Golding Görünür Karanlık’ta iyi ile kötü arasındaki kadim mücadeleyi, modern çağda terörizm, cinsellik ve azizlere özgü saflığı iç içe geçirdiği bir evrene taşır. 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının başyapıtları arasında yerini alan bu benzersiz romanda gerçeklikle yanılsama sıklıkla yer değiştirir. Yapıtın uğruna yaşanacak hiçbir şeyin kalmadığı, bütünüyle anlamdan yoksun ve boş dünyasında, insan doğasının karanlığı türlü kisveye bürünür.
Birleşik Krallık’ın II. Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından bombalandığı dönemde korkunç bir yangından kurtulan Matty gerçekte kimdir? Alevlerden doğmuş, kimliğini arayan, psikotik bozukluktan mustarip bir varlık mıdır; yoksa bir aziz mi? Çocukluktan yetişkinliğe geçişlerini izlediğimiz ruhen yaralı ikizler Sophy ve Toni’yi ise hayattaki seçimleri başka bir yangına götürmektedir. Golding’in çöküşün eşiğinde duran bu dünyanın ezici ve meşum ortamına yerleştirdiği karakterleri bir gaddarlık, dehşet ve gizem kasırgasına kapılmış sürüklenmektedir. İçlerindeki tahripkâr öfkeyle hem birbirlerini hem de kendi kendilerini yıkıma uğratırlar.
Birinci Bölüm
Londra’da Isle of Dogs’un doğusunda, bu çevre için bile olağanüstü bir karışım barındıran bir bölge vardı. Dikdörtgen duvarlarla çevrili sular, depolar, demiryolu hatları ve seyyar vinçlerin orta yerinde, aralarında iki birahaneyle iki dükkânın bulunduğu sefil evlerden oluşmuş iki sokak. Şileplerin cüsseleriyle üzerlerine sarktığı evlerde, yaşamakta olan aile sayısı kadar çok dil konuşuluyordu. Ama şu sıra söylenen fazla bir şey yoktu, çünkü bütün bölge resmi olarak boşaltılmıştı ve vurulup alev almış bir geminin yakınlarında bile yalnızca birkaç izleyici vardı. Londra’nın göğünü projektörlerin soluk beyaz ışınlarıyla yer yer benekler halinde uçaksavar baraj balonlarından oluşan bir çadır kaplamıştı. Projektörlerin gökte ortaya çıkardığı tek şey baraj balonlarıydı ve bombalar esrarengiz bir şekilde boşluktan aşağı düşüyordu sanki. Büyük yangının ortasına ya da etrafına düşüyordu.
Yangının kıyısındaki adamların yapabildiği tek şey geminin yanışını seyretmekti, kontrolden çıkmıştı artık. Su şebekesi çökmüştü ve başka gecelerde yangınların her şeyi yuttuğu bu yerde, yangının tek engeli, yer yer yangın önleme şeritlerinin bulunmasıydı.
Büyük yangının kuzey ucunda bir yerlerde bir grup adam enkaza dönüşmüş araçlarının yanında durmuş, onlar gibi deneyimli adamlar için bile yeni bir görüntü sayılabilecek bir şeyi sabit gözlerle izliyorlardı. Projektör çadırının altında havada bir yapı oluştu. Sınırları ışık huzmeleri kadar keskin değildi, ama çok daha parlaktı. Bu göz kamaştıran bir parlamaydı, ince huzmelerin daha soluk çizgiler çizdiği yerin içinde ya da ötesinde yanan bir çalıydı. Bu çalının sınırları seyrek duman bulutlarıydı ve alttan ışık aldıklarında bunlar da alev gibi gözüküyordu. Küçük sokakların bulunduğu çalılığın ortasında renk daha parlaktı. Sürekli titriyordu ama duvarlar çöküp çatılar göçerken, parlaklığı zaman zaman azalıp artıyordu. Hepsinin ortasında -yangının gürlemesi, bombardıman uçaklarının kalkışının homurtusu, çökmenin gürültüsü– zaman zaman enkazın arasında infilak eden gecikmeli bombaların patlamaları araya giriyor, bazen keşmekeşin üzerine titrek bir ışık yayıyor ve bazen molozların arasında boğularak sadece gürültü olarak duyuluyordu.
Kuzeyden güneye, alevlere uzanan bir yolun dibinde enkaza dönüşmüş araçlarının yanında duran adamların etrafını tekdüze bir sessizliğin ve hareketsizliğin bilinmezliği sarmıştı. Yirmi metre kadar gerilerinde ve sol taraflarında, yerel su şebekesini mahveden, ayrıca araçlarını paramparça eden bombanın çukuru vardı. Çukurdan halen su fışkırıyordu ama azalmaktaydı ve araçlarının yanında duran, arka silindiri parçalayan uzun bomba kovanı parçası neredeyse dokunulabilecek kadar soğumuştu. Ama adamlar, barış zamanı olsa bir kalabalığı toplayacak birçok küçük olayı kovan, akan su, enkazın garabetlerigöz ardı ettikleri gibi onu da görmezden geliyorlardı. Doğruca yolun aşağısındaki
Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı’na, Horev’e vardı. Rab’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde onu gördü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. “Çok garip,” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor.” Rab Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi. [Mısırdan Çıkış (3:1-4) Kutsal Kitap, Eski Ahit, Kitab-1 Mukaddes Şirketi, 2009] (ç.n.)
çalılığa, fırına bakıyorlardı. Duvarlardan uzakta bir yerde duruyorlardı ve bombadan başka üzerlerine düşebilecek hiçbir şey yoktu. Bu, garip bir şekilde görevlerinin en tehlikesiz kısmıydı ve yıkılan binalar, mahsur kalınan bodrumlar, gaz ve yakıtların ikincil patlamaları ve bir düzine kaynaktan gelen zehirli kokular arasında neredeyse önemsenmezdi. Savaş yeni başlamış olduğu halde onlar tecrübe kazanmışlardı bile. Aralarından birisi bir bomba tarafından kapana kısılmanın ve başka bir bomba tarafından serbest bırakılmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmişti. Onlara şimdi bir tür tarafsızlıkla bakıyordu, sanki belli mevsimlerde oraları pek çok kez vuran doğal afetler, meteorlar olabilirlermiş gibi. Mürettebatın bir kısmı savaş zamanı amatörleriydi. Birisi müzisyendi ve kulağı şimdi bomba gürültülerinin algılanması ve yorumlanması konularında hassas bir eğitimden geçmişti. Su şebekesini patlatan ve aracı harap eden bomba, onu kıtı kıtına ama yeteri kadar korunaklı bir halde yakalamıştı ve o başını bile eğmemişti. Mürettebatın geri kalanı gibi o da yolun ilerisine, kendileriyle alevlerin arasına düşüp şimdi açtığı çukurun dibinde ya patlamadan ya da gecikmeli etkiyle durmakta olan bir sonraki bombayla ilgileniyordu. Aracın hasar görmemiş tarafında duruyor, diğerleri gibi yolun aşağısına bakıyordu. Homurdanıyordu.
“Mutlu değilim. Hayır. Cidden arkadaşlar, mutlu değilim.” Aslında, adamların hiçbiri mutlu değildi, dudaklarını sıkı sıkı kapatmış olan şefleri bile. Dudaklarından bir nevi güç aktarımıyla ya da lokal bir adale gücüyle, çenesinin ön tarafı titriyordu. Mürettebatı anlayışsız değildi. Müzisyenin yanında duran ve savaş zamanı üniformasını hiçbir zaman bir inanmazlık duygusu hissetmeden giymeyi başaramayan diğer amatör, bir kitapçı o an hayatta kalmasının matematiksel ihtimallerini hesaplıyordu. Altı katlı bir binanın duvarının tek parça halinde üzerine düştüğünü görmüş, hareket edemeden ve hâlâ nasıl yaşadığına şaşarak olduğu yerde deneyimli adamlar için bile yeni bir görüntü sayılabilecek bir şeyi sabit gözlerle izliyorlardı. Projektör çadırının altında havada bir yapı oluştu. Sınırları ışık huzmeleri kadar keskin değildi, ama çok daha parlaktı. Bu göz kamaştıran bir parlamaydı, ince huzmelerin daha soluk çizgiler çizdiği yerin içinde ya da ötesinde yanan bir çalıydı. Bu çalının sınırları seyrek duman bulutlarıydı ve alttan ışık aldıklarında bunlar da alev gibi gözüküyordu. Küçük sokakların bulunduğu çalılığın ortasında renk daha parlaktı. Sürekli titriyordu ama duvarlar çöküp çatılar göçerken, parlaklığı zaman zaman azalıp artıyordu. Hepsinin ortasında -yangının gürlemesi, bombardıman uçaklarının kalkışının homurtusu, çökmenin gürültüsü– zaman zaman enkazın arasında infilak eden gecikmeli bombaların patlamaları araya giriyor, bazen keşmekeşin üzerine titrek bir ışık yayıyor ve bazen molozların arasında boğularak sadece gürültü olarak duyuluyordu.
Kuzeyden güneye, alevlere uzanan bir yolun dibinde enkaza dönüşmüş araçlarının yanında duran adamların etrafını tekdüze bir sessizliğin ve hareketsizliğin bilinmezliği sarmıştı. Yirmi metre kadar gerilerinde ve sol taraflarında, yerel su şebekesini mahveden, ayrıca araçlarını paramparça eden bombanın çukuru vardı. Çukurdan halen su fışkırıyordu ama azalmaktaydı ve araçlarının yanında duran, arka silindiri parçalayan uzun bomba kovanı parçası neredeyse dokunulabilecek kadar soğumuştu. Ama adamlar, barış zamanı olsa bir kalabalığı toplayacak birçok küçük olayı kovan, akan su, enkazın garabetleri göz ardı ettikleri gibi onu da görmezden geliyorlardı. Doğruca yolun aşağısındaki
Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı’na, Horev’e vardı. Rab’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde onu gördü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. “Çok garip,” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor.” Rab Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi. [Mısırdan Çıkış (3:1-4) Kutsal Kitap, Eski Ahit, Kitab-1 Mukaddes Şirketi, 2009] (ç.n.)
çalılığa, fırına bakıyorlardı. Duvarlardan uzakta bir yerde duruyorlardı ve bombadan başka üzerlerine düşebilecek hiçbir şey yoktu. Bu, garip bir şekilde görevlerinin en tehlikesiz kısmıydı ve yıkılan binalar, mahsur kalınan bodrumlar, gaz ve yakıtların ikincil patlamaları ve bir düzine kaynaktan gelen zehirli kokular arasında neredeyse önemsenmezdi. Savaş yeni başlamış olduğu halde onlar tecrübe kazanmışlardı bile. Aralarından birisi bir bomba tarafından kapana kısılmanın ve başka bir bomba tarafından serbest bırakılmanın nasıl bir şey olduğunu öğrenmişti. Onlara şimdi bir tür tarafsızlıkla bakıyordu, sanki belli mevsimlerde oraları pek çok kez vuran doğal afetler, meteorlar olabilirlermiş gibi. Mürettebatın bir kısmı savaş zamanı amatörleriydi. Birisi müzisyendi ve kulağı şimdi bomba gürültülerinin algılanması ve yorumlanması konularında hassas bir eğitimden geçmişti. Su şebekesini patlatan ve aracı harap eden bomba, onu kıtı kıtına ama yeteri kadar korunaklı bir halde yakalamıştı ve o başını bile eğmemişti. Mürettebatın geri kalanı gibi o da yolun ilerisine, kendileriyle alevlerin arasına düşüp şimdi açtığı çukurun dibinde ya patlamadan ya da gecikmeli etkiyle durmakta olan bir sonraki bombayla ilgileniyordu. Aracın hasar görmemiş tarafında duruyor, diğerleri gibi yolun aşağısına bakıyordu. Homurdanıyordu.
“Mutlu değilim. Hayır. Cidden arkadaşlar, mutlu değilim.” Aslında, adamların hiçbiri mutlu değildi, dudaklarını sıkı sıkı kapatmış olan şefleri bile. Dudaklarından bir nevi güç aktarımıyla ya da lokal bir adale gücüyle, çenesinin ön tarafı titriyordu. Mürettebatı anlayışsız değildi. Müzisyenin yanında duran ve savaş zamanı üniformasını hiçbir zaman bir inanmazlık duygusu hissetmeden giymeyi başaramayan diğer amatör, bir kitapçı o an hayatta kalmasının matematiksel ihtimallerini hesaplıyordu. Altı katlı bir binanın duvarının tek parça halinde üzerine düştüğünü görmüş, hareket edemeden ve hâlâ nasıl yaşadığına şaşarak olduğu yerde…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Modern Klasikler Dizisi Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGörünür Karanlık
- Sayfa Sayısı336
- YazarWilliam Golding
- ISBN9786052952498
- Boyutlar, Kapak13x19,5, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2017
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yüreğimdeki Son Perde ~ Eloisa James
Yüreğimdeki Son Perde
Eloisa James
Aşkta mantık yoktur. Villiers Dükü Leopold Dautry, gayrimeşru çocuklarına annelik yapacak birini bulabilmek için bir an önce evlenmelidir ve bu kişi asil bir kadın...
- Sherlock Gibi Düşünmek ~ Daniel Smith
Sherlock Gibi Düşünmek
Daniel Smith
“Sadece bakmak yetmez, görmek de lazım!” Gözlem gücünüzü, hafızanızı ve mantık yürütme yeteneğinizi dünyanın en ünlü dedektifi Sherlock Holmes’un kullandığı sıra dışı tekniklerle geliştirecek...
- Kuş Kral ~ G. Willow Wilson
Kuş Kral
G. Willow Wilson
15.yüzyılın sonlarına gelinirken, Endülüs İmparatorluğu da artık kaçınılmaz sonunu beklemeye koyulmuştur. Sultan Ebu Abdullah’ın cariyelerinden olan Fatma, başına buyruk bir genç kızdır ve günleri...