Berlin’e “düşen” bir Amerikalı gangster, Komiser Rath’ı, Berlin’in yeraltı dünyasından gayrı bir de uluslararası mafya işlerine karıştırıyor. Çok boyutlu, karmaşık bir entrika. Fonda ekonomik buhranın yıkımı veNazilerin yükselişi…
Goldstein’da suç ve cürüm yelpazesi, bu defa olağanüstü geniş! Küçük suçlar âleminin çocuk hırsızlarından boy boy mafyaya, uluslararası suç bağlantılarına ve ırkçı şiddete uzanıyor. Kutscher’in ustası olduğu şey bu zaten: “zamanın ruhunun” müthiş zengin bir tasviri.
Babylon Berlin televizyon uyarlamasıyla uluslararası şöhret kazanan Komiser Rath dizisinin bu üçüncü romanı, “sert polisiye” stilindeki ustalığıyla da dikkat çekici. Yahudi-Amerikalı gangster figürü, sadece 30’lar Almanyası’ndaki antisemitizme değil, Amerikan mafya “töresine” de eğilmeye imkân vermiş.
“Kutscher, romanın uzunluğuna rağmen gerilimi 119 bölüm boyunca ayakta tutmayı başarıyor. Yozlaşma, cinayet ve nasyonal sosyalizmin yükselişi, karmaşık örgüsü içinde, çok yönlü olarak aydınlatıyor.”
Rhein-Neckar-Zeitung
*
God said to Abraham, “Kill me a son”
Abe says, “Man, you must be puttin’ me on”
God say, “No.” Abe say, “What?”
God say, “You can do what you want Abe, but
The next time you see me comin’ you better run”*
BOB DYLAN, HIGHWAY 61 REVISITED
Don’t know what I want but I know how to get it**
THE SEX PISTOLS, ANARCHY IN THE U.K.
BİRİNCİ BÖLÜM
Suç
27 Haziran, Cumartesi –
4 Temmuz 1931, Cumartesi
Remota itaque iustitia quid sunt regna nisi magna latrocinia?
Quia et latrocinia quid sunt nisi parva regna?*
– AUGUSTINUS, DE CIVITATE DEI, LIBER IV
1
Ortalık ahşap, tutkal ve taze cila kokuyordu. Karanlık ve sessizlikle baş başaydı. Sadece kendi nefesini ve ceketinin cebindeki saatin hafif tıklamasını işitiyordu. Adam tekrar gitmişe benziyordu ama buna rağmen bir süre daha beklemeye karar vererek, kollarına ve bacaklarına kan gitsin diye gerindi. Neyse ki, dolaba hiç askı asılmamıştı. Kapı aralığından içeri biraz ışık sızıyordu. Saati ceketinden çıkardı. Dokuzu biraz geçmişti. Aslında gece bekçisinin yukarıda, altıncı kattaki turunu da artık yavaş yavaş bitiriyor olması lazımdı.
Bu sorunun cevabını, karanlıkta onu irkiltecek kadar yüksek sesle gıcırdayarak inen asansörün sesi verdi. Vakit gelmişti. Adam alt katın yolunu tutmuştu; bundan sonra artık sadece dış kapı ve vitrinlerin önündeki sürgülü kepenklerin kapalı olup olmadığını kontrol edecek ve hırsızlık yapmak için içeriye kimsenin gizlice girmemesine dikkat edecekti.
Alex dikkatle dolabı açtı, giderek aralanan kapı aralığından dışarıyı kolaçan etti. Benny, azıcık dikkat büyük kazaları savuşturur derdi hep. Dışarıda, Tauentzien’deki ışıklı panolar pencereden içeri o kadar renkli bir ışık saçıyordu ki, el fenerini bile yakmasına gerek kalmadı. Lüks yatak odası takımını, bütün bir ailenin uyuyabileceği geniş yatağı, ayaklarının içinde kaybolduğu yumuşacık halıyı; hepsini görebiliyordu. Henüz ailesiyle birlikte yaşadığı, çok ufak ve çok az ışık gören bir odada dört kişi birlikte kaldıkları günlerde yatağın önüne serilen ve Karl’la paylaşmak zorunda kaldıkları, kaşıntı yapan, hindistancevizinden örülmüş yolluğu hatırladı. Acaba Karl nerelerdeydi? Beckmann’ın ölümünden sonra aynasızların onu arayıp aramadıklarını bile bilmiyordu. Ailesini hiç özlemiyordu ama küçük kardeşini tekrar görmeyi çok isterdi doğrusu.
Göz ucuyla bir hareket görünce süratle arkasına döndü ve tuvalet masasının aynasında, ayağına bol bir pantolon geçirmiş, saçlarını kaba örülmüş keten bir bereyle toplamış ve kendisine meydan okur gibi bakan on sekiz yaşında bir kızla göz göze geldi.
Aynadaki görüntüsüne ters ters sırıttı. Yatak odası görüntüsü vermesi için oraya dikilmiş ve üzeri zarif bir duvar kâğıdıyla kaplanmış ince tahta plakanın ucundan uzanıp, bir kez daha etrafı yokladı. Aslında buna gerek yoktu. Gece bekçisinin satış reyonları arasında ancak sabaha karşı, mesaisinin sonuna doğru bir daha dolaşacağını Kalli’den biliyorlardı. Kimsecikler yoktu burada. Bütün bunlar birkaç saatliğine sadece kendisine ve Benny’ye aitti. Bu duyguyu seviyordu.
Alex yolunu bulmakta zorluk çekmedi. Dışarıdan gelen huzursuz ve devamlı farklı renklerde yanıp sönen ışık yetiyor da artıyordu. Daha önce, gün henüz aydınlık ve burası insanlarla dolup taşarken, en önemli ayrıntıları bellemişti. Arkada güney merdivenlerine açılan kapılar vardı, sol taraftan ise, üzerinde perde örnekleri sergilenen duvarın önünden geçilip, yürüyen merdivenlere gidiliyordu. Her yer sessizdi. Trafik gürültüsü ona ancak boğuk ve sessiz ulaşıyordu. Bu büyülü dünyadan tamamen farklı bambaşka bir dünyadan gelen, neredeyse gerçekdışı, boğuk bir uğultuydu bu. İn cin top oynayan perde reyonuna girdi. Burası da tavandan yere kadar uzanan kadife, tül ve ipekten yapılma uzun perdeleriyle masallardaki sarayları andırıyordu. Daha küçük bir kızken, bir süre sonra ufak Alexandra’nın da fark edeceği gibi, herhangi bir şey satın almak için filan değil, sadece hayran hayran etrafa bakınmaya ve düş kurmaya gelen annesinin elini tuttuğu günlerde de burada durur, hayran kalırdı. “Bunlara iyi bak,” derdi annesi Alex’e. “Bütün bunlara biz fakir proleterlerin parası asla yetmez. Fakat bakmamızı yasaklayamazlar.”
Zengin batıda alışveriş etmeye paraları hiçbir zaman yetmezdi. Babasının bir işi olduğu, annesinin de temizlikçilik yaptığı iyi günlerde bile. Zaten Boxhagen semtinden dışarıya ender adım atarlardı; nerede kalmış batıya gelmek? Ku’Damm, KaDeWe ve Tauentzien… Babasının gözünde bunlar yalnızca müsrif bir kapitalizmin sembolleriydi; Batı da babasının, şeytanın vaftiz suyundan kaçması misali, kaçtığı bir günah yuvası. Annesi ısrar etmese, o moruk, yazları Hayvanat Bahçesi’ne yaptıkları bir-iki kaçamağa bile yanaşmazdı. Fakat doğanın mucizelerinin proleter çocuklarından saklanmaması gerektiğini Emil Reinhold bile kabul ediyordu. Demir parmaklıkların ardında acı çeken yaratıklar Alex’in hiç ilgisini çekmez, daha kutup ayısına geldiklerinde dönüş yolunun hayalini kurmaya başlardı. Çünkü Reinhold ailesi Wittenbergplatz’ta metroya binerek doğuya dönmeden önce her seferinde hep beraber Tauentzien Caddesi’nde yürüyüş yapardı. Karşılarına çıkan daha ilk vitrinde Emil Reinhold kapitalizmin taşkınlıkları üzerine hiç değişmeyen nutkunu atmaya koyulurken, Alex ve annesinin gözleri ve aklı sergilenen mallara kayardı. KaDeWe’nin vitrinleri daha o günlerde Alex’i büyülerdi. Annesinin gözlerinde de çoktan sararmaya yüz tutmuş hayallerin, mesela daha iyi, proletarya diktatörlüğünün ona kesinlikle sunamayacağı kadar güzel bir hayatın hayalinin yeniden parladığı görülürdü. Babası bunların hiçbirinin farkına varmaz ya da varmak istemezdi. O nutkuna devam ederdi. Oğulları da, özellikle de, her şeyi hep ciddiye alan Karl, onun dikkatli dinleyicileriydi. Proletaryanın prensi, dürüst komünist Karl. Öyle oldu da ne oldu? İşte şimdi o da, hırsız olan küçük kız kardeşi gibi aynasızlardan saklanmak zorunda kalıyordu.
Alex tam yürüyen merdivenlere varmak üzereydi ki, pamuğa sarılmış trafik uğultusundan çok daha yakında ve daha net bir ses, sert bir tıkırtı, onu yine bugüne getirdi. Dev gibi iki kumaş topunun ardına yıldırım hızıyla çökerek kulak kesildi: Cama bir şey vuruyordu. Pencerelerin birinden tıkırtılar, cızırtılar geliyordu. Seslere bir anlam vermeye çalıştı. Kanat sesleri, kuğurmalar. Saklandığı yerden çıkmaya cesaret ettiğinde neon lambaların aydınlattığı camın ardında pervaza kurulmuş iki güvercinin siluetini seçti.
Aptal kuş! Alex çılgınca çarpan kalbini rahatlatmak için derin derin nefes aldı. Önce ayna, şimdi de bu! Benny onu bu halde görse gülmekten patlardı! Ne zamandan beri böyle ürkekleşmişti? Yoksa, bu boşa harcadığı hayata kendisinin itiraf etmeye hazır olduğundan daha fazla sarıldığını fark ettiği günden beri mi?
Güvercinler gürültüyle kanat çırparak gerisingeri geceye dönerken, Alex de yoluna devam etti. Her attığı adımla kendisini biraz daha güvende hissediyor, sessiz alışveriş merkezinde karanlıkta gezinmenin giderek daha fazla tadına varırken, elbise dolabında geçirdiği saatlerde biriken sinir gerginliği eriyip, bedeninin tam ortasında ufak, fakat uyanık bir çekirdeğe dönüşüyordu. Her şey yüz yıllık bir uykuya dalmışken, bu büyülenmiş krallıkta sadece kendisi uyanıktı sanki. Daha önce kapılarının kendi ardından kilitlenmesine göz yumduğu bütün diğer alışveriş merkezlerinden daha iyiydi KaDeWe. Tietz zaten boy ölçüşemezdi ama Hermannplatz’taki koca Karstadt dahi Tauentzien’deki bu ihtişamla karşılaştırıldığında silik kalıyordu.
Perde reyonundan çıkmış, yürüyen merdivenlere varmıştı. Metal merdivenler, sanki kötü bir cin her şeyi dondurmuş gibi hareketsiz ve ölüydü. Kararlaştırdıkları zemin katındaki buluşma noktasına gitmek için beş kat aşağı inmesi gerekiyordu. Her zamanki gibi tütüncüde buluşacaklardı. Bu artık bir nevi ritüel olmuştu. İşe koyulmadan önce başka türlü asla sahip olamayacakları marka sigaraları ceplerine tıkıştırırlardı. Benny tütünden anlıyordu.
Alex onunla, zengin bir züppenin Zoo İstasyonu önünde yarısını içip kaldırıma attığı bir sigara izmariti için kavga ederken tanıştığını hatırladı. Şubat başında, Beckmann’la ilgili o boktan meseleden sadece birkaç hafta sonraydı. Buz gibi bir gündü. Alex, Noel Pazarı’ndaki şişkodan kaptığı parayı da tüketmişti. Açtı. İki gündür sigara da içmemişti.
Alex ve eli ayağı birbirine dolanıyor gibi görünse de muazzam bir beceriyle hareket eden o narin, hatta zayıf denebilecek sarışın oğlan henüz yanmakta olan sigaranın üzerine aynı anda atlamışlardı. Fakat yine de Alex daha hızlı davranmıştı. Eli sigaraya daha önce eriştiğinde nasıl da öfkeyle bakmıştı kendisine oğlan! Kendisi de derhal ona hırlamıştı. Bedeni o azıcık nikotini öylesine arzuluyordu. Aslında sonunda kendilerine hakim olarak izmariti paylaşmaları bir mucizeydi. O gün Alex’i yumuşatan herhalde oğlanın gözleri olmuştu. Daha en baştan, hüzünlü bakan o zayıf oğlana sahip çıkması gerektiği duygusuna kapılmış, daha on altısını bile bitirmemiş oğlana karşı annelik veya en azından ablalık duyguları kabarmıştı. Oysa onu izleyen haftalarda sokaklarda nasıl hayatta kalınacağını Benny ona göstermişti. Bir sorun yaşamadan yabancıların cebinden cüzdanlarını nasıl alacağını, anahtarına sahip olmadığı kapıları nasıl açacağını ve kendisine ait olmayan arabaları nasıl kullanacağını Benny ona öğretmişti. Bir gün sonra karnını nasıl doyuracağını bilmeyen bir kızın epey işine yarayan bilgilerdi bunlar.
Bütün ilkbaharı yankesicilikle, ufak tefek hırsızlıklarla, Kalli’nin verdiği bazı işleri yaparak birlikte geçirmişler, toktan çok aç yaşamışlardı. Ta ki, şu alışveriş merkezi işi akıllarına gelene kadar. İlk defasında, Dönhoffplatz’taki Tietz’te her şey tamamen tesadüfen olmuştu. Aslında Alex ve Benny dışarıda yağmur başladığı için kapanma saatinden çok kısa bir süre önce alışveriş merkezinde dolaşmaya başlamıştı. O fikir, görevliler müşterileri nezaketle çıkışlara yönlendirmeye koyulduğunda durup dururken, kendiliğinden gelmişti akıllarına. Alex ve Benny’nin bir an bakışması yetmişti. Bunu izleyen saatleri, etraf tamamen sakinleşene kadar birbirlerine yapışmış halde bir dolabın kasasında geçirmişlerdi. Nihayet dolaptan çıkmaya cesaret ettiklerinde bütün kemikleri sızlıyordu. Ondan sonra mücevher vitrinlerini boşaltmaları da tamamen kendiliğinden olmuştu. Ne yani, koltuk götürecek halleri yoktu ya… Deri eşya reyonunda buldukları iki bavulu ancak kimsenin dikkatini çekmeden taşıyabilecekleri kadar doldurmuşlardı.
Ardından da, önce bir pencereden avluya, oradan da Krausenstrasse’ye çıktıklarında kimse onları durdurmamış, az önce ne yaptıklarını ve bavullarda ne olduğunu kimse anlamamıştı. Spittelmarkt’ta rahat rahat ilk metroya binmişlerdi. Ellerindeki bavullarla uzun ve başarısız bir günün ardından evlerine dönen iki sokak satıcısına benzeyen bu iki gençle metrodakiler de ilgilenmemişti.
Ertesi gün Kalli’nin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kesenin ağzını da gönüllü açmıştı. O güne kadar hiç bu kadar büyük miktarda mal tedarik etmemişlerdi. Olsa olsa, ara sıra bir ayyaştan çaldıkları eski bir cep saatini ya da birtakım arabalardan aşırılan öteberiyi getirirlerdi. Tietz’ten sonra o tarz öteberiden vazgeçmişlerdi. Metroda cüzdan çalmaya veya sarhoşları soymaya hem değmiyor, hem de başarı her zaman şansa bağlı kalıyordu. Alışveriş merkezi numarası neresinden baksan daha kârlıydı. Üstelik çocuk oyuncağıydı: Kendini kilitlettireceksin, vitrinlerden mümkün olduğu kadar çok mal alacaksın, sonra da kapağı dışarı atacaksın. Gece bekçileri soyup soğana çevrilmiş vitrinleri fark edene kadar Alex ve Benny çoktan sırra kadem basmış oluyordu. Şimdiye kadar bu şekilde dört alışveriş merkezini ziyaret etmiş ve sonuncusunda, Karstadt’ta, dışarıya bayağı iyi mal çıkarmışlardı. Fakat kentteki en iyi adresi Kalli’nin önermesi gerekmişti; kendileri bin yıl düşünse saygıdan akıllarına gelmezdi. “KaDeWe” demişti Kalli. “Asıl mal orada.” Neden oraya bir uğramadıklarını sormuş, oradaki güvenliğin Tietz veya Karstadt’tan daha iyi olmadığını söylemişti. “Garanti veriyorum,” demişti. “Orada çalışan birini tanıyorum.”
İşte şimdi içerideydi. Hareketsizken daha da ağır görünen yürüyen merdivenlerden kat kat aşağı iniyordu. Birden Alex’in içini bütün KaDeWe’ye sadece kendisinin sahip olduğu duygusu kapladı ve kendisini çok güçlü hissetmesine yol açtı. Benny ile beraber Tietz’i nasıl reyon reyon dolaştıklarını ve bütün bu hazinelerle baş başa olmaktan ne büyük zevk aldıklarını hatırladı. Birçok malı denemişlerdi. Hatta, birbirlerine duydukları bütün güvene rağmen ikisi de çocuksu yanlarını diğerinden saklamayı genellikle tercih ettiği için önce biraz utanarak da olsa, oyuncak reyonuna bile uğramışlardı. Fakat ikinci alışveriş merkezinde –yine Tietz ama bu defa Alex’tekinde– kendilerine hâkim olmuş ve hemen işe girişmişlerdi.
Sonunda zemin kat göründü. Merdivenlerin sonuna gelmişti. Tütün reyonuna gitmek için vitrin mankenlerinden oluşan bir geçitten ibaret olan erkek giysileri reyonunu baştan başa geçmesi gerekiyordu. Bu soluk benizli mankenler de, tıpkı dışarıda bu zarif elbiseleri gerçekten giyen kibirli züppeler gibi hareketsizdi; ona tepeden bakıyorlardı. Alex bu tip adamlardan nefret ediyordu. O yüzden, orada duranların belki bir büyüyle lanetlenip, taş kesmiş ve yaşamlarının geri kalan kısmında burada, KaDeWe’de dikilmeye mahkûm oldukları düşüncesi hoşuna gitti. Adeta son moda elbiseler giymenin bedelini öder gibi… Vitrin mankenlerinden oluşan ordunun sonuna vardığında, artık tütün reyonunun ahşap tezgâhını ve raflarını seçebiliyordu.
Benny henüz gelmemişti galiba. Alex, dışarıdan sızan ince ışıkta bir şeyler görmeye çalışırken aniden dondu kaldı. En arkada, sıranın en sonundaki mankenlerden biri sanki hareket etmişti. Daha dikkatli baktı ama şimdi yine her şey her zamanki gibi hareketsizdi. Anlaşılan yalnızca dışarıdaki kırmızı reklam panolarından biri içerideki gölgelere dans ettirmişti; hepsi bundan ibaret olmalıydı. En azından mankenlerin arasında bir gece bekçisi filan yoktu. Herhangi bir miğfer de görmüyordu. Sadece kayıtsız fötr şapkalar, zevksiz melon şapkalar ve şık silindir şapkalar vardı. Alex yürümeye devam etti ama kalbi öylesine çarpıyordu ki, o sessizlikte kalp atışlarının duyulabileceği hissine kapılıyordu. Onu korkutan manken sıranın en sonunda, tam tütün reyonuna açılan koridorun başındaydı. Alex dilini çıkardı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı Polisiye Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGoldstein - Gereon Rath’ın Üçüncü Vakası
- Sayfa Sayısı531
- YazarVolker Kutscher
- ISBN9789750526480
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kördüğüm ~ Heidi Betts
Kördüğüm
Heidi Betts
ÖFKELERİ SONSUZA DEK SÜRECEK MİYDİ? YOKSA AŞK, HER DÜĞÜMÜ ÇÖZECEK KADAR GÜÇLÜ MÜYDÜ? Birbirine rakip iki köşe yazarı, gelecekte başlarına gelecekten habersiz bir şekilde...
- Nasıl Yaşıyoruz ve Nasıl Yaşayabiliriz? ~ William Morris
Nasıl Yaşıyoruz ve Nasıl Yaşayabiliriz?
William Morris
Delidolu’nun “Ne Yapmalı?” adlı kurmaca dışı kitaplar dizisinin yeni kitabı Nasıl Yaşıyoruz ve Nasıl Yaşayabiliriz?, görsel sanatlar ve tasarım tarihinin en etkili isimlerinden biri olan...
- Kuşlar ~ Tarjei Vesaas
Kuşlar
Tarjei Vesaas
“Evde bir iz kaldı. Kuş vuruldu, gözlerini yumdu, taşın altına kondu – ancak iz kaldı.” Buz Sarayı’nın yazarı, İskandinav Edebiyat Ödülü sahibi Tarjei Vesaas’tan,...