Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Geveze
Geveze

Geveze

Ethan Kross

Giriş Oturma odamızın karanlığında dikiliyordum; parmaklarım Küçükler Ligi’nden kalma beysbol sopamın yapış yapış kauçuk sapında kenetlenmiş, parmak eklemlerim bembeyaz kesilmiş, pencereden dışarıdaki geceye bakıyor,…

Giriş

Oturma odamızın karanlığında dikiliyordum; parmaklarım Küçükler Ligi’nden kalma beysbol sopamın yapış yapış kauçuk sapında kenetlenmiş, parmak eklemlerim bembeyaz kesilmiş, pencereden dışarıdaki geceye bakıyor, eşimi ve yeni doğmuş kızımı hiç tanımadığım bir manyaktan korumak için umutsuzca çabalıyordum. Yaşadığım korku, o sırada nasıl göründüğüme ya da manyak ortaya çıkarsa ne yapabileceğime dair her türlü farkındalığımı silip atmıştı. Aklımda hep aynı düşünceler yinelenip duruyordu.

Hepsi benim suçum, diyordum kendime. Üst katta daha yeni doğmuş, sağlıklı, dünyalar tatlısı bir bebeğim ve beni seven karım var. İkisini de tehlikeye attım. Ne yaptım ben? Bu işten nasıl kurtulacağım? Bu düşünceler, bir türlü inemediğim korkunç bir atlıkarınca gibiydi. Kapana kısılmıştım; sadece karanlık oturma odamızda değil, kendi aklımın yarattığı kâbusta da.

Özdenetim konusunda uzmanlaşmış, bu alanda çalışmalar yürüten bir laboratuvarın başındaki bilim insanı olan ben, sonu gelmez olumsuz düşünce sarmallarını terbiye etme ustası olan ben, sabahın üçünde elimde küçücük bir beysbol sopasıyla pencereden dışarı bakıyor, bana deli zırvası bir mektup yollayan o öcü yüzünden değil, kafamın içindeki öcü yüzünden işkence çekiyordum. Ne olmuştu da bu hale gelmiştim?

Mektup ve Dırdırcı İç Ses

O gün de herhangi bir gün gibi başlamıştı. Erkenden kalkmış, giyinmiş, kızımın mama yemesine yardım etmiş, altını değiştirmiş, hızlıca kahvaltı yapmıştım. Sonra karımı öptüm ve evden çıkıp Michigan Üniversitesi kampüsündeki ofisime gitmek üzere yola koyuldum. 2011 baharında soğuk ama sakin ve güneşli bir gündü; hava kadar sakin ve güneşli düşüncelerin habercisi gibi görünüyordu. Michigan Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün bulunduğu tuğla kaplı devasa East Hall’a vardığımda posta kutumda her zamankinden farklı bir şey buldum. Kutuda birikmiş bilimsel dergi yığınının en üstünde el yazısıyla adresimin yazılı olduğu bir zarf duruyordu. İşyerime el yazısıyla yazılmış bir mektup gelmesi çok alışılmadık bir durumdu, ofisime doğru yürürken merakla zarfı açıp içindekini okumaya başladım. İşte o zaman tüm vücuduma ateş bastığını fark etmeden önce ensemden aşağı ter boşandığını hissettim. Bir tehdit mektubuydu. Hayatımda aldığım ilk tehdit mektubu.

Önceki hafta CBS kanalındaki akşam haberlerine konuk olmuş, meslektaşlarımla birlikte yürüttüğümüz bir nörobilim çalışması hakkında yayınladığımız makaleden kısaca söz etmiştim. Çalışmamız, beyindeki fiziksel ve duygusal acıyla ilgili bağlantıların önceki araştırmaların ileri sürdüğünden çok daha benzer olduğunu ortaya koyuyordu. Hatta insan beyni fiziksel ve duygusal acıyı şaşırtıcı ölçüde benzer bir şekilde kaydediyordu. Kalp kırıklığının fiziksel bir gerçeklik olduğu çıkmıştı ortaya.

Vardığımız sonuçlar beni ve çalışma arkadaşlarımı çok heyecanlandırdıysa da kısa bir haber yapma derdindeki birkaç bilim muhabiri dışında kimsenin ilgisini çekeceğini düşünmemiştik. Ama şaşırtıcı bir şekilde bulgularımız büyük ilgi gördü ve haber bir anda her yere yayıldı. Bir dakika önce bir avuç üniversite öğrencisine aşkın psikolojisi hakkında ders anlatırken, bir an sonra kendimi kampüsteki televizyon stüdyosunda şipşak bir medya eğitiminden geçerken buldum. Neyse ki çok fazla gaf yapmadan röportajı tamamlamayı başardım ve birkaç saat sonra program yayınlandı; bilim insanının on beş dakikalık şöhreti, yaklaşık doksan saniye sürmüştü. Mektubu yazan kişinin araştırmamızın nesinden bu kadar öfkeye kapıldığı anlaşılmıyordu ama şiddet dolu çizimleri, nefret kusan hakaretleri ve son derece rahatsız edici imaları bana karşı nasıl duygular beslediği konusunda şüpheye yer bırakmıyordu; bunca hınç dolu bir insanın neler yapabileceğini düşünmekse hayal gücüme kalmıştı. Üstüne üstlük mektup uzak bir yerden gelmiyordu. Posta damgasında yazılı yeri Google’da arayınca aramızda 20 kilometre bile olmadığını gördüm. Zihnime üşüşen düşünceleri kontrol edememeye başladım. Kaderin gaddar bir cilvesiyle fiziksel hissedilecek denli şiddetli duygusal acıyı çeken bendim şimdi.

Aynı gün üniversitedeki idarecilerle yaptığımız çok sayıda konuşmanın ardından kendimi polis merkezinde, kaygı içinde görevli memurla konuşma sırasının bana gelmesini beklerken buldum. Sonunda derdimi anlattığım memur hayli nazik davrandıysa da içime su serptiğini söyleyemem. Bana üç öğüt verdi: Telefon şirketini arayıp ev numaramın herkese açık rehberden kaldırılmasını söyleyecektim, ofisimin etrafında dolaşan şüpheli birileri var mı diye tetikte olacaktım ve –en sevdiğim öğüt– kimse rutinimi öğrenmesin diye her gün işten eve dönerken farklı bir rotadan gidecektim. Hepsi bu kadardı. Özel koruma timi falan yoktu. Tek başımaydım. Duymayı umduğum rahatlatıcı cevap bu değildi. O gün arabamla Ann Arbor sokaklarında sağa sola sapıp yolu uzatarak eve dönerken bu durumla başa çıkmamı sağlayacak bir çözüm arıyordum. Kendi kendime, Önce gerçeklerin üzerinden bir geçelim, dedim. Endişelenmeme gerek var mı? Ne yapmalıyım? Konuştuğum polis memuruna ve pek çok başka kişiye göre bu soruların cevapları çok açıktı. Hayır, bu konuda tasalanmana hiç gerek yok. Olur böyle şeyler. Yapabileceğin başka bir şey yok. Korkman çok normal. Sen sadece rahat ol. Ünlüler her gün boş tehditler alıyor ve kimseye bir şey olmuyor. Bu olay da kendiliğinden kapanıp gidecek. Gelgelelim kendimle yaptığım konuşma hiç de böyle demiyordu. Aksine, zihnimde akıp duran çaresizlik dolu düşünceler sonsuz bir döngüde tekrar ediyor, tekrar ettikçe daha da büyüyordu. Ne yaptım ben? diye bağırıyordu iç sesim, hemen ardından içimdeki evham kumkuması devreye giriyordu. Güvenlik şirketini mi arasam? Bir silah almalı mıyım? Taşınsak mı? Yeni bir iş bulmam ne kadar sürer?

Takip eden iki gün boyunca bu konuşma çeşitli şekillerde kafamda tekrarlandı ve sonunda sinirlerim allak bullak oldu. İştahım tamamen kapanmıştı, tehdit mektubu hakkında karımla sonu gelmez (ve hiçbir işe yaramayan) konuşmalar yapıyordum ve ikimiz arasında da ipler gerilmeye başlamıştı. Kızımın odasından gelen en ufak bir seste yerimden sıçrıyordum, beşiğin gıcırdaması veya kızımın gazı olduğu için mızıldanması gibi akla çok daha yatkın açıklamalar varken ben derhal kızımın başına korkunç bir şey geldiğini düşünüyordum. Ve evin içinde volta atıyordum.

İki gece boyunca karım ve kızım yataklarında mışıl mışıl uyurken ben alt katta, üstümde pijamalarım, elimde Küçükler Ligi beysbol sopamla oturma odasının penceresinden eve doğru gelen biri var mı diye bakarak, gerçekten de sinsice eve yaklaşan birini görürsem ne yapacağıma dair hiçbir planım olmaksızın nöbet tuttum. En utanılası hale düştüğüm ansa ikinci gece endişelerimin tavan yaptığı sırada bilgisayarın başına geçip Google’da şu anahtar kelimelerle arama yapmayı düşündüğüm andı: “akademisyenler için özel güvenlik görevlisi”. Şimdi düşününce çok saçma geliyor ama o an acilen yapmam gereken çok mantıklı bir şey gibi görünmüştü.

İçeri Girmek

Ben bir deneysel psikolog ve nörobilimciyim. Michigan Üniversitesi bünyesinde kurduğum ve yönetmekte olduğum Duygu ve Özdenetim Laboratuvarı’nda içebakış bilimi üzerine çalışıyorum. İnsanların kendi kendileriyle yürüttükleri ve hayatımızı yaşama biçimimizi güçlü bir şekilde etkileyen sessiz sohbetler hakkında araştırma yapıyoruz. Tüm meslek hayatımı bu sohbetleri –ne olduklarını, neden bunları yaptığımızı, bunların insanları nasıl daha mutlu, sağlıklı ve üretken kılabileceğini– araştırmakla geçirdim. Meslektaşlarım ve ben kendimizi akıl tamircileri olarak görmekten hoşlanıyoruz. İnsanları laboratuvarımıza getirip karmaşık deneylere tabi tutuyor, ayrıca “yaban hayatta” yani gündelik insan deneyimlerinde inceliyoruz. Psikolojiden ve tıp, felsefe, biyoloji ve bilgisayar bilimi gibi çok çeşitli başka disiplinlerden aldığımız araçları kullanarak şöyle can sıkıcı sorular soruyoruz: Neden bazı insanlar duygularını anlamak için kendi içlerine dönüp bakmaktan fayda sağlarken bazıları aynı davranıştan büyük zarar görüyor? İnsan toksik stres altındayken nasıl sağlıklı bir biçimde akıl yürütebilir? İnsanın kendisiyle konuşmasının doğru ve yanlış biçimleri var mı? Değer verdiğimiz insanlarla onların veya kendimizin olumsuz duygu veya düşüncelerini körüklemeden nasıl iletişim kurabiliriz? Sosyal medyada karşılaştığımız sayısız diğer “ses”, zihnimizdeki sesleri etkiliyor mu? Azimle bu sorulara yanıt arayarak çok sayıda şaşırtıcı keşifte bulunduk.

Söylediğimiz ve yaptığımız belli bazı şeylerin içimizdeki konuşmayı nasıl daha iyi bir hale getirebileceğini öğrendik. Beynin “sihirli” arka kapılarının kilitlerini nasıl açacağımızı; plaseboların, uğur getirdiğine inanılan nesnelerin ve ritüellerin belli şekillerde uygulanmasının bizi nasıl daha dayanıklı kıldığını öğrendik. Masamızın üstüne nasıl fotoğraflar koyarsak duygusal yaralarımızın iyileşmesinde fayda sağlayabileceğini (ipucu: doğa fotoğrafları, annemizin fotoğrafları kadar rahatlatıcı olabiliyor), peluş oyuncağa sarılmanın varoluşsal umutsuzluğa neden iyi geldiğini, zor bir günün sonunda partnerinizle nasıl konuşmanız ve nasıl konuşmamanız gerektiğini, sosyal medya hesabınıza girdiğinizde büyük ihtimalle neleri yanlış yaptığınızı ve karşı karşıya kaldığınız sorunları çözmek için yürüyüşe çıktığınızda nereye gitmeniz gerektiğini öğrendik.

Kendimizle yaptığımız konuşmaların duygularımız üzerindeki etkisine olan ilgim, bilim kariyeri yapma kararımdan çok daha önce başladı. Hatta duyguların ne olduklarını gerçekten anlamamdan önce başladı. Kulaklarımızın arasında taşıdığımız o zengin, kırılgan ve durmaksızın değişen dünyaya olan büyük merakım, ayak bastığım ilk psikoloji laboratuvarında, büyüdüğüm evde başladı

Brooklyn’in işçi sınıfı mahallesi olan Canarsie’de, şaşılacak kadar küçük bir yaştayken bana kendi içime dönüp bakmanın önemini öğreten bir babayla büyüdüm. Tahminimce, yaşıtım olan diğer üç yaşındaki oğlanlara anne babaları düzenli diş fırçalamayı ya da başkalarına karşı kibar olmayı öğretirken babamın öncelikleri farklıydı. Kendine has sıra dışı tarzıyla babam başka her şeyden çok benim kendi içimde yaptığım seçimleri önemser ve bir derdim olduğunda beni daima “içeri girmeye” teşvik ederdi. Şöyle demeyi çok severdi: “Kendine o soruyu sor.” Tam olarak hangi soruyu kastettiğini bilemesem de ne yapmamı öğütlediğini anlıyordum: Cevapları kendi içinde ara.

Babam pek çok açıdan ayaklı bir tezattı. Trafiğin hep sıkışık olduğu gürültülü New York caddelerinde diğer sürücüleri çileden çıkartmadığı veya evdeki televizyonun karşısında Yankees takımına tezahürat etmediği zamanlarda onu yatak odasında (genellikle fırça bıyığının altından sarkan sigarasıyla) meditasyon yaparken ya da Bhagavad Gita’yı okurken bulurdum. Fakat büyüdükçe ve yasak kurabiyeyi yemeli miyim ya da odamı toplamamak için ayak diremeli miyim’den daha karmaşık durumlarda karar vermek zorunda kalmaya başladıkça babamın öğüdü çok daha anlamlı bir hal aldı. Lisede hoşlandığım kıza çıkma teklif etmeli miydim? (Ettim ve “Hayır,” dedi.) Arkadaşımın birinin cüzdanını çaldığını gördüysem onunla yüzleşmeli miydim? Üniversiteyi nerede okumalıydım? Serinkanlı düşünme yeteneğimle gurur duyuyordum ve doğru kararı vermek için “içeri girme” alışkanlığım beni nadiren yanıltıyordu (ve günün birinde hoşlandığım kızlardan biri bana “Evet,” diyecekti; onunla evlendim).

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Sağlıklı Yaşam Tüm Kitaplar
  • Kitap AdıGeveze:Kafamızın İçindeki Dırdırcı Ses ve Onu Dizginlemenin Yolları
  • Sayfa Sayısı272
  • YazarEthan Kross
  • ISBN9786051981970
  • Boyutlar, KapakKarton Kapak,
  • YayıneviDomingo Yayınevi / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur