Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Fırtınada Yanacaksın
Fırtınada Yanacaksın

Fırtınada Yanacaksın

John Verdon

New York’un sessiz sakin kasabası White River’da bir keskin nişancı dehşet saçıyor ve öldürülen polisin telefonuna bir uyarı mesajı geliyor. Kimsenin kimseye güvenmediği soruşturmaya…

New York’un sessiz sakin kasabası White River’da bir keskin nişancı dehşet saçıyor ve öldürülen polisin telefonuna bir uyarı mesajı geliyor. Kimsenin kimseye güvenmediği soruşturmaya danışmanlık yapması için çağrılan Gurney’in ise elinde gizemli bir nottan başka bir şey yok.
Bir parktaki oyun alanında ayak tabanlarına üç farklı harf dağlanmış iki cesedin bulunmasıyla işler daha da karmaşık bir hal alırken yetkililerin resmi açıklamalarıyla ters düşen Gurney, kasabayı labirent gibi sarmış olaylar silsilesini tek başına çözmeye kararlı. Yaklaşmakta olan fırtına herkesi yakmadan cevaplaması gereken bir soru var: Bu akıldışı bulmacada gözden kaçırdığı şey ne?

“John Verdon şaşırtıcı olay örgüsü, katil avı ve akıllıca düşünülmüş karakterler yaratmada kendini kanıtlamış bir usta.”
Publishers Weekly

“Bir bulmacanın parçalarını yerleştirir gibi kitabın son sayfasına dek, katili bulacak olmanın tarifsiz hazzını suç romanlarına özgü gerçekçi gözlemlerle nasıl harmanladığına bakılırsa, bu serinin neden bu kadar popüler olduğunu anlamak zor değil.”
Kirkus Reviews

*

1

Dave Gurney çiftlik evlerinin büyük mutfağında, elinde Madeleine’in süzgeçlerinden biriyle lavabonun başındaydı. Rengi atmış eski kavanozdaki, üzeri toprakla kaplı birkaç kahverengi çakıl taşını büyük bir dikkatle süzgece boşaltıyordu.

Üzerlerindeki topraktan arındıkça çakıl taşlarının ufalıp renklerinin parlaklaştığını, ilk hallerindekine nazaran daha düzgün bir biçime büründüklerini görebiliyordu. Evyenin bulaşık kurutmak için ayrılmış kısmına kağıt havlu serip süzgeçtekileri döktü. Başka bir kağıt havluyla taşları dikkatle kurulayıp, içine yerleştirdiği cam kavanozla birlikte küçük çalışma odasına yöneldi. Kavanozu masasının üzerine, dizüstü bilgisayarıyla büyük bir büyütecin yanına koydu. Bilgisayarı açıp, yaklaşık bir ay kadar önce göletin yukarısındaki kiraz fundalığında eski bir taş yapının kalıntılarına rastlamasının hemen ardından edindiği arkeoloji grafik programıyla oluşturduğu dosyaya tıkladı. Şimdiye dek bölgede buldukları onu bu binanın on yedinci yüzyıl sonlarına ya da on sekizinci yüzyıl başlarına ait bir yapı olduğu düşüncesine sevk ediyordu. Belki de bir süre bölgeye yerleşenlere barınak olan bu yapı zamanla vahşi doğaya terk edilmişti.

Arkeoloji programı binanın bulunduğu bölgenin şu anki fotoğraflarını eşit parçalara bölerek ölçeklendiriyor, ardından bölgede bulduklarına kod numaraları atayarak bu parçalardan uygun olanına yerleştiriyordu. Bu kodların tespit ettiği sözel tanımların yer aldığı bir liste de her bir fotoğrafla bağlantılı biçimde kaydedilmişti. Buldukları arasında, internet araştırmaları neticesinde öğrendiği üzere hayvan derilerinin asılmasında kullanılan iki demir kanca, iri bir kemikten yapılmış ve büyük bir ihtimalle deriyi sıyırmak için kullanılan keskin bir alet, siyah saplı bir bıçak, halkaları paslanmış demir bir zincir ve yine demirden bir anahtar vardı.

Hakkında son derece sınırlı bilgiye sahip olduğu bu birkaç nesnenin ait oldukları düşünülen zaman dilimi üzerine yoğunlaşıp, bulmacanın parçalarını henüz keşfedilmemiş başka parçalarla birleştirebilme çabasıyla kıvranırken aslında bir arpa boyu yol kat ettiğinin farkındaydı.

En son bulduğu nesnenin yeriyle ilgili kaydı tamamlayıp, büyütecini kullanarak mavimsi, hafif mat kavanoz camını incelemeye koyuldu. İnternetten bulduğu benzer cam saklama kaplarının fotoğraflarını değerlendirdiğinde bu parçanın yapının yaşıyla ilgili tahminlerini doğruladığı ortaya çıkıyordu.

İlgisini çakıl taşlarına yöneltti. Masa çekmecesinden aldığı bir atacı nispeten düz hale getirinceye kadar kıvırdı. Sonra büyütecin altına koyduğu taşlardan birini ataçla oynatarak inceledi. Bir köşesinde küçük, keskince bir delik dışında taş pürüzsüz görünüyordu. İkinci taşı alınca yine benzer durumla karşılaştı. Sonra üçüncü ve dördüncü taşta da aynı izleri gördü. Ve de geri kalan tüm taşlarda. Detaylı incelediği sekiz taşta da birbirlerine tam olarak benzemeseler de temelde aynı özellikleri gösteren bu izleri tespit etti.

Bunların ne anlama geldiğini merak etti.

Sonra belki de bunların çakıl taşı olmayabilecekleri düşüncesine kapıldı.

Diş olabilirlerdi.

Küçük dişler. Büyük olasılıkla da bebek dişleri.

Eğer öyleyse bu akla derhal yeni sorular getirecekti. Kazı alanına dönüp, biraz daha derin kazma isteğini körükleyecek yepyeni sorular.

Ayağa kalktığı sırada çalışma odasına Madeleine girdi. Kağıt havlunun üzerine serilmiş küçük nesnelere, yürüyüş yap

mayı çok sevdiği o patikayı kullanılmaz hale getiren kazı alanını hatırlatacak bir şeyi her görüşünde yüzünde oluşan yılgın ifadeyle baktı. Gurney’in kazı alanına yaklaşımını, NYPD’de (New York Polis Teşkkilatı) cinayet masası dedektifi olduğu zamanlarda cinayet mahallindeki tavırlarına benzetmekten kendini alamıyordu.

Evliliklerinde öteden beri varlığını sürdüren gerginliğin esas kaynağı, kendisi geçmişte kalan şehir yaşamını tamamen unutma ve kırsaldaki yeni hayatlarına sımsıkı sarılma arzusuyla doluyken, kocasının mesleğinden bağımsız düşünememesi yahut da bunu istememesi mutlaka bir şeyleri araştırma ihtiyacıyla yanıp tutuşmasıyla oluşan farklılıktı.

Kararlı bir tavırla gülümsedi. “Harika bir bahar sabahı. Yürüyüşe çıkıyorum. İki saate dönerim.”

Bir sonraki cümleyi bekledi. Genellikle karısı dışarı çıkacağını bildirdikten sonra gelmek isteyip istemediğini sorardı. O da genellikle yanıt olarak bir bahane bulur, başka bir şeyi yapması gerektiğini söylerdi. Oysa işin aslı, ormanda dolaşmanın ona karısına verdiği içsel huzuru hiçbir şekilde verememesiydi. O içsel huzuru, yaşama tutkusunu ve kendine olan saygısını, etrafın tadını çıkartmakta değil, neler olduğunu ve bunun neden meydana geldiğini keşfetmeye çalışmakta buluyordu. Keşfetmekle, mantık yürütmekle elde edilen bir huzurdu bu.

Bu kez karısı onu davet etmek yerine bariz bir isteksizlikle, “Sheridan Kline aradı,” dedi.

“Bölge savcısı olan mı? Ne istiyormuş?”

“Seninle konuşmak.”

“Sen ne dedin?”

“Evde olmadığını söyledim. Şu şeylerle uğraşmak için dışarı çıkmıştın.” Başıyla çakıl taşlarını ya da dişleri işaret etti. “Mesaj bırakmak istemedi. Daha sonra, on bir buçuk civarında tekrar arayacağını söyledi.”

Gurney çalışma odasındaki duvar saatine baktı. On bire çeyrek vardı. “Ne istediğine dair hiçbir ipucu vermedi mi?”

“Sesi biraz gergin gibiydi. Belki White River’daki sorunla ilgilidir.”

Bir an için düşündükten sonra, “O konuda yardımcı olabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum.” dedi Gurney.

Madeleine omuz silkti. “Sadece tahmin ettim. Ama gerçekte senden ne isterse istesin dürüst davranmayacaktır. Yılan gibi bir herif o. Dikkatli ol.”

2

Madeleine holde yürüyüş botlarını bağlarken Gurney de fincanına biraz kahve alıp, kuşkonmazların boy attığı küçük bahçeye bakan mavi sundurmadaki Adirondack tarzı sandalyelerden birine oturdu.

Sundurma meyilli araziyi, ahırı, göleti, nadiren kullanılan ve fundalıkla tarlalardan oluşan iki yüz dönümlük arazilerinde son bulan kasaba yolunu tam tepeden görürdü. Burasının işlek bir çiftlik olduğu günlerin üzerinden çok zaman geçmişti, artık kendi de Madeleine de gerçekte her yanı aşırı büyümüş otlarla sarılı araziyi çayırlık olarak adlandırmaktan hoşlanıyordu. Kullanılmadığı için şu anki görünümüne bürünmüş arazi, özellikle de mayıs başı açmaya yüz tutan yılın ilk kır çiçekleriyle çok daha doğal bir güzelliğe kavuşurdu.

Madeleine açık yeşil tişörtü ve önünü kapatmadığı mor naylon yağmurluğuyla cam kapıları açarak sundurmaya çıktı. Bahar havasının verdiği yaşam sevinciyle ya da az sonra yapacağı gezintinin beklentisiyle bir hayli neşeli görünüyordu. Eğilip Gurney’i başından öptü. “Buradan telefonu duyacağına emin misin?”

“Pencereyi açık bıraktım.”

“Tamam. Birkaç saat sonra görüşürüz.”

Gurney başını kaldırdığında yirmi beş yıl önce evlendiği kadının yüzündeki o yumuşacık gülümsemeyi gördü. İlişkilerinin geldiği bu nokta, onu hayrete düşürüyordu. Küçücük bir söz, bir mimik ne kadar farklı hislere yol açıyordu.

Güneşte parıldayan yağmurluğuyla uzaklaşan karısının ardından baktı. Madeleine kısa sürede, kuzey yamaca doğru uzanan, terk edilmiş birkaç taş ocağını bir zamanlar birbirine bağlayan eski toprak yol tarafındaki çam ormanına doğru gözden kayboldu. Birden, keşke beni de çağırsaydı, keşke Kline’in aramasını ev telefonundan değil de cep telefonundan bekliyor olsaydım, diye içinden geçirdi.

Saatini kontrol etti. Toprak altındaki eski binada bulduklarına ilişkin düşünceleri, bölge savcısının aklından ne geçtiğini tahmin etme çabasına yoğunlaştığından sekteye uğramıştı. Dahası savcı gerçek niyetinin ne kadarını ortaya koyacaktı.

Saat on bir buçukta Gurney, ahırın arka tarafındaki dar kasaba yolu istikametinde uzaktan bir ses işitti. Bir dakika sonraysa parlak siyah bir Lincoln Navigator ahırı ve göleti geçti. Çakıl döşeli kısmın bittiği noktada, otların arasındaki traktör tekerleklerinin izini görene dek kısa bir kararsızlık yaşadı. Ardından ilerleyip evin yan tarafındaki açıklığa ulaştı. Gelip Gurney’in toz içindeki Outback’inin yanında durdu.

İlk sürpriz büyük cipten inenin Sheridan Kline’in ta kendisi oluşuydu. İkinci sürprizse adamın sürücü koltuğundan inmesiydi. Resmi aracıyla gelmişti ama şoförü yoktu. Gurney, büronun bu tür imkanlarından sonuna dek yararlanmaya bayılan biri için dikkate değer bir taviz diye düşündü.

Gayet şık bir takımla araçtan inen Kline, pantolonunun kırışıklarını düzeltmek için eliyle hafifçe çekiştirdi. İlk bakışta adam sanki on ay önce berbat bir biçimde neticelenmiş Peter Pan vakası sırasında gördüğüne nazaran küçülmüş gibi geldi.

Böyle düşünmek de, olayı hatırlamak da çok tuhaf bir hisse kapılmasına yol açtı. Zira Pan soruşturması dehşet verici biçimde, çok sayıda insanın ölümüyle sonuçlanmıştı. Sonrasında da Kline, Gurney’i tedbirsizlik sonucu ölüme neden olmakla suçlamak için bir hayli uğraşmıştı. Ama medyanın Gurney’i olayın kahramanı olarak gördüğü ortaya çıkınca Kline da hemen bu tezi Madeleine’in midesini bulandıracak kadar şiddetle desteklemeye başlamıştı.

Yüzünde sabit bir gülümsemeyle, arada çevreyi ciddi bakışlarla süzerek eve doğru yürüdü.

Gurney onu karşılamak için ayağa kalktı. “Arayacağınızı sanmıştım.”

Yüzündeki gülümsemeyi muhafaza ederek, “Plan değişikliği.” dedi. “Şef Beckert ile White River’da görüşmem gerekti. Buraya sadece altmış kilometre mesafede. Trafik yoksa en fazla kirk beş dakikalık yol. O zaman neden yüz yüze görüşmüyoruz ki diye düşündüm. Böylesi her zaman daha iyidir.”

Gurney başıyla arabayı işaret etti. “Bugün şoförünüz yok mu?” “Sürücü. David, şoför değil. Tanrı aşkına, ben devlet memuruyum.” Bir anlığına etrafa huzursuz bir enerji yayarak duraksadı. “Araba kullanmayı genelde rahatlatıcı bulurum.” Kararlılıkla gülümsemeyi sürdürdüğü dudaklarının köşesinde küçük bir seğirme belirmişti.

“Doğrudan White River’dan buraya mı geldiniz?”

“Dediğim gibi. Beckert ile buluştum. Seninle zaten bununla ilgili konuşmak istiyorum.” Başıyla Adirondack tarzı sandalyeleri işaret etti. “Neden oturmuyoruz?”

“İçeri girmeyi tercih etmez misiniz?”

Dudak büküp başını iki yana sallayarak, “Aslında istemem,” dedi. “Hava çok güzel. Zaten kapalı alanda çok fazla vakit geçiriyorum.”

Gurney, acaba içeride söyleyeceklerinin kaydedilmesinden korktuğu için sundurmayı daha güvenli buluyor olabilir mi, diye 

içinden geçirdi. Belki de aramaktan vazgeçmesinin nedeni de buydu.

“Kahve?”

“Şu an için hayır.”

Gurney sandalyelerden birini gösterdi ve tam karşısına oturup beklemeye koyuldu.

Kline bir hayli pahalı olduğu anlaşılan gri takım elbisesinin ceketini çıkartıp düzgünce katlayarak sandalyenin arkasına asti. Sandalyenin ucuna ilişmeden önce de kravatını gevşetti.

“Hemen konuya gireyim. Senin de tahmin edeceğin gibi bu aralar işimiz bir hayli zor. Aslına bakarsan SSB biriminden gelen bir hayli kışkırtıcı yorumlar düşünüldüğünde bu çok da beklenmedik bir şey değil elbette. Ama bu derece bir şey yine de her zaman için şok yaratır. Teşkilatta yirmi beş yılını geçirdin. Bu yüzden neler hissettiğini ancak tahmin edebilirim.”

“Neler hissettiğimi mi? Hangi konuda?” “Vurulanlarla ilgili.”

“Hangi vurulanlar?”

“Tanrım! Nasıl oluyor da dünyadan bu kadar kopuk yaşayabiliyorsun? Bütün hafta boyunca White River’da yapılan gösterilerden de mi haberin yok?”

“Şu trafik çevirmesi sırasında meydana gelen katliamın birinci yıldönümünden mi bahsediyoruz? Laxton Jones’tan yani? O olayı bilmemek zor elbette. Ama bu sabah henüz haberlere bakamadım.”

“White River polislerinden biri bu gece vurularak öldürüldü. Irkçılık meselesinin kontrolden çıkacak seviyeye gelmemesi için çırpınıyoruz.”

“Tanrım.”

“Tanrım. Kesinlikle.”

“Olay, Siyahileri Savunma Birliği’nin yürüyüşü sırasında mi meydana geldi?”

“Doğal olarak.”

“Onlar şiddet yanlısı değiller diye biliyordum.”

“Hah!”

“Vurulan polis, beyaz mıydı?”

“Elbette.”

“Nasıl-?”

“Bir tetikçi vurdu. Katil kesinlikle ne yaptığını bilen biri. Cumartesi gecesi kokaini çekip adam öldürmeye çıkan bir salağın işine benzemiyor. Tamamen planlanmış bir şey.” Kline parmaklanyla siyah, kısacık saçlarını gergin bir tavırla düzeltti.

Gurney, bölge savcısının tepkisinin duygusal yoğunluğu karşısında şaşkınlığa kapılmıştı. Aslında bu çoğu insan için gayet normal bir tepkiydi ama Gurney’in her olayı en kolay çözüme kavuşacak şekilde veya kendi hırsını gizleyerek değerlendirdiğine inandığı, onun gibi duygusuz, hep politik hesaplar peşinde koşan bir adam için bu altı çizilecek bir davranıştı.

Ortada sorulması gereken apaçık bir soru vardı. Gurney bu soruyu sormak için tam ağzını açıyordu ki Kline atıldı. “Bu problemi neden önüne getirdiğimi merak ediyor olmalısın.” Sandalyesinde kıpırdanarak Gurney’e tam karşıdan bakar pozisyona geldi. Sözde dürüst iletişim kurmanın temelinin doğrudan göz teması kurmak olduğuna inanıyor gibiydi. “David, buraya geldim. Çünkü yardımını istiyorum. Daha doğrusu yardımına ihtiyacım var.”

3

Sheridan Kline açık cam kapıların önünde sessizce durup, Gurney’in makinede iki fincan kahve hazırlayışını izliyordu. Yeniden sandalyelerine dönene dek iki adam da konuşmadı. Bölge 

savcısı hâlâ gergin ve bir o kadar da rahatsız görünüyordu. Belki de bu gerginliği, kahve yaparken cebine bir ses kayıt cihazı koyamasın diye kalkıp Gurney’i dikkatle izlemiş olmasından kaynaklanıyordu. Kahvesinden birkaç yudum alıp fincanı sandalyenin düz, ahşap koluna koydu.

Soğuk havuz suyuna dalmaya hazırlanır gibi derin bir nefes aldı. “Sana karşı son derece dürüst olacağım, David. Çok büyük bir sorunum var. White River’da işler çığırından çıktı. Ne kadarını takip ettiğini bilmiyorum ama Grinton bölgesinde son haftalarda yağmalama ve kundaklama olayları aldı başını gitti. Hava artık hep yanık kokuyor. Çok rahatsız edici. Ve durum daha da kötüleşebilir. Daha kötü olayların fitili ateşlendi ateşlenecek. Sanki şu SSB’dekiler de bunun için çabalıyorlar. Bir polis memurunun müthiş bir soğukkanlılıkla katledildiği son olaydaki gibi.” Susup başını iki yana salladı.

Kısa bir sessizlikten sonra Gurney, savcıyı ziyaret sebebini açıklamaya teşvik etmeye çalıştı. “Buraya White River polis şefiyle görüşmenizden hemen sonra geldiğinizi söylediniz, değil mi?” “Dell Beckert ve iki numaralı adamı Judd Turlock’la konuştum.”

“Onlar bu suikastı nasıl değerlendiriyorlar?”

“Diğerleri gibi. Tüm olup bitenlerin bir yansıması olduğunu düşünüyorlar. Yani böyle ima ediyorlar.” Kline yüzünü sanki midesinde hazmedemediği bir şeyi çıkarmak üzereymişçesine buruşturdu.

“O görüşmeyle buraya gelmeniz arasında bir bağlantı var mı?”

Aynı sıkıntılı yüz ifadesiyle, “Hem evet hem hayır,” dedi. “Bana evet kısmını anlatın o zaman.”

Konuşmaya başlamadan önce Kline fincanına uzanıp büyük bir yudum aldı. Sonra dikkatli hareketlerle fincanı aldığı yere koydu. Bu esnada Gurney adamın elindeki titremeyi fark etmişti.

“White River’daki durum çok önemli hale geldi. Her iki ta…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Tepenin Laneti ~ John VerdonTepenin Laneti

    Tepenin Laneti

    John Verdon

    Larchfield’ın en nüfuzlu adamı Angus Russell, Harrow Hill’deki malikânesinde boğazı kesilerek öldürülmüştür. Olay mahallindeki DNA ve parmak izleri, kurbana karşı husumeti bulunan belalı Billy...

  2. Gözlerini Sımsıkı Kapat ~ John VerdonGözlerini Sımsıkı Kapat

    Gözlerini Sımsıkı Kapat

    John Verdon

    SANA BİR SÜRPRİZİM VAR… GÖZLERİNİ SIMSIKI KAPAT New York’un en gözde dedektifiyken, basının kendisine yakıştırdığı isimden hep rahatsız olmuştu: Süper Dedektif. Bir bulmacayla karşılaştığında,...

  3. Peter Pan Ölmeli ~ John VerdonPeter Pan Ölmeli

    Peter Pan Ölmeli

    John Verdon

    John Verdon’un şimdiye dek yazdığı bu en şaşırtıcı romanında, her olayı bulmaca çözer gibi ele alan Dave Gurney, polisin belirttiği şekilde işlenmesi imkansız olan...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Yangında Kaybettiklerimiz ~ Mariana EnriquezYangında Kaybettiklerimiz

    Yangında Kaybettiklerimiz

    Mariana Enriquez

    Mariana Enriquez’in ürkütücü evreninde canavarlar yatakların altında saklanmıyor, ormanların içinde dolaşmıyor. Bu öykülerde canavar biziz. 12 öykü, ölümün dokunduğu 12 karakter. Perili olduğuna inanılan...

  2. Babam Nasıl Fenomen Oldu? ~ Ben DavisBabam Nasıl Fenomen Oldu?

    Babam Nasıl Fenomen Oldu?

    Ben Davis

    Babam kazara internet fenomeni olunca! Ödüllü İngiliz yazar Ben Davis’in kaleminden çıkan Babam Nasıl Fenomen Oldu?, yıkık dökük ailesini yeniden bir araya getirmek ve eski mutlu...

  3. İkinci İnsanlık ~ Luigi Balleriniİkinci İnsanlık

    İkinci İnsanlık

    Luigi Ballerini

    İnsanlık kendini yeniden yaratabilir mi? Çok katmanlı gelecek kurgularıyla sevilen İtalyan yazar, psikanalist Luigi Ballerini okurunu, insan türünün yok olduğu “ikinci insanlık” adlı zamana,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur