GÜCÜNÜN FARKINDA OLMAYAN BİR PRENSES,
KADİM SIRLARI BİLEN BİR YABANCI,
KADERLERİNİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN BİR SAAT
Vi Solaris, neredeyse hiç görmediği bir imparatorluğun vârisiydi. Aldrik ve Vhalla, barışı sağlamak için kızlarını on dört yıl Kuzey’in vesayetine bırakmak zorunda kalmıştı. Bütün kıta ölümcül bir salgının pençesinde kıvranırken üç yıl daha geçmiş, Veliaht Prenses de evine gönderilmemesinin gerçek sebebinin büyüsünü kontrol edemeyişi olmasından korkmaya başlamıştı.
Fakat büyüsü aslında hem çok güçlü hem de çok beklenmedikti ve açığa çıkarsa onun tahttaki hakkına bile mal olabilirdi.
Büyüsünün sınırlarını öğrenmeye uğraşırken, gizemli bir yabancıyla arasında bir bağ olduğunu keşfetmişti. Bilmediği dünyanın sırlarına ulaşmasını sağlayacak anahtar ellerindeydi ancak bilginin bedeli çok ağırdı.
Vi hayatının en zor seçimini yapmak zorundaydı: Kuralına göre oynayıp tahta geçmek ya da dünyayı kurtarmak uğruna yasalara karşı gelmek.
“Elise Kova, insanı bir anda içine çeken ve daha fazlasını arzulamanıza neden olan inandırıcı dünyalar kurmakta usta.” —Cora Carmack
“Büyüyü, güçlü kadın kahramanları, aile bağlarını ve şeytani komploları sevenler bu dünyada kendilerini kaybedecek.” —Tonja Drecker
“Solaris İmparatorluğu’na dönmek beni kesinlikle hayal kırıklığına uğratmadı. Hem yeni okurlar hem de bu dünyaya eskiden beri aşina olanlar büyü, macera ve romantizmi tek bir pakette sunan bu hikâyeye bayılacak.” —Fae Crate
“Genç-yetişkin fantastik türünün başına gelen en güzel şey.” —Dany Reads
“Yeni okurlar da eski hayranlar da insanın nabzını hızlandıran bu duygusal maceraya bayılacak.” —The Reading Faery
Rüyalarından hiç uyanmayan hayalperestler
ve hiç vazgeçmeden harekete geçenler için
BİRİNCİ BÖLÜM
Karanlıkta dudakları acı bir tebessümle kıvrıldı. Sadece bir mum, başka bir şey değil, dedi Vi kendine. Komodininin ucundaki mumlukta duran tek bir mum. Vi endişesini yatıştırmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Hâli absürt, hatta gülünçtü; Ana aşkına, o bir Solaris’ti. Ancak bu mum, gözünü ormanda bir yaratıkla savaşma fikrinden daha çok korkutmuştu. Çoğu Alevtaşıyıcı bu mumu tek bir düşünceleriyle yakabilirdi. O da aynısını yapabilmeliydi. Vi’nin elleri yumruk hâlini alıp çarşafları dizine çekti. Derinlerinde bir yerde aşılmaz bir duvar vardı. İçindeki büyü kıvılcımını güçlükle ortaya çıkarabilmekten fazlasını yapamayan Vi o duvarın bir tarafındaydı, öteki taraftaysa atalarının gücü vardı. Parmakları gevşedi ve muma uzandı. Yanmış fitil ellerinde boylu boyunca kara bir is lekesi bıraktı, gece karanlığında neredeyse görünmez bir izdi. “Sadece bir mum,” diye tekrarladı Vi yüksek sesle, bir büyü kırıntısı aranıyordu. “Sadece ufacık bir kıvılcım yeter.” Parmaklarının arasındaki karanlıkta beyaz bir şimşek çaktı. Fitil tutuşup alevlendi ve Vi rahatlayarak iç geçirdi. Bir an için alevlerin parmak uçlarında dans edişini izledi ve bu küçük, istikrarlı ateşin kendine ait olduğunu hayal etti.
Sonra elini hızla geri çekti ve yatağını örten ince yün battaniyeyle birlikte bu düşünceyi de bir kenara itti. Hayallere harcayacak zamanı yoktu. Yapmak istediği şeyler vardı ama yeterli zamanı yoktu. Veliaht Prenses olarak yükümlülükleri fazlasıyla erken başlayacaktı. Hava taze kesilmiş odun, bitki özü ve sabah neminin keskin aromasıyla ağırlaşmıştı. Vi bu kokuyla büyümüştü. Odası, Kuzey’in başkenti Soricium’daki devasa ağaçlardan birinin gövdesine oyulmuştu. Odasının ahşap duvarları pürüzsüz ve cilalıydı. Boğumlu tavandan aşağı sarkan ve yatağının dört köşesine dolanan dekoratif köklerle dallara bir tezat oluşturuyordu, hepsi de bir Yerkırıcı’nın büyülü ellerinden çıkmaydı. Yatağının ayak ucundan uzaklaşırken mumundan yayılan ışık halesi tam karşıdaki şifoniyerin üzerinde bulunan yaldızlı çerçevelerden yansıyarak pırıltılar saçtı. Birkaç çerçeve vardı ancak hepsi aynı üç kişinin detaylı bir şekilde resmedilmiş portrelerini sergiliyordu – annesi, babası ve erkek kardeşi.
Normalde üç yıl önce kavuşmuş olması gereken ailesi. İmparatorluk’un başkenti Solarin’in güneyinde yaşayan ailesi. Onu politik bir anlaşma karşılığında takas eden ailesi. “Bir yıl daha,” diye mırıldandı resimlere doğru. Gözleri kardeşinin lepiska buklelerine takıldı. Vi’nin koyu bukleleriyle taban tabana zıttı. Onlara bakan biri ikiz olduklarını tahmin edemezdi. Vi, porteye baktıkça boğazında büyüyen yumruyu yutkunmaya çalıştı. “Sen de iyi ki doğdun, kardeşim.” Vi ailesinin ona bakan gözlerine sırtını dönüp şifoniyer ve pencere arasındaki köşeye istiflenmiş küçük malzeme yığınına yöneldi. Her şey dün gece ve ondan önceki gece bıraktığı gibiydi. Yayı ve sadağı çivisinde asılıydı, tepeden beş altı okun tüyleri çıkıyordu. Metalik bir güneş –Solaris arması– yaklaşan mum ışığıyla birlikte parladı, ardından düzgün bir şekilde katlayıp sadağın altındaki sandalyeye koyduğu kıyafetler aydınlandı.
Sadece üç günlüğüne gidecekti. Fazla bir şeye ihtiyacı yoktu.
Ama Vi elinde ne kadar kıyafet ve erzak varsa hepsinin envanterini çıkarmıştı. Çıkarmasa ölecekmiş gibi… Bu değerli üç özgür gün, her yıl elde edebildiği yegâne şeydi. Doğum gününün en güzel getirisi. “Yola koyulmadan önce son bir şey,” diye mırıldandı kendi kendine, eşyalarından uzaklaşarak. Mumunu alarak yatak odasından dışarı çıktı. Dairelerinin oturma odasında bir masa ve iki kanepe vardı, gerçi Vi yalnızken onları pek kullanmazdı. Bu da çok nadir kullanıldıkları anlamına geliyordu. Ana girişin dört kapısı vardı, Vi’nin az evvel çıktığı yatak odası bunlardan biriydi. Saat yönüne doğru bir sonraki kapı şahsi çalışma odasına, ondan sonraki de sınıfına açılıyordu; ardından, ip köprüler ve geniş dallarla Soricium Kalesi’nin geri kalan kısmına bağlanan bir dış balkona çıkan ana kapı geliyordu. Dairelerini hep bir papatyaya benzetmişti. Oturma odası çiçeğin sarı merkeziydi ve diğer her şey devasa bir ağacın gövdesindeki taçyapraklar gibi onun etrafında dönüyordu.
Vi çalışma odasına gitti. Gün içinde oda duvarlar boyunca sıralanmış kitaplıkların arasında kalan çalışma masasının tepesindeki pencereden ışık alırdı. Şimdiyse tüm asılı haritaların ve kitap sırtlarının üzerine mum ışığı düşüyordu. Ama aynı zamanda orada olmaması gereken bir şeyi de gözler önüne seriyordu. Vi eriyen mumun şamdanın ucundan parmaklarına aktığını fark etmedi. Daha önce orada olmayan beş nesneyle bir bakışma yarışına girerken nefesi boğazında takıldı. Ona ilk hediye bırakılışı değildi tabii ama yine de her yıl onu hazırlıksız yakalıyordu. Aklının küçük, kötücül bir yanı ona bu yılın ailesinin ondan vazgeçtiği yıl olacağını söylüyordu hep. Onun yuvasına dönmesini hiç istemediklerini – onu en başından beri hiç istemediklerini. Bu şüpheleri, ailesinin Kuzey’in şu anki Şefi Sehra’yla anlaşma yapmaya ne kadar hevesli olduğuna dair söylentilerle birleşiyordu aklında.
Vi, hayatının on dört yılını vesayet altında geçirmesiyle güvenceye alınmış barışın ana amaç değil de ondan kurtulmalarının yanında gelen ikincil fayda olduğu düşüncesini bir türlü atamıyordu aklından. İşin aslını biliyordu tabii. Anlaşma Vi doğmadan çok önce yapılmıştı Ebeveynleri daha evlenmeden önce. Eğer anlaşma olmasaydı belki de Vi hiç doğmayacaktı çünkü babası o anlaşmadan önce Sehra’yla nişanlıydı… Ama ne zaman doğum günü yaklaşsa, bilinçaltı mantığı reddediyor ve şüpheleri seslerini yükseltiyordu. Ve ne zaman hediye yığınını görse, keyif dolu bir an boyunca şüphelerini bastırıyordu. Vi odayı geçip parmaklarını paketlerden birinin kurdelesine doladı hafifçe. “Seni ne zaman buraya koydu?”
Vi mumunu bıraktı ve Solaris mavisiyle İmparatorluk’un altın renginin bir arada olduğu bir kâğıda sarılı, silindir oluşuyla dikkat çeken bir hediyeye doğru ilerledi. Kardeşinin karttaki el yazısını tanıdı. Senato, kardeşinin onu ziyaret etmek için kuzeye gelmesine izin vermiyordu. Vârislerin ikisinin de İmparatorluk’un eski düşmanlarının elinde olması riskini alamayacaklarını söylemişler ve konu ne zaman açılsa yaygara koparmışlardı. Yani annesiyle babası onu ziyaret etse de, ikizini yalnızca mektuplardan ve portrelerden tanıyordu. Vi kabartmalı, zarif ambalajı açıp içindekini çıkardı. Tam da tahmin ettiği gibi bu bir proje tüpüydü. Yılın en kasvetli günü olmasına rağmen Vi gülümsedi. Sadece kardeşinden gelen bir harita bunu başarabilirdi.
Narin haritayı tüpten dikkatlice çıkardı ve detaylı şablonu açtı. “Solaris Kalesi – Gül Bahçesi,” diye okudu yüksek sesle, sonra da kardeşinin Solarin Kalesi’ne ait daha önce gönderdiği krokilerin yanına iğnelemek için raflarda boş yer aramaya koyuldu. Kitaplıklar öylesine sıkış tıkıştı ki kitap sırtlarının arasından gölge bile geçemezdi – her şekil ve boyutta parşömenlerle, tomarlar ve kâğıt yığınlarıyla ağzına kadar doluydu. Rafların dış yüzeyine raptiyeyle haritalar tutturulmuştu; bazıları profesyoneller tarafından hazırlanmışken diğerlerine Vi’nin eli değmişti – bir kısmını kendi elleriyle çizmiş, bir kısmını da süslemişti. Mürekkebin ve karakalemin sarmal çizgilerinde, daha önce hiç görme şansı bulamadığı ancak bir şekilde tanıyormuş gibi hissettiği yerlere dair sayısız hikâye saklıydı.
Bir gün, eğer fırsatını bulursa ziyaret etmeyi arzuladığı yerler… Vi nispeten boş bir yer bulup şablonu üst köşelerinden raptiyeledi, böylece ihtiyaç duyduğunda onu kaldırıp arkadaki raflara erişebilecekti. Parmakları mimarın hünerli ellerinden çıkma çizgileri izledi ve kardeşinin bu sefer bulduğu isimsiz sanatçıya içinden teşekkür etti. Masasına döndü ve ailesinden gelen diğer hediyeleri inceledi. Elecia Hala ve Jax Amca. Onların hediyelerini de şeklinden anlayabiliyordu, çoğunlukla kitaplardı. Bu da garip görünen tek parçanın gözüne daha da batmasına sebep oluyordu. Siyah ipeğe sarılmıştı ve neredeyse tüy kadar hafifti. Kutuyla notu bir arada tutan siyah kurdelenin altına siyah bir zarf sıkıştırılmıştı. Vi tepedeki düğümü çözüp mektubu aldı ve şüpheleri doğrulandı. Siyah, İmparatorluk’ta garip bir renkti. Kimse siyahla bağdaştırılmak istemezdi… büyücüler haricinde. Siyah zarfın arkasında gümüş bir mühür vardı: Mükemmel bir daire oluşturacak şekilde kendi içine kıvrılmış bir ejderha, ortadan ikiye bölünmüş ve iki parçanın arası hafif açılmış. Buna Kırık Ay deniyordu ve Büyücüler Kulesi’nin sembolüydü. Parmağını mührün arasına kaydırarak nazikçe mektubu açtı.
Sevgili Vi,
Sana resmî bir şekilde hitap etmediğim için beni affet ama sen doğmadan çok öncesinden beri annenin yanında olduğumdan, benim için her zaman kıymetli bir çocuk olacaksın.
Annen seninle erkek kardeşini doğururken kapısında bekliyordum. Seni daha bebekken kucağıma aldım. Annen hâlâ benim dünyadaki en iyi arkadaşlarımdan ve senin yokluğunun verdiği acı hakkında bana içini döküyor. Seni yalnızca Vi olarak tanıyıp sevdim, ne daha azı ne daha fazlası. Annen on yedi yaşındayken Dışavurmaya başladı ve babanın yardımıyla Uyanış yaşadı. Senin güçlerinin henüz Uyanmış olmamasıyla ilgili endişeleri konusunda bana danıştı. Ona canını sıkmamasını ve sana birtakım tavsiyelerde bulunacağımı söyledim.
Sana inanıyorum, Vi.
Söylediği şey, Vi’nin okumayı kesmesine ve mektubu çöpe atmasına yeterdi aslında. Endişelenme. Onun hakkında hiçbir şey bilmeyen, dünyanın öbür ucundaki biri için söylemesi kolaydı tabii. Bu adam onun büyüye karşı verdiği savaşla ilgili ne anlayabilirdi ki? Vi, onun namlı Alevtaşıyıcıların soyundan gelip de büyüsünün ucuz bir numaradan ibaret olduğunun ortaya çıktığını hiç sanmıyordu. Yine de paketin içindekini merak ettiğinden ve mektubun da yarısına kadar gelmiş olduğundan istemeye istemeye okumaya devam etti.
Bu hediyeyi sana büyünün ona en ihtiyaç duyduğumuz anlarda bizi akıl erdiremediğimiz şekillerde bulduğunu anımsatmak için sunmak isterim.
Sen doğmadan öncesinden beri bende. Yıllar yıllar öncesinden beri… Dünya en karanlık zamanlarını yaşarken ve umut kaybolmuş gibi görünürken annen boğucu ihtimallerin üstesinden gelme ve büyüsüne kavuşma gücünü bu hediye sayesinde buldu. Kendimi içinde bulduğum durum ne kadar imkânsız görünse de asla vazgeçmemem gerektiğini hatırlatması için bunu yanımda tuttum.
Şimdi, buna senin benden daha fazla ihtiyacın olabileceğini düşünüyorum. Belki büyünü bulmana yardımcı olur, tıpkı kanalı zorla kapatıldığında annenin büyüsünü yeniden kıvılcımlandırdığı gibi.
Seninle tanışmak ve bildiklerini sana öğretmek için sabırsızlanan arkadaşın,
Fritznangle Chareem, Büyücülük Bakanı
Vi’nin gözleri “öğretmek” kelimesine takıldı. Öğretecek bir şey yoktu. Kendi de demişti değil mi? Büyüsünün tamamen Uyanış yaşamadığını biliyordu? Yine de merakına yenilerek pakete baktı ve ipek kurdeleyi çözünce küçük, gümüş bir kolyeyle karşılaştı. “Bir madalyon mu?” Vi hediyeyi kaldırdı ve gözlerini kısarak zincirine baktı. Bu halkaları daha önce nerede gördüğünü çıkaramıyordu ama gördüğünden emindi. İnkâr edemeyeceği bir aşinalık hissediyordu. Zincir madalyonun tepesindeki kurma kolunun etrafından dolanıyordu, orada Vi’nin şimdi bastığı küçük bir düğme vardı. Madalyonun sade yüzeyine baktı – beyaz bir arka planın üzerindeki siyah sayılara. “Bir saat.” Vi ellerine bakmaya devam etti ama hareketsizlerdi. “Bozuk bir saat mi?” Bu kesinlikle şaşırtıcı bir hediyeydi. Babası saat yapma sevgisiyle bilinirdi, köklerinin Norin’e dayandığı söylenen, hayranlık uyandırıcı bir zanaattı. Belki de bir zamanlar annesine yaptığı bir hediyeydi bu?
Vi madalyonun kapağını kapadı. Bu hareketiyle, parmaklarından istemsizce bir kıvılcım çıktı. Akkor yıldırım bir yay çizerek saatin etrafında çatırdayıp onu yuttu ve kısa bir an için orada bir şey hissetti… ama dikkati alevlerin çizdiği ikinci yayla hemen dağıldı – bu sefer çalışma masasına inmişti. “Hayır!” Tüm çalışmalarının yer aldığı kâğıtlar alev alırken Vi ellerini öne uzattı. Parşömenlerin bu kadar hızla dumana karıştığını daha önce hiç görmemişti.
Kontrol et, diye emretti Vi zihninden. Büyüsünün ondan çıktığını, alevleri boğduğunu ve üzerlerinde kontrol kazandığını gözünde canlandırmaya çalıştı. Ancak alevler kıpırdanıp debelendi, kaygan ve değişkenlerdi; Vi onları zaptedemiyordu ve o değerli çalışma odası göz açıp kapayıncaya kadar yok olabilirdi. Yuvasıyla olan tek bağlantısı küle dönecekti. O… Alevler birdenbire öylece sönüverdi. Vi kocaman açılmış gözleriyle masasının kararmış köşesine baktı. O an, alevler sanki sonsuza dek yanmış gibi gelmişti. Sanki dört bir yanını cehennem çevrelemiş gibi. Aslında birkaç saniye sürmüştü ve geriye hafif bir yanık bırakmıştı. Peki o gerçekten… Vi ellerini yüzüne götürdü ve avuçlarına hayretle baktı. “Fazla heyecanlanma.”
Vi’nin sırtı kaskatı kesildi ve sesin kaynağına doğru yavaşça döndü. Jax kollarını göğsünde kavuşturarak kapıya yaslanmıştı. Neredeyse Vi’ninki kadar uzun olan siyah saçları başının tepesinde dağınık topuz yapılmıştı. Tutamların yarısı omuzlarına dökülüyordu. “Sendin, değil mi?” “Sen yapmış olsan anlardın,” diye yanıtladı Jax acı verecek bir netlikle. Tabii, büyüsü üzerinde aniden kontrol kazansaydı anlardı. Tıpkı kendisiyle gücü arasında duran duvardaki çatlaktan bakmayı bırakıp tamamen Uyanış yaşasa anlayacağı gibi. “Bakıyorum da hediyelerini bulmuşsun.” Vi, konunun değişmesine memnun oldu. Büyüsü hakkında düşünmeyi olabildiğince ertelemek istiyordu. “Onları getirdiğin için teşekkür ederim. Hoş bir sürpriz oldu.” Vi hediyelerin aylar öncesinden gönderildiğini biliyordu. Ama Jax her zaman onları saklar ve doğum gününü beklerdi. Vi adamın bunu onu neşelendirmek için yaptığını biliyordu ve hediyelerin aslında genel ruh hâlini hiç değiştirmediğini söylemeye yüreği el vermemişti.
“İyi bir şeyler gelmiş mi? Yoksa sadece sıkıcı kitaplar ve haritalar mı var?” “Kitaplar ve haritalar sıkıcı değildir.” Vi, Jax’in onu sinirlendirmeye çalıştığını biliyor ve ona bu tatmini yaşatmak istemiyordu. “Belki sen de arada sırada okumayı denesen böyle kültürsüz bir avare olmazdın.” “Lord Kültürsüz Avare demek istedin sanırım, çok teşekkür ederim.” Vi bunu duyunca alaycı bir homurtuyla güldü. “O ne?” Jax elindeki saati işaret etti. Vi bakışlarını saate indirdi, elinde tuttuğunu bile unutmuştu. Derisinin üzerindeki metal sıcaktı, hatta fazla sıcak bile sayılabilirdi. Eğer dikkatli olmazsa içindeki hassas mekanizmayı eritebilirdi. Şansına, kendi kıvılcımı etrafında dans etmeye karar vermeden önce çoktan kırılmıştı. “Büyücülük Bakanı…” “Sadece Fritz diyebilirsin,” diye kıkırdadı Jax. “Fritz… doğru. İşte o yollamış.” Vi saati boynuna taktı. “Sana yakıştı,” diye övdü amcası. Jax’in gözleri, saat sanki ona da garip bir şekilde aşina gelmiş gibi saatte oyalandı. O da Vi’yle aynı şeyi düşünmüştü belli ki. “Baban mı yapmış?” “Söylememiş.” Vi omuz silkti. “Sadece anneme ait olduğunu yazmış.” Bu da saati kalbine yakın tutması için yeterli bir sebepti. “Hediyelerin geri kalanını açmak için sonra zamanın olacak.” Jax çalışma odasının pencerelerinden birine baktı. Sabahın ilk saatlerinin karanlığı sonunda yerini şafağın soluk renklerine bırakıyordu. “Mağaralara inmeliyiz.” Cevabı bilse de “Mecbur muyum?” diye sorma cesaretini gösterdi Vi. “Bugün doğum günüm.” Bugünden nefret ediyor olabilirdi ama seve seve bir bahane olarak kullanırdı. “Evet.” “Sen gerçekten kalpsizsin.” Vi bunları amcasının canını acıtmak için söylememişti ve Jax‘in sırıtışı da zaten üstüne alınmadığını gösteriyordu.
“Pek çok olumlu özelliğimden biri.” “Hadi, halledip kurtulalım şu işten.” Vi kapıya doğru ilerlerken abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. Hayatının kuralları basitti, önceden belirlenmişti ve acı verecek kadar netti. Eğer kuralları harfiyen uygular ve örnek bir müstakbel İmparatoriçe gibi davranırsa ödülü ailesine kavuşmak olacaktı. Güzel, rahat hapishanesinden özgür bırakılacaktı. Teoride. Oysa aslında on dört yaşına bastığında yuvasına dönmeliydi. Ama o upuzun üç yıl bitmek bilmemiş ve işte on yedi olmuştu. Hâlâ Kuzey’deydi. Hâlâ Soricium vesayetindeydi – “güvenliği” için kaleye kapatılmıştı. Hâlâ kapana kısılmış hissediyordu, o çok yüksekteki belirsiz politik halkaların üzerinden atlamaya çalışmakla geçen günler rutini olmuştu artık, öyle ki çoğu zaman nerede olduğunu pek bilmiyordu. Sürekli sorunlar çıkmış, bir şeyler ertelendikçe ertelenmiş ve bu da güneye gitmesine engel olmuştu. Günler hızla akıp gitmiş, gittikçe azalan umudu Vi on yedi yaşına geldiğinde yerini tamamen içinde büyüyen karamsarlığa bırakmıştı. Tek bir amacı vardı ve o uğurda sarf ettiği her çaba gitgide boş gelmeye başlamıştı ona. Şimdi de çabalarının en nafilesine doğru yola koyulmuştu: Büyü eğitimi.
İKİNCİ BÖLÜM
Hava daha tam ağarmamış olmasına rağmen Vi çoktan kan ter içinde kalmıştı. Boynundan yakasına akan ter gömleğinin sırtına yapışmasına sebep oluyordu. Tenine yapışan kumaş, nefesi boğazına takılmış gibi bir his veriyordu. Büyüsünü yüzeye çıkarmaya çalışmanın hiçbir keyifli tarafı yoktu. Omuzları çöktü, bütün bedeni sızlıyordu. Yataktan çıkalı daha birkaç saat olduğu hâlde iyi bir uyku çekmeye ihtiyacı varmış gibi hissediyordu. “Yeniden denemeye hazır gibisin…” dedi Jax dövüş çukurunun karşısından. Vi son başarısızlığının yarattığı bitkinliğin –ve hüsranın– ardından nefesini düzene sokmaya çalışırken Jax merdivenlere oturmuştu. “Bu büyümü uyandırmak için kaçıncı teşebbüsümüz? On yedi bininci falan mı?” “On yedi bin birin uğurlu bir sayı olduğunu duymuştum.” “Yalancının tekisin,” diye mırıldandı Vi. “O kadar insan varken nasıl oldu da sen Veliaht Prenses’in muhafızı oldun?” Bu soru, aralarında süregelen bir şakaydı. Vi cevabını uzun zamandır biliyordu. Jax öz amcası olmasa da ebeveynlerinin çok eski bir arkadaşıydı. Deli Kral Victor’un çöküşünden sonra, meşhur savaş birliğini –Altın Muhafızlar’ı– yeniden kurması için seçilmişti hatta.
Ama Vi doğduktan sonra onunla Kuzey’e gelmeyi tercih etmiş, ona bakmak için her şeyi geride bırakmıştı. Resmî unvanı muhafız olabilirdi ama Vi için bir baba figürüne en yakın kişi Jax’ti. “Çünkü şu an Prenses’in sabahki hırçın ruh hâllerine katlanabilen tek kişi benmişim gibi duruyor.” “Eğer hırçınsam suçlusu sensin. Veliaht Prenses’inin huzurundayken biraz daha çaba harcayabilirsin.” Vi soylu bir hava takınmaya çalışarak sırıtışını bastırdı. “Daha altına bez takarken poposunu sildiğim bir prenses için mi? Hayır, harcamam.” “Tahta olan hizmetiniz fazlasıyla takdir ediliyor.” Vi bir reveransla yerlere kadar eğildi, alayını vurgulamak için poposunu iyice çıkardı. “Ediliyor mu gerçekten? Ailenin takdirini gösterme yöntemi bir garip. Senin saçmalıkların, ebeveynlerinin saçmalıkları…” Eğer bu kelimeleri söyleyen başka biri olsaydı Vi ailesini korumak için öfkeyle karşılık verirdi. Ama söz konusu Jax’ken öyle yapmaması gerektiğini biliyordu. Jax ne isterse onu söyleyebilirdi. Vi onun kendisi ve ailesi için hiç düşünmeden öleceğini biliyordu. “Eh, şimdi de Solaris’in son üyesinden büyü yerine saçmalık alıyorsun.” “Senin büyün sadece inatçı, saçmalık değil.” Jax ona yorgun bir gülümsemeyle baktı. “Büyün yakında tamamen açılacak, hissediyorum.” “Ya dediğin gibi olmazsa?” diye sordu Vi yumuşak bir ses tonuyla, en büyük korkularından birini itiraf etmişti. “Dışavurduğumdan beri iki yıl geçti bile. Ya tamamen Uyanmışsam ve gücüm bu kadarsa?” “Bu dediğine inanmıyorsun.” Jax ayağa kalktı. “Bana içinde hissettiğin kıvılcımdan bahsetmiştin. Bakabildiğin ama ulaşamadığın o ışık gediğinden.” “Belki o başka bir şeydir?” Gerçi ne olabileceğini Vi de bilmiyordu.
“Ya da belki de sadece denemeye devam etmemiz gerekiyordur.” “Peki bugünlük bitirsek ve ben de gerçekten elde edebileceğim bir şeylere odaklansam? Derslerime hazırlanabilirim, haritalarım üzerine çalışabilirim ya da ebeveynlerimin gönderdiği kitapları okuyabilirim…” “Zihinsel enerjini haritalarına olduğu kadar büyüne harcasaydın şimdiye çoktan kanalını açmış olurdun, biz de burada dikilmezdik.” Bu yapmak istediği en son şeydi. Vi yukarı, baş döndürücü yükseklikteki ağaçlara baktı. Soricium Kalesi hem içeride hem de etraflarındaydı. Uyanmaya başlamış bir soylu evi – bu da Vi’nin aklına bir fikir getirdi. “Acıkmadın mı? İçeri girip Renna’nın her doğum günümde benim için yaptığı o güzel, kocaman tava kekinden yiyebiliriz. Hani minik tereyağı kalıpları ve taze orman meyveleriyle beraber üzerine şurup döktüğü? Belki de senin bayıldığın o romla çırpılmış kremadan da vardır?” Vi’nin ağzı çoktan sulanmaya başlamıştı ve midesi de duruma ayak uydurarak guruldadı. “Bir de gücünün tadına tam anlamıyla baktığında ne kadar tatlı geleceğini bir düşün.” “Miden kendini yerken büyü öğrenmek zor.” Vi’nin dudaklarında umut dolu –ama nafile olduğunu bildiği– bir gülümseme belirdi. “Doğum günü avıma yarın çıkacağım, bugün gücümü korumam gerek elbette.” “Beni yiyecek vaatleriyle kandıramayacaksın… Renna’nın tava kekleri ne kadar lezzetli olursa olsun.” Vi itiraz etmek için tekrar ağzını açtı ama Jax onun konuşmasına müsaade etmeden devam etti. “Bir kez daha dene, Vi. Ama gerçekten dene. Ondan sonra gitmene izin vereceğim.” Vi bu uzlaşmanın bir zafer olduğunu biliyordu ama hiç de öyle gelmemişti nedense. Yanakları alev aldı, kime daha çok kızgın olduğunu bilmiyordu: Pes etmediği için Jax’e mi yoksa büyüsü konusunda bu kadar zayıf ve korkak olduğu için kendine mi?
Omuzlarına iki ağır el yerleşti, onu sımsıkı tutup hafifçe silkeledi. Vi başını kaldırıp Jax’e baktı, esmer teninde öne çıkan kopkoyu gözlerine. “Yapman gerektiğini biliyorsun.” “Biliyorum.” Vi derin derin iç geçirdi. “Senato büyü öğrenmemi bekliyor. Aynı zamanda Kule de kullandığımı görmek isteyecektir. Muhafaza etmem gereken bir soydan geliyorum…” “Hepsinden önemlisi, Uyanış yaşaman geciktikçe, olası, kaçınılmaz salıverilme çok daha şiddetli olacak.” Sesinde ölümcül bir ciddiyet vardı. “Gelecekteki hükümdarlığının önünde yeterince olumsuz durum var, Vi. Burada büyümüş olman. Büyücü olman. Bir de büyü olayını malzeme etmelerine izin verme. Uyanışını burada yaşa, güvenli yerde.” Söz konusu Güneyli soylular olduğunda her etkinin eşdeğer bir tepkisi oluyordu. Romulin onlardan Vi’nin başarısız olmasını bekleyen çıngıraklı yılanlar gibi bahsediyordu. Yaptığı her hatada keyiflenen. Tabii toplum içinde değil ama kapalı kapılar ardında. Onlar gölgelerden onu yaylım ateşine tutarken güneşin alnında dikilmeye zorlanan Vi’ydi. “Bir kez daha?” diye ısrar etti Jax. “İyice uğraş ama.” “Son ama. Sonra bugünlük bitireceğimize söz veriyor musun?” “Söz.” “Tamam.” Vi istemeye istemeye elini kaldırdı. Bugünlük son bir büyü teşebbüsü daha. Ne zararı olurdu ki? “Unutma, kanalını açarken fiziksel bir hareketle desteklemek yardımcı olur.” “Her şeyin bir sırası var. Güçlerimi uyandırana kadar kanal açacak değilim.” “İyi alışkanlıkları baştan edinmek önemlidir,” diye ısrar etti Jax. “Belki gücünü ortaya çıkarmana yardımcı olur.” “Akla gelebilecek her fiziksel hareketi denedim.” “O zaman akla gelmeyecek bir tanesini dene.” “Sanırım parmak kütletmekle devam edeceğim,” diye mırıldandı Vi.
“Nasıl istersen.” Jax omuz silkti ve Vi adamın ona ne kadar az inandığını gördü. İnan bana, demek istedi. Belki büyü konusunda ona inanan tek bir kişi olsa yetecekti. Ama o bile kendine inanmazken Jax’ten bunu nasıl isteyebilirdi? Fritz’in mektubu aklına geldi yine. Sana inanıyorum, Vi… Büyü ona en ihtiyaç duyduğumuz anlarda bizi akıl erdiremediğimiz şekillerde bulur. Eli boynundaki saate gitti. Vi onu sıkıca tutup gözlerini kapadı. Belki bu sefer de içindeki kıvılcımı ortaya çıkarırdı. “Beni bul,” diye fısıldadı. Vi bunun göklerdeki Ana’ya bir dua mı yoksa dinleyen kim varsa ona bir yakarış mı olduğunu bilmiyordu. Ama bu kelimeler sabahtan beri ona doğru gelen tek şeydi. Jax duyduysa bile belli etmedi. Vi, bir elinde saat, öteki eli öne uzanmış hâlde içinin derinliklerine daldı. Yüzeye çıkması için gücü kandırmaya çalıştı, bileği ve elindeki gözeneklerden geçip derisinin altında çatırdadığını hissetti ve titreşen sıcaklık sonunda bir alevi tutuşturdu. Bu acınası alev, kontrolü elinde tutarken ortaya çıkarabileceğinin en iyisiydi. Yaşayan en güçlü Alevtaşıyıcılardan biri olan İmparator Aldrik Solaris’in kızı. Oğlundan önce en güçlü Alevtaşıyıcı olarak kabul gören merhume İmparatoriçe Fiera Ci’Dan Solaris’in torunu. Ve şimdi… tüm gözler Vi’nin üzerindeydi. “Daha fazla,” diye cesaretlendirdi Jax. “Daha fazlası yok.” Vi hüsranını bastırmaya çalışarak dudaklarını ince bir çizgi hâlini alana kadar birbirine bastırdı. “Var.” “Yok.” Vi bakışlarını alevden Jax’e çevirdi. Jax’in gözleri alevin yansımasıyla, turuncunun tonlarıyla parlıyordu. Gediğin taştan duvarlarını aydınlatıyor, şafağın sarısını bastırıyordu. “Daha fazla, Vi.”
Vi çorak zeminde ayaklarının konumunu değiştirip daha iyi bir pozisyon aldı. Sadece büyüsüne odaklanarak tüm düşünceleri zihninden atmaya çalıştı. Parmaklarının etrafındaki alevlere daha fazla güç gönderirken kasları gerildi. Alev topu elinin büyüklüğünün üç katını aldığında ateş vahşileşerek neredeyse kontrol edilemez bir hâl aldı. Onun kontrolü altında kalmaya devam ederken büyüsü yalnızca belli bir noktaya kadar genişleyebiliyordu. “Şimdi, kendini onunla koru.” “Ne?” Vi ona baktı. Bu her zamanki antrenman rutinlerinin bir parçası değildi. “Ateşi benimkine karşı koymak için kullan, tıpkı bir zırh gibi. Kendini koru.” “Bunun…” Alevlerden bir duvar ona doğru son sürat fırlatılınca aklındakini tamamlayacak fırsatı olmadı. Ateş üzerinden geçti, bir fısıltıdan fazlası değildi. Ateş –doğal ya da büyü olsun– bir Alevtaşıyıcıya zarar veremezdi. Bir Alevtaşıyıcının derisini alazlayabilecek tek ateş başka bir büyücünün yarattığı olurdu – daha güçlü bir büyücünün. Yani Vi’ye bir şey olmayacaktı… Tabii Jax ona karşı gücünün tamamını kullanmadığı sürece. “Kendini koru, Vi,” diye tekrar etti adam bir elini kaldırarak. Alevler çatırdayıp hiç yoktan yükseldi ve bir araya gelerek Jax’in ona doğru fırlatacağı yeni bir duvar oluşturdu. Bu alevler tenini karıncalandırıyordu. Tehlikeli ya da rahatsız edici değildi ama bir öncekinden daha kuvvetliydi. “Yapamıyorum!” diye bağırdı Vi ona. Ama Jax çoktan elini tekrar hareket ettirmeye başlamıştı. Yeni bir alev duvarı; Vi sendeledi. Ne yapıyordu bu adam böyle? Vi’nin kalbi çılgınca atıyordu. Eğer karşısındaki adam, Jax amcası gücünü artırmaya devam ederse ona gerçekten zarar verecekti. Gerçekten böyle bir şey yapar mıydı ki? Vi bunun cevabını bildiğini sanıyordu ama Jax onu haksız çıkaracak tehlikeli bir durum yaratmak üzereydi.
“Evet, yapabilirsin!” Çoktan başka bir ateş saldırısı hazırlamaya koyulmuştu. Vi dişlerini sıktı, o kadar ki neredeyse çenesi çıkacaktı. Gözlerini kendi alevine çevirdi ve büyütmeye çalıştı. Alevler döne döne yoğunlaşıp bir kolon şeklini aldı ve yavaşça yükseldi. Hem zihinsel hem de büyüsel bir çaba gösteren Vi terlemeye başladı. Bir Alevtaşıyıcı olarak ateşin ısısını hissetmese de kuzey ormanlarının nemi onu etkiliyordu. Jax’in alev duvarlarından biri daha üzerine çarpan bir dalga gibi darbesini indirdi. Vi tökezledi, dizleri tozlu zemine indi. Üzerinde çalıştığı ateş tamamen ortadan kayboldu. “Ben…” “Tekrar!” diye bağırdı Jax. Neden böyle yapıyordu? Daha önceki derslerinde hiç böyle bir şey olmamıştı. Vi gözlerini ona dikti, öfkesi göğsünü dağlıyordu. Bu da ayağa kalkmaya çabalarken saatin teninde doğal olmayan bir soğukluk hissettirmesine neden oluyordu. Ayağa kalktığı an başka bir duvar onu tekrar devirdi. Vi ellerini yumruk yaptı, eklemlerini sert zemine bastırdı. Bu şekilde pes edemezdi. Kendini hazırlayarak bir elini kaldırdı ama üzerine başka bir duvar gelmedi. Bunun yerine kolunu kavrayan parmaklar onu yerden kaldırdı. Vi, Jax’e bakarken hafifçe yalpaladı. “Bugünlük bu kadar yeter sanırım,” dedi Jax nazikçe. “Seni bu kadar zorladığım için özür dilerim. İçinde bir şeyleri tutuşturmaya yardımcı olabilir diye düşündüm.” “Ben… Sorun değil,” diye mırıldandı Vi bakışlarını kaçırarak. Jax’e dair aklından geçen kötü düşüncelerin utancı kapladı içini. “Yalnızca bana yardımcı olmaya çalıştığını biliyorum.” “Evet, eh, şu tava kekini yeme zamanımız geldi bence.” Jax kızın sırtına vurdu ve beraber merdivenlere yöneldiler. “Sen önden git.” Vi basamakların dibine oturarak oyalandı. “Vi…”
“Ben iyiyim, amca. Sadece biraz yoruldum. Biraz nefeslenmek istiyorum, o kadar.” Vi döndü ve başını kaldırıp olabildiğince gülümseyerek ona baktı. “Daha çok, tava keki yemektense haritalarıma bakmak için sıvışmaya çalışıyorum.” “Bu numaralar hep haritalar için.” Jax yukarı çıkmaya başladı. “Kahvaltıda bana eşlik etme fikrini bir değerlendir, Vi. Senin de dediğin gibi, gücünü korumalısın.” “Bakarız,” diye seslendi Vi. Ama amcası çoktan gitmişti. Vi, yumuşak bir iç çekişle taşa yaslandı ve gözlerini kapadı. Neden? Neden hiçbir şeyi başaramıyordu? Elini boynundaki saatin etrafına sardı. İhtiyaç duyduğu anda büyünün geleceğine inanmak buraya kadardı. Ateşleyicisi bu acı düşünceydi. Gözleri birden açıldı. “Bir kere daha,” diye fısıldadı, bunun bir sonuca varmayacağını biliyordu ama her şeye rağmen ümitliydi. Vi’nin derinlerindeki kıvılcım alev alev, parlak ve akkordu. Öfkesi –doğum günü olması, bunun Kuzey’de hapsolduğunu hatırlatması ve amcasının sınavına duyduğu kızgınlığın kalıntıları– onu besliyordu, en kötüsüyse büyüsünün ona bu şekilde ihanet etmesine duyduğu öfkeydi. Alevler ellerinin etrafında patladı. Daha sıcak, daha parlak – Vi, Jax sanki üzerine alevden duvarlar göndermeye devam ediyormuş gibi büyüsünün sınırlarını zorladı. Ama kendini büyüsüyle korumaya çalışmak yerine bütün enerjisini avuçlarındaki küçük topa akıttı. Yaşadığı ne kadar hayal kırıklığı varsa ateş aldı, alevleri daha önce hiç görmediği kadar parlaktı. Denge hiç uyarmaksızın bozuldu ve büyü sistemine akın etti. Akkor alevleri zaptedilmez bir yaratık gibi gürlüyordu. Büyü, nefes almasına fırsat tanımadan bedeninden taşarken soluğu kesildi. İçindeki duvar birdenbire yıkıldı. Özlemini duyduğu güçtü bu ama şimdi eline geçmişken ne yapacağını bilmiyordu. Sanki güneş ışığı eriyik kıvama getirilmişti de şimdi içinden akıyordu.
Vi parlak, değişken ışığa kocaman açılmış gözlerle baktı ve orada bir figürün netlik kazanmasını izledi. Bildiği dünya aniden kaybolmuş, odağına yeni bir şey girmişti. Artık Soricium’da değildi, daha önce hiç görmediği taş bir geçitteydi. Solaris’in zindanlarını da aşağı yukarı böyle hayal etmişti – rutubetli, karanlık, süssüz kaba taş. Ancak burada hücreler yoktu, sadece iki yönde de karanlığa uzanan uzun bir tünel vardı. Vi solundaki ışık kaynağına döndü. Allak bullak olmuştu, gözlerini kırpıştırdı. Omzunun üzerinde ufak bir alev topuyla bekleyen… kendisiydi. En azından Vi kendisi olduğunu düşündü. Tıpkı ona benziyordu; benzerlikleri, aynaya baktığını düşündürtecek kadar ürkütücüydü. Ama bariz farklılıklar da vardı. Karşısındaki kadın sert görünüyordu, ondan çok daha güçlüydü ve Vi’nin esmer ten rengi yanaklarında daha da koyulaşmıştı. Büyük cübbesinin başlığı başının büyük bir kısmını gölgeler içinde bırakıyordu. Kadının kıyafetleri sönük renkli ve eski püsküydü. Elleri, bandaj tarzı bir şeyle kollarına kadar sarılmıştı; kavgacı birinin eklemlerini sarması gibi bir şeydi bu. Gözlerini karanlığa dikmiş, izliyor ve bekliyordu. Vi onun neyi beklediğini öğrenmek için çabalamak zorunda kalmadı. Çok geçmeden uzakta başka bir ışık belirdi. Işık büyüdükçe bir adamı aydınlattı. Garip açılardan kesilmiş, omzuna kadar gelen darmadağınık siyah saçları vardı. Hayır… tam siyah sayılmazdı. Başka bir tondu – ışık yüzünden biraz yoğunlaşan koyu, kırmızıya çalan bir mordu. Sol yanağından orak biçiminde uğursuz bir yara iniyor, özenli detaylarla işlenmiş ceketinin yüksek yakasının altında kayboluyordu. Bu da bakışlarını delici yeşil gözlere çevirmesine neden oldu. Adam uzun kirpiklerinin ardından gözlerini dikmiş, kadına bakıyordu. Kendisinin yansıması konuştu ama hiç ses yoktu. İşte o zaman Vi, ne ıslak duvarlardan ve tavandan damlayan suyu ne de kadının omzunun üzerinde çatırdayan alevi duyduğunu fark etti. Bütün dünya sessize alınmıştı. Görebiliyordu ama duyamıyor ya da dokunamıyordu. Beni görebiliyor musun? diye sormaya çalıştı Vi cevabı bilmesine rağmen. Göremezlerdi. Sadece birbirlerine odaklanmışlardı. Havada neredeyse büyünün kıvılcımlanmasına neden olacak bir gerilim vardı. Adam konuştu ve Vi yine hiçbir şey duymadı. Ama adamın ifadesinden, her ne söylediyse ciddi bir şey olduğunu anlayabiliyordu. Kadın cevap verirken boştaki elini göğsüne götürdü ve cübbesine hafifçe dokundu. Onun hemen ardından Vi’nin de eli yukarı gitti ve parmakları Fritz’in ona verdiği saati buldu.
Aşağı bakınca saatin üzerinde yanıp sönen bir kabartma gördü – zayıf, kırılgan ve titrek. Bakışları onu bulduğu an semboller hareket edip değişti, iç içe geçmiş çemberler şeklinde dönüyorlardı şimdi. Birden zihnini sesler doldurdu. Anlayamadığı ama çaresizce anlamak istediği çıldırtıcı bir kakofoniydi. Sembolleri tam duymamış, daha doğrusu okumamıştı. Sanki kelime –yoksa kelimeler mi?– benliğinin özünde yankılanıyordu. Vi bakışlarını boynunun etrafındaki saatten ayırdı ama adamla kadın bulanıklaşmış ve renkleri iyice dağılmıştı. Beyaz ışığa karışarak soluyorlardı. Vi sendeleyerek gözlerini kırpıştırdı. Dünya tekrar netliğini kazandı, etrafındaki ışık kayboldu. Hayır, ışık değil de alevdi, değil mi? Duvara yaslandı, nefes almakta zorlanıyordu. Elleri dirseklerine kadar külle kaplıydı, sanki hava yerine ateş solumuş gibi ciğerleri de kül doluydu. Başı döndü. Vi büyüsünü istemişti. Hatta yalvarmıştı. Amcasının ya da atalarınınki gibi alevleri olmasını bekliyordu. Geleceği görebileceği aklının ucundan bile geçmemişti.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Su, isten kararmış ayaklarının etrafına birikti. Seramik karolara yapıştı ve dikdörtgen ahşap küvetini saran olukların arasına kaçtı. Kovalarca suyun ardından bile çıkmadı, küveti o taneciklerden arındırmak imkânsızdı. Vi bakıyor ama görmüyordu, aklı görüsündeydi. Titreyerek kendini ovalamaya devam etti. O, büyü istemişti. Geleceği görmek planlarda yoktu. Güneşte bronzlaşmış parmaklarından akan bulanık suya baktı. Olan buydu, değil mi? Okuduğu onca şey düşünüldüğünde öyle olmalıydı. Ama eğer geleceği görebiliyorsa neden daha önce alevlere baktığında hiç görü gelmemişti? Dört elemente hükmeden dört Yakınlık vardı: Rüzgârgüdücüler havaya, Alevtaşıyıcılar ateşe, Yerkırıcılar toprağa, Suakıtıcılar ise suya Yakınlık gösterirlerdi. Ama bu dört Yakınlık bazen daha derin, daha gizemli bir şeye bağlanabilirdi; buna öze Yakınlık denirdi. Alevtaşıyıcılar için bu geleceği görme yeteneğiydi. Bir hizmetkâr banyo kapısının dışından seslendi. “Suya ihtiyacınız var mı, Ekselansları?” “Ben iyiyim,” diye yalan söyledi Vi. Su teninde buz gibiydi. Ama kolunda diken diken olmuş her tüyün keyfini çıkardı. İçin için yanan korlar midesinde yer etmişti.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Bilimkurgu-Fantazya Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGirdap Görüleri – Girdap Günlükleri Birinci Kitap
- Sayfa Sayısı336
- YazarElise Kova
- ÇevirmenEce Yücesoy
- ISBN9786258387698
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYabancı Yayınevi / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Michael – Çocuksu Topluma Gençlik Kitabı ~ Elfriede Jelinek
Michael – Çocuksu Topluma Gençlik Kitabı
Elfriede Jelinek
Nobel Edebiyat Ödüllü Elfriede Jelinek, erken dönem romanı Michael’de savaş sonrası ortaya çıkan kitlesel medyanın muzip dilli bir eleştirisini yapıyor. Jelinek, Michael’de “gençlik romanı”...
- Kazanan Yalnızdır ~ Paulo Coelho
Kazanan Yalnızdır
Paulo Coelho
Kazanan Yalnızdır’da Paulo Coelho, On Bir Dakika ve Zahir’de öne çıkan temalara geri dönüyor. İçinde yaşadığımız dünyada, lükse ve ne pahasına olursa olsun başarıya...
- Çılgın Orlando – 2 ~ Ludovico Ariosto
Çılgın Orlando – 2
Ludovico Ariosto
Ludovico Ariosto (1474-1533): Ünlü İtalyan şair. Hukuk öğrenimi görmüş, kalabalık ailesine bakmak için Ferrara dukalarının yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Çağdaşı Machiavelli gibi Hümanizma-Rönesans’ın temelini...