Yaşamının hastalıklar ve yoksullukla başa çıkmaya çalıştığı zorlu yıllarında yazdığı bu felsefi metinde Baudelaire, mutluluk göstergesi olarak değerlendirilen gülme tepkisini bambaşka bir açıdan, insanın şeytani yanını açık eden bir gözlemcilikle ele alır.
Bir gülme teorisi ya da bir komedi felsefesi olarak da tanımlayabileceğimiz denemede Baudelaire, çarpıcı ancak tanıdık bir örnekle gülmeyi masum bir kahkahadan şeytani bir kıkırtıya dönüştürür. Tökezleyip düşen bir adam sokakta bir grup insanı kahkahalara boğar. Bu kahkahalar insana dair ne söyler? Tanrı, hayvanlar ve bitkiler gülmezken, gülen tek varlık insanın gülümsemesinin ardında bin bir türlü duygu gizlidir; bunların doğasıysa her zaman bir gülücük kadar masum olmayabilir.
İçindekiler
Birkaç Fransız Karikatürist: Carle Vernet, Pigal,
Charlet, Daumier, Monnier, Gavarni ……………………………. 35
Birkaç Yabancı Karikatürist: Hogarth, Goya, Pinelli,
Brueghel …………………………………………………………………. 63
I
Niyetim karikatür üzerine bir inceleme yazısı yazmak değil, sadece bu eşsiz tür hakkında aklıma gelen birtakım düşünceleri okurla paylaşmaktır. Bu düşünceler benim için bir nevi takıntıya dönüştüğünden söyleyip rahatlamak istiyorum. Öte yandan, bu düşünceleri belli bir düzene sokmak ve bu sayede hazmedilmelerini daha kolay hale getirmek için gerekli tüm gayreti gösterdim. Yani bu, tamamıyla bir filozof ve sanatçı makalesi. Şüphesiz karikatürün insanlığı allak bullak etmiş ciddi veya havai, ulusal ruha veya modaya ilişkin tüm siyasi ve dinî olaylarla ilişkilerine dair genel bir tarihçe pek şanlı ve mühim bir eser olurdu. Bu çalışma hâlâ yapılmayı bekliyor zira şimdiye kadar yayımlanan denemeler belge sağlamaktan öteye geçmedi fakat ben çalışmayı bölmek gerektiğini düşündüm. Karikatür üzerine bu şekilde tasarlanacak bir eserin bir olgular tarihçesi, anekdotlardan oluşan muazzam bir katalog olacağı açıktır.
Sanatın diğer dallarına nazaran asıl karikatürde farklı ve neredeyse birbirine zıt nitelikleriyle değerli ve saygıdeğer eserlerden oluşan iki ayrı kategori mevcuttur. Bu eserler tasvir ettikleri olgu nispetinde değerlidir. Şüphesiz bunlar tarihçilerin, arkeologların, hatta filozofların ilgisini çekmeye; ulusal arşivlerde, beşerî düşüncenin biyografik kayıtlarında yer almaya layıktırlar. Tıpkı gazeteciliğin uçup giden sayfaları gibi bunlar da durmadan yeni haberler getiren solukla birlikte kaybolup giderler; buna karşılık diğer eserler ki benim özellikle ele almak istediklerim bunlardır– onları sanatçıların ilgisine layık kılan gizemli, kalıcı, ebedî bir unsur ihtiva eder. Güzelliğe dair bu anlaşılması zor unsurun insana kendi ahlaki ve fiziki çirkinliğini göstermeyi hedefleyen eserlere dek girmesi kadar tuhaf ve aslında ne kadar ilgi çekmesi gereken bir durumdur! Hele bu acınası gösterinin onda ölümsüz ve ıslah olmaz bir neşe yaratması daha da gizemlidir. İşte bu makalenin gerçek konusu bu. Fakat içime bir kurt düşüyor.
Acaba ciddiyet yemini etmiş kimi profesörlerin, ağırbaşlılık şarlatanlarının, Institut’nün1 soğuk mahzenlerinden çıkıp canlıların dünyasına cimri hayaletler misali sırf hoşgörülü bakanlıklardan birkaç kuruş koparmaya gelmiş ukala cesetlerin kötü niyetle sormaktan asla geri kalmayacağı bir soruya kuralına uygun bir ispatla cevap vermek gerekir mi? Her şeyden önce, derlerdi, karikatür bir tür müdür? Hayır, diye cevap verirdi yandaşları, karikatür bir tür değildir. Akademisyenlerin katıldığı akşam yemeklerinde kulağıma bu tür sapkınca sözler çok çalınmıştır. Bu mert insanlar Robert Macaire’in2 komikliklerini içinde barındırdığı büyük ahlaki ve edebî semptomları fark etmeksizin göz ardı ederler. Hani Rabelais’nin3 çağdaşları olsalar, ona da bayağı, kaba saba bir soytarıymış gibi davranırlardı. O halde insandan çıkan hiçbir şeyin filozofun gözünde ciddiyetsiz (önemsiz/anlamsız/ bu cümlede havai diyemeyiz) olmadığını ispat etmek gerçekten gerekli midir? Hele ki şu âna kadar hiçbir filozofun derinlemesine incelemediği o derin ve gizemli unsur hiç değildir. Öyleyse önce gülmenin özünü ve karikatürü meydana getiren unsurları ele alacağız. Ardından belki bu türde üretilmiş en çarpıcı eserlerden bazılarını inceleyebiliriz.
II
Bilge ancak ürkerek güler. Bu tuhaf ve çarpıcı özdeyiş hangi nüfuz sahibi ağızdan, hangi muhafazakâr kalemden çıkmıştır? Yahudiye’nin filozof kralından1 mı bizlere ulaşmıştır? Yoksa bu özdeyişi Joseph de Maistre’e2 , Kutsal Ruh’un bu hararetli askerine mi atfetmek gerekir? Bunu kitaplarından birinde okuduğuma dair belli belirsiz bir anım var fakat orada da şüphesiz alıntı olarak geçmekteydi. Düşünce ve üsluptaki bu katılık Bossuet’nin3 görkemli ermişliğine pek uygun; fakat düşüncenin eliptik biçimi ile veciz inceliği beni daha ziyade bu şerefi Bourdaloue’ya4 , o acımasız Hıristiyan psikoloğuna atfetmeye itiyor. Bu makaleyi yazmaya karar verdiğim andan itibaren bu şaşırtıcı özdeyiş bir türlü aklımdan çıkmadı, bu yüzden her şeyden önce onu söyleyip kurtulmak istedim. Şimdi bu ilginç önermeyi inceleyelim: Bilge, yani Tanrı’nın ruhuyla hareket eden, ilahî kanuna riayet eden,gülmeyen kişi, kendini gülmeye ürkerek bırakır ancak. Bilge güldüğü için ürker; Bilge gülmekten çekinir, tıpkı dünyevi gösterilerden, bedensel isteklerden korktuğu gibi. Gülmenin eşiğinde durur, tıpkı iğvaya kapılmanın (şeytana kapılmanın) eşiğinde durduğu gibi. Yani Bilgeye göre kendi bilge karakteri ile gülmenin temel karakteri arasında gizli bir zıtlık mevcuttur.
Nitekim en ihtişamlı anılarımı şöyle bir karıştıracak olursan, en Bilgenin, yani Kelimetullah’ın1 asla gülmediğini –ki bu durum söz konusu özdeyişin Hıristiyan karakteriyle mükemmelen örtüşür– belirtmem gerekir. Her Şeyi Bilen ve Her Şeye Muktedir olanın gözünde komik diye bir şey yoktur. Oysa Kelimetullah öfkeyi, hatta gözyaşlarını bile tanımıştır. O halde şunun altını çizelim: Birincisi, karşımızda Bilgenin sanki içinde sonradan belli bir rahatsızlık, belli bir endişe kalır diye gülmeden önce iyice düşünüp tarttığına kesin gözüyle bakan bir yazar –şüphesiz Hıristiyan bir yazar– vardır; ikincisi olarak da, mutlak ilmin ve kudretin penceresinden bakıldığında komik yok oluyordur. Şimdi, eğer iki önermeyi tersine çevirirsek ortaya çıkan sonuç, gülmenin genellikle delilere özgü olduğu ve az çok cehalet ve zayıflık içerdiğidir. İlahiyat biliminin o uçsuz bucaksız denizinde maceraya atılmayı asla istemem zira bunun için pusuladan da, sağlam yelkenlerden de mahrumum. Dolayısıyla okura sadece o eşsiz ufukları parmakla işaret etmekle yetiniyorum. Muhafazakâr zihniyetin penceresinden bakılacak olursa, gülmenin kadim bir düşüş olayıyla, fiziksel ve ahlaki bir yozlaşmayla çok yakından ilişkili olduğu kesindir. Gülme ve acı, buyrukların ve iyilik veya kötülük ilminin konuşlandığı organlarla, yani gözlerle ve ağızla ifade edilir.
Dünyevi cennette (bunu ilahiyatçılar veya sosyalistler gibi ister geçmişte ister gelecekte, ister hatıra ister kehanet varsayalım/bu benim okuduğum metinde yok), evet dünyevi cennette, yani insanın gözünde yaratılmış her şeyin en iyi olduğu yerde, gülmenin içinde neşe (sevinç?) yoktur. İnsan orada hiçbir acı çekmediğinden yüzü sade ve aynıdır; şimdilerde ulusları coşturan kahkaha onun yüz hatlarını hiçbir şekilde bozmazdı. Gülme ve gözyaşı bu hazlar cennetinde ortaya çıkamazdı. Bunların ikisi de acının çocuklarıdır ve öfkeli insan, onları zapt edecek güçten mahrum olduğu için ortaya çıkmışlardır. Benim Hıristiyan filozofun bakış açısına göre, insanın dudaklarındaki gülüş en az gözlerindeki yaşlar kadar büyük bir sefalet belirtisidir. Suretini çoğaltmak isteyen Yüce Varlık insanın ağzına bir aslanın dişlerini, gözlerine bir yılanın büyüleyici kurnazlığını yerleştirmemiştir; oysa insan gülüşüyle ısırır, gözyaşlarıyla cezbeder.
Fakat unutmayın ki insan, insanın acılarını gözyaşıyla yıkar, kimi zaman kalbini bir gülüşle yumuşatır ve kendine çeker; zira ilk günahla ortaya çıkan bu iki fenomen kefaretin/kurtuluşun de araçları haline gelecektir. İzin verin pek çok kişinin şüphesiz mistisizmin önselliğiyle lekelenmiş addedeceği bu savların doğruluğunu ispat etmeme yarayacak şairane bir varsayımda bulunayım. Madem gülünç cehennemlik ve şeytani özlü bir unsur, mutlak suretle ilkel, tabiri caizse doğanın elinden yeni çıkmış bir insan düşünelim. Örneğin mutlak saflığın ve naifliğin kusursuz simgesi olan yüce ve tipik Virginie1 figürünü ele alalım. Virginie Paris’e geldiğinde üzerinde hâlâ denizin sisi vardır, tropik diyarların güneşiyle yanmıştır, gözleri dalgaların, dağların ve ormanların yabani imgeleriyle doludur.
Hint Okyanusu’nun saf ve zengin kokularını içinde taşıyan Virginie burada gürültücü, taşkın ve pis kokulu, zehirli uygarlığın göbeğine düşer. İnsanlıkla ilişkisini aile, aşk, annesi ve kendisi gibi melekleri andıran bir görüntüye sahip olan ve bilinçsiz bir aşkın tatmin edilmemiş arzuları içinde cinsiyeti kendisininkinden ayırt edilemeyen sevgilisi Paul vesilesiyle kurar. Tanrı’yı Pamplemousses’daki1 , tarifi imkânsız tropik mavinin enginliğinde, ormanların ve sellerin ölümsüz müziğinin ortasında son derece mütevazı ve küçük bir kilisede tanımıştır. Elbette Virginie çok akıllıdır; fakat tıpkı Bilgeye birkaç kitabın yetmesi gibi, ona da birkaç imge ve hatıra yeterlidir.
Günlerden bir gün Virginie PalaisRoyal’de2 , bir camcının önünde, bir masanın üstünde, halka açık bir yerde bir karikatüre rastlar! Ancak dirayetli ve bezmiş bir uygarlığın yapacağı türden, bizlere göre acı ve hınç dolu pek kışkırtıcı bir karikatürdür bu. Varsayalım ki cüsseli bir boksör olarak tasvir edilen Britanya, birkaç korkunç goddam3 tarafından fena halde dövülmüş, kan revan içinde kalmıştır. Veyahut eğer sizin tuhaf hayal gücünüze daha çok hitap ediyorsa, Virginie’nin bakire gözleri önünde beliren sevimli fakat rahatsız edici bir edepsizlik, o zamanın Gavarni4 çizimlerinden, hem de en iyilerinden birini, saraydaki çılgınlıkları yeren bir hiciv ya da Parc-aux-cerfs’i1 veya ünlü bir gözdenin önceki kirli eylemlerini ya da malum Avusturyalı’nın2 gece kaçamaklarını konu alan bir taşlama tahayyül edelim.
Karikatür iki yönlüdür: Çizim ve düşünce. Çizim şiddetli, düşünce ise iğneleyici ve üstü kapalıdır. Virginie’ninki gibi basit şeyleri sezgileriyle kavramaya alışmış naif bir zihin için bunlar karmaşık ve anlaşılması güç unsurlardır. Virginie karikatürü görmüştür; şimdi ise ona bakıyordur. Niçin? Yabancı bir şeye bakar. Öte yandan baktığının ne demek olduğunu da ne işe yaradığını da anlamaz. Yine de kanatlarının o ani kapanışını, kendini gizlemek ve geri çekilmek isteyen bir ruhun o titreyişini gördünüz mü? Meleksi Virginie baktığı o şeyde bir skandal olduğunu hissetmiştir. Gerçek şu ki, anlasın veya anlamasın, içinde adını koyamadığı bir intiba, korkuya benzer bir şeyler kalacaktır. Şüphesiz Virginie, Paris’te kalmaya devam ederse ve aydınlanırsa o da buna gülecektir. Bunun nedenini anlamak kolaydır. Fakat şimdilik, kendi aklımızın Virginie’ninkinden daha üstün olduğunu öne sürmeye elbette cüret etmeyecek olan biz incelemeciler ve eleştirmenler, karikatür karşısında lekesiz meleğin kapıldığı korkuyu ve çektiği acıyı tespit etmekle yetinelim.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGülmenin Cevheri Üzerine
- Sayfa Sayısı80
- YazarCharles Baudelaire
- ISBN9789750763267
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Doğu Yolculuğu ~ Hermann Hesse
Doğu Yolculuğu
Hermann Hesse
‘Doğu’ya yolculuk ediyorduk, ama Ortaçağ’a, ya da Altın Çağ’a da yolculuk ediyorduk. İtalya’dan, ya da İsviçre’den geçiyorduk, ama bazen de geceyi onuncu yüzyılda...
- Asla Arkana Bakma ~ Tess Gerritsen
Asla Arkana Bakma
Tess Gerritsen
Hayat insanı yalanlara alıştırabilir ama ben içimdeki sesi dinleyip bu sahte dünyanın dışına çıkacağım… O ses ısrarla ölmediğini söylüyordu; efsanevi pilot Vahşi Bill Maitland,...
- Denizi Yitiren Denizci ~ Yukio Mişima
Denizi Yitiren Denizci
Yukio Mişima
Marguerite Yourcenar’ın “İnce, bıçak ağzı gibi dondurucu bir kusursuzlukta” diye tanımladığı Denizi Yitiren Denizci, dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren, benzersiz bir kitaptır. “Kusursuz arınma,...