Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Gece Bekçileri
Gece Bekçileri

Gece Bekçileri

Terry Pratchett

Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen yirmi dokuzuncu kitabı Gece Bekçileri, kadim kent Ankh-Morpork’un geçmişini, şimdisini ama hepsinden ötesi…

Hayalî evrenlerin azametli mucidi Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya”nın ilk kez Türkçeye çevrilen yirmi dokuzuncu kitabı Gece Bekçileri, kadim kent Ankh-Morpork’un geçmişini, şimdisini ama hepsinden ötesi geleceğini tehdit eden cani bir katilin ensesinde, devrimci bir zamansal paradoks hikâyesi anlatıyor.

Dünya çapında 100 milyonun üzerinde satan külliyatın en karanlık serüvenlerinden biri olarak anılabilecek roman, “Bekçiler” alt serisinin de altıncı halkası.

Pratchett, devrimler tarihine saygı duruşunda bulunduğu satırlarında, sürekli tekerrür eden tarihî olguları derinlemesine irdeliyor, devrimlerin gerekliliği, gerçekliği ve kalıcılığı üstüne zihnimizi soru işaretleriyle dolduruyor.

Değişmeyen tek değil, pek çok şey vardır aslında. Örneğin, tarih. Fakat bir ırmaksa tarih ve onda asla geri geri yüzülemezse, yaşlı Vimes ile genç Sam’in maceraları hangi yöne ilerleyecektir?

Vimes, son günlerde azılı bir seri katilin ensesindedir. Bekçileri bile öldüren Carcer adındaki bu cani, yakayı ele vermekten her seferinde kurtulmuştur. Yine bir kovalamaca sırasında, üstelik Vimes tam da Carcer’ı Üniversite Kütüphanesi’nin çatısında kıstırmışken, zamanda bir yarık açılır ve iki adam bir anda kendilerini geçmişin Ankh-Morpork’unda bulur. Vimes, yardım ararken Gece Bekçileri devriyesine yakalanır, zira şehirde o günlerde sokağa çıkma yasağı vardır. Fakat asıl tuhaflık, Vimes’a silah doğrultan bekçi yardımcısındadır: Gözleri parlayan bu genç adam, Vimes’ın kendisinden başkası değildir! Yaşlı Vimes ile genç Sam karşı karşıyadır ve belki de en fenası, geçmiş değiştikçe geleceğin de tehlikeye girmesidir…

Kurulan barikatlar, direniş… Adım adım iç savaşa sürüklenen bir şehirde kan akıtılacak bir devrim gecesi. Tarihi rayına oturtmanın tek yolu, zamanı durdurmak!

Niran Elçi’nin pürüzsüz Türkçe’siyle Diskdünya’daki yerini alan Gece Bekçileri, zamanın karmaşık işleyişine tabiri caizse çomak sokan, devrim ruhunu iliklerinize kadar hissettirecek, katıksız bir macera!

Sam Vimes çığlığı duyduğunda içini çekti ama bu konuda bir şey yapmadan önce tıraş olmayı bitirdi. Sonra ceketini giydi ve muhteşem bahar sabahına çıktı. Ağaçlarda kuşlar şakıyor, çiçeklerde arılar vızıldıyordu. Fakat gökyüzü pusluydu ve ufuktaki fırtına bulutları yağmur vadediyordu. Şimdilik hava sıcak ve bunaltıcıydı. Bir de, bahçıvan kulübesinin arkasındaki eski lağım çukurunda genç bir adam, suyun içinde ayak çırpmaktaydı. Eh, su olmasa da… bir şeyin içinde. Vimes purosunu yakmadan, biraz beride durdu. Bu çukura ateşle yaklaşmak iyi fikir değildi. Adam barakanın çatısından düştüğünde, çukurdaki şeyin kabuğunu kırmıştı. “Günaydın!” dedi Vimes neşeyle. “Günaydın Dük Hazretleri,” dedi uğraşkan yüzücü. Sesi beklediğinden daha tizdi ve hemen sonra Vimes, çukurun içindeki genç adamın, ne kadar beklenmedik olsa da aslında genç bir kadın olduğunu fark etti. (Tamamen beklenmedik de değildi aslında; Suikastçılar Loncası, konu yaratıcı öldürme yöntemleri olduğunda kadınların da erkeklerden aşağı kalmadığının farkındaydı.)

“Tanıştığımızı sanmıyorum?” dedi Vimes. “Gerçi görüyorum ki sen benim kim olduğumu biliyorsun. Peki sen kimsin?” “Adım Wiggs efendim,” dedi yüzücü. “Jocasta Wiggs. Sizinle tanışmak benim için bir şeref, Dük Hazretleri.” “Wiggs ha?” dedi Vimes. “Loncada ünlü bir aile, evet… ‘Efendim’ yeterli bu arada. Bir seferinde babanın bacağını kırmıştım sanırım?” “Evet efendim. Size selam söyledi,” dedi Jocasta. “Bu sözleşme için biraz genç değil misin sen?” dedi Vimes. “Sözleşme için gelmedim efendim,” dedi Jocasta, ayak çırpmaya devam ederek. “Hadi ama Bayan Wiggs! Kelleme koydukları fiyat en az…” “Lonca sizin sözleşmenizi askıya aldı efendim,” dedi inatçı yüzücü.

“Kayıt defterinden çıkarıldınız. Şu anda sizin için sözleşme kabul etmiyorlar.” “Hay tanrılar, neden ki?” “Bilemiyorum efendim,” dedi Bayan Wiggs. Sabırlı çabaları sonucunda çukurun kenarına kadar gelmişti ve şimdi, tuğla duvarın sapasağlam ve son derece kaygan olduğunu, hiçbir yerine tutunamadığını keşfetmekteydi. Vimes ise bunu biliyordu; çünkü bir akşam vakti, bunun böyle olmasını sağlamak için saatler harcamıştı. “O zaman seni buraya neden yolladılar?” “Bayan Band idman olsun diye yolladı,” dedi Jocasta. “Vay be, bu tuğlalar gerçekten pürüzsüz, değil mi?” “Evet,” dedi Vimes. “Öyleler. Bayan Band’e kabalık ettin galiba? Bir şekilde onu kızdırdın falan mı?” “Ah, hayır Dük Hazretleri. Ama kendime güvenimi abarttığımı ve ileri düzey saha çalışmasının bana iyi geleceğini söyledi.” “Anlıyorum.” Vimes, Suikastçılar Loncası’nın haşin öğretmenlerinden Bayan Alice Band’i hatırlamaya çalıştı. Uygulamalı derslere büyük önem verdiğini duymuştu. “Bu yüzden, beni öldürmeye yolladı seni, öyle mi?” dedi. “Hayır efendim! Bu yalnızca egzersiz! Okum bile yok! Yalnızca nişan alabileceğim bir yer bulacaktım ve sonra geri dönüp Bayan Band’e bildirecektim!” “Sana inanır mıydı?” “Elbette efendim,” dedi Jocasta, incinmiş görünerek. “Lonca şerefi efendim.” Vimes derin bir nefes aldı. “Bak Bayan Wiggs…

Seni anlıyorum ama son seneler içinde pek çok meslektaşın beni öldürmeye çalıştı ve tahmin edebileceğin gibi ben bundan pek hoşlanmıyorum.” “Ben de sizi anlıyorum, haklısınız efendim,” dedi Jocasta, içinde bulunduğu zor durumdan kurtulmak için tek umudunun karşısındaki kişinin iyi niyet göstermesi olduğunu fakat o kişinin iyi niyet göstermek için hiçbir sebebi bulunmadığını bilen birinin sesiyle. “Sırf bu yüzden etrafa yerleştirdiğim bubi tuzaklarını bilsen şaşardın,” diye devam etti Vimes. “Kendim hazırladım diye demiyorum, bazıları cidden kurnazca.” “Evet, barakanın kiremitlerinin o şekilde kaymasını kesinlikle beklememiştim efendim.” “Yağlı iskelet üzerine serdim de ondan,” dedi Vimes. “Bravo efendim.” “Seni ölümcül bir şeyin üzerine düşüren tuzaklar da var,” dedi Vimes. “O zaman… buraya düştüğüm için şanslıyım, değil mi efendim?” “Ah hayır, bu da ölümcül,” dedi Vimes. “Fakat bu, zamanla öldürüyor.” İçini çekti. Suikastçıları caydırmak için elinden geleni yapıyordu, ama… Kayıt defterinden çıkarmışlardı ha?.. Tamam; sayısız ve envaiçeşit düşmanının kiraladığı karanlık şekillerin suikast düzenlemesinden hoşlandığından değildi elbette, ama öteden beri bunu bir tür güvenoyu gibi düşünegelmişti: Bu, sinirine dokunulması gereken zengin ve küstah kişilerin sinirine dokunmayı başardığı anlamına geliyordu. Dahası, Suikastçılar Loncası’nı alt etmek kolaydı. Loncanın, uymayı şeref meselesi saydığı katı kuralları vardı ve bu, Vimes’a uyuyordu; çünkü birtakım uygulamalı alanlarda Vimes asla kural tanımıyordu.

Kayıt defterinden çıkarmışlar ha… Söylentilere bakılırsa, artık kayıt defterinde bulunmayan tek diğer kişi Ataerk Lord Vetinari’ydi. Suikastçılar, şehirde süren siyasi oyunları herkesten daha iyi anlarlardı ve birini kayıt defterinden çıkarmışlarsa bunun tek sebebi, o kişinin vefatının şehirdeki oyunu bozmakla kalmayıp oyun tahtasını da darmadağın edeceğine inanmalarıydı. “Beni buradan çıkarabilirseniz çok minnettar olurum efendim,” dedi Jocasta. “Ne? Ha, evet… Şey, kusura bakma ama üstüm başım temiz,” dedi Vimes. “Ama uşağa söylerim, bir merdiven alıp buraya gelir. Ne dersin?” “Çok teşekkür ederim efendim. Tanıştığımıza memnun oldum efendim.” Vimes eve doğru döndü. Demek kayıt defterinden çıkarmışlar… Buna resmî olarak itiraz edebilir miydi acaba? Belki de asıl düşündükleri… Koku, bir bulut gibi çöktü. Vimes kafasını kaldırdı. Yukarıda, başının hemen üstündeki leylak ağacı, çiçeğe durmuştu. Bakakaldı.

Kahretsin! Kahretsin, kahretsin, kahretsin! Her sene unutu… Eh, hayır aslında; asla unutmuyordu. Yalnızca… içindeki anıları, kararmasını istemediği eski gümüş eşyalar gibi bir kenara kaldırıyordu ve anılar da her sene olanca keskinlikleriyle ışıl ışıl geri geliyor, yüreğine saplanıyordu. Üstelik başka gün kalmamış gibi, bugün. Elini uzattı ve bir çiçek yakalayıp nazikçe kopardı. Kokladı. Bir an dalgın dalgın durdu. Sonra kopardığı leylak dalını dikkatle giyinme odasına götürdü. Willikins bugün resmî üniformasını hazırlamıştı. Sam Vimes boş boş üniformaya baktı ve sonra hatırladı. Bekçi Teşkilatı Komitesi. Elbette. O eski ezik büzük plaka zırhı takmak olmazdı, değil mi?

Ankh Dükü Hazretleri, Şehir Bekçileri’nin Kumandanı Sör Samuel Vimes’a yakışmazdı. Lord Vetinari bu konuda çok açık konuşmuştu, lanet olsun! Ve bir kez daha lanet olsun ki Sam Vimes adamın haklı olduğunu biliyordu. Resmî üniformadan nefret ediyordu ama Vimes bugünlerde artık, kendisinden biraz daha fazlasını temsil ediyordu. Sam Vimes, toplantılara pis bir zırhla katılabilirdi; Sör Samuel Vimes bile sokak üniformasını çıkarmamak için bir bahane bulabilirdi fakat bir dük… Eh, dükün cilaya ihtiyacı vardı. Yabancı diplomatlarla görüşen bir dükün, pantolonu kıçından düşmemeliydi.

Sade vatandaş Sam Vimes’ın da pantolonu kıçından hiç düşmemişti aslında ama düşse kimse bunun için savaş başlatmazdı. Fakat sade vatandaş Sam Vimes, direnmişti. Kocaman kuştüylerinin çoğundan ve o aptal tayttan kurtulmuştu ve sonuç olarak, en azından giyenin erkek olduğunu belli eden bir tören üniforması elde etmişti. Gerçi miğfer altın süslüydü ve siparişle çalışan zırhçılar da hiçbir işe yaramayan altın süslemeleri olan yeni, pırıl pırıl bir zırh imal etmişlerdi. Sam Vimes, üniformayı her giydiğinde kendini kendi sınıfına ihanet ediyormuş gibi hissediyordu. Aptal, süslü zırhları giyen kişilerden biri olarak görülmekten nefret ediyordu. Üzerine o sınıfın yaldızı bulaşıyordu. Leylak dalını parmaklarında çevirdi ve baş döndürücü kokusunu yine içine çekti. Evet… eskiden böyle değildi…

Biri ona bir şey söylemişti. Başını kaldırdı. “Ne!?” diye bağırdı. “Hanımefendi nasıllar diye sordum Dük Hazretleri,” dedi uşak, şaşkın şaşkın. “Siz iyi misiniz Dük Hazretleri?” “Ne? Ah evet. Hayır. İyiyim. Hanımefendi de öyle, evet, teşekkür ederim. Dışarı çıkmadan önce uğradım. Bayan Content yanında. Daha zamanı var dedi.” “Yine de mutfakta hazırda bol bol sıcak su bulundurmalarını öğütledim Dük Hazretleri,” dedi Willikins, Vimes’ın altın yaldızlı zırhını giymesine yardım ederek. “Evet. Neden o kadar çok suya ihtiyaç duyuyorlar sence?” “Bilemiyorum Dük Hazretleri,” dedi Willikins. “Sormamak en iyisi belki de.” Vimes başını salladı. Sybil, kibar bir incelikle, Vimes’ın bu özel olayda hazır bulunması gerekmediğini açıkça ifade etmişti. Vimes epey rahatladığını itiraf etmek zorundaydı. Leylak dalını Willikins’e verdi; uşak, dalı yorum yapmadan aldı ve onu birkaç saatliğine taze tutacak, su dolu gümüş bir tüpe koyduktan sonra tüpü de göğüs plakasının kayışlarından birine tutturdu. “Zaman uçup gidiyor, değil mi Dük Hazretleri?” dedi, küçük bir fırçayla üstünü başını fırçalayarak. Vimes saatini çıkardı. “Kesinlikle öyle. Bak, Saray’a giderken yolda Karakol’a uğrayacağım, imzalanması gereken evrakları imzalayacağım ve mümkün olduğunca çabuk döneceğim, tamam mı?”

Willikins, bir uşağa hiç yakışmayan bir endişeyle baktı ona. “Eminim hanımefendi iyi olacaktır Dük Hazretleri,” dedi. “Elbette, o pek de…” “…genç değil,” dedi Vimes. “Aslında ben, ‘pek çok primi-gravidae hanımefendiye göre, yaştan yana daha zengin’ diyecektim,” dedi Willikins rahatça. “Ama sağlam yapılı bir hanım o, bu şekilde ifade etmeme izin verirseniz. Ve geleneksel olarak ailesi doğum sırasında pek az sorun yaşamıştır.” “Primi… ne dedin?” “İlk hamileliğini yaşayan, Dük Hazretleri. Ve eminim hanımefendi, kütüphane halısını aşındırmakla meşgul olmak yerine suçlu peşinde koştuğunuzu bilmeyi tercih eder.” “Herhâlde haklısındır Willikins. Ee, bir de… Hah evet, eski lağım çukurunda yüzen genç bir hanım var Willikins.” “Tamam Dük Hazretleri. Mutfak yamağını bir merdivenle yollarım hemen. Suikastçılar Loncası’na haber vereyim mi peki acaba?” “İyi fikir. Kızın temiz giysilere ve bir banyoya ihtiyacı olacak.” “Eski bulaşıkhanedeki hortum daha uygun olur belki? En azından başlangıç olarak?” “İyi düşündün. Sen hallet bunu. Benim artık gitmem lazım.” Pseudopolis Meydanı Karakolu’nun kalabalık ana ofisinde Çavuş Colon, miğferine tüy gibi iliştirdiği leylak çiçeğini dalgın dalgın düzeltti. “Acayip tuhaflaşıyorlar Nobby,” dedi, huzursuzlukla sabah gazetelerini karıştırarak. “Aynasızlara özgü bir şey. Çocuklarım olduğunda benim de başıma gelmişti. Daha zorlu birine dönüşüyorsun.”

“Zorlu derken?” dedi Onbaşı Nobbs. Nobbs, hayvanların çabucak evrimleşip insana dönüşmesinin en canlı kanıtıydı muhtemelen. “Şeeey,” dedi Colon, sandalyesinde arkasına yaslanarak. “Böyle… eh, bizim yaşımıza geldiğinde…” Nobby’ye baktı ve duraksadı. Nobby, yaşının “muhtemelen 34” olduğunu söylerdi; Nobbs ailesi sayı saymak konusunda başarılı değildi. “Yani belli bir… yaşa geldiğinde,” diye denedi yine, “dünyanın asla kusursuz bir yer olmayacağını anlıyorsun. Dünyanın bir parça… şey olmasına alışıyorsun… bir parça…” “Leş gibi?” dedi Nobby. Kulağının arkasına, normalde izmaritlerine ayırdığı yere, solmaya yüz tutmuş bir leylak çiçeği sıkıştırmıştı. “Aynen,” dedi Colon.

“Yani dünya asla kusursuz bir yer olmayacak, bu yüzden elinden geleni yapıyorsun, tamam mı? Ama çocuk bekliyorsan, aniden her şeyi farklı görmeye başlıyorsun. Çocuğum bu pisliğin içinde büyüyecek, diye düşünüyorsun. Daha İyi Bir Dünya kurmanın zamanı geldi, diyorsun. Böylece biraz… şevkleniyorsun. İçinde bir ateş yanıyor. Bu arada, patron, Kolugüçlü olayını duyduğunda ortalık epey kızışac… Ah, günaydın Bay Vimes!” “Dedikodumu yapıyorsunuz ha?” dedi Vimes, ikisi irkilerek selam dururken. Yanlarından geçti. Aslında ne konuştuklarını duymamıştı ama Çavuş Colon’un yüzü kitap gibi okunabiliyordu ve Vimes o kitabı seneler önce ezberlemişti. “Şey, yalnızca merak ediyorduk, acaba mutlu olay…” diye başladı Colon, basamakları ikişer ikişer çıkan Vimes’ın peşine takılarak. “Daha olmadı,” dedi Vimes kısaca. Ofisinin kapısını itip açtı. “Günaydın Havuç!”

Yüzbaşı Havuç ayağa fırladı ve bir selam çaktı. “Günaydın efendim! Acaba hanımefendi…” “Hayır Havuç. Henüz değil. Gece neler oldu?” Havuç’un bakışları leylak çiçeğine ve sonra yine Vimes’ın yüzüne kaydı. “İyi şeyler olmadı efendim,” dedi. “Bir bekçi daha öldürüldü.” Vimes olduğu yerde kalakaldı. “Kim?” diye sordu. “Çavuş Kolugüçlü efendim. Pekmez Madeni Yolu’nda. Yine Carcer.” Vimes saatine baktı. Saray’a gitmelerine on dakika vardı ama bir anda, zaman önemini kaybetmişti.

Masasına oturdu. “Tanık?” “Bu sefer üç tane efendim.” “O kadar var mı?” “Hepsi cüce. Kolugüçlü görev başında bile değildi efendim. Mesaisi bitmişti, bir dükkândan sıçanlı börek ve patates kızartması alıyordu ve doğrudan Carcer’a tosladı. O iblis, Kolugüçlü’yü ensesinden bıçakladı ve kaçtı. Onu bulduğumuzu düşünmüş olmalı.” “Haftalardır arıyoruz adamı ve zavallı Kolugüçlü, kahvaltısından başka bir şey düşünmezken rastlıyor ona! Angua iz sürüyor mu?” “Bir noktaya kadar sürdü efendim,” dedi Havuç çekinerek. “Neden bir noktaya kadar?” “O… Eh, Carcer olduğunu varsayıyoruz, Sator Meydanı’nda anason bombası atmış. Neredeyse saf yağ.” Vimes içini çekti. Halkın tüm bunlara nasıl da adapte olduğu şaşırtıcıydı. Bekçi Teşkilatı’nda bir kurtinsan vardı ve bu haber yeraltında yayılmıştı. Bu yüzden de suçlular, kanunun burnunun çok keskin olduğu bir toplumda hayatta kalacak şekilde evrimleşmişti.

Çözüm, koku bombalarıydı. O kadar dramatik olması gerekmiyordu ayrıca; küçük bir şişe saf nane veya anason yağını sokağa atıyordunuz, bir sürü kişi basıp geçiyordu ve aniden Çavuş Angua, birbiriyle kesişen yüz, hatta bin ayrı koku iziyle karşı karşıya kalıp korkunç bir migrenle yatağa düşüyordu. Havuç rapor verdi ve Vimes surat asarak, izni iptal edilen veya çift vardiya çalıştırılan bekçileri, silkelenen muhbirleri, pislettirilen güvercinleri, hışırdattırılan otları, rüzgâra tutulan parmakları, sokağa kabartılan kulakları dinledi. Bunların ne kadar anlamsız olduğunu biliyordu.

Bekçi Teşkilatı’nın hâlâ yüz personeli bile yoktu ve bu sayıya çaycı kadın da dâhildi. Şehirdeyse bir milyon kişi ve bir milyar saklanma deliği vardı. Ankh-Morpork, saklanma delikleri üzerine inşa edilmişti. Dahası, Carcer tam bir kâbustu. Vimes başka türlü kaçıklara alışıktı: normal normal yaşarken bir anda kendilerini kaybeden ve sırf fazla gürültülü sümkürdü diye birini ocak süngüsüyle öldüren adamlara. Ama Carcer farklıydı. Adam çift kişilikliydi; üstelik bu kişilikler birbirleriyle çatışma hâlinde değil, rekabet içindeydi. Yani adamın her iki omzunda da birer şeytan vardı ve şeytanlar birbirlerini kışkırtıyorlardı. Bununla beraber adam sürekli neşeyle, keyifle gülümsüyordu ve bir haftada kararan cinsten altın saatler satarak geçinen bir serseriye benziyordu. Ve asla ama asla yanlış bir şey yapmadığına emindi. Tamamen emindi. Katliam sahnesinin ortasında, kan damlatan eller ve cebinde mücevherlerle durur ve incinmiş bir masumiyetle, “Ben mi? Ben ne yaptım ki?” derdi. Ve ona inanırdınız… ta ki o küstah, güleç gözlerin içine bakana ve orada, derinlerdeki iblislerin, bakışlarınıza karşılık verdiğini görene kadar. …ki o gözlere çok da uzun süre bakmamalıydınız; çünkü bu,kendi gözlerinizi adamın ellerinden ayırdığınız anlamına gelirdi ve işte o an, o ellerden birinde bir bıçak belirirdi. Ortalama bir bekçi için böyle kişilerle başa çıkmak kolay değildi. Bekçiler, sayıca azınlıkta olan kişilerin pes etmesini, anlaşma yapmaya çalışmasını ya da en azından hareket etmeyi bırakmalarını beklerdi. Beş dolarlık bir saat uğruna cinayet işlemelerini beklemezlerdi. (Yüz dolarlık saat derseniz, o farklıydı. Burası AnkhMorpork’tu ne de olsa.) “Kolugüçlü evli miydi?” dedi Vimes. “Hayır efendim. Anne babasıyla Yeni Ayakkabıcılar Sokak’ta yaşıyordu.” Anne babası… diye düşündü Vimes. Sandığından da üzücüydü. “Biri onlara haber verdi mi?” diye sordu. “Nobby deme sakın. ‘Bir dolarına bahse girerim, sen Jackson’ın dulusun’ saçmalığını bir daha istemeyiz.”

“Ben gittim efendim. Haberi alır almaz.” “Teşekkür ederim. Nasıl karşıladılar? Kötü mü?” “Onlar… ciddiyetle karşıladılar efendim.” Vimes inledi. Yüz ifadelerini hayal edebiliyordu. “Resmî mektubu ben yazarım,” dedi, masasının çekmecesini açarak. “Birine söyle, onlara götürsün. Daha sonra benim de uğrayacağımı söylesin. Ve belki, zamanı değil ama…” Hayır, bir dakika, bunlar cüceydi ve cüceler para konuşmaktan utanmazdı. “Boş ver. Emekli maaşı vesaire hakkındaki tüm detayları halledeceğiz desin. Görev başında öldü. Öyle sayılır. Bu da ek ödenek demek. Hepsi birikiyor.” Dolaplarını karıştırdı. “Kolugüçlü’nün dosyası nerede?” “Burada efendim,” dedi Havuç, hemen dosyayı uzatarak. “Saat onda Saray’da olmamız gerekiyor efendim. Bekçi Teşkilatı Komitesi. Ama eminim anlayacaklardır,” diye ekledi, Vimes’ın yüzünü görerek. “Ben gidip Kolugüçlü’nün dolabını temizleyeyim efendim. Bizim çocuklar da çiçek falan almak için para toplar herhâlde…” Yüzbaşı çıktıktan sonra Vimes, önündeki antetli kağıda bakarak düşündü. Bir dosya… Kahrolası bir dosyaya başvurması gerekmişti. Ama bugünlerde o kadar çok bekçi vardı ki… “Çiçek için para. Bir de tabut.

Meslektaşlarının ailelerine göz kulak olursun.” Çok, çok uzun zaman önce, Çavuş Dickins söylemişti bunu… Vimes kelimeler konusunda yetenekli değildi. Özellikle de yazılı kelimeler konusunda. Fakat yine de, hafızasını tazelemek için dosyaya birkaç kez göz atarak, yazabildiğince güzel bir mektup yazdı. Hepsi de güzel, doğru kelimelerdi, öyle sayılırdı. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, Kolugüçlü bekçilik yapması için para ödenen düzgün bir cüceydi yalnızca. Teşkilat’a katılmıştı, çünkü bugünlerde Teşkilat’a katılmak iyi bir kariyer tercihiydi.

Ücreti iyiydi, emeklilik maaşı fena değildi, (kendinizi Igor’un ellerine bırakmaya cesaretiniz olduğu sürece) sağlık güvencesi harikaydı ve bir sene kadar sonra, eğitimli bir Ankh-Morpork bekçisi, şehirden ayrılıp ovadaki diğer şehirlerde, hem de daha yüksek rütbeyle işe başlayabiliyordu. Bu sürekli oluyordu. Sam Vimes’ın adını hiç duymamış kasabalarda bile bu bekçilere “Sammie” deniyordu. Sam Vimes bununla biraz gurur duyuyordu, yalan değil. “Sammie” demek, dudaklarını kıpırdatmadan düşünebilen, rüşvet almayan –yani çok fazla rüşvet almayan ya da yalnızca bira ve çörek düzeyinde rüşvetler alan ki Vimes bile bunları çarkları yağlayıp rahatça dönmelerine yardımcı olan maddeler olarak görüyordu– ve nihayetinde, güvenilen bekçiler demekti. En azından, belli bir düzeyde güvenilen bekçiler.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Savaş Naraları ~ Terry PratchettSavaş Naraları

    Savaş Naraları

    Terry Pratchett

    Diskdünya, topyekûn savaşın eşiğinde! Sör Terry Pratchett’ın benzersiz yaratımı “Diskdünya” serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Savaş Naraları, içinde bulunduğumuz şu tuhaf günlerden ilham alırcasına,...

  2. Hanımlar ve Beyler ~ Terry PratchettHanımlar ve Beyler

    Hanımlar ve Beyler

    Terry Pratchett

    DiskDünya serisinin Türkiye’deki okurları için yeni bir perde açılıyor! Kült yazar Sör Terry Pratchett’ın kaleme aldığı DiskDünya serisinin ilk kez Türkçeye çevrilen yeni kitabı Hanımlar ve Beyler, Delidolu...

  3. Fantastik Işık / Disk Dünya 02 ~ Terry PratchettFantastik Işık / Disk Dünya 02

    Fantastik Işık / Disk Dünya 02

    Terry Pratchett

    DiskDünya serisinin ikinci kitabı “Fantastik Işık’ta, sakar sihirbaz Rincewind ile tehlikeyi fark etme yeteneği sıfırın altında olan İkiçiçek, kendilerini bir şekilde yeniden dünyanın üzerinde...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Günahın Esiri ~ Anna CampbellGünahın Esiri

    Günahın Esiri

    Anna Campbell

    İlk kitabı Mahremle Epsilon okurlarının beğenisini kazanan Anna Campbellden müthiş etkileyici, çarpıcı, güçlü ve romantik bir aşk hikâyesi daha Tek kelimeyle romantik. Eloisa James...

  2. Babam Nasıl Fenomen Oldu? ~ Ben DavisBabam Nasıl Fenomen Oldu?

    Babam Nasıl Fenomen Oldu?

    Ben Davis

    Babam kazara internet fenomeni olunca! Ödüllü İngiliz yazar Ben Davis’in kaleminden çıkan Babam Nasıl Fenomen Oldu?, yıkık dökük ailesini yeniden bir araya getirmek ve eski mutlu...

  3. On Küçük Zenci ~ Agatha ChristieOn Küçük Zenci

    On Küçük Zenci

    Agatha Christie

    “Adresinizi iş bulma kurumundan referanslarınzla birlikte altım. İstediğiniz ücreti ödemeye hazırım. 8 Ağustosta işe başlayabileceğinizi ümit ederim. Saat 12.40 da Paddington’dan kalkan trene binecek...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur