Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında üniversiteden diplomasını alan genç doktor Bulgakov gönüllü olarak Kiev’de çalışmaya gitti. Smolensk bölgesinin küçük bir köy hastanesinde çalışmak, genç doktorun bir genç yazar haline gelmesinde büyük bir rol oynadı. Rusya yeni bir devrime ve içsavaşa doğru sürüklenirken Bulgakov, Rus halkını en çıplak haliyle ve en hayati sorunlarıyla tanıdı.Korku içinde yaptığı ilk ameliyatıyla genç bir kızın hayatını kurtaran genç doktor, başka bir gün morfin kullanmaya başlamış meslektaşını kurtarmaya çalışır. Fakat trajik ve dehşet verici görünen her şey Bulgakov’da hayatın ciddi mizahıyla anlatılır.Bulgakov’un hayatının bu ilk doktorluk dönemini anlatan “Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri”, “Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları”, “Ben Öldürdüm” ve “Morfin” adlı öyküleri Türkçede ilk kez bu kitapta bir araya geliyor.
İÇİNDEKİLER
Genç Bir Köy Hekiminin Hatıraları ……………………………..11
Üzerinde Horoz Resmi Olan Havlu ……………………..13
Çelik Boğaz …………………………………………………….. 30
Gerçeklerle Karşılaşmak …………………………………….42
Kar Fırtınası ……………………………………………………. 54
Yıldız Döküntüsü ………………………………………………71
Mısır Karanlığı ………………………………………………… 89
Kaybolmuş Bir Göz ………………………………………….102
Bir Doktorun Olağanüstü Serüvenleri ………………………..119
Ben Öldürdüm ……………………………………………………….137
Morfin …………………………………………………………………..155
ÜZERINDE HOROZ RESMI OLAN HAVLU
Bir insan atla, tenha patika yollarda gitmemişse ona bu konuda söyleyecek bir şeyim olamaz: Nasıl olsa anlamayacaktır. Ama gitmiş olanlara da hatırlatmama gerek yok!
Kısaca şunu söyleyeceğim: Taşra kenti Graçevka ile Murin’deki hastane arasındaki kırk verst yolu arabacımla tam bir günde gittik. Üstelik tuhaftı da: 16 Eylül 1917 günü gündüz saat ikide bu pek ilginç kent Graçevka’nın sınırındaki son un deposundaydık ve o unutulmaz 17 Eylül 1917 günü saat ikiyi beş geçe Murin Hastanesi’nin otları eylül yağmurları altında çiğnenmiş, yumuşamış, ölmekte olan avlusundaydım. Durumum şöyleydi: Ayaklarım donmuştu; her ne kadar orada, avluda okul kitaplarının sayfalarını aklımda çeviriyor, bulanık olarak, Grabilovka köyündeki hastalığın gerçek mi olduğunu, yoksa insanın kaslarının sertleşip kemikleştiği bu hastalığı dün gece rüyamda mı gördüğümü bulanık olarak hatırlamaya çalışıyordum. Kahrolası o hastalığın Latince adı neydi? Sertleşen bu kaslar nasıl, diş ağrısını andıran dayanılmaz bir ağrıya neden oluyordu? Ayak parmaklarım için bir şey söylemeyeceğim artık… Çizmelerin içinde kıpırdamıyor, öylece, kesilmiş parmaklar gibi hareketsiz duruyorlardı. Ne yalan söyleyeyim, moralim son derece bozuk olduğu için kendi kendime mırıldanarak tıp bilimini de, beş yıl önce üniversitenin rektörlüğüne verdiğim bildiriyi de lanetliyordum. Bu arada yukarıdan da yağmur boşanıyordu. Paltom da sünger gibi emmişti suyu. Sağ elimin parmaklarıyla valizimin sapını tutmaya çalışıyordum ama sonunda ıslak otların üzerine tükürdüm. Parmaklarım tutmuyordu ve sonra yine ilginç tıp kitaplarından aklımda kalanları düşününce bir hastalığı hatırladım, felci… Bilmem neden, o anda umutsuzluk içinde içimden “felç” diye geçirdim.
Morarmış, odunlaşmış dudaklarımdan şöyle döküldü: “P… sizin yollarınıza, p… gerek alışmak için bu yola…”
Ve o anda nedense öfkeyle baktım arabacıma, oysa yolun böyle olmasında onun hiçbir suçu yoktu. Arabacı da açık renk bıyığının altında dudaklarını güçlükle oynatarak karşılık verdi:
“Eh!.. Doktor yoldaş, on beş yıldır gidip gelirim bu yolu, yine de alışamadım.”
Titredim, sıvası dökülmüş beyaz, iki katlı ana binaya; sağlık memurunun küçük evinin boyasız, kalas duvarlarına; gelecekteki rezidansıma, gizemli pencereleri mezarlığı andıran çok temiz, iki katlı eve öfkeyle bakarak uzun uzun içimi çektim Ve o anda kafamın içinde Latince sözcüklerin yerine, hayal meyal, soğuktan ve arabanın sarsıntısından sersemlemiş tenor bir sesin şarkısını duyuyordum:
“… Selam san… kutsal sığınağım…”
“Hoşça kal… Uzun bir süreliğine hoşça kal altın kırmızısı Bolşoy Tiyatrosu, Moskova, vitrinler… ak, hoşça kal.”
Bükülmeyen parmaklarımla valizimin kayışını koparmaya çalışırken öfkeyle şöyle geçiriyordum içimden:
“Bir dahaki gelişimde gocuk giyeceğim… Ben, bir dahaki gelişimde aylardan ekim… olacak olsa da, iki gocuk giymelisin… Bir ay sonra Graçevka’ya dönmeden… dönmeden önce… aklını başına topla… Öyle ya, uyku zamanın geldi! Yirmi verst yol geldik ve kendimizi mezar karanlığının içinde bulduk… gece… Grabilovka’da gecelememiz gerekti… Öğretmen konuk etti bizi… Bu sabah da saat yedide yola çıktık… İşte, gidiyoruz… değerli dostlar… Yayan gitmekten daha yavaş. Tekerleğin biri çukura giriyor, öteki havada kalıyor, valizim ayaklarımın altında; oh… sonra yana, sonra öte yana, sonra burun öne, sonra enseye! Yukarıdan da yağdıkça yağıyor, kemiklerim donuyor. Grili, sarılı renkleriyle tatsız bir eylül ayında insanın sert kışta olduğu gibi soğuktan donacağı aklıma gelir miydi?! Demek olabilirmiş. Ve yavaş yavaş ölüyorken insan her şeyi aynı görüyor. Önce kambur, her yanı kemirilmiş bir tarla, solda küçücük bir köy, çevresinde beşaltı tane köhne, küçük ev. Sanki hiç canlı yok bu evlerde. Sessizlik, her yerde sessizlik…”
Valiz sonunda durdu, arabacı göbeğiyle abandı üzerine, bana doğru itti onu. Kemerinden yakalamak istedim onu; ama elim tutmayı reddetti ve şişmiş, soğumuş yol arkadaşım ayağıma çarpıp içindeki kitapları, her şeyi dökerek otların üzerine düştü.
Arabacı korkarak, “Ah, kahretsin!..” diye yakınmaya başladı.
Ama bir şey söylemedim ona. Nasıl olsa his yoktu ayaklarımda.
Arabacı kollarını horozların kanat çırptığı gibi çırparak, “Ah, kim varmış burada?” diye haykırdı. “Hey! Doktor getirdim size!”
Sağlık memurunun evinin karanlık penceresinde birkaç yüz görünmüştü, sonra kapanmıştı pencere ve ben otların üzerinde bana doğru koşan, paltosu ve çizmeleri yırtık birini gördüm. Saygılı bir tavırla çabucak çıkardı kasketini, koşarak iki adım kadar yakınıma gelince nedense gülümsedi, utangaç, kısık bir sesle selam verdi:
“Hoş geldiniz, yoldaş doktor.”
“Siz kim oluyorsunuz?” diye sordum.
Adam tanıttı kendini:
“Ben Yegorıç… buranın bekçisi. Biz de uzun zamandır bekliyorduk sizi.”
Hemen valizime yapıştı, omzuna aldı onu ve yürüdü. Ben cüzdanımı çıkarmak için elimi pantolonumun cebine sokmaya çalışarak –ama bir türlü beceremiyordum bunu– aksak bir şekilde yürüdüm arkasından.
O anda çok az şey istiyordum. İhtiyacım olan, önce ateşti. Hatırlıyorum, daha Moskova’dayken bu uzak Murin’de ağırbaşlı, ciddi olacağıma kendime söz vermiştim. Genç olmam ilk adımda zorlamıştı beni. Her önüme gelene açıklamak zorunda kalıyordum:
“Doktor, falanca.”
Ve herkes kesinlikle kaşlarını kaldırıp soruyordu:
“Gerçekten mi? Oysa sizin henüz tıp öğrencisi olduğunuzu düşünmüştüm.”
Asık suratla, “Hayır, fakülteyi bitirdim,” diye karşılık veriyordum.
Şöyle düşünüyordum: “Gözlük takmam gerekiyor benim, evet, gözlük.” Oysa gözlüğe ihtiyacım yoktu, gözlerim bozuk değildi ve yaşam deneyimiyle parlaklıklarını henüz kaybetmemişlerdi. Hoşgörülü, gönül okşayıcı gülümsemelerden gözlüklerin yardımıyla kurtulmak için olanağım olmayacağına göre, karşımdakinde saygı uyandıracak bir davranış biçimi edinmeye çalışıyordum. Tane tane, ağırbaşlı konuşmayı, elimden geldiğince soğukkanlı olmayı, üniversiteyi yeni bitirmiş yirmi iki yaşında gençler gibi koşmayı değil, yürümeyi denedim. Aradan yıllar geçtikten sonra şimdi anlıyorum ki bütün bunlar çok anlamsız şeylerdi.
Yazılı olmayan bu davranış yasama o zaman uymadım. Yerimde kıvrılıp ayağımda yalnızca çoraplarla oturuyordum; hem de çalışma odamda değil, mutfakta, ocakta alev alev yanan akağaç kütüğüne, ateşe tapanlar gibi bakarak. Sağımda ağzı aşağıda, dibi yukarıda bir varil duruyordu, potinlerim varilin üzerindeydi, onun yanında boğazı kanlı, tüyü yolunmuş bir horoz, horozun yanında da yığılmış olan, değişik renkteki tüyleri… Olay şuydu: Yaşamın gerektirdiği birtakım şeyleri artık başarmıştım. Yegorıç’ın sivri burunlu karısı Aksinya’yı kendime aşçı olarak atamıştım. Bunun sonucu olarak da horoz onun ellerinde can vermişti. Ben yiyecektim bu horozu. Herkesle tanışmıştım. Sağlık memurunun adı Demyan Lukiç’ti; ebelerden birinin adı Pelageya İvanovna, ötekininse Anna Nikolayevna. Hastaneyi dolaştım ve her türlü alet edevat yönünden çok iyi durumda olduğunu gördüm. Bu arada şunu da itiraf etmek zorundaydım –kuşkusuz, kendime– hiç kullanılmamış alet edevatın ne işe yarayacağı konusunda hiçbir bilgim yoktu. Daha önce elime almadığım, hatta ne yalan söyleyeyim, görmediğim şeylerdi bunlar.
Pek anlamlı, mırıldandım:
“Hımm!.. Evet, çok güzel alet edevatımız var.
Hımm!..”
Demyan Lukiç pek memnun, karşılık verdi:
“Evet efendim, bütün bunlar sizden önceki doktorumuz Leopold Leopoldoviç’in çabasıyla sağlandı. Kendisi sabahtan akşama kadar ameliyat yapıyordu.”
O anda soğuk bir ter bastı beni ve can sıkıntısıyla ışıl ışıl aynalı dolaplara baktım.
Sonra boş koğuşları gezdik ve bu koğuşlara rahatlıkla kırk hasta yatırılabileceğini düşündüm.
Demyan Lukiç yatıştırmaya çalışıyordu beni:
“Leopold Leopoldoviç’in zamanında, bazen elli hasta yatıyordu.”
Saçları seyrelmiş Anna Nikolayevna ise buna karşılık şöyle dedi:
“Doktor, siz çok gençsiniz… çok genç… İnsanın aklı almıyor. Üniversite öğrencisi gibisiniz.”
“Öf, kahretsin!” diye geçirdim içimden. “Sanki hepsi söz birliği etmiş…”
Dişlerimin arasından soğuk bir tavırla mırıldandım:
“Hımm!.. Hayır, ben… yani ben… evet, genç sayılırım.”
Sonra eczaneye indik ve bir anda, orada yalnızca kuşsütünün olmadığını gördüm. Hafif loş iki oda, çeşitli otların kokusu, raflarda ise işe yarar her şey vardı. İtiraf etmeliyim ki, yurtdışından gelmiş adını hiç duymadığım marka ilaçlar bile vardı aralarında.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıGenç Bir Köy Hekimi
- Sayfa Sayısı200
- YazarMihail Bulgakov
- ISBN9789750724305
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beni Yalnız Sen Anlarsın ~ Ömer Sevinçgül
Beni Yalnız Sen Anlarsın
Ömer Sevinçgül
Yaban meyveleri tadında öyküler… Severek okuyacaksın. Sıradan gibi görünen insanların zengin iç dünyaları, hayatın anlamlı ayrıntıları şaşırtacak seni… Sarsılacaksın, gülümseyeceksin okurken, kendini tutamayıp ağlayacaksın…....
- Emily’ye Bir Gül ~ William Faulkner
Emily’ye Bir Gül
William Faulkner
Yirminci yüzyıl dünya edebiyatının tartışmasız en büyük yaratıcılarından biri olan Faulkner’dan, her biri roman derinliğinde, akıldan çıkmayacak öyküler. William Faulkner, Amerikan Güneyi’ni romanlarında destanlaştırmakla...
- Edgar Allan Poe – Bütün Hikayeleri (Ciltli) ~ Edgar Allan Poe
Edgar Allan Poe – Bütün Hikayeleri (Ciltli)
Edgar Allan Poe
İçindekiler – Yazmanın Felsefesi – E. A. Poe Üzerine – Charles Baudelaire – Şişede Bulunan Not – Berenice – Morella – Bir Aslanın Hayatından...