilya’nın kuzeydoğusundaki Natal kentinde, akrabalarının yanında geçirdi ve okumayı tek başına öğrendi. Natal’de iki yıl tıp eğitimi aldı. Çeşitli işlerde çalıştı. Boks antrenörlüğü, muz taşıyıcılığı, gece kulübünde garsonluk, ırgatlık, balıkçılık yaptı. Bir süre Kızılderililer arasında yaşadı. 1942 yılında yazdığı ilk romanı Yaban Muzu’yla eşine az rastlanır anlatıcılık yeteneğini ortaya koydu.Ardından Şeker Portakalı, Güneşi Uyandıralım, Kayığım Rosinha, Kardeşim Rüzgâr Kardeşim Deniz, Delifişek, Çıplak Sokak gibi romanlarıyla ünü Brezilya sınırlarını aştı. Bugün yapıtları birçok ülkede büyük ilgiyle okunan yazar, 24 Temmuz 1984’te São Paulo’da öldü.
D. Antonietta Rudge
Ciccilo Matarazzo
Luizinho Bezerra
ve
“büyük dost” Wagner Felipe de Souza Weidebach
için.
Bir de Joaquim Carlos de Mello
için.
Akrabalığı oluşturan yalnızca kan bağları değil,
aynı zamanda yürek ve akıl bağlarıdır.
MONTESQUIEU
Birinci bölüm
MAURICE VE BEN
Değişim
Birden gözlerim karanlıkta değildi artık. On bir ya şındaki yüreğim korkudan göğsümde hopladı.
“Sırtındaki kuzunla ey Küçük İsa, beni koruyun!”
Işık büyüyordu. Biraz daha. Biraz daha. Büyüdükçe, benim korkum da büyüyordu; bağırmak istesem başaramazdım. Herkes sakin sakin uyuyordu. Kapalı odalarda çıt çıkmıyordu. Sırtımı duvara verip yatağımın içinde oturdum. Gözlerim öylesine zorlu bakıyordu ki, yuvalarından uğrayacaklardı neredeyse. Yakarmak, bütün koruyucu azizlerimin adlarını anmak isterdim, ama Lourdes Meryemi’nin adı bile çıkmıyordu ağzımdan. Şeytan olmalıydı bu. Herkesin sık sık sözünü edip beni korkuttuğu şeytan. Ama o olsaydı, ışık lambanın renginde olmazdı, kan ve ateş rengi olurdu ve herhalde bir kükürt kokusu duyulurdu. Sevgili Fayolle’um Peder Feliciano’yu bile yardımıma çağıramıyordum. Bu saatte Fayolle üçüncü uykusunda olmalıydı, Maristler Lisesi’nde mutlu mutlu horlamaktaydı herhalde.
İncecik ve tatlı bir ses kendini duyurdu: “Korkma, çocuğum. Sana yardım etmeye geldim.”
Yüreğimin atışı şimdi duvarda yansıyordu, sesim, genç bir horozun ilk ötüşü gibi güçsüz ve titrek, çıkmayı başardı: “Kimsin? Öbür dünyadan gelme bir ruh mu?”
“Hayır koca salak.” Ve hoşgörülü bir kahkaha odayı çınlattı.
“Biraz daha aydınlatacağım burasını, ama kaygılanma, kötü bir şey olamaz.” Kararsız bir “Evet,” dedim, ama gözlerimi kapadım. “İşte böyle, oyun değil bu dostum. Gözlerini yeniden açabilirsin.” Bir gözümü araladım, sonra öbürünü. Odada öyle güzel bir ışık vardı ki ölmüş olduğumu ve cennette bulunduğumu düşündüm. Ama bu olanaksızdı. Evde herkes cennetin bana göre bir yer olmadığını söylüyordu. Benim gibiler yanıp kavrulmak üzere dosdoğru cehennemin kazanlarını boylardı. “Bana bak. Çirkinim, ama gözlerimden bana güvenebileceğini okuyacaksın.” “Neredesin?” “Burada, yatağın ayakucunda.” Yatağın kıyısına yaklaştım ve bakmak için tüm cesaretimi topladım. Gördüğüm şey içimi yılgıyla doldurdu. Öylesine ürkmüştüm ki, fermuar gibi bir ürperti tepeden tırnağa dolaştı her yerimi. Titreyerek ilk konumuma döndüm. “Hayır, yavrum. Çok çirkinim, biliyorum. Ama bu kadar korkarsan sana yardım etmeden giderim.”
Sesi yalvarır olmuştu, kendimi tutmaya karar verdim. İsteksizce süründüm ondan yana.
“Bu kadar korku neden?”
“Ama sen bir kurbağasın!”
“Evet. Ne olmuş?”
“Başka bir şey olamaz mısın?”
“Bir yılan mı? Bir timsah mı?”
“Onları yeğlerim, çünkü yılanlar güzeldir, kaygandır. Timsahlar da yüzdüklerinde çok hoşturlar.” “Beni bağışla, ama ben yoksul bir cururu kurbağasıyım, senin dostunum. Peki, hoşuna gitmiyorsa giderim. Yine de tekrarlıyorum: Yazık olacak!” Kocaman benekli kurbağa o kadar üzgün ve duyguluydu ki neredeyse ağlayacaktı. Bu beni yumuşattı, çünkü öylesine duyarlıydım ki, birinin ağladığını ya da acı çektiğini gördüm mü benim de gözlerim yaşlarla doluyordu. “Kabul. Ama bırak da bir soluk alayım, sonra düzelirim, sana alışmaya başlıyorum.” Gerçekten de durum değişmeye başlıyordu. Belki de gözlerinin tatlı parıltısından ve korkunç gövdesinin hareketsizliğinden ötürüydü bu. Bir dostluk cümlesi edecek oldum. Kekeleyerek çıktı ağzımdan. Bir şey beni onunla sizli bizli konuşmaya itiyordu. “Adınız nedir?” Gülümsedi. Sizli bizli konuşmamın onu şaşırttığı açıktı. Ama konuşan bir kurbağaya her gün rastlanmaz. Bu bende saygı uyandırıyordu. Başını kaşıdı ve karşılık verdi: “Adam.” “Adam ne?” “Yalnızca Adam. Soyadım yok.” Birden duygulandım. Bir kurbağaysa kurbağaydı. Heyecanlanmaya gerek yoktu?
“Soyadımı taşımak istemez misiniz? Bu hiç canımı sıkmaz. Bakın ne kadar güzel: Adam de Vasconcelos.” “Sağ ol dostum. Şu ya da bu biçimde sana öylesine yakın oturacağım ki, dolaylı olarak soyadından yararlanacağım.” Doğru işitmiş miydim söylediğini? Benimle oturmak ha? Tanrım, ey Mangaba Meryemi! Analığım onu odamda görse, Ponta Negra Plajı’na dek çın çın ötecek bir çığlık atardı. Sonra da süpürgesiyle Isaura’yı çağırır, onu merdivenlerden aşağı yuvarlardı. Bu da yetmiyormuş gibi, Isaura, Adam’ı küçük ayaklarından yakalamak ve Petropolis gezi yolunun tepesinden aşağı fırlatmak zorunda kalırdı. “Ne düşündüğünü kestiriyorum. Ama tehlike yok.” “Daha iyi!” Rahatlamış olarak bir soluk aldım. “Ya ben sana ne diyeceğim? Zezé mi?” “Rica ederim. Zezé yok artık. Geçmişteki budala çocuktu o. Bir sokak çocuğu adıydı… Şimdi çok değiştim. Terbiyeli, kibar bir çocuğum ben…” “Ve hüzünlü. Özellikle hüzünlü. Belki de yeryüzü nün en hüzünlü çocuklarından biri, değil mi?” “Biliyorum.” “Yeniden Zezé olmak ister miydin?” “Hayatta hiçbir şey geri gelmez. Bir bakıma, isterdim. Bir bakıma da, hayır. O sürekli dayak yeme ve aç kalma hikâyesi…” Hep peşimden gelmek isteyen o eski acıyı anımsıyordum. Yeniden Zezé olmak, bir şeker portakalı fidanı edinmek, Portuga’yı yine yitirmek mi? “İtiraf et gerçeği. O sıralar, uzun süreden beri duymadığın bir şeyin vardı. Minimini ve çok iyi bir şey: sevgi.” Cesaretim kırılmış olarak başımla onayladım. “Her şey yitirilmiş sayılmaz. Hâlâ birtakım şeylere olan sevgin duruyor, yoksa benimle böyle gevezelik edemezdin.” Bir an sustu ve çok ciddi bir yüzle ekledi: “Dinle Zezé, bunun için buradayım. Sana yardım etmeye geldim. Hayatta her şeye karşı kendini savunmana yardım etmeye. Artık hem çok yalnız bir çocuk oldu ğun… hem de piyano çalmak zorunda kaldığın için acı çekmeyeceksin.” Adam, piyano çaldığımı nereden keşfetmişti. Ve bunun hayatımın en büyük işkencelerinden biri olduğunu nasıl anlamıştı? “Her şeyi biliyorum, Zezé. Bunun için geldim. Yüre ğinde yaşayacak ve seni koruyacağım. Bana inanmıyor musun?” “Evet, inanıyorum. Hayatımda bir kere benimle yeryüzünün en güzel şarkılarını söyleyen bir kuşum oldu yü reğimde.” “Şimdi nerede?” “Uçtu. Gitti.” “Bu da beni saklayacak boş bir yerin olduğu anlamına geliyor.” Ne düşüneceğimi bilemiyordum. Düş mü gördüğü mü, yoksa bir mucize mi yaşadığımı söyleyemezdim. Çok zayıftım ve kuyu çıkrığı gibi eğri kaburgalarımla içeri göçük bir göğüs kafesim vardı. Kocaman bir kurba ğa orada nasıl barınabilecek? Bir kere daha düşüncelerimi keşfetti: “Yüreğine sığmak için iyice ufalacağım, bir şey duymayacaksın.” Duraksadığımı görünce yine açıklamada bulundu: “Dinle, Zezé, beni içine kabul edersen her şey daha kolay olacak. Sana yeni bir hayatı, kötü olan her şeye karşı kendini savunmayı öğretmek ve seni hep kovalayan şu hüzün perdesini yavaş yavaş silip süpürmek …..
“Güneşi Uyandıralım” için bir yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı
- Kitap AdıGüneşi Uyandıralım
- Sayfa Sayısı280
- YazarJosé Mauro de Vasconcelos
- ISBN9789750725050
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Ciltsiz
- YayıneviCan Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Altın Köşk Tapınağı ~ Yukio Mişima
Altın Köşk Tapınağı
Yukio Mişima
Bu gizemli altın kuş ne gündoğumunda ötüyor ne kanat çırpıyordu, kendinin bir kuş olduğunu unuttuğuna kuşku yoktu. Ancak onun uçmuyor olduğunu düşünmek de yanlıştı...
- Karanlık Suskunluk ~ Wolfgang Schorlau
Karanlık Suskunluk
Wolfgang Schorlau
Siyasal polisiye ustası Wolfgang Schorlau’nun bu romanında, çok eskiden işlenmiş bir cinayetin sırrı, bir geçmişle hesaplaşma vak’asına dönüşüyor. Koca bir otel, üstelik karşılıksız, niçin...
- Kehanet Gecesi ~ Paul Auster
Kehanet Gecesi
Paul Auster
Olağanüstü hayal gücüyle öne çıkan Paul Auster’ın son kitabı. Romancı Sydney Orr, taparcasına sevdiği eşi Grace ile New York’ta yaşamaktadır. Ağır bir kaza geçirmiş,...
şeker portakalı kadar olmasa da ginede güzel bence :)