“Gerçek aşkın sırrı nedir? Gerçekte renksiz olan gök bize neden mavi görünür? Bir şok yaşadığımızda gerçekliğimizin sarsılması ne anlama gelir? İyimser olmakla gerçekçi olmak arasında nasıl bir ilişki vardır? Gerçekten istediğiniz bir şey için her zorluğa katlanır mısınız? Planların gerçekleşmesi için hangi adımları atmalıyız? Bu sorularda, gerçek, gerçeklik, gerçekte, gerçekçi, gerçekten, gerçekleştirmek gibi pek çok kelimeyi rahatlıkla kullansak da, gerçek ile ne kastettiğimiz çoğunlukla bulanıktır. Ancak yine de sorulsa, gerçek kavramından az veya çok ne anladığımızı söyleyebiliriz. Gerçek, bir yanıyla çok bilindik, hakkında şüphe edilemez bir kavram gibi gelirken, biraz üzerine gidildiğinde kastımızdaki bulanıklık açığa çıkmaya başlar. […] Zaman zaman unutsak da bir yolunu bulup gerçeklik yeniden kendini hatırlatır.”
Yasin Ramazan, gerçeklik kavramını tartışmaya açıyor; antik çağdaki köklere göz atıp Platon ve Aristoteles’in sistematik felsefelerinden Ortaçağ’ın hararetli tartışmalarına, Kartezyen şüphecilik etrafında şekillenen çalışmalardan Kant’ın günümüze kadar süren etkilerine, Alman idealizminden Wittgenstein’ın ve Nietzsche’nin metafiziğe yönelttiği eleştirilere kadar gerçeklikle ilgili yaklaşımları değerlendiriyor. Metafizikle işimizin bittiğini düşünen filozofların ve bilim insanlarının aksine metafiziğin kaçınılmazlığını dolayısıyla gerçeklik hakkında felsefi sorunun hiçbir yere kaybolmadığını, bugün de canlı bir şekilde her düşüncenin içinde bulunduğunu savunuyor.
Kitap gerçeklik üzerinden okurun zihin dünyasını doyurucu bir yolculuğa çıkarırken aynı zamanda felsefeyi öğrenmek için giriş kitabı olma özelliğini taşıyor.
Gerçeklik Yeniden, zengin literatürü ve güncel örnekleriyle entelektüel kültüre ve felsefe tartışmalarına katkıda bulunacak ufuk açıcı bir başucu kitabı…
Zaman zaman unutsak da bir yolunu bulup gerçeklik yeniden kendini hatırlatır.
Bölüm 1
Gerçekliğin Anlamı
Gerçek aşkın sırrı nedir? Gerçekte renksiz olan gök bize neden mavi görünür? Bir şok yaşadığımızda gerçekliğimizin sarsılması ne anlama gelir? İyimser olmakla gerçekçi olmak arasında nasıl bir ilişki vardır? Gerçekten istediğiniz bir şey için her zorluğa katlanır mısınız? Planların gerçekleşmesi için hangi adımları atmalıyız? Bu sorularda, gerçek, gerçeklik, gerçekte, gerçekçi, gerçekten, gerçekleştirmek gibi pek çok kelimeyi rahatlıkla kullansak da, gerçek ile ne kastettiğimiz çoğunlukla bulanıktır. Ancak yine de sorulsa, gerçek kavramından az veya çok ne anladığımızı söyleyebiliriz.
Gerçek, bir yanıyla çok bilindik, hakkında şüphe edilemez bir kavram gibi gelirken, biraz üzerine gidildiğinde kastımızdaki bulanıklık açığa çıkmaya başlar. Bu ilk bölümde, gerçekliğin yaygın kullanımları ile gerçeklik hakkındaki felsefi soru arasındaki bağlantıyı sorgularken, aralarındaki farkları da görmüş olacağız. Gerçeğin kullanımlarını analiz ettikten sonra, gerçek kavramıyla mecaz kullanımı karşılaştıracağız ve nihayet gerçeklik hakkındaki felsefi sorunun nereden kaynaklandığına ulaşacağız.
Gerçeklik hakkındaki felsefi sorun, temelde görüntü ve gerçeklik arasında yaptığımız ayrımda doğar. Bu ayrım gördüğümüz şeylerin altında yatan daha temel, daha sabit, daha değişmez bir şeylerin olduğu düşüncesine dayanır. Bu ayrımı analiz ederken, gerçeklik kavramının sahip olduğumuz en kapsamlı kavramlardan biri olduğu da açığa çıkar. Bu kadar kapsamlı bir kavramı nasıl anlayabiliriz? Daha önemlisi anlaşılmayacak kadar kapsamlı bir kavram aracılığıyla başka şeyleri anlayabilir miyiz? Bu bölümün son iki başlığında, kapsamının genişliğine rağmen, gerçeklik kavramının, derecelendirmelere izin veren yapısını inceleyeceğiz. Gerçeklik kavramını, parçalarına ayırarak ve “daha” gerçek şeylerden bahsederek, bir araştırma konusuna çevirebiliyoruz. Bundan sonraki bölümlerde derinlemesine araştıracağımız gerçeklik kavramı, böylece ilk bölümdeki analizlerle netlik kazanacak.
Gerçeğin kullanımları Gerçeklik kavramının felsefi çözümlemesine dalmadan önce, bu kavramı nasıl kullandığımıza bakarak daha açık bir zihinle yol almamız iyi olur. Bu kısımda amacım, etimolojik izahlarda bulunmak veya bir sözlükten görev çalmak değil, kitapta gerçeklikle ilgili tartışacağım zeminini tanıtmak olacak. Çünkü bu giriş bölümünün sonunda anlaşılacağı üzere, gerçek ve gerçeklik kavramlarının her tür kullanımı, aslında felsefi bir gönderme olarak anlaşılabilir. Gerçek kavramı en somut halde, ‘bir şeyin aslı’ anlamında kullanılmaktadır. Gerçek altın bilezik ile altın görünümlü bir bilezik arasındaki fark en açık şekilde bir karşıtlığı belirtir.
Gerçeklik, burada bizim tanımamıza dayalı bir ölçüttür ve sahtenin karşıtı demektir. Örneğin Mona Lisa tablosunun gerçeği ile onun imitasyonları arasındaki karşıtlık, bu anlamı bize açıkça verir. Sahte para merkez bankası tarafından basılan para değildir; sahte evrak gerçek bir kurum tarafından verilmemiştir; sahte kimlik herkesin kimlik aldığı yerden alınmamıştır, sahte X markalı saat o marka tarafından yapılmamıştır. Gerçek kavramının belki en yaygın kullanımı bu anlamı taşır. Gerçekliği sık kullandığımız bir başka durum ise, yaşadığımız tecrübelerin yoğunluğu veya kalıcılığını vurgulamak istediğimizde ortaya çıkar. Gerçek bir dost, kötü günde bizi yalnız bırakmayandır.
Bu gibi ifadelerden, dostluğun bir asıl ve bu asıldan ayrı görüntülerinin olduğu, gerçek dostluğa benzer, dostluk gibi görünen ilişkilere de dostluk dediğimiz anlamı çıkar. Diğer dostluklar, gerçek dostluğun bir nevi görüntüsü, tam olarak dostluk olma statüsünü kazanamamış kopyalardır. Yani, gerçek dostluk aslında bir idealdir. Diğer ilişkiler bu ideale benzedikleri ölçüde dostluk adını almaya hak kazanırlar. Gerçek aşk, gerçek sadakat, gerçek iyilik de bu anlamdaki kullanımın diğer örnekleridir. İleride vurgulayacağım gibi, gerçeklik kavramının bu kullanımı, Platoncu ideler doktrininden oldukça etkilenmiş görünmektedir. Bir film izlediğinizi düşünelim. Filmin son sahnesi göründükten sonra kapanış müziği çalıyor ve ardından jenerik akmaya başlıyor. Buradan anlıyorsunuz ki film bitti. Filmdeki son sahne ve önceki sahnelerde yer alan olaylar da tümüyle bitti. Üzerinizdeki etkileri ne olursa olsun, filmde gelişen olayların, film sonrasında ne şekilde devam ettiğine dair yapacağınız tüm spekülasyonlar filmden bağımsızdır.
Oyuncuların rolleri bitmiştir ve gerçek hayata dönmüşlerdir; filmdeki olaylardan bağımsız olarak sürüp giden hayatlarındaki gerçek ilişkilere, gerçek olgu ve durumlara ve gerçek olaylara. Burada bahsettiğimiz gerçeklik nedir? Elbette kurgusal olmayandır. Yani bir yazarı olmayan, bir izleyicisi bulunmayan ve gösteri amacı gütmeyen olayların seyrine gerçek demiş oluyoruz. Bu anlamda gerçeklik, kurgusal bir yapıtın dışındadır.
Gerçek bir olay, herhangi birinin kurduğu değil, yaşadığı şey olabilir. Elbette, insanın hayatı kurgusal bir düzlemde yaşadığı da söylenebilir. Fakat bu, ancak metaforik anlamda böyledir. Kimse kendinin bir roman karakteri olduğunu iddia etmez. Buna karşılık, gerçekten yaşanan şeyin ne olduğunu ilerleyen satırlarda irdeleyeceğim. Ancak insanın yaşadığı her şeye de gerçek demek mümkün değildir. Halisünasyonlar, illüzyonlar veya göz yanılgıları bir yana, insanın hayalleri ve rüyalarını gerçekliğin neresine koyacağız?
Hayal kurmak, bir anlamda, gerçeklerin karşısında görülür. Ancak bir bakıma da insan hayalleri doğrultusunda yaşamını kurabilir. Bu durumda, hayaller de bir nevî gerçekliğe dahil olmamış mıdır? Bundan da ötesi, rüya görmek de bizzat kişinin tecrübesine dahildir. Üstelik rüyaların bir kısmı, bizi uyanıkken yaşadığımız olaylar kadar etkileyebilir. Ancak gerçekliği bunlardan ayıran temel bir farkın olduğunu gözeterek rüyanın rüya, hayalin hayal olduğu düşünülür. Yani, hayallerin gerçekleşmesinden veya rüyanın gerçekten ayırt edilmesinden kastımız olan gerçek, içinde bu olguları barındıran bir gerçeklik değildir. Bu gerçeklik kullanımında kasıt, uyanık halde ve gözümüzün (veya diğer algılarımızın) önünde yaşananlardır. Yaşantımızda gerçeklik kavramının kullanımı, teorik alandan ibaret değildir. Gerçeklik, pratik bir karşılığa da denk gelecek bir anlamda da kullanılmaktadır. Gerçekçi olmak, gerçeklere göre hareket etmek anlamında genelde idealizmin karşıtı olarak görülür. Olaylara idealist bakan biri, olan biteni görmek yerine olması gerekene fazla itibar etmekle suçlanmaktadır. Gerçekçi kişi, olması gerekenle hareket etmek yerine olanı olduğu gibi kabul eder.
Kurulan bu karşıtlığa göre, örneğin bir toplumun eğitim durumuna dair söylenen sözlerin gerçekçi olması, gerçekçi planlar yapılması anlamına gelir. İdealist ise, toplumun ne durumda olduğuna bakmadan nasıl olması gerektiğine odaklanır. Bu yüzden toplumu anlama imkânına sahip değildir. Elbette karikatürize edilerek iki uca yerleştirilen bu kişiler, iki uçtaki kişilikleri temsil eder. İdealist insanlar gerçekten kopuk olduklarını kabul edecek değildirler. Kendilerini gerçekçi gören insanlar da ideallerinin olmadığını reddedeceklerdir. Dolayısıyla gerçekliğin bu kullanımı, kişinin (kendi dahil) birinin olaylara karşı tutumunu tanımlar görünmektedir. İdealist olmak, genel yaklaşım anlamında övülse de, gerçeklikten kopuk idealizm hüsnükuruntu1 anlamına geldiği gerekçesiyle pek hoş karşılanmaz. İdealizmin karşıtı olarak kullanılan gerçekçiliğin, edebiyat ve sanattaki romantizme tepki olarak doğan gerçekçilik (realizm) akımının genel anlayışını yansıttığını söylemek yanlış olmaz.
Aydınlanmacı akla ve akılcılığa karşı gelişen romantizm akımı, öznelliğe ve bireyselciliğe vurgu yapar, doğayı ve sıradan insanı yüceltir. Bunun için de sezgiyi, hayal gücünü, ilhamı, masumiyeti ve içsel yolculuğu kullanan Goethe, Baudelaire, Charlotte Brontë, Shelley ve John Keats gibi yazarlar dışında, Delacroix ve Caspar David Friedrich2 gibi ressamlar, Mozart ve Beethoven gibi müzisyenler kendilerini göstermişlerdir. Edebiyat ve sanattaki gerçekçilik akımı da, romantizme karşıt olarak günlük hayatın gerçeklerine eğilmeyi önemsemişlerdir.
İşçileri ve çiftçileri idealize etmeden, oldukları haliyle resmeden gerçekçi resim akımında Millet ve Eakins gibi ressamlar yer alır. Benzer bir şekilde John Steinbeck (Fareler ve İnsanlar), Jack London (Vahşetin Çağrısı), Stendhal (Kırmızı ve Siyah) romanlarıyla ve Puşkin (Yüzbaşının Kızı) hikâyeleriyle gerçeği olabildiğince olağan haliyle ifade etmeye çalışmışlardır. Edebiyat ve sanattaki bu gerçekçilik akımının temel kaygısı, romantik akımdaki idealist ve gerçekçi olmayan eğilimlere karşı çıkmaktır. Onlara göre, yaşam daha çok çalışma ortamında ve gündelik uğraşlarda geçer, idealize edilmiş tekil olaylarda değil.
Gerçekliğin bu anlamı, toplumsal hayatın gidişatını belirleyen, özellikle geniş kitlelerin yaşam tarzının gereklerini içerir. Bu akımdaki sanatçılar, insanların yaşadığı şartları daha görünür kılmak arzusuyla yapıtlarını ortaya koymuşlardır. Günümüzde, gerçeklik kavramının yeni bir anlamıyla daha karşılaştık. Teknoloji ile yakından ilgili olan bu kullanım, diğer kullanımlarla benzerlikler taşısa da, günümüz yaygın teknolojilerini anlama açısından kendine has bir alanı işaret eder. Sanal dünya diyebileceğimiz bu alan, gerçek hayata benzer olgusal durumların duyulara hitap edeceği şekilde yaratılmıştır. Bilgisayar oyunlarından sosyal medyadaki kişiliklere, fantastik kurgu filmlerinin geçtiği kurgusal evrenlerden uzaktan eğitime kadar geniş bir ağa sahip olan bu dünya, şimdiye kadar insanlığın gerçeklik olarak adlandırdığı pek çok olguyu yeniden şekillendirmiş görünmektedir.
Metaevren ile bu deneyimleri birleştirmeyi, dahası duyu verilerini benzer teknolojilerle artırmayı amaçlayan bu teknolojilerde gerçeklik kavramının kullanımı, etki üzerinden anlaşılmaktadır. Sanal gerçeklik gözlükleri, dijital dünyada eğlence, iletişim ve alışverişi mümkün kılarak aslında geleneksel olarak gerçeklik diyebileceğimiz yaşamı önemli ölçüde kopyalayabiliyor ve bu kopya üzerinden manipüle edebiliyor.
İlginize göre size önerilerde bulunan bir alışveriş sitesinin pazarladığı ürünlerle ilginizi de şekillendirmesi gibi. Veya sosyal medya üzerinden tanışmaların sıklaşması, arkadaşlığın yerel değil, soyut bağlantılar olarak algılanmasına neden olması gibi. Bu gibi durumlarda gerçeklik, bir olayda duyguların onaylanması ve sonuna kadar engellenmeden yaşanması hatta kışkırtılması anlamında kullanılmaktadır.
Bir bilgisayar oyununda kahramanı yönlendirmek yeterli değildir. Sanal gerçeklik, oynayanı kahraman olarak hissettirmek üzere tasarlanır. Böylece o sıradaki heyecan, korku, cesaret ve merak hisleri, kişinin doğal şartlarından bağımsız bir kişiliği daha gerçek kılma vaadi ile manipüle edilir. İlginç bir şekilde, gerçeklik kavramına Platoncu anlamda bakarsak, bu deneyimler gerçekliğin tam karşıtıyken, bu teknolojiler sayesinde duyguların manipülasyonu gerçekliğin paradigmasını belirler haldedir. Gerçekliğin başka kullanımları da bu listeye eklenebilir. Bu kısımda amacım, gerçekliğin nasıl farklı şekillerde kullanıldığını göstermekti. Bu noktada aklımıza, bunlarda ortak olan şeyin ne olduğu sorusu geliyor.
Gerçek ve gerçeklik kavramlarını kullandığımızda, her seferinde kastedilen “gerçek” bir anlam bulunur mu? Yoksa bunların arasındaki bağlantılar sadece kullanımdan mı doğmaktadır? Bu soru, gerçekliğin kullanımlarındaki felsefi içeriği açığa çıkarması açısından önemlidir.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Dünya Edebiyatı
- Kitap AdıGerçeklik Yeniden
- Sayfa Sayısı192
- YazarYasin Ramazan
- ISBN9786050848465
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar – On Dört Tarihsel Minyatür ~ Stefan Zweig
İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar – On Dört Tarihsel Minyatür
Stefan Zweig
Zweig’ın eşsiz anlatımıyla dünya tarihinin seyrine bir bakış, insanlığın evrensel deneyimlerine bir ayna… Stefan Zweig, İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’da on dört tarihsel, kısa anlatı...
- Yalanın Erdemi ~ Joachim Zelter
Yalanın Erdemi
Joachim Zelter
Torun Witzleben’in akıcı bir biçimde konuşmayı öğrenmesiyle hayatındaki tek yakın akrabası olan büyükannesinin gerçeklerle mutsuz, yalanlarla mutlu olduğunu öğrenmesi aynı zamana rastlar. İhtişama, aşırılığa,...
- Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl ~ Amin Maalouf
Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl
Amin Maalouf
Dünya bir felakete doğru dolu dizgin koşuyor. Kötüye kullanılan bilim insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Yeni doğan çocuklar büyük oranda erkek, çünkü “oğlan” olsun istiyordu...