19. yüzyıl Fransa’sında, kuzeydeki maden işçileri çetin çalışma koşullarında yaşam mücadelesi vermektedir. İşçiler, ocaklarda göçük ve grizu patlaması riski altında çalışırken aileler de açlık ve sefaletle boğuşmaktadır. Grev kaçınılmazdır artık. Ezilenler, her şeyi göze alarak yola çıkar. En büyük güvence ise yüreklerdeki umuttur…
Germinal, edebiyat tarihinin en önemli eserlerinden biri. Sanayi toplumunda işçi sınıfının trajedisini sarsıcı bir gerçekçilikle ve kendine özgü sert üslubuyla yansıtan Zola, Germinal’le 19. yüzyılın başyapıtlarından birini ortaya koyuyor.
Birinci bölüm
I
Yıldızsız gecenin zifirî karanlığına gömülmüş dümdüz ovada bir adam, pancar tarlalarının arasından geçerek dosdoğru Marchiennes’den Montsou’ya uzanan on kilometrelik anayolda tek başına yürüyordu. Bastığı siyah toprağı bile görmüyor; uçsuz bucaksız ufkun varlığını ise, fersahlarca uzayıp giden bataklıkları ve çorak toprakları yalayıp geçerken buz kesen mart rüzgârının, engin denizlerdekine benzer bir fırtınanın sayesinde hissedebiliyordu ancak. Gökyüzüne tek bir ağaç karaltısı bile vurmuyor; yol, karanlıkta göz alan yağmur serpintileri arasında bir dalgakıran gibi dümdüz uzanıyordu.
Adam Marchiennes’den saat iki civarında yola çıkmıştı. Geniş adımlarla yürürken, havı dökülmüş pamuklu ceketiyle kadife pantolonunun içinde tir tir titriyordu. Kareli bir mendille yaptığı küçük çıkın ona ağırlık veriyor; kırbaç gibi döven doğu rüzgârının kanattığı, soğuktan uyuşmuş ellerinin ikisini birden ceplerine sokabilmek için, çıkını kâh sağ kolunun, kâh sol kolunun altına alıyordu. İşsiz ve yersiz yurtsuz olan bu emekçinin bomboş zihnindeki tek düşünce, güneşin doğuşuyla birlikte ayazın kırılması umuduydu. Bir saattir bu şekilde taban tepiyordu ki, solda, Montsou’ya iki kilometre kala, kızıl ateşler gördü; açık havada, sanki boşluğa asılıymış gibi duran üç mangal. Önce kaygıyla duraksadı; sonra, sızılar içindeki ellerini biraz olsun ısıtma ihtiyacına karşı koyamadı.
Yol giderek çukurlaşıyordu. Her şey gözden kayboldu. Adamın sağında, demiryolunu gizleyen bir kazık duvarı, kaba saba bir tahta perde vardı; solunda ise otlarla kaplı bir bayır yükseliyor, bayırın üzerinde belli belirsiz beşik çatılar, bir örnek ve basık damlı evleriyle bir köy seçiliyordu. Adam iki yüz adım kadar ilerledi. Yolun bir dönemecine geldiğinde, ateşler yanı başında tekrar beliriverdi; adam, bu mangalların bu ölgün gökyüzünde, hem de bu kadar yüksekte, nasıl olup da tüten aylar gibi yanabildiğini hâlâ anlamış değildi. Ama yol üzerindeki başka bir manzara bir süreliğine durmasına neden oldu. Bu, arasından bir fabrika bacası karaltısının yükseldiği hantal bir kütle, bir basık binalar yığınıydı; kirli pencerelerden tek tük ölgün ışıklar sızmaktaydı, dışarıda, tahtaları kararmış devasa çatmalara, iç karartıcı bir ışık veren beş altı fener asılmıştı. Karanlığa ve dumana boğulmuş bu düşsel görüntünün içinden tek bir ses, gözle görülmeyen bir buhar bacasının uzun ve kuvvetli soluğu yükseliyordu.
Adam o zaman, burasının bir maden ocağı olduğunu anladı. Tekrar utanca kapıldı: Maden ocağı olsa ne olurdu? Nasıl olsa iş bulamayacaktı. Nihayet, binalara yönelmek yerine, işçileri aydınlatmak ve ısıtmak için üzerinde dökme kazanlarda üç kömür ateşinin yakıldığı moloz tepeciğine tırmanmaya karar verdi. Tesviyecilerin işi geç saatlere kadar sürmüş olmalıydı, hâlâ toprak döküntüsü çıkarmakla uğraşıyorlardı. Şimdi adam, işçilerin kızaklar üzerinde vagonları ittiklerini duyuyor, her ateşin yanında vagonları boşaltan hareketli gölgeleri seçebiliyordu.
“Merhaba,” dedi kazanlardan birine yaklaşarak.
Sırtını ateşe dönmüş olan yaşlı arabacı öylece ayakta dikiliyordu; üzerinde mor bir yün kazak, başında tavşan derisinden bir kasket vardı; iriyarı sarı beygiri ise, çektiği altı vagonun boşaltılmasını taş gibi kımıldamadan bekliyordu. Vagonları boşaltmakla görevli kızıl saçlı, sıska delikanlı hiç acele etmiyor, devirme koluna uyuşukça abanıyordu. Ve yukarıda, dondurucu bir rüzgâr şiddetini gittikçe artırıyor, düzenli ve güçlü soluğuyla ortalığı kasıp kavuruyordu.
“Merhaba,” diye karşılık verdi ihtiyar.
Bir an sessizlik oldu. Kendisine kuşkulu gözlerle bakıldığını fark eden yabancı hemen ismini söyledi.
“Adım Étienne Lantier, makinistim, burada bana göre iş var mı?”
Alevlerin ışığı yüzüne vuruyordu; yirmi bir yaşında olmalıydı, karayağız ve yakışıklı bir delikanlıydı, incecik kol ve bacaklarına rağmen güçlü görünüyordu.
İçi rahatlayan arabacı başını salladı.
“Hayır hayır, bir makiniste göre iş yok… Daha dün iki makinist iş bulamadan geri döndüler.”
Sert bir rüzgâr konuşmalarını yarıda kesti. Étienne moloz tepeciğinin dibindeki kasvetli yapıları göstererek sordu:
“Burası bir maden ocağı, öyle değil mi?”
İhtiyar bu kez cevap veremedi. Şiddetli bir öksürük nöbetiyle soluğu kesilmişti. Sonunda tükürdü, tükürüğü kızıl renkli toprağın üzerinde siyah bir leke bıraktı.
“Evet, Voreux maden ocağı… Bakın! Madenci mahallesi de hemen şurada.”
Bu kez de yaşlı adam kolunu uzatmış, genç adamın çatılarını şöyle böyle seçmiş olduğu karanlık köyü gösteriyordu. Ama altı vagon boşalmıştı; yaşlı adam kamçısını şaklatmadan, romatizma yüzünden kaskatı kesilmiş bacaklarıyla arabaların peşine takıldı; iriyarı sarı beygir ise almış başını gidiyor, tüylerini diken diken eden şiddetli rüzgâr altında, arabaları raylarda ağır ağır çekiyordu.
Voreux artık, düşler âleminden sıyrılmaktaydı. Perişan haldeki kanayan ellerini ocağın önünde ısıtırken dalıp giden Étienne, katranlanmış ayıklama hangarını, kuyunun üzerindeki kuleyi, kömür çıkarma makinesinin yer aldığı geniş bölmeyi, tahliye pompasının kare şeklindeki küçük kulesini, kısacası madenin her köşesini gözden geçiriyordu. Bir çukurun içine gömülmüş olan bu maden ocağı, tuğladan alçak yapıları ve ürkütücü bir boynuz şeklinde yükselen bacasıyla, dünyayı yalayıp yutmak üzere oraya çöreklenmiş, doymak bilmez bir canavarı andırıyordu. Çevresini incelerken, bir yandan da kendisini, sekiz gündür iş aramakla geçen başıboş yaşantısını düşünüyor; çalıştığı demiryolu atölyesi, ustasını tokatlayışı, Lille’den, her yerden kovuluşu yeniden gözünün önüne geliyordu. Cumartesi günü, demir fabrikasında işçiye ihtiyaç olduğu söylenen Marchiennes’e gelmişti, ama ne demir fabrikasında ne de Sonneville’de iş bulabilmişti. Pazar gününü bir araba imalathanesinde keresteler arasında geçirmiş, gecenin ikisinde bekçi gelip onu oradan kovmuştu. Ne cebinde tek bir kuruş, ne de çıkınında bir dilim kuru ekmek vardı. Sert rüzgârdan korunmak için sığınabileceği bir yeri ve bir hedefi olmadan bu yollarda ne yapacaktı? Evet, burası bir maden ocağıydı, sağda solda birkaç fener kömürlerin yığıldığı alanı aydınlatıyordu, aniden açılan bir kapıdan, parlak bir ışıkla aydınlanan jeneratör bölmesini az çok görebilmişti. Canavarın boğuk soluğunu andıran bu dur durak bilmeyen, uzun ve derin uğultuya, tahliye pompasından çıkan bu sese varıncaya kadar her şeyi ayırt edebiliyordu.
Sırtını kamburlaştırarak vagonları boşaltan işçi Étienne’e bakmamıştı bile, Étienne yere düşürdüğü çıkınını almak üzereyken, bir öksürük nöbeti arabacının geri döndüğünü haber verdi. İhtiyarın karanlığın içinden ağır ağır çıktığı görüldü; sarı beygiri, yeniden yüklenmiş altı arabayı çekerek peşi sıra geliyordu.
“Montsou’da fabrika var mı?” diye sordu genç adam. Siyah bir balgam tüküren ihtiyar, rüzgâra karışan bir sesle yanıt verdi:
“Ah! İstemediğiniz kadar! Orayı, üç dört yıl önce görmeliydiniz! Her yana fabrikaların uğultusu yayılıyordu, işçi bulmak zordu, o zamanki kadar hiç kazanamadık… Ve şimdi yeniden kemerleri sıkmak gerekiyor. Ülke acınacak halde, herkesi işten çıkarıyorlar, fabrikalar peş peşe kapanıyor… Bu belki de imparatorun suçu değil; ama insanlar yetmezmiş gibi hayvanlar bile koleradan ölürken neden Amerika’yla savaşa tutuşur ki?
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGerminal
- Sayfa Sayısı616
- YazarÉmile Zola
- ISBN9789750741500
- Boyutlar, Kapak14 x 20 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Av/Bir Gece Evi Romanı ~ P. C. Cast/ Kristin Cast
Av/Bir Gece Evi Romanı
P. C. Cast/ Kristin Cast
EĞER DÜNYADAKİ EN ATEŞLİ ERKEK İSİMSİZ BİR ŞEYTAN OLARAK KENDİNİ GİZLİYORSA VE İSTEDİĞİ TEK ŞEY SİZSENİZ NE YAPARSINIZ? Çayırın kenarında, ağaçların gölgelerinin arasında bir...
- Bir Buluşma ~ Milan Kundera
Bir Buluşma
Milan Kundera
Bir Buluşma, Milan Kundera’nın, Saptırılmış Vasiyetler, Roman Sanatı ve Perde gibi akıllarda yer eden denemelerinden sonra okurlarına yeni sürprizi. Yazar, müzikten sinemaya, resimden edebiyata...
- Kusursuz Oyun ~ Jaci Burton
Kusursuz Oyun
Jaci Burton
Mick Riley, yıllardır profesyonel bir sporcu olmanın tüm avantajlarından yararlanmıştır: ün, servet ve her şehirde başka bir kadın… Tara Lincoln’le tanıştıktan sonra, tek gecelik...