Câhiz bu kitabında Abbâsî döneminin toplumsal yapısı, zenginliğin ya da fakirliğin psikolojisi vb konuları ele alıp değerlendiriyor. Kitabı renkli kılan özelliklerinden biri de dönemin ünlü şarkıcılarından saray yazarlarına dek birçok konuyu ele almasıdır. Onun toplumsal olaylarda neden-sonuç ilişkisine verdiği önem, İbn Haldûn’un öncüllerinden biri olduğu tezini destekliyor. Şöyle diyor yazar: “Birtakım sonuçlara yol açan durumları iyi araştır. Bu durumlar, ortaya çıkacak sonucu ta başından içermektedir. Bil ki, ne zaman bunlardan ilki gerçekleşecek olursa, sonra gelenin ortaya çıkması zorunlu hale gelir. Sevimsiz sonuçlara yol açan öncüllerden uzak dur, sonucu esenlik olan durumları yaygınlaştırmaya ve yerleştirmeye çalış.”
Bin yıl önce aklı ön plana çıkaran bir aydının muhalif düşüncelere karşı verdiği mücadele…
***
CÂHİZ’İN BU ESERİNE DAİR
Câhiz’in çeşitli konularda yazmış olduğu risalelerin bir araya getirilmesinden oluşan bu eser, bundan bin yıl önce aklı ön plana çıkaran bir düşünürün muhalif düşüncelere karşı verdiği mücadelelerin somut bir örneğini oluşturuyor. “El-Beyân ve’t-Tebyîn” adıyla da bilinen bu risale derlemesinin en mühim bulduğumuz başlıklarını çevirdik. Eserde o günün toplumsal yapısı, zenginliğin ya da fakirliğin psikolojisi vb konularda modern dönemin bilim anlayışıyla dahi uyuşabilecek analizler yapılıyor. Çağın hükümdarına ya da önemli kişilerden birine öğüt vermek üzere yazıldığını düşündüğümüz kimi risalelerin ‘siyasetname’ geleneğinin halkalarından birini teşkil ettiğini düşünüyoruz. Bu bölümlerde ilginç benzetmeler ve örnekler aracılığıyla adaletin önemi vurgulanıyor.
Onun toplumsal olaylarda neden-sonuç ilişkilerine bakış açısı ve verdiği önem, İbn Haldûn’un1 öncüllerinden biri olduğu tezini destekliyor. Yazar şöyle diyor:
“Öyleyse, sen birtakım sonuçlara yol açan bu durumları iyice belle. Bu durumlar, ortaya çıkacak olan sonucu ta başından içermektedirler. Öyleyse, bunları iyice tanı ve aklında tut. Bil ki, ne zaman bunlardan ilki gerçekleşecek olursa, sonra gelenin ortaya çıkması zorunlu hale gelir. Öyleyse, sevimsiz sonuçlara yol açan öncüllerden uzak dur, sonucu esenlik olan durumları yaygınlaştırmaya ve yerleştirmeye çalış, meyvelerini afiyetle toplayacağın filizleri aşıla.”
Şu cümleler de onun bilimle ilgili bakış açısını ortaya koyuyor:
“Bilmelisin ki, kimi zaman ölçüler bilge kişilerin belirlediği mecranın dışında gelişebilir ve bu karmaşık durumda, ileri görüşlü kişinin tedbirli olma kaygısından dolayı elde edemediği şeylere bilgisiz bir kişi ulaşabilir. Bilgisiz kişiler senin o andaki kaybını gerekçe göstererek, buna benzer durumlarda tedbirsiz davranmaya sürüklemesinler. Çünkü bir kimse uzak görüşlü ve tedbirli davrandıktan sonra olaylar o kişinin öngördüğünden farklı bir biçimde gelişse bile, onun görüşünün daha övgüye değer olduğu savunulabilir; hatta olaylar tedbirsiz kişinin istediği yönde gelişse de tedbirlinin tedbirsizden daha tutarlı olduğu konusunda tüm bilgeler müttefiktirler. Hayatıma yemin ederim ki, bu tür olaylara çok az rastlanır. Çoğu zaman, birinin yaptığı işlerin iyi sonuçlanması, olayları bilinen doğal kurallar çerçevesinde ele almasına bağlıdır. Varlıklar âlemindeki her şey, yalnızca kendi genel-geçer kurallarına bağlıdır.”
Eserde düşünce akışı yer yer kopuyor; belki de, o günün koşullarında bu kitabın muhatabı olan kişilerin iyi bildiği konuların ya da noktaların esere alınmasına gerek görülmediği ve boşlukları doldurma işi okuyucuya bırakıldığı için böyledir bu…
Arap dilinin anlatım gücü konusunda son derece iyimser olan yazarın, bu dili karmaşık bir biçimde kullanmış olması da, çeviri sırasında karşılaştığımız temel güçlük olmuştur.
Muharrem Hilmi Özev
Aralık 2005, İstanbul
GİYSİLER, KİTAPLAR, ÖĞRETMENLER VE ŞARKICI KIZLAR
Susmak ve Konuşmak Üzerine
Bir bedevî eş-Şa’b ile birlikte oturuyordu. Eş-Şa’b uzun süre sessiz kalınca bedevî ona bunun nedenini sordu. Eş-Şa’b yanıtladı: “Dinle ki öğrenesin, sus ki selamet bulasın.”
Dediler ki: “Kişinin ölümü iki çene kemiği arasındaki boşluktan dökülenler yüzündendir.”
Ebû Bekr es-Sıddîk dilinin ucunu tutup göstererek şöyle derdi: “Beni durumdan duruma sokan işte budur.”
Dediler ki: “Uzun süre hapsedilmeyi dilden daha çok hak eden hiçbir şey yoktur.”
Dediler ki: “Dil vahşi bir yırtıcıdır.”
Hz. Peygamber, A.S.,2 dedi ki: “Cehennemde insanların yüzüstü sürünmelerinin nedeni dillerinin belasından başka bir şey değildir.”
İbn el-A’râbî, hocalarının birinin şöyle dediğini aktarır: Adamın biri Peygamber’in A.S. huzurunda konuşurken sözü uzattıkça uzattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber A.S. şöyle dedi: “Bir kula, dilinin durmamasından daha büyük bir kötülük verilmemiştir.”
El-işî dedi ki: Mehdî bin Meymûn, Ğaylân bin Cerîr’den, o Mutarraf ibn Abdullah bin eş-Şahîr’den, o da babasından bize aktarıp diyor ki: Bir keresinde bir heyet halinde Hz. Peygamber’in A.S. huzuruna çıktığımızda şöyle dedik: Ey Allah’ın Elçisi! Sen bizim Efendimizsin, sen bizim en uzun olanımızdan bile daha uzunsun, misafirperverlikte de en üstünümüz sensin. Bunun üzerine Rasûlüllah S.A.V şöyle dedi: “Ey insanlar! Ne diyecekseniz deyin ama Şeytan sizi ayartmasın. Ben yalnızca, Allah’ın kulu ve elçisiyim.”
[Yine el-işî] dedi ki: Bir keresinde Halid bin Abdullah el-Kasrâ, Ömer bin Abdülaziz’e şöyle dedi: Sen hilafetin kendisini değerli ve üstün kıldığı, ama aynı zamanda, hilafet [makamın]ı süsleyen ve üstün kılan birisin. Sen tıpkı şairin dediği gibisin:
Parfümün hoşluğuna hoşluk katan sensin,
Dokunman yeter; var mı senin benzerin?
Kiminin yüzünü inciler süslese de,
Asıl inci senin yüzünün güzelliğidir.
Bunun üzerine Ömer dedi ki: Arkadaşınıza söz [söyleme gücü] (makûl) verilmiş, ama söylediklerini tartma gücü (ma’kûl) verilmemiş.
Şair der ki:
Dilinde bal akıyor olsa da ruhun cimri mi cimri;
Dostunu göklere çıkarmaktan başka yaptığın hiçbir
şey yok.
Yine onun [el-işî’nin] bildirdiğine göre, bir keresinde insanlar İbn Ömer’e dediler ki: Bizim için Allah’a uzunca bir dua et. İbn Ömer dua etti: Ey Allah’ım! Bize rahmet et, bize afiyet ve rızık ver. Bunun üzerine dediler ki: Ey Abdurrahman’ın babası! Biraz daha dua etsen olmaz mıydı? Dedi ki: Laf ebeliği yapmaktansa Allah’a sığınırız.
Ebû Esved ed-Düelî laf ebesi kişileri anlatırken bunlar arasında el-Hâris bin Abdullah İbn ebî Rabîa bin el-Muğîre’yi de saymıştı. El-Hâris, El-Kubâ’ olarak da bilinen kişidir. Bu kişi Kureyş’in ileri gelenlerindendi ve çok güzel konuşurdu. O bir gün elinde büyük bir sepetle şehre gelip kendisini izleyenlere “Bu sepet kubâ’nındır” demiş ve bu nedenle insanlar ona el-Kuba’ adını vermişlerdi. ‘Kubâ’, başı geniş ve boyu kısa demektir. Ferazdak, bu kişi ile ilgili olarak Cerîr’e3 demiştir ki:
Senden önce ben ona haddini bildirmenin bir yolunu bulamadım;
Üstelik sen de çekemeyeceksin onun ipini;
Yemin ettim bir fırsatını bulup El-Kubâ’ın boynunu kırmak için yetmiş yıl beklemeye.
Ebû Esved der ki:
Ne güzeldir verdiği mükafat Müminlerin Emiri’nin,
Kurtar bizi Muğîre Oğulları’nın Kubâ’ından;
Biz onu sıkıştırdık ve ayıpladıksa da o,
Gencin bir nikâhlamasını bahane ederek,
Başımıza uzun ince bir ip gibi dolanan bu belayı
sarmaladı,
Ne çoktur, onun laf ebeliği için kullandığı yollar.
Şair [: Fadl bin Abdirrahman el-Kureyşî] der ki:
Sakın, sakın bu adamdan, çünkü bu adam;
Kötülüğe davet edip felakete sürüklüyor.
Ebu’l-Atâhiyye der ki:
Susmak daha çok yakışır gence;
Zamansız yere konuşmaktan.
Her kişi kendi benliğinde,
Daha üstün ve yücedir yakınlarından.
Sehl bin Hârûn derdi ki:
Söz sanatlarını düşüne taşına kullanmak söz sanatlarını kullanmaktan daha yeğdir. Tıpkı, tedaviye dikkat etmenin ilaçtan daha önemli olması gibi.
[Eskiler] açık seçik olmayı, ayağını sağlam yere basmayı; hatalı konuşmalardan, yanlış görüşe sahip olmaktan, türedi görüşlerden (er-ra’yü’d-deberî) kaçınmayı önerirlerdi. Türedi görüş, sağlamlığı sınanıp doğru dürüst anlaşılan iyi bir görüşün ardından gelen ve doğrudan saptıran görüştür.
Tersine onlar, ağır başlılığı, öğrenme gayretine sahip olmayı ve bunun için elden gelenin arkaya konulmamasını tavsiye ederlerdi.
El-Ahnef’in bildirdiğine göre, Ömer bin el-Hattâb demiştir ki: “Yönetmeden önce, derin bilgi sahibi olunuz.”4 Yine derdi ki: “Hâkimiyet çoğunluk ile birliktedir.”5
Şu şiir Küseyyir Azze adına dile getirilmiştir:
Ağırbaşlılık ve İslam alıkoyar (vâzi’)6 [kötülükten]
kişiyi,
Baştan çıkaran tutkuların peşini bırakmak da öyle.
Olgunluğun sunduğu basiret aydınlatır gencin yolunu;
Çaba harcayarak öğrenilen doğruluk ahlakı da öyle.
El-Efûh el-Evdiyy dedi ki:
Başladı fenalaşmaya yüzü Kureyne’nin;
Ve astı suratını düşmanlarını hatırladığı için.
Ellerini ovuşturdu ve dedi ki: Yeterlidir sana;
anlamak için görmediklerini, gördüklerin.
Diğer bir şiirinde ise şöyle der:
Kendi benliğinden başla işe ve ona haddini bildir;
Eğer benliğin söz dinlerse, işte sen o zaman egemensin.
Gelince bu noktaya verebilirsin öğüt; ve ödünç alınır;
senin sözlerin, hem öğretimin olur makbul.
Dediler ki: Ahnef bin Kays, nefsine hâkim olma bakımından insanların en güçlüsü idi.
Dediler ki: El-Hasen, yasaklardan uzak durma bakımından insanların en titiziydi.
Bir diğer şair şöyle der:
Kötülük yapıp da mazeret gösterme, çünkü;
insanların en kötüsü, kötülük yapıp mazeret
gösterendir.
El-Kemît bin Zeyd el-Esedî de şöyle der:
Her ne kadar onlar [tersini] düşünseler de;
Gösterdikleri mazeretler onların düşmanlarını
azaltmadı.
Muhammed bin Yesîr bana Ehvas bin Muhammed’in şu şiirini okumuştu:
Tutuştu benimle el ele dorukta;
Güzel yaradılışlı bir bakire.
Hazza ulaştıran her konuda gençleri;
Hoş görmeli diyor herkes.
Cerîr de ihmalkârlıkla ilgili olarak şöyle diyor:
Hiç oralı olmazlar gelip çatana dek kötülük;
Bilemezler bir işi, girmedikçe içine.
En-Nâbiğa ise birtakım insanları karşıt niteliklere sahip olmakla övüyor:
Ne iyiliğin ardından herhangi bir kötülük gelmeyeceğini;
Ne de, kötünün uzaklaşıp gitmeyeceğini (lâzib)7
düşünürler.
Bir başka şiirinde şöyle diyor:
Bir kalp çarpıntısı ki, insanın içini allak bullak ediyor;
Onun gibilerin gelir başına böyle şeyler.
Eğer kardeşinizle ilgili bir hata ediyorsa;
Ola ki, Temîm’in kurtuluşu bundadır.
Yine onun bildirdiğine göre, Yezîd bin Ömer bin Hübeyre’nin yanında bulunan biri şöyle dedi: Allah’a yemin ederim ki, Hâris bin Şurayh hiçbir zaman iyilik getirmemiştir. Bunun üzerine et-Tercüman bin Hüreym şöyle dedi: Eğer hiçbir zaman iyilik getirmemişse, bu durumda bir kötülük günü getirmiş olmalıdır.
Et-Tercüman bin Hüreym böyle diyerek şairin şu sözlerine katılmış oluyordu:
Geç yaratıldı Zimmân Oğulları;
Tüm insanlar yaratıldıktan sonra.
Zimmân Oğulları hiçbir iyilik yapmadığı gibi;
Yapmadı Zimmân Oğulları hiçbir kötülük.
Bu kabilden olan sözler, nükteli sözler grubuna girer. Nitekim, el-Asmaî şöyle demiştir: “Bilgiyi elde edince nüktedanlığa ulaştım.”
Bir keresinde adamın biri şöyle dedi: Benim babam ki, orduları yönetmiş, kapıları açmış, hükümdarlara başkaldırmış ve kürsüleri ele geçirmiştir. Bunun üzerine orada bulunanlardan biri şöyle dedi: Kuşkusuz! Esir oldu, öldürüldü ve asıldı! Babasıyla övünen adam yanıtladı: Babamın küstahlığını, öldürülmesini ve asılmasını boş versene sen! Senin baban hayatı boyunca hiç böyle şeyleri hayal edebilmiş miydi?
Bizden öncekilerin kanıt olarak aktardıklarını dinlemiş bulunuyoruz. Sana önerim odur ki, eğer birtakım şeylerin senin açından normal ve uygun olduğunu, bunların seni bir şekilde ilgilendirdiğini düşünüyorsan, bunları açık seçik olarak ortaya koymaktan geri durma. Eğer bunları göz ardı edecek olursan, ihmalkârlık senin doğal potansiyelini yok edip seni kötü alışkanlıklar kazanmaya doğru sürükler. Eğer açıklama, güzel konuşma, söz sanatlarını kullanma, topluluk karşısında kendini ifade etme gibi konularda ehil bir kimse olduğunu düşünüyorsan, bunları tüm gücünle ve en üst düzeyde kullanıp en can alıcı açıklamaları yapma konusunda kusur etme. Cahillerin tehditleri ve korkakların yıldırmaları seni yolundan alıkoymasın. İlk söylenildiği biçimi kaybetmiş ve kaynağından farklı olarak çok çirkin bir biçimde yorumlanmış olan rivayetler senin yolunu şaşırtmasın. Nasıl olur da, böyle sapkın rivayetlerin, kuşkulu haberlerin ve herkesin kendi kafasından uydurduğu asılsız görüşlerin peşinden sürüklenip gidebilirsin ki?
Yüce Allah’ın Davut Peygamber A.S. ile ilgili olarak söylediklerini duymuş olmalısın. Diyor ki: “… kulumuz Davud’u, o kuvvet sahibi zatı hatırla. [O hep Allah’a yönelirdi. Doğrusu biz akşam sabah onunla birlikte tesbih eden8 dağları, toplu halde kuşları onun emrine vermiştik. Hepsi ona yönelmişti. Onun egemenliğini güçlendirmiş, ona hikmet] ve güzel konuşma vermiştik.”9 Allah onun için hikmet ve üstün yeteneği akılda bir araya getirdi. Ona ağırbaşlılığı sevdirdi. Bilgisini geniş, verdiği kararları doğru kıldı. Güzel konuşma yeteneği sayesinde özeti verileni ayrıntıları ile anlatma, karmaşık olanları aydınlatma gücü verdi. Sakıncalı durumlardan kaçınıp kararlılık gerektiren durumlarda atılgan davranacak bir uzak görüşlülük ihsan etti.
Allah’ın Rasül’ü S.A.V. Şuayb Peygamber’le A.S. ilgili olarak şunları söylemiştir: “Şuayb, peygamberlerin hatibi idi.” Bu durum, Allah’ın Şuayb A.S. ile ilgili
————
1 İbn Haldun (1332-1406): Tunus’ta doğup Kahire’de vefat eden, Mukaddime adlı başyapıtıyla tanınan en büyük Arap tarihçi.
2 A.S.: Aleyhi’s-selâm = Ona selam olsun.
3 Ferazdak ve Cerîr: İki ünlü Arap şair.
4 Arapçası: “Tefakkahû kable en tesevvedû.”
5 Arapçası: “Es-sü’dedü mea’s-sevâd.”
6 El-vâzi’: Kaçındıran, el-vezea: vâzi’ sözcüğünün çoğulu; sakındıranlar ve engelleyenler.
7 Lâzib: Çıkışı ve alternatifi olmayan. Bir başka yerde ise lâzib, kuru/sert anlamında kullanılmıştır. Nitekim yüce Allah, “[Biz insanı] kuru/sert bir çamurdan [yarattık]” (Sâffât, XXXVII, 11) buyurmaktadır. [Aynı kökten türeyen] lezebât sözcüğü ise çorak ve kurak yıllar anlamına gelmektedir.
8 Tesbih etmek: “Suphanallah” kelimesini söyleyerek Allah’a saygı göstermek.
9 Sâd, XXXVIII, 17-20.
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Dünya Klasikleri
- Kitap AdıGiysiler, Kitaplar, Öğretmenler ve Şarkıcı Kızlar
- Sayfa Sayısı160
- YazarCâhiz
- ÇevirmenMuharrem Hilmi Özev
- ISBN9786053541271
- Boyutlar, Kapak12x21, Karton Kapak
- YayıneviBORDO SİYAH / 2012
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şehir Mektupları ~ Mustafa Kutlu
Şehir Mektupları
Mustafa Kutlu
Şehir Mektupları taşralı bir hikâyecinin yaşadığı şehri tanıma yolundaki gayretlerinin mahsulüdür. “On yıl boyunca İstanbul’u dolaştım, bu gezi izlenimlerini gazetede ‘Bir demet İstanbul’ başlığı...
- Başkaldıran İnsan ~ Albert Camus
Başkaldıran İnsan
Albert Camus
"Başkaldıran İnsan", başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. "Başkaldıran İnsan", adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olan'ın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik başdönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yadsıma onu intihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? "Hayır!" demeyi bilen insandır "Başkaldıran İnsan", ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan 'hayır'ın içeriği nedir? Bunun yanıtı "Başkaldıran İnsan"da...
- Yaşamın Ucuna Yolculuk ~ Tezer Özlü
Yaşamın Ucuna Yolculuk
Tezer Özlü
Tezer Özlü, bir başka kutupta kendisiyle aynı yazgıyı paylaşan Oğuz Atay gibi, beklenmedik bir anda edebiyatımızdan demir aldı. Yazar ile sahici efsanesini birleştiren bu...