Uçsuz bucaksız bir bataklıkta bir gergedan bize doğru koşuyor kinle ve senin cesedin kötü kokuyor o gece. Annem ağzını her açtığında, koku daha da kesifleşiyor. Cesedin masada çürüyor. Akşam koltukta çürümeye devam edecek. Sonra yatağında çürüyeceksin. Sabah kahvaltı sofrasında.
Arada kapının önüne çıkacak, orada yüzün güneşe dönük çürüyeceksin. Bazen sokaklarda dolaşacaksın. Kokun, o kesif kokun da peşinden gelecek. Sonra eve döneceksin. Kapıyı açmadan önce biraz düşüneceksin. Öfkeli bir gergedan sabrıyla. Mine Söğüt, Gergedan’daki çarpıcı hikâyelerinde tematik bir bütün oluşturarak modern hayata sinmiş vahşetin örtüsünü kaldırıyor. Bazen keskin bir ironi bazen soğuk mesafelenmelerle, yer yer de groteske yaslanarak orta sınıfın, aile kurumunun sıradanlık cehennemini, kadük toplum hayatını, erkeklerin, kuralların, geleneğin yoz iktidarını gözler önüne sererek okuru adeta kışkırtıyor; parçası olduğu konformizm çağını sorgulamaya çağırıyor.
İçindekiler
I …………………………………………………………………………….13
Aile Ölüyor ……………………………………………………………..17
Ablamın Cesedi ……………………………………………………….25
Anne Eti ………………………………………………………………….31
Kadınların Derisini Yüzen Adamların En Yakışıklısı ………..41
Köpekdişi Düşü ………………………………………………………..45
Üçlü Kanepe ……………………………………………………………51
İstiklal Kırlardadır …………………………………………………….57
II ……………………………………………………………………………61
Kaptan Rönesans ………………………………………………………65
Haneke, Pasolını, Greenaway, Bir De Ben ……………………..71
Dışına Uzayan Cambazla İçine Kıvrılan Salyangozun
Hüzünlü Hikâyesi ………………………………………………..79
Lağımların Aleksandra’sı ……………………………………………85
III …………………………………………………………………………..91
Büyük Küfür ……………………………………………………………95
Sokakta …………………………………………………………………111
Triatlon …………………………………………………………………119
IV …………………………………………………………………………129
Gergedan ………………………………………………………………133
I
Hayatta kalamayacağım bir iklimde yapayalnız bırakılmışlığımın öfkesiyle….
Yeminimden döneceğim ve kendi yaratıcısına kinlenen bir
gergedana dönüşeceğim.
Varlığımın intikamını almak için yola düşeceğim.
Zamanın içinden geçeceğim.
Ailenin içinden geçeceğim.
Ahlakın içinden geçeceğim.
İnancın içinden geçeceğim.
Devletin içinden geçeceğim.
Senin içinden geçeceğim.
AİLE ÖLÜYOR
Bu bir oyun metnidir. İsteyen oynar. İsteyen seyreder. İsteyen görmezden gelir. İsteyen üzerine uzun uzun düşünür. Bu bir oyun metnidir. Anne, baba ve kutsal çocuk arasında bir akşam yemeğinde geçer. Bu ne ilk akşam yemeğidir ne de son akşam yemeği olacaktır. Her şey, başı sonu olmayan kâbus gibi bir zamanda, kâbus gibi bir sofrada olup bitecektir. Sadece bu kısacık oyunda değil, senin hayatında da devamlı aynı şey tekrarlanacaktır. Anne, baba ve kutsal çocuk olarak o korkunç sofraya devamlı oturacaksındır.
O yemek yenecektir. O yemek bitecektir. O konuşmalar harfi harfine yapılacaktır. Ve sen sonra o sofradan kalkacaksındır. Ve hayâsızca soracaksındır: “Anne biz hâlâ barbar mıyız?” Annen suratına şamarı basacaktır. Baban masanın altından şimşek gibi bir tekme atacaktır. Sen bas bas bağıracaksındır: “Hâlâ barbarız. Hâlâ barbarız biz. Ailece barbarız.” Sakın o an, oynadığının bir oyun olduğunu unutup annenle babanı öldürme. Barbarlık yapma. Barbar olunmaz, barbar doğulur.
Barbar doğulmaz, barbar olunur. Ben sana oyun başlamadan gerçeği söyleyeyim, sen anne tarafından barbarsın, baba tarafından saf, amcanlar temkin kökenli, dayınlar korkak, bir büyük halan vardı, vicdandan dönmeydi ama kimselere söylemezdi, sizin kökleriniz çok karışık; dallarınız arapsaçı; assak tüm suçluları o dallara asarız, kırsak o dallardan tonlarca yakacak yaparız; tam salıncaklık, tam kırbaçlık, tam senlik, tam benlik. Şimdi sana öyle bir bilinç aşılayacağım ki, feleğin şaşacak. Bak bakalım annene babana bir daha aynı soruyu sorabilecek misin?
Oynayanlar
Anne, 35 yaşında
Baba, 37 yaşında
Kutsal çocuk, 13 yaşında
Sıradan bir aile evi. Ne yoksul ne varlıklı. En tehlikelisinden. Orta sınıf. O yüzden bu evde büyük hayaller yok, büyük korkular yok, cesaret sıfır. Vitrinlerde ne varsa olduğu gibi alınıp konmuş salona. Renkler iddiasız. Ev tertemiz. Tüller sakız gibi. Yerde bir gıdım toz göremezsiniz. Eve ayakkabıyla girilmez. Herkesin terliği var. Büfenin içinde asla kullanılmayan kristal kadehler. Büfenin üzerinde aile fotoğrafları. Duvarda sesi sessizlikte beyne balyoz gibi inen bir saat. Perdeler sıkı sıkı kapalı ki dışarıdan içerisi görülmesin – baba öyle istiyor. Küçük bir yemek masası. Tavandan aşağıya sarkan tasarruf ampullü bir lamba. Sırtı seyirciye dönük bir televizyon. Belli ki açık. Yeri geldikçe sesi yükselecek. Solda mutfağa açılan bir kapı. Sağda yatak odalarına giden bir koridor. Arkada pencere. Karşıda seyirciler. Baba ve kutsal çocuk sahnenin ortasındaki masanın iki başında karşılıklı oturmaktadırlar ve televizyona bakmaktadırlar. Televizyonun sesi fazla açıktır ve reklamlar oynamaktadır.
Televizyonun sesi: Hav hav hav ev yemeği değil
Goody mama istiyoruz… Hav hav hav ev yemeği değil
Goody mama istiyoruz… Hav hav hav ev yemeği değil
Goody mama istiyoruz…
Anne: (İçeriden neşeli bir tonda seslenir) Yemek hazır.
Babayla kutsal çocuk aynı anda heyecanla birbirlerine bakarlar. Üzerinde mazbut bir ev giysisi bulunan anne taşımakta zorlandığı, kapaklı kocaman bir tepsiyle içeri girer. Tepsiyi sahnenin tam ortasındaki masaya koyar. Bu arada fonda köpek mamasının malum cümlesi arka arkaya takılmış plak gibi dönmektedir. Baba tepsinin kapağını açar. Tepside, aman Allahım, pişmiş bir köpek vardır.
Kutsal çocuk: (Şaşkın) Ama bu Çomar!
Anne: Evet, bu akşam Çomar’ı pişirdim.
Baba: Hiç itiraz istemiyorum, tabağa ne koyulursa bitecek!
Kutsal çocuk: Köpeklerimizi pişirecek miyiz hep böyle? Çomar’la oynuyorduk ne güzel.
Anne: Bütün köpekler oyuncudur bebeğim. Yenisini alırız, onunla da oynarsın.
Kutsal çocuk: Ama Çomar çok da iyi bir bekçi köpeğiydi. Eve kimseyi yaklaştırmıyordu.
Baba: Laflarına dikkat et! Eve kimseyi yaklaştırmayan benim. Bu evin muhafızı benim. Sizin efendiniz benim.
Baba bunları söylerken bir yandan da artan bir ihtirasla anneye bakmaktadır. Annenin bakışları da babaya kilitlenmiş, dudakları yarı aralık, gözleri baygın, hızlı hızlı nefes alıp vermektedir. Baba sesini yükselterek ve tonlamasını sertleştirerek bağırmaya başlar.
Baba: (Anneye) Ben olmasam sen doğuramazdın.
(Kutsal çocuğa) Ben olmasam sen doğamazdın. (Seyirciye) Ben olmasam kimse doyamazdı!
Babanın “doyamazdı” demesiyle birlikte, anne de seyirciye bakarak derin bir nefes alır, içini çeker, yutkunur, titrer, yine yutkunur. Sonra hiçbir şey olmamış gibi yemek servisi yapmaya başlar. Peki o sırada kutsal çocuk ne yapar? Önce bir yok olur sonra yeniden doğar. Oyunun en can alıcı sahnesi budur. Babaların edepsizce öfkelenişine, annelerin bu öfkeden edepsizce tat alışına tanık olan her kutsal çocuk, o tanıklıktan biraz daha yaşlanmış ve biraz daha eksilmiş ve biraz daha delirmiş olarak yeniden doğar. Artık, zamanın içinden ve nice kötülükten geçerek bugüne gelecek bir gergedan kadar öfkelidir
Anne: (Çocuğa) Sana Çomar’ın gözlerini vereceğim.
Göz sever değil mi babası bizim oğlumuz.
Baba: Evet, göz sever. Ye; gözünü ye ki, Çomar kadar iyi görebilesin.
Kutsal çocuk: Kulaklar?
Baba: Kulaklarını da ver aslanıma, Çomar kadar iyi
duysun.
Kutsal çocuk: O zaman burnu da benim.
Anne: Burnu da senin!
Kutsal çocuk: (Şımarmıştır artık) Pipisini de ben istiyorum!
Ah şu orta sınıf ahlakı! Baba yine hiddetlenir. Hem de ne hiddetlenme. Masayı devirerek kalkar kutsal çocuğun üzerine yürür. Zaten ufacık olan çocuk korkudan büzüşüp iyice ufalır. Anne çığlık atmamak için ağzını kapar ve olacakları görmemek için onlara arkasını döner. Baba dev bir tekmedir artık.
Çocuğa bir sağ ayağıyla vurur, bir sol ayağıyla. Bir sağ, bir sol, bir sağ, bir sol… Çocuk iskemleden yere düşer. Az önce masa devrildiğinde yere düşen tabaktaki köpeğin yanında babasının tekmelerinden korunmak için bir salyangoz gibi içine doğru kıvrılır. Baba bir ejderha gibi dışına doğru büyür. Anne üzerine su damlamış mürekkep gibi dağılır. Seyirci gözü iki çeşme ağlar. Seyirci aile trajedilerine hiç dayanamaz. Hep ağlar. Sanki kendi trajedisi yokmuş gibi başkalarınınkine bakıp bakıp ağlar. Burada seyirciye çok iş düşüyor. Seyirci ne kadar yüksek sesle ağlarsa, baba o kadar şiddetli vurur, çocuk o kadar şiddetli büzülür, anne o kadar şiddetli çözülür. Evet anne çözülür, kaçar, koridora sapar, oradan mutfağa gider, bulaşık yıkar, kavanozları siler, biraz biber közler, gözyaşlarını siler, burnunu çeker. Bu arada babanın hiddeti dinmiştir. Devrilen iskemlelerden birini düzeltip ona oturur. Bir sigara yakar. Oğlana bakar. Oğlan da ona bakar.
Baba: Al yak bir tane.
Baba kutsal çocuğa sigara uzatır. Evet, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Kutsal çocuk o an bir kez daha doğar. Ama bu kez çocuk olarak değil bir katil olarak. Babalar çocukları döverler sonra da çocuklar babaları öldürürler. Bu kadar basit. Yok bu kadar basit değil. Aslında biraz daha karmaşık. Çocuklar babalarını bir de anneleriyle seviştikleri için öldürürler. Sevişmek muhteşem bir cinayet sebebidir. Babalar da çocuklarını bu yüzden öldürürler. Kadınlar da kocalarını bu yüzden öldürürler. Çocuklar da anne ve babalarını bu yüzden öldürürler
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıGergedan
- Sayfa Sayısı152
- YazarMine Söğüt
- ISBN9789750756597
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Bir Çatışma ~ Patrick Süskind
Bir Çatışma
Patrick Süskind
Paris’teki Lüksemburg Bahçeleri’nde usta yaşlı satranç oyuncusuyla kimsenin tanımadığı amatör genç oyuncunun girdiği heyecan ve gerilim dolu müsabaka giderek “bir çatışma”ya dönüşür. Oyunu kazanmak...
- Sis ~ Miguel de Unamuno
Sis
Miguel de Unamuno
Ne büyük acılar ne de büyük sevinçler öldürür insanları; bu yüzden bu acı ve sevinçler, küçük küçük değersiz şeylerden oluşmuş muazzam bir sisle sarılı...
- Ayak İzlerinde Adımlar ~ Julio Cortázar
Ayak İzlerinde Adımlar
Julio Cortázar
Pencere çerçevesinin üst kısmında bir damlacık beliriyor, onu bin sönük ışıltıya bölen gökyüzüne doğru titreşiyor, sonra büyüyor ve sendeliyor, düştü düşecek, ama düşmüyor, henüz...