Vampirler, kurtadamlar, cadılar. Biz farkında olmasak da hepsi aramızda yaşıyor. Ve onların gizli topluluğu Gece Dünyası’nın çok sıkı kanunları var. Bir insana aşık olmaksa Gece Dünyası’nın bütün kanunlarını çiğnemek anlamına geliyor.
Gizli Vampir’de, Poppy, o yazın sonsuza kadar süreceğini düşünüyor. Ölümcül bir hastalığa yakalandığı teşhis edildiğindeyse tek kurtuluş umudu arkadaşı ve gizli aşkı James. Bu dünyadan olamayacak kadar yakışıklı James, Poppy’yi ölümsüzleştirebilirdi. Ama önce Gece Dünyası’nın sıkı kanunları karşısında, birçok şeyi göze almak zorundalar.
Karanlığın Kızları’nda, Gece Dünyası’ndan kaçan üç kız kardeş, ıssız evlerini terk edip insanların arasında yaşamaya karar veriyor. Ağabeyleri Ash, onları geri götürmekle görevliyse de, kardeşlerinin güzel arkadaşına aşık olduğunda her şey bir anda altüst oluyor.
İki cadı kuzen, okul aşkları için savaşıyor.
Kara büyü ile beyaz büyünün savaşıysa Büyülü Aşk’ta.
***
GECE DÜNYASI…
AŞK HİÇ BU KADAR
TEHLİKELİ OLMAMIŞTI
GECE DÜNYASI fiziki bir yer değildir. Bu dünya her yanımızı sarar. Gece Dünyası yaratıkları, insanlar için muhteşem ve karşı konulmaz olmakla birlikte ölümcüldür. En iyi arkadaşın, hatta büyük aşkla bağlandığın biri de onlardan olabilir.
Gece Dünyası’nın kanunları nettir: İnsanlar, Gece Dünyasının varlığını asla öğrenmemelidir. Ve Gece Dünyası’ndan olanlar, asla bir insana aşık olmamalıdır. Kanunu çiğneyen, cezasını korkunç bir şekilde öder.
İşte bu öyküler de kanunlar çiğnendiğinde neler olduğunu anlatıyor.
*
1. BÖLÜM
Yaz tatilinin ilk gününde, Poppy ölmek üzere olduğunu öğrendi.
Pazartesiydi, tatilin ilk gerçek günüydü (çünkü hafta sonu sayılmazdı). Poppy o sabah fazlasıyla hafif uyanmış, okul yok diye sevinmişti. Sabah güneşi pencereden sızıyor, yatağın etrafını saran tülleri altın rengine boyuyordu. Poppy tülleri kenara çekip yataktan zıpladı ve birden yüzünü buruşturdu.
Uf! Yine midesi ağrıyordu. Sanki bir şey sırtından çıkmak istercesine içini kemiriyordu. Eğer öne eğilirse ağrısı biraz hafiflerdi.
Ama hayır, diye düşündü Poppy. Yaz tatilimde hastalanmayacağım. Böyle bir şeye asla izin veremem. Tek ihtiyacı, bir parça olumlu düşünce gücüydü.
Acı, yüzüne yayılırken iki büklüm oldu -olumlu düşün, gerzek!- sonra zar zor kendisini koridordan turkuaz ve altın renkli fayanslarla kaplı banyoya attı. Önce kusacağını sandı ama sonra ağrı, geldiği gibi bir anda kayboldu. Poppy sırtını dikleştirip aynadaki darmadağın görüntüsüne zaferle baktı.
“Sen bana takıl kızım, her şey yoluna girecek,” diye fısıldadı aynadaki yansımasına ve kendisine cilveli bir şekilde göz kırptı. Sonra yeşil gözlerini tedirginlikle kısıp aynaya doğru eğildi. Burnunda dört çil vardı. Aslında dürüst olmak gerekirse, ki Poppy North genellikle dürüst biriydi, çiller dört buçuk taneydi. Ne kadar çocukça, ne kadar -sevimli’. Poppy kendisine dil çıkardıktan sonra darmadağın, bakır rengi, kıvırcık saçlarına tarak vurmaya gerek duymadan burnunu havaya dikerek banyodan çıktı.
Mutfağa varana kadar burnu havadaydı ama mısır gevreği yiyen ikiz kardeşi Phillip’i görünce gözlerini yine kıstı. Minik, ince ve kıvırcık saçlı olmak -daha doğrusu, çocuk kitaplarında hep gördüğü gibi, düğün çiçeği üzerine oturmuş elflere benzemek- yeterince kötü değilmiş gibi, uzun boylu, Vikingler kadar sarışın ve klasik yakışıklı bir ikiz kardeşe sahip olmak… eh, feleğin planlı programlı kötülüklerinden biri değildi de neydi?
“Selam, Phillip,” dedi tehditkar bir sesle.
Kız kardeşinin değişken ruh hallerine alışkın Phillip pek etkilenmiş görünmüyordu. Gözlerini okuduğu gazetenin karikatüründen kaldırıp boş boş bakmakla yetindi. Poppy, kardeşinin çok güzel gözleri olduğunu kabul ediyordu. Kopkoyu kirpiklerin çerçevelediği meraklı, yeşil gözleri vardı. Zaten ikiziyle paylaştıkları tek benzerlik de buydu.
“Selam,” dedi Phillip düz bir sesle. Sonra yine karikatürlerine döndü. Poppy’nin birçok akranı gazetenin ne olduğunu bile bilmezdi ama Phil, gazete okumadan yapamazdı. Poppy gibi o da geçen yıl El Camino Lisesi’nde okumuştu ve Poppy’nin aksine ders yılını iftiharla bitirmiş, futbol, hokey ve beyzbol takımlarının yıldızı olmuştu. Aynı zamanda sınıf başkanlığı da yapmıştı. Poppy’nin hayattaki en büyük eğlencelerinden biri, onunla dalga geçmekti. Kardeşinin fazlasıyla kuralcı ve tutucu olduğunu düşünürdü.
Poppy tehditkâr bakışlarını sürdürürken kıkırdayarak omuz silkti. “Cliff’le annem nerede?” Cliff Hilgard, son üç yıldır üvey babalarıydı, üstelik kuralcılıkta ve tutuculukta Phil’den daha beterdi.
“Cliff işe gitti. Annem giyiniyor. Bir şeyler yesen iyi olur yoksa annem yine başının etini yiyecek.”
“Aman, tamam.” Poppy parmaklarının ucunda yükselerek dolabın içini karıştırdı. Sevdiği mısır gevreği kutusunu bulunca elini içine daldırıp bir parça aldı. Kuru kuru yedi.
Hem ne var? Kısa boylu olmak ve elfere benzemek o kadar da kötü değildi. Gevrek kutusunu elinde sallarken birkaç dans adımıyla buzdolabına gitti.
“Ben bir seks perisiyim!” diye şarkı söyledi aksak dans adımlarıyla salınırken.
“Hayır, değilsin,” dedi Phillip insanı bezdiren sakinliğiyle. “Ve niye üzerine bir şeyler giymiyorsun?”
Buzdolabının kapısını açan Poppy başını önüne eğerek kendisine baktı. Uyurken giydiği bol tişört hala üzerindeydi. Mini bir elbise gibi hemen her yerini örtüyordu. “Bu benin giysim,” dedi sakince dolaptan diyet kola alırken.
O sırada mutfak kapısı tıkladı. Kapıdaki küçük pencereden Poppy kimin geldiğini görebiliyordu.
“Selam, James! Gelsene.”
James Rasmussen içeri girerek kordonlu Ray-Ban gözlüklerini çıkardı. Onu gördüğü her seferinde olduğu gibi Poppy’nin kalbine bir ok saplandı. Son on yıldır onu her gün görmesi bile hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Her sabah karşılaştıklarında göğsü tatlı bir ağrıyla sıkışıyordu.
Sadece oğlanın James Dean’i andıran hafif serseri görüntüsü de değildi bunun sebebi. İpeksi açık kahverengi saçları, hoş ve zeki yüzüyle ters düşen keskin ve soğuk gri gözleri vardı. El Camino Lisesi’nin en yakışıklısıydı ama Poppy için mesele bu değildi. O daha çok James’in içindeki ulaşılması zor, gizemli ve merak uyandıran bir şeyi hissediyordu.
Phillip ise daha farklı düşünüyordu. James içeri girer girmez sırtını dikleştirdiğinde yüz ifadesi buz kesti, iki gencin birbirlerinden hiç hoşlanmadığı havadaki elektrikten anlaşılabiliyordu.
Phillip’in tepkisini eğlenceli bulan James hafifçe gülümseyerek “Selam,” dedi.
“Selam,” dedi Phil buzları bir nebze olsun eritmeden. Poppy, kardeşinin kendisini sarıp sarmalayıp odadan çıkarmak istediğini çok iyi biliyordu. Phillip, James ne zaman ortaya çıksa hep aşırı koruyucu erkek kardeşe dönüşürdü. “Eee, Jacklyn’le Michaela nasıl?” diye ekledi tiksintiyle.
James biraz düşündü. “Şey, aslında bilmiyorum.”
“Bilmiyor musun! Ah tabii ya, her yaz tatili öncesi kız arkadaşlarından ayrılırsın. Hareket alanın genişliyor tabii, öyle değil mi?”
“Eh tabii,” dedi James, kibarca gülümseyerek.
Phillip saklamadığı bir nefretle gözlerini ona dikti.
Oysa Poppy’nin yüreği keyifle hop edivermişti. Güle güle Jacklyn. Güle güle Michaela. Jacklyn’in sütun gibi bacaklarına, Michaela’nın hava basılmış gibi görünen iri göğüslerine elveda. Bu yaz harika bir yaz olacaktı.
Birçok insan Poppy’yle James’in platonik bir ilişki yaşadıklarını düşünürdü. Bu doğru değildi. Poppy çok uzun yıllar öncesinden beni James’le evleneceklerini biliyordu. İki büyük arzusundan birisi buydu. Diğer arzusu ise dünyayı dolaşmaktı. Gerçi henüz James’in evleneceklerinden haberi yoktu. O hala uzun bacaklardan, manikürlü ellerden, İtalyan tarzı büyük göğüslerden hoşlandığını sanıyordu ama bunların hepsi geçiciydi.
“Bu CD yeni mi?” James’in müstakbel kayınbiraderiyle kötü kötü bakışmasını engellemek için Poppy’nin araya girmesi gerekmişti.
James CD’yi havaya kaldırdı. “Yeni etnik-tekno tarzında.”
Poppy neşelendi. “Ooo, hani şu genizden şarkı söyleyenlerden mi? Dinlemek için sabırsızlanıyorum. Hadi gidip dinleyelim.” Ama o sırada annesi mutfağa girdi. Poppy’nin annesi, Alfred Hitchcock filmlerindeki sarışınlar gibi soğukkanlı ve mükemmel görünen bir kadındı. Yüzündeki tek bir kası bile oynatmadan bakışlarıyla müthiş bit etki yaratırdı. Mutfaktan çıkarken Poppy az daha onunla çarpışıyordu.
“Özür… günaydın!”
“Dur bakalım,” dedi annesi, Poppy’yi tişörtünün sırtından yakalayarak. “Günaydın, Phil. Günaydın James,” diye ekledi. Phil de günaydın dedi ama James fazlasıyla kibar bir şekilde başını sallayarak selamlamakla yetindi.
“Herkes kahvaltısını yaptı mı?” diye sordu Poppy’nin annesi. Gençler yaptıklarını söyleyince kızına baktı. “Peki ya sen?” diye sordu, Poppy’ye dik dik bakarak.
Poppy mısır gevreği kutusunu sallayınca, annesi yüzünü buruşturdu. “En azından biraz süt eklesen olmaz mı?”
“Böylesi daha güzel,” dedi Poppy ama annesi onu omzundan tutup buzdolabına doğru hafifçe itekleyince gidip az yağlı süt kutusunu aldı.
“Özgürlüğünüzün ilk gününde ne yapmayı planlıyorsunuz bakalım?” diye sordu kadın, James’le Poppy’ye bakarak.
“Ah, hiç bilmiyorum.” Poppy, James’e baktı. “Biraz müzik dinleriz, belki tepeye tırmanırız? Ya da plaja gideriz?”
“Nasıl istersen,” dedi James. “Bütün yaz bizim nasılsa.” Sıcak, altın sarısı, muhteşem yaz, Poppy’nin gözlerinin önünde belirdi. Havuz klorunun ve deniz tuzunun kokusunu genzinde hissedebiliyordu. Yaz demek sıcak çimlerin üzerinde sırtüstü yatmaktı. Üç koca ay, diye düşündü. Neredeyse sonsuzluk demekti. Üç ay, sonsuz bir süre.
Olan olduğunda tuhaf bir şekilde gerçekten de bunu düşünüyordu.
“Köyde yeni açılan dükkanlara bir göz…” diye başladı ki birden acıyla nefesi boğazında düğümlendi.
Korkunç, içini derinden yakan acı, onu iki büklüm bıraktı. Süt kutusu parmaklarının arasından kaydığında etrafındaki her şey grileşti.
*
2. BÖLÜM
“Poppy!” Poppy annesinin sesini duyabiliyor ama hiçbir şey göremiyordu. Mutfak zemini, dans eden siyah noktacıklarla bulanmıştı.
“Poppy, iyi misin?” Poppy, annesinin telaşla kollarından tuttuğunu hissedebiliyordu. Ağrısı hafifledikçe görme duyusuna yeniden kavuşuyordu.
Doğrulduğunda karşısında James’i gördü. Yüzü neredeyse ifadesizdi ama Poppy, gözlerindeki endişeyi görebilecek kadar onu tanıyordu. James’in elinde süt kutusunu tuttuğunu fark etti bir an. Parmaklarının arasından kayan kutuyu muhtemelen havada yakalamıştı. Ne refleks ama, diye düşündü Poppy dalgın bir şekilde. Gerçekten inanılmazdı.
Phillip ayağa kalktı. “İyi misin? Ne oldu?”
“Ben… bilmiyorum.” Poppy etrafına bakınıp omuz silkti. Utanmıştı. Artık kendisini daha iyi hissettiğinden, mutfaktakilerin kendisine böyle dik dik bakmamasını diliyordu. Ağrıyla baş etmenin yolu onu yok saymaktı, düşünmek değil.
“Aman, aptal bir sancı işte. Sanırım gastro-bilmemne. Bilirsiniz işte, yediğim bir şey dokunmuştur.”
Poppy’nin annesi onu sertçe sarstı. “Poppy, bu gastroenterit falan değil. Daha önce de böyle sancı girmişti. Bir ay önce kadar, öyle değil mi? Bu da onun gibi miydi?”
Poppy rahatsız bir şekilde kıvrandı. Aslında ağrısı hiçbir zaman tamamen kaybolmuyordu. Ama yılsonu aktiviteleri sırasında bir şekilde ağrıyı hiçe saymayı öğrenmişti ve artık üstesinden gelmekte ustalaşmıştı.
“Eh işte,” diye savsakladı. “Ama…”
Annesi için bu kadarı yeterliydi. Poppy’nin kollarını hafifçe sıkıp mutfak telefonuna yöneldi. “Doktorlardan hoşlanmadığını biliyorum ama Dr. Franklin’i arayacağını. Seni bir muayene etmesini istiyorum. Bu öyle ihmal edebileceğimiz bir şey değil.” “Ama anne, tatildeyiz…”
Annesi ahizeyi eliyle kapattı. “Poppy, bunun tartışması bile olmaz. Hadi, git giyin.”
Poppy homurdandı ama itiraz etmesinin bir işe yaramayacağını biliyordu. Düşüncelere dalmış gibi görünen James’e döndü. “Gitmeden önce biraz şu CD’yi dinleyelim bari.” James, sanki çoktan unutmuş gibi CD’ye baktı, sonra süt kutusunu masaya bıraktı. Phillip de peşlerinden takip etti.
“Hey dostum, kardeşim giyinirken sen burada bekliyorsun.” James, arkasına dönmeye bile zahmet etmedi. “Git işine Phil,” dedi neredeyse ilgisiz bir ifadeyle.
“Elini kız kardeşime sürmeyi aklından bile geçirme.”Poppy odasına girerken sadece başını sallamakla yetindi. Sanki james onu çıplak görmek için yanıp tutuşuyordu. Çekmecesinden şortunu çıkarırken, ah keşke, diye düşündü yüzünü ekşiterek. Hala başını salladığı halde şortunu bacaklarına geçirdi. James en iyi arkadaşıydı, o da James’in en iyi arkadaşıydı. Ama James bugüne kadar bir kerecik bile olsun Poppy’ye dokunma arzusu hissettiğini göstermemişti. Bazen Poppy, James’in onu kız olarak gördüğünden bile şüphe ediyordu.
Bir gün ona göstereceğim, diye düşündü ve kapıdan başını uzatıp James’e seslendi.
James odaya girip ona gülümsedi. Bu gülümsemesine başkaları çok nadiren tanık olabilirlerdi. Alaycı ya da iğneleyici bir sırıtış değildi, daha çok çarpık, hoş, küçük bir gülümsemeydi.
“Doktor meselesi yüzünden kusura bakma,” dedi Poppy.
“Yo, yo. Gitmelisin.” James ona merakla baktı. “Annen haklı, bunu sen de biliyorsun. Bu iş fazla uzadı. Kilo kaybettin, geceleri uyuyamıyorsun.
Poppy ona baktığında sarsıldı. Ağrının geceleri arttığını hiç kimseye söylememişti. James’e bile. Ama… bazen James öylesine biliveriyordu. Sanki aklını okuyabiliyordu.
“Seni çok iyi tanıyorum, o kadar,” diyerek yan yan Poppy’ye baktı. Sonra CD’nin ambalajını açtı.
Poppy omuzlarını silkip kendisini yatağa attı ve tavanı seyretti. “Keşke annem bir güncük tatil yapmama izin verseydi,” dedi. Boynunu kaldırıp kuruntuyla James’e baktı. “Keşke benim annem de seninki gibi olsaydı. Benimki sürekli endişeyle beni düzeltmeye çalışıyor.”
“Benimki de eve girip çıkmamla bile ilgilenmiyor. Hangisi daha kötü?” dedi James buruk bir sesle.
“Ailen ayrı eve çıkmana izin verdi.”
“Kendilerinin de yaşadıkları binada ama. Çünkü başıma benimle uğraşacak birini dikmekten daha ucuz.” James, gözleri CD çalara taktığı CD’nin üzerinde başını iki yana salladı. “Ailenle ters düşme, kızım. Sandığından çok daha şanslısın.”
Müzik başladığında Poppy bunun üzerine düşündü. İkisi de trans müzikten hoşlanırdı. Avrupada yer altından yükselen elektronik müzikti bu. James tekno-beat de severdi. Poppy de severdi çünkü çıplak ve pastörize edilmemiş, müziğe gönlünü vermiş insanların ürettiği müzik olduğunu düşünürdü. Bu insanlar paralı değillerdi belki ama tutkuları vardı.
Bununla birlikte dünya müziği, kendisini dünyanın bir parçası gibi hissetmesini sağlıyordu. Bu müziğin yabancılığı, farklılığı hoşuna gidiyordu.
Aslında, belki James’ten de sırf bu yüzden hoşlanıyordu. Farklı olduğu için. Burundi davullarının tuhaf ritmi odayı doldururken başını kaldırıp James’e baktı.
Onu herkesten daha iyi tanırdı ama her zaman önünü kesen, aralarına mesafe koyan bir şey de eksik olmazdı. James’te öyle bir şey vardı ki kimsecikler ona kolayca ulaşamazdı.
Başkaları James’in fazlasıyla kibirli, soğuk ya da mesafeli olduğunu düşünürdü ama aslında bunlardan hiçbiri doğru değildi. O sadece… farklıydı. Poppy’nin tanıdığı herkesten, okuldaki yabancı öğrencilerden bile farklıydı. Poppy zaman zaman o farklılığa parmağıyla dokunacakmış gibi hissederdi ama hiç başaramazdı. Ve birkaç defa, özellikle geceleri birlikte müzik dinlerken ya da okyanusu seyrederken Poppy, James’in, sırrını onunla paylaşmak istediğini hissetmişti. Üstelik eğer James’in bir sırrı varsa ve bunu bir gün kendisiyle paylaşacaksa, açıklanacak gerçeğin çok önemli bir şey olduğunu, bir kedinin konuşması kadar şok edici ama sevimli bir şey olacağını da biliyordu Poppy.
James’in temiz, heykel kadar düzgün yüzüne ve alnına düşen kahverengi dalgalı saçlarına bakarken onun hüzünlü göründüğünü düşündü.
“Jamie, her şey yolunda, değil mi? Yani evde falan?”…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıGece Dünyası / Gizli Vampir - Karanlığın Kızları - Büyülü Aşk
- Sayfa Sayısı704
- YazarL. J. Smith
- ÇevirmenUğur Mehter
- ISBN6054482856
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2011
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öldürme Tutkusu ~ Sandra Brown
Öldürme Tutkusu
Sandra Brown
Atlantalı ünlü bir işadamı silahlı soygun sırasında kaza kurşunuyla can verince yanlış zamanda, yanlış yerde bulunduğuna karar verilir. Ama maktulün yakın dostu Julie Rutledge,...
- Düşman Âşıklar – Unutulmayan Anılar (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada) ~ Melanie Milburne, Natasha Oakley
Düşman Âşıklar – Unutulmayan Anılar (Harlequin High Life – 2 Roman Bir Arada)
Melanie Milburne, Natasha Oakley
DÜŞMAN ÂŞIKLAR – Melanie Milburne ~ BİRİNCİ BÖLÜM ~ SABAHIN erken saatlerinde, Andreas’ın telefonu çaldı. Arayan küçük kız kardesi Miette idi. “Babam öldü.” Normal...
- Fısıltı ~ Becca Fitzpatrick
Fısıltı
Becca Fitzpatrick
DÜNYA GENÇLİĞİNİN YENİ HEYECANI HUSH HUSH SERİSİ TÜRK HAYRANLARIYLA BULUŞUYOR… KUTSAL BİR YEMİN KOVULMUŞ BİR MELEK YASAK BİR AŞK… “Okuyucuyu sarsan tüyler ürpertici bir...