Yankılanarak dönüyor sesim. Deniz serin ve berrak. Yalnızca başım suyun dışında, bedenim suyun oyunlarına uyarak, dağılıp toplanıyor. Kalbimin pompaladığı kanın sesi kulaklarımda kabarıyor. Nereye kadar, diye düşünüyorum. Gerçekten nereye kadar! Şair Muzaffer Kale, ilk öykü kitabı Güneş Sepeti ile Can okurunun karşısında. Bu kitapta yer alan kısa kısa öyküler, yalın anlatımlarıyla dikkat çekiyor. Kale, çok renkli, geniş bir insan coğrafyasını gözlemliyor, kısa konuşmaların, anlık karşılaşmaların içindeki kırılmaları, önemsiz gibi görünen mimiklerin içinde yuvalanan öyküleri yakalıyor. Hepimizin içinde bulunduğu sorunlu, yoğun, gergin yaşamın içindeki öyküyü, şiiri yakalıyor. Farklı, kalıcı bir kitapla tanışacaksınız.
İçindekiler
Şimdiki Ben Olmam Gerekiyordu ……………………………… 13
Evin Son Durumu …………………………………………………… 17
Güneşte İki Kadın …………………………………………………… 19
Geldiler …………………………………………………………………. 21
Haziran Başı ……………………………………………………………23
İzin ………………………………………………………………………..25
Düşünce Kırıldı ……………………………………………………….27
Bahçe Odasındaki Dayım ………………………………………….29
Üflemeli ve Yaylı Çalgılar ………………………………………….33
Beklenmedik Gelişme ………………………………………………35
Kesin ……………………………………………………………………… 37
Son İstek …………………………………………………………………39
Kızıl Üzümler ve Eşekarıları …………………………………….. 41
Oyun ……………………………………………………………………..43
Civciv Sesleri …………………………………………………………..45
Kırık Bayır ……………………………………………………………… 47
Sarmal ……………………………………………………………………49
Koku ……………………………………………………………………… 51
Ev Bark Çoluk Çocuk Numara 48 ………………………………53
Güneş Çarpması ………………………………………………………55
Bir Akşama Doğru ……………………………………………………57
Yabancı …………………………………………………………………..59
Bakır Tel İşçileri ………………………………………………………61
Dedemin …………………………………………………………………63
Sağ Serbest ……………………………………………………………..65
Suçlu Karga …………………………………………………………….67
Gökyüzü Yukarıda Tuttuğu Mavi Bir Şeyi Birine
Bağışlıyordu ……………………………………………………….69
Arkadaş Canlısı ……………………………………………………….71
Dar Hava ………………………………………………………………..73
Yazılar Evi ………………………………………………………………75
Naylon Akıl …………………………………………………………….77
Yok Bahçede ……………………………………………………………79
Tinnitus ………………………………………………………………….83
Güzün İlk Soğukları …………………………………………………87
Sayı Çiçekleri …………………………………………………………..89
Öyle Dağınık …………………………………………………………..93
Kafa Dinlemek İyidir Bazen ……………………………………… 97
Geçen Perşembe ……………………………………………………. 101
Yukarıda ……………………………………………………………….105
Ölüm Kuş Gibi Öter ………………………………………………109
Bir Yirmi Dakika …………………………………………………… 115
ŞİMDİKİ BEN OLMAM
GEREKİYORDU
Bana gelinceye kadar seslerin içi boşalıyordu, ne söylendiği anlaşılmıyordu. Kadını gördüm. Annemdi. Annem olması gerekiyordu zaten. Beni görmüyor, küçük bir çocuğun üstünü değiştiriyordu. Bir deri bir kemikti çocuk, saçları uzamış akmıştı. Çocuğa fanilasını giydirirken ellerine dikkat ettim annemin. Öyle okşayıcı, öyle uzun parmaklı… Küçük çocuğun yüzü bana dönüktü. Beni görmüyordu. Herhalde bu benim, dedim. Ben olmam gerekiyor. Bal gibi benim. Sol kaşımın üstünde teyzemlere giderken düştüğümde açılan yara var, yeni kabuk bağlamış, öylece duruyor. Elimi alnıma götürdüm, yaranın olduğu yere, terli, buz gibi. Üşümüyorum ama titriyorum, titremenin önünü alamıyorum. Silindir şapkasıyla bir adam beliriyor. Benim babam. Elinde, kaynayan armuda benzeyen iri bir meyve var. Kaynatıldıktan sonra yenir de o. Tadı biraz mısır darısına benzer ama o da değildir. Babam silindir şapkasını geriye doğru devirmiş, gülümsüyor, aslında her zamanki hali… Yüzünün şekli öyleydi babamın. Beni görmüyordu. Yanımıza geldi babam. Bir eliyle annemin elini tuttu, annemin uzun ince parmaklı elini, bir eliyle de benim kuru kavruk elimi.
Benim elim olması gerekiyordu o elin. Babamın elinin sıcaklığını duyuyordum avucumda. Sesler çekilmişti. Karanlığı dinledim. Böyle karanlığın içinde çınlama gibi bir ses bulunur bazen; ama şimdi hiçbir şey yoktu. Yarı uykuda yarı uyanık olmalıydım. Sınırda. Bedenimi yokladım. Üstüne yattığım sağ kolum uyuşmuştu. Kalbim hızlıydı. Kalkmalı, ışığı yakmalı, odayı havalandırmalıydım. Öyle yapmam gerekiyordu. Elim tutmaz olmuş. Elimi güçlendirmeliydim. Şimdi, ne demek bu, elini güçlendirmek… Hayır, öyle dememeli. Bazen güçsüz düşebilir insanın eli. Her şey bir oyun değil mi. Oyun oynuyoruz. Oyundayız. Kartlar dağıtılıyor. Duyan geliyor. Ne alaka. Berbat, çamurdan bir el… Oyun başlayınca kimse birbirini tanımaz. Karşındaki babanın oğlu olsa bile ne yazar. Bir şey yazmaz. Kendini bile tanıyamazsın. Oyun başlamadan önceki sen gitmiş yerine başka biri gelmiştir. Sen, başka biri olarak devam edeceksin. İşine gelirse. Sen, sen olsan oynayamazsın zaten oyunu. Kartları yöneteceksin. Havanın yönünü değiştireceksin. Bir oyuncudan öteki oyuncuya döşeli elektrik düzeneği vardır. Maça, sinek, karo; vale, kız, papaz… Maça dokuz yanınca maça dokuz çekmelisin. Kız havalanır uçar gider. Bazı kızlar havalı, bazıları kanatlı olur. Kanatlı olması gerekir bazı kızların. Kanat yerleri vardır. Her şeyi bir oyuna çevirenlere gıptayla bakmışımdır. Yaşlanmaz onlar. Belki ölümsüz dedikleri de bunların arasından çıkıyordur. Böyleleri hiç belli etmezler kendilerini. Onların, zamanın geçmesine yardım ettiklerini düşünmüşümdür. Birilerinin zamanın geçmesine yardım etmesi gerekir. Zaman kendi kendine geçmesini bilmez, ister ki biri el atsın. Motor çalışsın, pat pat pat! Böyle bir şeyi ben yapamam. Yapamıyorum. Çok denedim, oluyor.
Böyle, deneme ve ardından gelen başarısızlık sayısı arttıkça, kendi gözünden düşüyorsun. Bu da benim işime gelmiyor. Hesap ortada. Bütün oyunların temelinde, evveliyatında, şöyle de olsa böyle de olsa kazanma ve kaybetme vardır, eyvallah! Ama bana öyle gelmiyor el. Yani kazanma ve kaybetme olasılığı üzerine değil… Kaybetme ve yine kaybetme gibi olasılığı teke indirirken şansı ikiye katlayan bir şanssızlık. Git işine be! Şanssızlık, yalnızlığa benziyor ama yalnızlıkla birbirini arayıp bulunca ortaya başka bir şey çıkıyor: Umut Hastalığı. Bu illete bir kez yakalandın mı anlamsız bir karasevdaya paçayı kaptırdın sayılır. Uyanık olacaksın, ışıkları yakacaksın, odayı havalandıracaksın. Uzun sürmüş, bütün bedenini allak bullak eden deniz yolculuğu sona ermiş, ayağını karaya basmışsın gibi olacak. Yıllardan beri tanıdığın birine çiçek vereceksin. O senin verdiğin çiçeği alacak ve koklarken mutluluktan gözlerini kapatacak. Sen onların kokusuz olduklarını biliyorsun. Ama olsun. Öyle olması gerekir. Mutluluktan gözlerini kapatacak. İnsanın mutluluktan gözlerini kapatması, gözlerini bambaşka bir dünyaya açmasıdır.
Uyandım.
Sağ kolum hâlâ uyuşuk. Biriki hareket ettirdim.
Hemen şimdiki ben olmam gerekiyordu.
Onun için.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıGüneş Sepeti
- Sayfa Sayısı120
- YazarMuzaffer Kale
- ISBN9789750728280
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sahibini Arayan Keman ~ Koray Avcı Çakman
Sahibini Arayan Keman
Koray Avcı Çakman
Bir Anı Koleksiyoncusunun Güncesi Çocuk edebiyatımızın ödüllü yazarı Koray Avcı Çakman’ın büyülü kaleminden süzülen, yaşama sevinciyle harmanlanmış sıcacık öyküler… Öğretmenlerinin önerisi üzerine sınıftaki tüm...
- Kelebekler Çizdim Kalbime ~ Bige Bilgen
Kelebekler Çizdim Kalbime
Bige Bilgen
Aşkın ömrü bir kelebeğinki kadar mı? İlk bakışta aşktı onlarınki. Sevda ve Orhan göz göze geldikleri anda her şey olup bitmişti. Bir kelebek kanat...
- Ağır İşçiler ~ Orhan Duru
Ağır İşçiler
Orhan Duru
Orhan Duru’nun üçüncü öykü kitabı “Ağır İşçiler” (1974) yeni bir editörlükle Yapı Kredi Yayınları’nda “Ağır İşçiler”, klasik öykünün kalıplarını bozarak başka bir anlatı dili...