Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Görünmez Zaman
Görünmez Zaman

Görünmez Zaman

Alice Hoffman

“New York Times çok satan romanı Görünmez Zaman, kitapların ebedî sihrine bir övgü. Sevgiye ve büyümeye dair harika bir hikâye.” -Stephen King “Büyülü gerçekçiliğin…

“New York Times çok satan romanı Görünmez Zaman, kitapların ebedî sihrine bir övgü. Sevgiye ve büyümeye dair harika bir hikâye.” -Stephen King

“Büyülü gerçekçiliğin kraliçesi Alice Hoffman, okumanın gücünü yücelterek okurları, imkânsıza inanmaya teşvik eden ruhani bir yolculuğa çıkarıyor.” -Kristin Hannah

Hamileliği sebebiyle ailesi tarafından dışlanan Ivy, kendini son derece yalnız hisseder ve evden kaçarak Topluluk olarak bilinen bir oluşumun karizmatik lideri Joel Davis’in yanına sığınır. Joel onlara katılanlara, ayrım yapılmaksızın herkesin kabul gördüğü, sade, huzurlu bir hayat vadetmektedir. Oysa hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Kitapların, ailenin, kişisel mülkiyetin yasak olduğu Topluluk’ta birçok kural ve bu kuralları çiğnemenin ciddi bedelleri vardır.

Ivy’nin kızı Mia ise sadece içinde doğduğu Topluluk’un dışa kapalı hayatını bilir. Ama bir gün merak duygusuna yenik düşerek gizlice bir suç işler: Kitap okur. Mia’nın okur okumaz âşık olduğu bu roman, Nathaniel Hawthorne tarafından yaklaşık iki yüz yıl önce kaleme alınmış olan Kızıl Damga’dır ve onun hayatını tümden değiştirecektir. Nathaniel Hawthorne, Kızıl Damga’da şunu yazmıştır: “Tek bir rüya, bin gerçekten daha güçlüdür.” İşte elinizde tuttuğunuz bu kitap, Görünmez Zaman, bir kadının bir süreliğine gerçeğe dönüşen rüyasının hikâyesidir.

*

On beş yaşına bastığım yıl bir haziran gecesinde hayatıma ikinci kez başladım. Adım hâlen Mia Jacob’dı, hâlen kan ve kemikten ibarettim ama o gece yola adım attığımda farklı bir geleceğe yürüdüm. Annemin buraya geldiğinde hissettiği gibi hissettim, yalnız ve karanlıkta.

Ay sari, orman zifiri karanlıktı. Dağları, tarlaları ve buranın Batı Massachusetts olduğunu bilmeseniz, dünyanın sonuna geldiğinizi zannederdiniz. Bu bir bakıma doğruydu, en azından benim için. Aldığım her nefesin göğsümün içinde sarsıldığını hissedebiliyordum. Her bir kalp çarpıntısı yankı yapıyordu. Özgürlük, düşündüğünüz şey değil. Özgürlük soğuk, sert ve parlak. Her şeyi değiştirmek böyle hissettiriyordu işte. Külleri avuçlayıp rüzgâra savurmak.

Sabahleyin sığır tarlasında, herkesin önünde cezalandırılacaktım, itaat etmeyenlere ne olduğunu herkes görüp ibret alsın diye. Yalvarmam ve kendimi savunmam bekleniyordu. Affedilmeyi geçmişte istemiştim fakat artık başka biriydim. Nasıl kaçacağını bilen, görünmez olabilen, tek bir rüyanın bin gerçekten daha güçlü olduğuna inanan kızdım ben.

Sadece burada yaşadığım hayata sahip olduğumu sanıyorlardı oysa ben her kitap okuyuşumda başka olasılıklar keşfetmiştim.

Beni koyunlarla dolu ahıra kilitlediler. Yarının ne getireceğini düşünmemi söylediler bana. Ne var ki en uzak tarladaki barakayı yeniden inşa eden adamlardan bir çekiç çalmış ve ahırdaki samanın altına saklamıştım. Kaçmam gerekebileceğini hep düşünmüştüm.

Kilidi açmak için ellerim kabarıp kanayana kadar bir saat uğraştım. Sonuç alamadım ancak sonra, birdenbire, kilit ellerimde parçalanıverdi.

Gri bir tulum ve annemin kırmızı çizmeleri vardı üzerimde. Bir mahkûma benziyordum ve her zaman böyle olduğuma inanmıştım ama artık bu mümkün değildi. Uzun kızıl saçım, annemin mezarının başından ayrılmadığım bahar aylarında ceza olarak kesilmişti. Beni oradan zorla uzaklaştırmaları gerekmişti ve o sırada tutunduğum eğrelti otları hâlen ellerimdeydi. Saçımın yine de çok güzel olduğunu, aynaya bakıp herkesten üstün göründüğümü düşünmeme yol açacak bir kibir unsuru olduğunu söylemişlerdi.

Bu sefer, ceza daha kötüydü. İhlal ettiğim kuralları gösteren bir rozeti iple asmışlardı boynuma. Günahkâr davranışlarım için G. Hakaret ve kargaşa için H ve K. Kaçınma ve topluma zararlı davranışlarım için K ve T. Hırs için H. Yarın bu harfleri koluma dağlayacaklardı ki cezamın sebebini asla unutmayayım.

Sahip olduğum kitapları bulmuşlardı. Shakespeare’in toplu oyunlarını. Genç kızken annemin favorisi olan The Blue Book of Fairy Tales’i. Emily Dickinson’ın mektuplarıyla şiirlerini. Fenerlerle dışarıdayım, kendimi arıyorum. Ne zaman şehre gitsem kütüphaneye gizlice girmeyi başarıyordum. Orada sihir olduğunu biliyordum. Orayı yok etmek için ellerinden geleni yapacaklarını da. Bu gece kitaplarımı yakmışlardı ve yarın beni cezalandırmayı planladıkları tarladaki alevlerin sülfürlü kokusunu hâlen alabiliyordum. Bir kitabım daha vardı, en çok sevdiğim kitap. Ahırda, bakmayı akıl etmedikleri bir yerde saklıydı. O benim hazinem ve haritamdı. Hayatımı kurtarmış olan kitaptı. Uzun zaman önce, kadınların kendi benliklerine ihanet etmedikleri için cezalandırıldıkları başka yerler de olmuştu. Ahırdan çıkıp karanlık tarlada koşarken Kızıl Damga ‘yı göğsüme sıkı sıkı bastırdım. Bazen, bir kitabı okuduğunuzda, kendi hayatınızı okuyormuş gibi olursunuz. Bana olan da buydu. İlk sayfayı okuyunca aydınlandım. Kim olduğumu ve kim olabileceğimi gördüm.

Yanıma bir şey daha aldım. Bu, ofisteki dolapta bulduğum minik bir resimdi. “Al,” demişti ofisi ve okulu yöneten Evangeline onu bulduğumu görünce. “O değersiz şeyi kimse istemez.” Yastığımın altında sakladığım, mavi ve yeşil tonlarındaki bu suluboya resme her gece bakardım; bana her zaman dünyanın güzel bir yer olduğunu hatırlatırdı. Etrafımı saran yumuşak yeşil hava, uzun çimenlerde uçuşan ateş böcekleri ve ormanda tüm yabaniliğiyle açan beyaz alev çiçeğiyle karanlıkta bile güzeldi.

Köpeklerin hepsi beni tanıyordu, bu yüzden kapıya vardığımda beni durdurmadılar, havlamadılar bile. Ağaçların arasında yarasalar kanat çırpıyordu. Oldukça fazla yıldız olsa da onlara bakacak zamanım yoktu. Sık dikenli çalıların arasından geçtim. Fazla yaklaşmış olmalıyım ki birkaç yerim kanadı. Annem bizi burada tutan şeyin kilidini nasıl açacağını bilmiyordu ama ben farklıydım. Anahtar ellerimin arasındaydı: 1850’de ilk defa basılan bu kitap, hikâyemizi, bizi o ana kadar tanımış olan herkesten daha iyi biliyordu. Boynuma asılı rozeti, ikiye ayrıldığından emin olarak çekip çıkardım.

——-

Tarlaların arasından yürüyüp toprak yoldan indim ve yaşlı meşe ağaçlarının önünden geçtim. Ayıların dolaştığı Hightop Dağı uzakta, hâlen görüş alanımdaydı. Yapmam gerekeni biliyordum. Az eşyayla seyahat et. Arkana bakma. Sadece en çok ihtiyaç duyacağın şeyleri al yanına. Ormana girdim ve kasabaya doğru ilerledim. Burada doğmuş ve hayatım boyunca burada yaşamıştım ama bu artık sona ermişti. Eğrelti otlarıyla çam ağaçları arasında görünmez olacak, kimseye görünmeyecektim. Ağaçların yoğun, topraksı kokusunun yayıldığı sık ormanın içinden geçerken çizmelerimin altındaki kurumuş dallar ve yapraklar çıtırdıyordu. Bu bir şeyin sonu, başka bir şeyin başlangıcıydı.

Tüm peri masallarında, kurtarılan kız, kendini kurtaran kızdır. Kasabaya ulaşınca yoldan aşağı koştum. Daha önce hiç koşmadığım kadar hızlı bir şekilde. Kapının açık olacağını bildiğim tek yere gittim. Anahtarı bulduğum yere. Güneş yükselmeden çok önce, onlar ahıra girip orada olmadığımı görmeden önce, beni aramaya başlamadan önce kütüphanedeydim. Hayatım işte o an başladı.

BİRİNCİ KISIM 

ŞİMDİ ve BURADA

BİRİNCİ BÖLÜM

TÜM EVRENDE

Ivy Jacob, Boston’lıydı ve hayatı Beacon Hill’de geçmişti ama nerede büyüdü!ü her soruldu!unda ayın batısında* derdi. Bu ya da herhangi başka bir dünyada hiç var olmamış peri masallarına ait bu yeri açıklarken gülse de bunun gerçek olmasını ne kadar istedi!ini bakışlarından anlayabilirdi herkes. Louisburg Meydanı’nda, küçük bir park ve bahçeyle çevrili, her biri şehirdeki seçkin ailelerin özel mülkiyeti olan Greek Rev!val** tarzının hüküm sürdü!ü bu kalburüstü bölgede, kendini hep bir yabancı gibi hissetmişti. Komşuların birbirleriyle konuşup konuşmaması çok da önemli de!ildi ama birbirlerine saygı duyup kurallara uyarlardı. Tepedeki di!er kızlar pileli etekle bebe yaka bluz giyer, ailelerinin sözünden çıkmaz ve Birch Okulu’ndan mezun olunca Wellesley ya da Mount Holyoke’a giderlerdi. Ivy ise farklıydı. Canının istedi!ini yapardı. Ailesi onun surat asıp durmasını, kısacık etekler giyerek kendini küçük düşürmesini, güzelli!ini bir lanet gibi görüp saçını bir kesip bir maviye boyamasını, ne zaman akıl vermeye çalışsalar odadan hışımla çıkıp gitmesini hiç tasvip etmiyordu. Gelgelelim, zeki bir kızdı ve her zaman iyi bir okur olmuştu. Ödevlerini ihmal etmesine, derslerde sıkıntıdan patlamasına, hatta sınıfta kalmasına ra!men kitaplara olan düşkünlü!ü yüzünden Boston Kütüphanesi’nde saatlerce zaman geçiriyordu. Asi düşüncelerinden dolayı Thoreau’yu, karanlık ve trajik aşk hikâyeleri nedeniyle Brontë kardeşleri, romanlarıyla onu a!latan ve hayat hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi hissetmesine yol açan Toni Morrison’ı seviyordu. Sahip oldu!u birkaç de!erli eşyayı ona çocukken verilen küçük bir mücevher kutusunda saklıyordu. Kutunun kapa!ı açıldı!ında, kendi etrafında dönerek dans eden bir dansçı çıkıyordu ortaya. İçinde ise incik boncuk, gümüş halka bilezikler, ebeveynleri tatildeyken gitti!i konserin bileti ve hizmetçileri Helen Connelly’nin evinin anahtarından başka bir şey yoktu. Hiç çocu!u olmamış ve bu karardan hep pişmanlık duymuş olan Helen, aileyi yakından tanıyor ve Ivy’nin kendini ne kadar mutsuz hissetti!ini biliyordu. O, Ivy yürümeye başladı!ından beri Jacob ailesinin yanındaydı ve onu kendi kızı gibi görüyordu. Ivy gerçekten kızı olsaydı, onu başarısız oldu!u aşikâr o özel okuldan alır ve sevildi!ini hissettirirdi. “Acil durumlar için,” demişti Helen, Ivy’e anahtarı verirken. “Bana ihtiyacın olursa diye.” Ivy teşekkür etmek için kollarını Helen’ın boynuna dolamıştı. “Her gün acil bir durum…” diye fısıldamıştı. Gülümsemesine ra!- men şaka yapıyormuş gibi görünmüyordu. “Unutma,” demişti Helen ona. “Gece ya da gündüz. Ben hep buradayım.” Siyah saçı ve gri gözleriyle Ivy gerçek bir güzellikti fakat büyüdükçe başa çıkılması giderek zorlaşıyordu, en azından annesiyle babasına göre. On altı yaşına geldi!inde, annesi onu başının belası olarak görüyordu. Liseye geçti!inde notları berbattı, ö!- leden sonraya kadar uyuyordu, vejetaryen olmuştu ve ebeveyni sırf inat olsun diye onun böyle bir seçim yaptı!ından emindi. Ivy, Harvard Yard’da John Harvard heykelinin aya!ını kırmızıya boyayarak zarar veren bir grupla birlikte polis tarafından yakalanıp karakola götürülmüştü. Erkek arkadaşlarının ardı arkası kesilmiyordu, dahası kısa bir süre önce Noah Brinley adında, Harvard ö!rencisi komşu çocu!uyla yatakta yakalanmıştı. Noah oldukça iyi bir aileden geliyordu, buna karşın davranışları kabul edilemezdi. Ailesi durumdan haberdar bile de!ildi -o bir erkekti sonuçta- ama Ivy birkaç hafta cezalandırılmıştı. Gerçi annesiyle babası daha dikkatli olsaydı onun Public Garden’da ya da Noah’nın yurt odasında geçirdi!i gecelerin ardından dönüş yolunda, Beacon Caddesi boyunca yürüdükten sonra eve gizlice girdi!i so!uk sabahlarda salondaki halının üzerine bıraktı!ı nemli ayak izlerini görebilirlerdi.

Ivy, neler olup bitti!ini eylül ayına dek fark etmedi, fark etti- !inde ise aradan üç ay geçmişti. Daha önce adet döngüsünde düzensizlik yaşasa da bir gün, içinde bir şeyin hareket etti!ini hissetti. Kimse onunla do!um kontrolünü konuşmamıştı ve bu konuda Noah’ya güvenebilece!ini düşünmüştü fakat Noah hiçbir zaman sorumluluk alan biri olmamıştı. Şimdi Ivy kendini koca bir deniz yutmuş gibi hissediyordu… İçinde yükselen bir dalga, kalbiyle karşılıklı atan başka bir kalp vardı sanki. Bir bebek sahibi olmayı aklından bile geçirmemiş, çocuklar ilgisini hiç çekmemişti ama dünya üzerinde önem verdi!i şeyler artık de!işmişti. Ö!renciler Harvard’a dönüyordu, bu yüzden Noah’yı yurt odasında valizini boşaltırken buldu. Noah bütün yaz uzaktaydı, ailesiyle Fransa’da seyahat etmişti ve Amerika’ya döndükten sonra onunla hiç iletişim kurmamıştı. Gerçek şu ki ilgisini çeken başka kızlar vardı, Ivy kadar sorunlu olmayan ya da cinsel konularda daha becerikli kızlar. Noah uzun boyu ve kızıl sarı saçıyla yakışıklıydı. “Hey,” dedi tereddütle, onu kapıda görünce. Ivy daha dolgun görünüyordu ve yüzünde büyülenmiş gibi tuhaf, dalgın bir ifade vardı. “Burada ne arıyorsun?” diye ekledi, ihtiyatlı bir duraksamanın ardından. Ivy hayatlarının de!işmek üzere oldu!unu, birbirleri için yaratıldıklarını, mutlulu!un onların olaca!ını söylemek için oradaydı. Ama hamile oldu!unu açıkladı!ında Noah hiç tepki vermedi. Fazla içti!i zamanlardaki gibi ifadesiz, donuk görünüyordu. Ivy onunla kaçmak istedi!ini söyledi!inde Noah oda arkadaşının gelme ihtimaline karşın kapıyı sertçe kapatıp “Sesini alçalt,” dedi ve o an sesi Ivy’nin babasının sesi gibi çıktı. Ivy birbirlerine âşık olduklarını sanmıştı, birbirlerine söyledikleri buydu fakat şimdi, onun karanlık bakışları karşısında yanılmış olabilece!ini düşünüyordu. Do!rusunu söylemek gerekirse bu bakışı daha önce babasında da görmüştü. Hayal kırıklı!ıyla dolu ve mesafeli. Noah hâlen odada onunlaydı ama çoktan çıkıp gitmiş gibiydi. Yakışıklı yüzünü asarak, “Sence ben kaçıp gitmeyi gerçekten düşünür müyüm?” dedi so!uk bir şekilde. “Üniversitede ikinci yılım. Bu yıl önemli. Bunu mahvetme.” Ivy karmaşa dolu bir dünyaya terk edilmiş küçük bir kız gibi hissetti. Bütün o asi kız imajına ra!men aslında Noah birlikte oldu!u ilk erkekti. Do!um kontrolü konusunda yardım almak için aile doktoruna gidememişti çünkü adam anında annesine yetiştirirdi. Bir klini!e gitmeye karar verdi!inde ise kapının önündeki eylemcileri görüp aralarından geçemeyecek kadar heyecanlanmıştı. “Birlikte olmamızı istedi!ini sanıyordum.” Noah, anne babasının itibarına muhtaçtı ve Ivy’nin verdi!i bu haber onları inanılmaz öfkelendirirdi. Kim bilir hangi bedeli ödemesi gerekirdi? Babası araya girmeseydi Harvard’a asla başlayamazdı. “İnsanlar de!işir,” dedi kendinden emin bir tavırla. Babasının bunu söyledi!ini daha önce pek çok kez duymuştu. Artık Ivy hakkında ne hissetti!inden bile emin de!ildi. Aşk ne demekti? Ivy güzeldi fakat başlangıçta e!lenceli olan şeyler -buz gibi ve kirli olmasına ra!men Charles Nehri’ne atlamak, Charles Caddesi’ndeki dükkânlardan bir şeyler çalmak, Boston Parkı’nda gecenin bir vakti sevişmek- şimdi ona çocuksu geliyordu. Ivy bebekten kurtulabilir ya da onu do!urabilirdi; bu tamamen onun kararıydı. Noah’nın bununla ne ilgisi vardı? “Yani,” dedi Noah. “Ne diyebilirim ki? Nasıl istersen öyle yap.” “Ben nasıl istersem mi?” Ivy kulaklarına inanamıyordu. “Senin yaptı!ın gibi mi? Sen nasıl istersen öyle?” Noah bir adım geri çekildi. Ivy’nin gri gözleri bir kedinin gözlerine benziyordu. Onun gibi bir kızın ne yapabilece!ini asla tahmin edemezdiniz. Çok duygusaldı. Ne zaman parlayaca!ını kestiremezdiniz. Noah’nın anne babasına telefon ederek ya da kapılarına dayanarak yardım dilenebilirdi. Ona şantaj yapabilir, onu gizlice takip edebilir, Harvard Yard’da pusuya düşürmeye çalışabilirdi. Noah’nın düşünmesi gereken bir gelece!i vardı ve Ivy geçmişinin bir parçası olmuştu bile. Muhtemelen gelecek yıllarda onu hatırlamakta bile güçlük çekecekti. “Bak, dersim var,” dedi sinirli bir şekilde, kötü davrandı!ının ve anlayışlı olmadı!ının farkında de!ildi. “Herkesin dünya kadar vakti yok.” Bu işin bitti!i gerçe!ine sırtını yaslayıp öfkeli bir şekilde oradan uzaklaştı. Hayal kırıklı!ına u!rattı!ı ilk kız Ivy de!ildi, son da olmayacaktı. Bu sen!n sorunun, ben!m değ!l, demeyi isterdi fakat bunun yerine öylece ortadan kaybolmak daha kolaydı. Köşeyi döndü!ünde, Ivy unutulmuştu bile. Ivy bir hafta bekledi ama beklemek hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu. Rüyaları onu gecenin ortasında uyandırıyordu. Giysileri artık dar geliyordu. Nihayet durumu anlattı!ında babası onu tokatladı, bu yaptı!ı sonsuza dek pişmanlık duymasına yol açacak içgüdüsel bir tepkiydi.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıGörünmez Zaman
  • Sayfa Sayısı248
  • YazarAlice Hoffman
  • ISBN9786259938691
  • Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYan Pasaj Yayınevi / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Zirvenin Dibindeki Çocuk ~ John BoyneZirvenin Dibindeki Çocuk

    Zirvenin Dibindeki Çocuk

    John Boyne

    Ve en sonunda Paris’in olduğu yöne baktı; doğduğu şehre, her şeye sahip olduğu şehre… Ne var ki, önemli biri olma arzusu yüzünden hepsini reddetmişti....

  2. Kahve Soğumadan Önce ~ Toshikazu KawaguchiKahve Soğumadan Önce

    Kahve Soğumadan Önce

    Toshikazu Kawaguchi

    Zamanda yolculuk edebilseydiniz neyi değiştirirdiniz? Kimi son bir kez görmek isterdiniz? Tokyo’nun ara sokaklarından birinde, ziyaretçilerine özenle demlenen kahvelerini sunan yüz yıllık bir kafe...

  3. Yeni Başlangıçlar Mevsimi ~ Debbie MacomberYeni Başlangıçlar Mevsimi

    Yeni Başlangıçlar Mevsimi

    Debbie Macomber

    Sonlar, insanı hayata bağlayan yepyeni başlangıçlardır… Kimi zaman hayatın karmaşasından başımızı kaldırmak, dertlerimizi geride bırakmak ya da bize zarar veren alışkanlıklarımızdan kurtulmak için bir...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur