Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

gelen yolcu
gelen yolcu

gelen yolcu

Sıtkı Silah

İdil Orcallı için… değişik bir öykü Şevket Abi bu kez kararlıydı, “Yıkarım lan ben bu iti, pislikten ölecek…” deyip duruyordu. Şevket, mahallenin tek bakkalıydı,…

İdil Orcallı için…

değişik bir öykü

Şevket Abi bu kez kararlıydı, “Yıkarım lan ben bu iti, pislikten ölecek…” deyip duruyordu. Şevket, mahallenin tek bakkalıydı, bakkallığı gibi, ağabeyliği de kadim sayılır, tüm mahalle ona böyle seslenirdi, yaşlılar bile. Üstelik yıkamak istediği bir köpek değil, minnacık bir kediydi. Ağız alışkanlığı mı, yoksa sevecen bir lakap arayışı mı; bu kediye neden köpek muamelesi yaptığını kimse bilemezdi.
Komşu esnafa bir eğlence çıkmıştı işte, dönerci Hamdi, camcı Yusuf, ne yaptığı belirsiz Umar, kapı önündeki hengâmeye kaptırmışlardı kendilerini. Şevket, elinde hortum, kediyi kovalıyordu. Yakalaması uzun sürmedi bu cılız kediyi. Son zamanlarda buralara dadanmış, yeni sayılabilecek bir kediydi bu it, yani kedi. “Bir hayrımız olsun, yoksa yıkanacağı yok bu itin,” diyen Şevket, kafasına koymuştu kediyi yıkamayı.
Önce, ne yaptığı belirsiz Umar, “Abi,” dedi Şevket’e, “kediler yıkanmaz, kendi kendilerini yalayarak temizleyebilirler, tükürükleri antiseptiktir.” Ne dediğini ne Şevket Abisi, ne Yusuf, ne de dönerci Hamdi anlamıştı.
“Dükmüğüm gulle oldu,” dedi dönerci Hamdi, “canım nasıl da köfte istedi, kediyi görünce…” Esnaf rahatsız olmuştu Hamdi’nin söylediklerinden.
Emlakçı Hayri, “Yuh be Hamdi!” dedi, bir kedi gördüğü için canı et istediğinden mi, telaffuzundaki iğrençlikten mi, yoksa onun bir lokanta sahibi olmasından mı şikâyetçiydi, bilinemezdi. Çukurova’ dan göç etmiş bir adamdı işte Hamdi, hep Yaşar Kemaller çıkacak değildi ya oradan… Arada böyle herifler de geliyordu İstanbul’a, idare etmek lazımdı.
“Yıkanır,” diye üsteledi Şevket, “pis olan her şey yıkanır.” Mantığı düz ve akıllıcaydı.
Elinde hortum, bir kedi yavrusu kovalayan esnaf, öyküm için yeterince güçlü değil. Daha iyisini yazmalıyım. ‘Daha öykü’ olan bir öykü olmalı. Hem o kadar çok kedili öykü var ki… Evet, kedileri çok severim, ama her vasat yazar, kendi ilgi alanını insanlığa mal etmeyi dener. Onlardan olmamalıyım, yol yakınken geri dönmeli, değişik bir öykü anlatmalıyım size.
Zeliha, her gün yaptığı gibi, salonda tek başına oturup, sigara üstüne sigara içiyordu. Birazdan kızı uyanacak ve “Geldi mi?” diye soracaktı, biliyordu.
“Baban, iki ay önce kendini astı kızım, üstelik senin odanda. Erken uyanmasaydım, güne, babanın korkunç bir karikatürüyle uyanacak, bu görüntüyü ömrün boyunca unutmayacaktın. Bir yere gittiği filan yok, düpedüz geberdi, üstelik seni kıskandığı için böyle bir yer seçiminde bulunmuş olabilir, sahi ölecek yer mi yok…” diyebilirdi kızına, belki böylesi daha doğruydu. Ama söyleyemezdi Zeliha, kocasının kıskançlığının vardığı boyutları, küçük kızının anlamasını bekleyemezdi. “Önceleri normaldi kızım, sonra yavaştan, oturma odasındaki koltuk takımını, büfedeki kahve fincanlarını, mutfaktaki meyve sıkacağını, hatta sokaktan geçen arabaların gürültüsünü kıskanmaya başladı. Beni sevmesi güzeldi, hoştu, ama insan paylaşmayı bilmeli, değil mi? Arabanın gürültüsünü duysam ne olacak, meyve sıkacağını ayda yılda bir kullanıyordum, koltuk takımına, o da oturuyor, hem ne zamandır kahve içmiyorum! Bu nasıl sevgi kızım, insan kızını kıskanır mı? Sen büyüdükçe, ona olan sevgim azalmış güya, bunu nasıl düşünebilir, sen, onun da kızı değil misin? Anlamadım, bir türlü anlamadım bu kıskançlığı. Üstelik intihara kadar varabilecek bir kıskançlıkmış, bilsem bir doktora gitmesini söylerdim kızım, seni böyle öksüz bırakır mıydım…O gece çok sakindi, yemekten sonra televizyon izledik birlikte. Seni o yatırmıştı yatağına. Kocaman bir de öpücük kondurmuştu yanağına. “İşte,” demiştim, “bağışlayan ve değişeceğine söz veren bir öpücük bu, demek normalleşiyor…”
Zeliha, kocasından böylesine bir çılgınlığı bekleyemezdi elbette. Sabaha karşı su içmek için kalktığında gördü, gerçeği. Kızını uyandırmadan bu işi atlatması büyük bir başarıydı. Çığlık bile atamamıştı, kocasını dili beş karış dışarıda, boynundan asılı bir vaziyette kızının odasında gördüğünde…Sabah, gözlerini komşuda açan kızı, babasının bir iş gezisinde olduğunu sanıyordu hâlâ. Böyle bir çözüm bulmuştu Zeliha, can havliyle. Böylece, kızının babası ölmemiş olacaktı. Hatta kendini asmamış, ceza olsun diye bunu bizzat onun odasında yapmamış olacaktı.
Küçük kız uyandı ve annesinin yanına gitti. İki aydır değişmeyen sorular ve cevaplar başlamak üzereydi ki, Zeliha, kızını kucaklayıp pencere kenarına götürdü. Dışarı hakkında konuşmak, içeriyi erteleyebilirdi, erteleyebildiği kadar yani. Elinde hortum, kaldırım boyunca bir kedi yavrusunu kovalayan adamı gördüklerinde, ikisini de öyle bir gülme tuttu ki…

***

artısı

Vespa motosikletini, şehrin caddelerinde dörtnala sürüyordu Tombik. Son aylarda hakkında çıkan dedikoduları önemsemiyordu besbelli, yoksa motoruna at muamelesinde neden ısrar etsin? Park ettiğinde, bağlamaya yelteniyor, kaldırımdaki bir demire, son anda vazgeçiyor. Yok artık, saman da koysaydı önüne…
Kimisi artık konuşulmayan yirminin üzerinde yabancı dil bilmesi, tıp, tarih, teknik ve felsefe konularındaki bilgeliği, özellikle kendini ve insanları tanımadaki becerikliliği, bu adamın başka bir yüzyıla ait olduğunun önemli kanıtları. Zaten dedikodu da buydu, ‘Tombik, sonsuza dek yaşamakla cezalandırılmış bir ortaçağ simyacısıdır’.
Yakın çevresi detaya da girip, onun 13.yüzyılda Venedik’te yaşamış bir tefecinin en küçük oğlu olduğunu, genç yaşta simyaya merak saldığını, 40yaşına geldiğinde(ki hala aynı yaştadır) zamanın, bedenine etkisini engelleyecek bir formül bulduğunu, o gündür, değişik coğrafyalarda, değişik kimliklerle yaşayıp durduğunu, bundan böyle de yaşamaya devam edeceğini ekliyorlardı.
Tombik de az puşt değil; söylentiler kulağına geldiğinden bu yana Latince dil sürçmeleri, at merakı, çalıştığı laboratuarda bazı kimyasalları karıştırarak yaptığı amatör deneyler, geçen yazki Avrupa gezisinde tanıştığı Leonardo adında bir ressama ait olduğunu söylediği, garip uzay araçları çizimlerini misafirlerine gösterişi, en önemlisi de giyim kuşamındaki tuhaflıklar, iyice arttı…
Adana’nın yollarında, motoru, kaskı ve tombul bedeniyle, bir çizgi filmden fırlamışa benzeyen Tombik’in gezintisi süredururken, biz artık öykümüze başlayalım. Hande, insanın gözünde tırmık etkisi bırakan muhteşem bakışları, baskısı tükenmiş bir şiir antolojisini andıran yüz anlatımı, telaşsız boynu (o kadar güzeldi ki boynu, karşısındaki erkeğe, keşke iki tane olsaydı, dedirtiyordu), ancak bir anaokul binasını çevirebilecek kadar narin bir çite benzeyen kolları, birer asa başını andıran görkemli omuzları, bir manav tezgahı çekiciliğindeki, büyülü ve aromatik memeleri, üzerine oturmaya kıyılmayacak kadar güzel, insanda hayvani bir ısırık güdüsü doğuran geometrideki mükemmel kalçaları ve bir deniz evi yolu gibi sevinçli kıvrımlarla dolu uzun bacaklarıyla, tastamam bir kadındı.
Yakışıklı ama tarzsız, çirkin ama seksi, karizmatik ama fazla kısa, genç ve ateşli ama salak, hem yakışıklı hem zeki ama fazla uzun erkeklerden oluşan sevgililerine, aynı gün ve saatte, aynı yerde randevu vermişti Hande, belli ki bu kaos bir son bulsun istemiş…
Taş plak kadar ince pizzasıyla meşhur bir İtalyan lokantasında, birbirlerinin varlığından ilk kez haberdar olmuş bu şaşkın sevgililer, Hande’yi meraklı gözlerle izliyorlardı. Yuvarlak masaya yerleştirdiği beş adamın karşısında ayakta durmayı tercih eden Hande, sözlerine ‘yeter’ diyerek başladı. ‘Her birinizde bulduklarımdan, tek bir adam yaratmaya çalışmaktan yoruldum. Hepinizin artıları var, ama tek başına yetebilecek artılar değil bunlar, en azından bana yetmiyor, eksilerinizi söylemiyorum bile…Beni bağışlayın, buraya kadarmış…’.
O sırada lokantaya giren Tombik, motor kaskını yandaki masanın üzerine bırakıp, kendinden son derece emin adımlarla Hande’ye yaklaştı ve uzun uzun öptü onu, şaşkınlıktan ağızları açık kalan beş adamın gözleri önünde. Hande, dudaklarında öpüşten kalan nemli bir gülümsemeyle son bir kez baktı adamlara, bonkör bir tonla ekledi, ‘size büyük boy margarita söyledim’. ‘Afiyet olsun’ diyerek Tombik’le birlikte lokantadan çıkacaktı ki, genç ve ateşli ama salak olan eski aşığı merakla sordu,’ peki onun artısı ne?’. Hande, Tombik’in getirdiği kaskı başına geçirirken, genç adamı neşeyle yanıtladı, ‘tecrübe!’.

Eklendi: Yayım tarihi

“gelen yolcu” için bir yanıt

  1. sıtkı silah , önce kitap ve birazoku sayesinde yeni tanıştığım, tanıştığım için de çok mutlu olduğum hikaye yazarı. hikayeleri çok az rıfat ılgaz çok az aziz nesin biraz da sait faik üslubunu anımsatıyor. bu aralar hikayeyi romana tercih sebibim oldu. yeni çalışmalarını sabırsızlıkla bekliyorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur