Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Gözümden Deliler Taştı
Gözümden Deliler Taştı

Gözümden Deliler Taştı

Çağan Irmak

Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu. Bu ev o “dışarıdakilerden” ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya. Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka…

Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu.
Bu ev o “dışarıdakilerden” ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya.
Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka bir mahpusluğa koydum seni. Aşk bir mahpusluk değildir. Aşk koskocaman bir hapishane olan dünyanın açık kalan tek kapısıdır. Kaçalım mı sevgilim o kapıdan? Hadi gel artık tut elimden.
Gözümden Deliler Taştı’yla Çağan Irmak, o eşsiz filmlerinden de aşina olduğumuz sıra dışı, derinlikli karakterlerinin, Ege’nin bir kasabasındaki acı-tatlı yaşamlarını çok katmanlı, şiir gibi öykülerle bize anlatıyor.

Cıgaralı Naciye’nin sinema tutkusundan, Haktan’ın sırlarla dolu hayatına; Hüsniye Hanım’ın sıkıntısından, bir mevtanın dramına; Elektrikçi Kemal’in inadından, Perizat’ın küskün kalbine ve
bir çocuğun rengârenk hayal dünyasına…

O her dem gittiğimiz sahil kasabasına, bizi gülümseten gazinolara, hıncahınç doldurduğumuz pazar plajlarına ve özlemle hatırladığımız 70’lere ışınlanıyoruz…

***

Kardeşim Nihan’a…

İçindekiler
Cıgaralı Naciye 11
Haktan’ın Anlattığıdır 21
Hüsniye Hanım ve Mahallenin Kaka Sıkıntısı 39
Adı Mevta 59
Elektrikçi Kemal 69
Perizat, Çocuk ve Bir Bağ Evi Yalnızlığı 89

Cıgaralı Naciye

Issız bir adaya düşecek olsa, yanına alacağı üçüncü şeyi düşünmeye tenezzül bile etmezdi Naciye.

Yarınlar yokmuş gibi, birbirine ekleyip içi içiverdiği cıgarası bir de bu sürate uymuş biteviye yerli film oynatan yazlık Çınar Sineması yeter de artardı ona. Üçüncü bir zımbırtıya lüzum yoktu. Gerçi koca sinemayı zehir yeşili hırkasının cebine koyup da götüremezdi adaya ama Yaradan’a sığınıp sunturlu bir dua etti miydi belli de olmazdı hani.

Yaşlı yüreciğinin derininden bir yakarışla “Allah’ım beni filimsiz koma oralarda” dese, sinemanın tahta sandalyesinde çürüttüğü mabadının hatırına, senelerin Naciye’sine şu kadarcık da iltimas geçilmez miydi artık?

Haziran başı patlıcan tavaya, karpuz kabuğu da denize düşmezden evvel, çarşamba akşamları saat yedide Naciye meydana düşerdi. Hem de ne düşmek. Kadidi çıkmış ufak kara bedeninden umulmayacak bir hızla, arkasından alacaklısı kovalarmış gibi yel yepelek geçerdi çarşıdan. O saniye gördün gördün. Bir daha da ara ki bulasın kocakarıyı. Hoş aramaya da lüzum yoktu zati. Nereye gittiğini mahallenin uyuz köpekleri bile bilirdi. Çarşamba akşamıydı bu. Kolay mıydı öyle haftada bir akşamcık “yalnızca hanımlara” oynayan yerli filme yer bulmak? Arada esnaftan kendini bilmezin biri dükkânından kafasını uzatıp da “Goşma bre Naciyeba. Senden evvel geçen olmadı” deyince Naciye arkasına bile bakmadan savurduğu sülale boyu bir küfürle rezil rüsva ederdi densizi. Hatta bazen suyundan da koyası gelir, adamın yedi ceddinin amel defterini tek seferde açar, oracıkta sayardı anasının atasının kepazeliklerini.

Çarşambaları Naciye’ye bulaşmak demek, fitili yanan bombaya çıplak götle oturmak demekti.

Hal binasının üstüne koca bir U harfi gibi oturtulmuş ferah fahur sinemaya, çiğdemci Osman’ın plakta çaldığı Neşe Karaböcek buyur ederdi mahalleliyi. Çınar Sineması, ebemkuşağı gibi yanıp sönen lambaları, silahlı külahlı, aşklı meşkli afişleri ve henüz açılmamış gişesi ile “Gel de bak içerde ne numaralar var, aklını başından alacağım senin” derdi fakir fukaraya.

Naciye, puma hızında çıktığı dik merdivenlerin tepesine kara bir kartal gibi kurulur, sırtlan gülüşüyle afişlere bakar, gişe açılınca da kırmızı meşin bozuk para çantasının içindekileri bir kedi titizliğiyle gişecinin avcuna bırakır, biletini atmaca misali havada kapıp, avına yaklaşan kaplan dikkatiyle en ön sandalyelere yürür, cümle mahlukatı tavrına hayran bırakırdı.

Naciye çarşambalar için yaşardı. Buzdolabının “Yettir Allah!” dediği yerde, kafa kadar buzların dakikasında eridiği su dolu varillerden patlayasıya Cincibir gazozu içilen bu gecelerde kasabalı bir bilet parasına iki film izlerdi. Naciye’nin kendisi ayrı “filim”di çünkü.

Başlamaya dakikalar kala sandalyeler kadınlar ve çocuklarla, yerler de çiğdem kabuğuyla dolar, hoş geldiniz beş gittiniz faslı başlardı. Naciye, ikramlardan memnun kalmış misafirlerini tek tek gözden geçiren gururlu bir ev sahibi edasıyla bir cıgara daha yakar, gönendikçe gönenirdi.

Naciye mekânın onur kurulu başkanıydı.

Akşamlardan bir akşamdı. Filmin başlamasına az kala kıyıda köşede kalmış, yakası açılmamış dedikodular çabuk çabuk özet geçilirken birden tüm seslerin kesildiği o kırk yılda bir rastlanan “an”da, lahana turşusunu fazla kaçıran taze gelin Nermin tiz perdeden osurmuştu da “Mari düdük mü kaçtı kıçına?” deyip gek gek gülmüştü Naciye. Bütün salon kahkahadan yarılmış, Yetim Hüseyinlerin Vildan Hanım gülmekten altına işemiş de bir koşu eve gidip donunu değiştirmişti.

“Çocuğun biri” bu lafı ezber etmiş, orada burada anlatıp durmuş, kıça kaçan düdüğü yeni moda laflara ekletmeyi başarmıştı. Kolundaki Nacar marka erkek saati dokuzu müjdeler, aranjman şarkılar susar, lambalar kararınca Naciye’nin iç lambaları yanardı. “Pek yakında” yazısını okuyamasa da şeklinden şemailinden bilir, o bir tadımlık balı yalayıp yutuverir, film başlayınca da canavar düdüğü gırtlağıyla tebaasına hükmeden bir komutan gibi “Susun gari” emrini verirdi.

Ama Naciye’nin sustuğu hiç görülmemişti.

Birden fazla rolü hatta bazen tüm rolleri o oynardı. Filmin kötü adamına ana avrat söver sonra onu bir temiz döver, jönüne âşık olup da önüne bakınca güzel bir geleceğin hatta pembe panjurlu bir evin kendini beklediğini görüp sevinirdi. Sıra jöndama gelince Naciye’nin cinleri tepesine çıkar, bir eli belinde, öbür eli maşanın tersinde çirkef bir kaynana olurdu.

Bu Naciye’nin oynamaktan en keyif aldığı roldü.

Esas kızın bitip tükenmek bilmeyen aldanışlarına, düşüp şaşıp kader mahkûmu oluşlarına, aygın baygın göz devirip, fik fik ağlayışına daha fazla seyirci kalamaz,

“A orospu, dedim sana ben. Bak adam sandın eşeği başını yardı daşşağı” repliklerini, kariyerinin zirvesinde bir primadonna edasıyla seyirciyle paylaşır, esas kıza unutamayacağı bir hayat dersi verirdi.

O vakitler yaz mevsimi, kışın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıracak, hatta kış diye bir şeyin var olmadığını düşündürecek kadar kudretli olurdu. Heyhat, bir gün yaz da yorulurdu. Filmin en heyecanlı yerinde, yırtık dondan çıkar gibi düşen ilk damlalar Naciye’nin yüzünde tokat gibi patlar, değme dramlara taş çıkaran bir dram yaşatırdı kadına.

Naciye bir güz yangını olurdu artık.

Eylül ortasına doğru, kumaşı kara bir yorgan gibi, sapı kadim ağaçlardan yontulmuş, iskeleti tılsımlı demircilerde dövülmüş evladiyelik dev şemsiyesini arada gelip geçen damlalara siper eder, salon salamanje otururdu.

Bu son gecelerde, kadir kıymet bilen üç beş kişi, bir iki bedavacı bir de çiğdemci Osman’la kalakalırdı Naciye. Osman müesseseden ikram bir külah çiğdem uzatır, Naciye hüzünle çitler, son yazısı belirince birlikte kaldırırlardı cenazeyi.

Kışın kimsecikler onu görmez, Naciye bir bilmece olurdu.

“Çocuğun biri” de cevabı düşünür dururdu.

O vakitler kış mevsimi, yazın tekrar gelmesinin imkânsız olduğuna inandıramayacak kadar, hatta yaz diye bir şeyin var olduğunu unutturamayacak kadar kudretsiz olurdu.

“Çocuğun biri” kışlara hiç inanmazdı.

Oğlanlar “Kamışa su yürüdü mü?” laflarıyla, kızlar “Üstünü gördün mü?” tokadıyla utanıp iki santim uzar, ihtiyarlar romatizma ağrılarından yakınıp bir santim kısalır, büyümenin de küçülmenin de acısına kahrederlerdi üç yandan. Feryat figan isyanlar kapıları, temizinden bir cinnet bacaları zorlarken canım yaz imdada yetişir, gözyaşlarını silerdi.

Ama o sene yeni yaz bir başka türlü geldi.

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelse kendi çarşambasından vazgeçmeyecek Naciye çarşıya düşmedi. Binbir güçlükle kışı atlatıp da sağ kalmayı başaran köpekler şöyle bir kafalarını kaldırıp havayı kokladılar. Kötü kokular geldi burunlarına, kalkıp başka yere yattılar. Makas tutan eller seğirdi, terzisini berberini “hırrrp!” diye bir şeytan yokladı gitti.

Eklendi: Yayım tarihi

“Gözümden Deliler Taştı” için bir yanıt

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıGözümden Deliler Taştı
  • Sayfa Sayısı144
  • YazarÇağan Irmak
  • ISBN9786256843851
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviDoğan Kitap / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ayrılış ~ Çağan IrmakAyrılış

    Ayrılış

    Çağan Irmak

    “Tanıyordu Ay onları. Batuhan ile Baturgan’dı isimleri. Biliyordu. Kendine benzetiyordu bazı bazı. Bilhassa yarımay olduğu zamanlarda onun bir tarafı ışıkta, bir tarafı karanlıkta kalan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bir Deli Ağaç ~ Pınar KürBir Deli Ağaç

    Bir Deli Ağaç

    Pınar Kür

    Değerli roman ve öykü yazarımız Pınar Kür, öykülerini bir yapı ustasının dikkatiyle kuran yazarlarımızdan. Edebiyatın her şeyden önce bir yapı sorunu olduğunu bilen, dağınık...

  2. Alacakaranlık ~ Sadık HidayetAlacakaranlık

    Alacakaranlık

    Sadık Hidayet

    “Aylak Köpek” ve “Üç Damla Kan”la beraber Sâdık Hidâyet’in öykülerini bir araya getiren kitaplardan biri olan “Alacakaranlık”ta, modern İran edebiyatının kurucularından bu en gizemlisinin...

  3. Kaf Dağının Önü ~ Murathan MunganKaf Dağının Önü

    Kaf Dağının Önü

    Murathan Mungan

    Zar saydamlığında, kahverengiye durmuş derinin incecik damarları seçilebiliyor. Rengi atmış, çizgileri solmuş, kırmızı bir ibrişimle dürülmüş olarak duruyor sandığıın dibinde. Sandığın dibi, ibrişim düğümünün...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur