“Modern finansa çok farklı bir perspektiften bakış.”
— Oliver Hart, 2016 Nobel Ekonomi Ödülü
Harvard profesörü Mihir A. Desai, 2015 yılında mezun olacak öğrencilerine farklı bir “son ders” anlatmaya karar vermişti. Alışıldık ve sıkıcı bir ders yerine finansın içindeki bilgeliği görmelerini sağlayabilecek bir dersti bu. Edebiyattan, tarihten, felsefeden, hatta popüler kültürden örneklerle finansın ve piyasaların altında yatan değerleri keşfetmenin yolunu gösteriyordu.
Bu kitap finans biliminin temel fikirlerini alışılmadık bir biçimde anlatıyor. Jane Austen ve Anthony Trollope’la risk yönetimini; Jeff Koons’la kaldıraç kullanmayı; Mel Brooks’un Yapımcılar müzikaliyle vekâlet sorumluluğunu; AOL-Time Warner’la şirket evliliklerini ve Tolstoy’la hırsın sonuçlarını açıklıyor.
Finans Bilgeliği, dünyanın en karmaşık görünen işlerinden birini herkesin anlayabileceği bir biçimde anlatmakla kalmıyor, finansın felsefesini de açıklıyor.
İçindekiler
Yazarın notu………………………………………………………………………..11
Giriş: Finans ve tatminkâr hayat …………………………………………15
Bölüm 1: Çarkıfelek ………………………………………………………..27
Bölüm 2: Riskli işler………………………………………………………..57
Bölüm 3: Değere dair ……………………………………………………..85
Bölüm 4: İş bitiriciye dönüşmek …………………………………..107
Bölüm 5: Parasız saadet olmaz …………………………………….135
Bölüm 6: Rüya gibi bir hayat sürmek ……………………………163
Bölüm 7: Başarısızlıklardan ders çıkarmak……………………191
Bölüm 8: Neden herkes finanstan nefret eder? ……………..215
Sonsöz ……………………………………………………………………………….233
Teşekkürler………………………………………………………………………..237
Notlar………………………………………………………………………………..241
Sonnotlar……………………………………………………………………………243
Giriş
Finans ve tatminkâr hayat
Gitgide yaygınlaşan şu abartılı “Wall Street, Main Street’e karşı” ifadesi ürettiği değerden daha fazlasını ekonomiden söküp alan bir sektör olarak finansa dair ortak bir görüşü yansıtmaktadır. Bu ifade aynı zamanda, finansın iktisadi yaşantımız ve hayatımız açısından ne denli önemli bir unsur olduğu yönünde artan bir farkındalığa da işaret etmektedir. Finans olgusuna, emeklilik yılları için bir köşeye ayırdığımız kazançlarımızdan tutun da başımızı sokacak bir ev ya da eğitim için yaptığımız yatırımlara varana kadar her yerde rastlıyoruz. Yaşadığımız bu derin endişe ve gösterdiğimiz bu itina, finansın kendini gizlediği şu karmaşıklığıyla çok daha içinden çıkılmaz bir hal almıştır; insanı serseme çeviren sürü sepet kısaltma, yığınla formül ve yetmezmiş gibi ekranlarımızı kaplayan sayısız hesap tablosu… Finans dünyasını kavramamıza engel teşkil eden koca bir yığınla karşı karşıyayız hepimiz.
Bu durum finans sektöründe çalışanlar açısından pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Bu insanlar başkalarının güvenini yeniden kazanmak için yaptıkları işleri çok daha anlaşılır bir şekilde izah etmek ve gerekçelendirmek durumunda kalırlar. Ortaya çıkardıkları işlerin gerçekten de bir değer yarattığını göstermek zorundadırlar. Bana kalırsa, olumsuz bir gözle bakılan bir sektörde çalışmak durumu daha da kötüleştirmektedir. Beklentilerin son derece düşük olduğu bir ortamda finans sektörü profesyonellerinin elinde amaç edinebilecekleri çok az şey kalmakta, bu da düşük beklentilerin gitgide hâkim olduğu sürekli bir düşüş hali yaratmakta, bu da süreci bir düşük beklenti ve miskin davranış sarmalına sokmaktadır.
Peki o halde finans kavramlarından herkesin olumlu bir gözle bakacağı şekilde nasıl bahsedebiliriz? Finansın yararlı özelliklerine ve sağladığı faydalara dair neler söyleyebiliriz ki insanlarda finans sektörüne dair olumlu bir algı oluşturabilelim?
Elinizde tuttuğunuz bu kitap, finansa bir de beşerî bilimler gözlüğüyle bakmanın finansın insani boyutunu yeniden gözler önüne sermeyi kolaylaştıracağı düşüncesiyle kaleme alınmış olup bu anlamda alışılmışın dışında bir duruş sergilemektedir. Finans sektörünün üzerine eğildiği sorunları da, bu sorunların çözümüne yönelik olarak sektörce benimsenen yaklaşımların güzel yanlarını da, finansı kendi yaşam öykülerimizle ilişkilendirerek çok daha kolay anlaşılır bir hale sokabiliriz. Sektör çalışanlarının finansa dair olumlu bir algı oluşturmasının yolu mevzuat ya da yasal ihlallere dikkat çekmekten ziyade finansın temel kavramlarına ve ideallerine dönmekle mümkün olabilir çünkü ancak bu şekilde aslında bir değer yaratıyor oldukları ve düşünülenin aksine bir şeyleri cebe indirmedikleri yönünde bir kanaat uyandırabilirler. Bu temel kavramları edebiyat, tarih ve felsefeyle ilişkilendirmek suretiyle, aslında kavramlara çok daha derin bir anlam katmakta ve bunları yozlaşmaya karşı çok daha dirençli kılmaktayız.
Finansı hikâyelerle ilişkilendirme fikrini biraz da tesadüfen buldum desem yeridir aslında. 2015’in bahar aylarıydı, kendimi sıklıkla içinde bulduğum bir durumda bulmuştum bir kez daha – bir müddet önce verdiğim bir sözü yerine getirmek için yine son dakikada bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Harvard Business School’un yakında mezun olacak MBA öğrencilerine verilen şu meşhur “nihai öğüt konferanslarından” birini üstlenmiştim. Nihai öğüt konferansları denilen bu tumturaklı konuşmalar öğretim üyelerinin mezuniyet arifesindeki öğrencilere bilgelik dolu cümlelerle öğütlerde bulunmasına imkân veren bir gelenektir. Doğru yapıldığında üniversiteyi mazideki günlerine taşıyan konuşmalardır bunlar. Öğretim görevlileri olarak hepimiz bu konuşmalarda belli bir amaca yönelik bilgileri paylaşmak ve yaymaktan ziyade, tıpkı 150 yıldan fazla bir süre önce John Henry Newman’ın “herhangi bir alanın genel ilkelerini ilgili kitapları evde kendi başınıza okuyarak pekâla da öğrenebilirsiniz; gelgelelim konunun inceliklerini, nüanslarını, ahengini, ruhunu ve bizlerin içinde hayat bulan canlılığını yakalayabilmek için, tüm bunları çoktan içselleştirmiş kişilerden duymalı ve öğrenmelisiniz”2 sözlerinde ifadesini bulan maziden kalma bir üniversite mefhumuna bir anlığına da olsa dönüş yaparız.
İşleri bir süre daha ağırdan alıp savsakladıktan sonra, aşina olduğum bir alanda konuşmaya yapmaya meylettim ilk başta; Amerikan şirketlerinde yaşanan son finansal gelişmelerden bahsetmekte karar kılmıştım. “Amerika’daki Kaldıraçlı Satın Almaların Ağır Çekim Görüntüsü” başlığını taşıyacak olan konuşmamda halihazırda yaşanan hisse geri satın alma çılgınlığının esasının nasıl kavranacağından ve bunun nasıl tersine döndürülebileceğinden bahsedecektim. Söyleyecek son derece somut şeylerim vardı; üstelik anlatacaklarımın kışkırtıcı bir tarafı da vardı. Kendimi biraz daha üstün hissedebilmek adına, böylesi ortamlarda sıklıkla rastlandığı üzere karşımdakileri abartılı sözlerle göklere çıkartmak yerine onlara fikir bakımından zengin, düşündürücü bir konuşmayla hitap etmenin daha uygun olduğuna hükmetmiştim.
Kararımı kesinleştirdikten sonra aynı zamanda meslektaşım olan, çok kıymet verdiğim bir dostumla görüştüm. Geçtiğimiz yıl boyunca sık sık bir araya gelmiş, kendimizi yeniden keşfetmek adına bizlere yeni ufuklar açacak işlere kendimizi nasıl yönlendirebileceğimiz konusunda epey bir kafa yormuş, görüş alışverişinde bulunmuştuk. Mezuniyet arifesindeki öğrencilere yapacağım konuşmada yukarıdaki gelişmelerden bahsetmeye karar verdiğimi söylediğimde meslektaşımın tepkisi suskunluk olmuştu. Sesini çıkartmasa da “Gerçekten mi? Öğrencilerin tam da mezun olurlarken ihtiyaç duydukların şeyin bu olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sorduğunu anlamıştım. “Peki senin istediğin şey bu mu?” der gibiydi.
Sergilediği sessizlik ayağıma kadar gelen bir fırsatı kaçırmak üzere olduğumu anlamama yetmişti. Aramızdaki dostluk ilişkisi kendi namıma hayli emek ve gayret gerektiren bir şeylere girişme konusunda bana cesaret vermişti; sosyal bilimlerle uğraşan bir akademisyen istatistiklerden ve ekonomik modellerden oldum olası etkilenirdi. Kendimi güvende hissedeceğim bir konuda konuşmak yerine, tatminkâr hayattan bahsetmeye çalışacaktım konuşmamda. Ama orta yaşlarını süren biri olarak tatminkâr hayat hakkında ne biliyordum ki? Bu halimle bir de öğrencilerin karşısına çıkıp konuşma yapacaktım. Şayet amaç tatminkâr bir hayat sürdürmekse, piyasaların özellikle de finansın, kendimizi korumamız gereken duygusuz, incelikten yoksun birer ihtisas alanı olduğuna dair yaygın varsayım beni öteden beri rahatsız eden bir düşünceydi. Finans bilimine kara çalmak ve finansın yaşantımıza ancak çok ufak bir katkı sunabileceği yönündeki varsayım her ne kadar gitgide yaygın bir hal alsa da bu kanaatin altının pek de bilgece bir yaklaşımla doldurulmadığı ortadaydı. Kaldı ki sektörün ileri gelen yöneticileri finansa ve Tanrı’nın elinin değdiği işlere dair yaptıkları beceriksiz ve yakışıksız karşılaştırmalarla finansın ardında pek de bir bilgelik yatmadığı kanaatinin doğru olduğunu kanıtlıyorlardı aslında.
Gelgelelim finansa ve piyasalara yönelik bu yaygın yadsıma tartışmaya da hayli açık bir konu. İlk önce, piyasalar ve finansın bir bilgelik kaynağı olarak topyekûn yadsınmasının son derece faydasız olduğunun altını çizmek lazım. İyi eğitim almış pek çok birey piyasalarla yakından meşgul olmakta ve ömürlerinin büyük kısmını finansal meselelerle ilgilenerek geçirmektedir. Bizler, finansın kendi içinde hiçbir olumlu değer taşımadığını ileri sürerek aslında bu bireyleri herhangi bir değer ihtiva etmeyen profesyonel bir hayat sürmeleri ve kişisel ve manevi benliklerini mesleklerin den ayrı tutmaları yönünde teşvik ediyoruz. Bu tarz bir ayrıştırma, anlaşılması zor olduğu kadar çoğu zaman da savunulması olanaksız bir yaklaşımdır. İnsan koca bir ömür bilgelikten ve değerlerden yoksun bir mesleği icra ederken tatminkâr bir hayat sürebilir mi?
Bahsettiğim bu yadsıma son derece mantıksız olmanın yanı sıra düpedüz bir haksızlık da içermektedir. Dostlarımın ve eski öğrencilerimin pek çoğu finansı da, piyasaları da, görevlerini de çok seviyor ve bunlara yaşama mana katan unsurlar gözüyle bakıyor. Bu insanlar finansın Tanrı’nın elini değdiği işlerden çok farklı olduğunu biliyorlar ama yaptıkları işten de gerçekten keyif alıyorlardı. Bu denli duygusuz ve ahlaki değerlerden yoksun bir şey bu denli büyük bir keyif ve mesleki tatmin sağlayabilir mi? Finansa ilişkin bu yaygın varsayım yararsız ve hatalı ise, karşıt görüş ne olabilir o halde?
Son derece tipik bir başlık önerisi gelmişti aklıma; “Finans Bilgeliği”; ne var ki bunun ne anlama geldiğinden pek de emin değildim. İlerleyen haftalarda finans derslerini hayatla nasıl da kolayca ilişkilendirebildiğimi ve bu bağlantıların ne denli zengin olduğunu gördükçe hayretler içinde kalmıştım. Konferans faslı bittikten sonra, üstünlük taslayarak verilen bir öğütten ziyade, bizzat kendi yaşantılarının ve yaptıklarının süzgecinden geçirerek vardıkları bir bilgeliğe son derece aç oldukları her hallerinden belli olan MBA öğrencilerinin verdiği tepki karşısında tümden şaşkına dönmüştüm. Kariyerlerinin tam ortasındaki yöneticiler de epey minnettar kalmıştı, zira hayatın karşılarına çıkarttığı onca çetin işin pek çoğunu çok daha iyi kavrayabildiklerini görmüşlerdi. Kendi payıma ben de tıpkı daha önceleri başıma geldiği gibi verdiğim emeğin fersah fersah ötesinde getirisi olan bir sorumluluğun içinde buluvermiştim kendimi hiç de farkında olmadan.
Konferans finansın temel kavramları üzerinden anlamlı bir hayatın ne olabileceğine dair saptamalar yapmak açısından hayli işe yaramıştı yaramasına ama bunları bir kitap halinde kaleme almak başlı başına bir meseleydi. Finans mesleğine kıymet veren insanların bulunduğu bir ortamda finansın ve hayatın karşımıza çıkarttığı sorunlar arasındaki benzeşmeden bir saat boyunca bahsetmek kolaydı. Söz konusu benzeşmeyi farklı altyapılardan gelen pek çok insanın okuyacağı koca bir kitabın sayfaları arasında aynı canlılıkta aktarabilecek, bu benzeşmeden hakkını vererek bahsedebilecek miydim bakalım? Tüm bunlar bir konuşma olarak mı kalsa iyi olurdu yoksa bir kitap haline mi getirmeliydim?
Zihnimde bu sorularla boğuşurken, finansa dair bugüne dek duyduğum en iyi tanımlamaya bir ders kitabında ya da CNBC’nin özel bir programında değil de 1688 yılında Amsterdam’da yaşayan bir Sefarad Yahudisi’nin İspanyolca kaleme aldığı kısa bir öyküde rastladığımı hatırladım birdenbire.
Joseph de la Vega, Confusion de Confusiones (Karmaşıklığın Karmaşası) adını verdiği kitabında, o dönemlerde daha yeni yeni oluşmaya başlayan ve çoğu insanın olan biteni büyülenmişçesine izlediği finansal piyasaları son derece canlı bir betimlemeyle tarif etmişti. Dönemin bu son derece hareketli piyasalarında sadece tek bir şirketin, erişim ve hâkimiyet açısından günümüzün Google, Alibaba ve General Electric şirketlerinin bir araya gelmiş haline benzetilebilecek olan –Dutch East India Company’nin– hisseleri işlem görüyordu.
Joseph de la Vega’nın kitapta örneklerini verdiği üzere Dutch East India Company’nin temettü ödemelerinin “yöneticilerin uygun gördüğü üzere kimi zaman karanfil tanesi üzerinden yapılması” her ne kadar geçmişte kalmış bir uygulama gibi gözüküyor olsa da, de la Vega’nın kaleminden çıkan hikâyenin, son derece düşük seyreden faiz oranlarının piyasaları nasıl da sabun köpüğü misali şişirdiğinden ve iflas bayrağını çekmiş bir şirketin nasıl yeniden yapılandırıldığından bahseden kısımları günümüz piyasalarıyla dikkat çekecek ölçüde benzeşmektedir.
Joseph de la Vega dönemin piyasalarının işleyişini kuru kuruya aktarmak yerine bir tacir, bir filozof ile bir hissedarın arasında geçen konuşmalar üzerinden hikâyeleştirerek anlatma yoluna gitmiştir. Hikâyede yer alan tacir ve filozof, icracı ve düşünürün ilk örnekleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Finansal piyasaların işleyişi karşısında şaşkına dönen bu iki adam meselenin içyüzünü anlamak için bir hissedara danışmaya karar verirler.
Filozof finansal piyasalarda olup bitenlerden pek de bir şey anlamadığını söylediğinde, hissedar benim şu çok beğendiğim finans tanımıyla cevap verir: “Aziz dostum Greybeard, eğer sen Avrupa’nın aynı anda hem en dürüstü ve hem de en düzenbazı, dünyanın hem en asili hem de en kepazesi, yeryüzünün hem en güzeli hem de en adisi olan bu gizemli ticaret hakkında hiçbir şey bilmiyorsan, senin zır cahil bir adam olduğunu söylemek zorundayım. Bu ticari faaliyet, akademik tahsilin ve kusursuz hilekârlığın en mükemmel örneğidir; akıllıların mihenk taşı iken, gözü pek olanların mezartaşıdır, menfaatin hazinesi ve felaketlerin kaynağıdır, velhasıl dinlenmek nedir bilmeyen Sisifus’un ve sürekli olarak dönen bir tekerleğe zincirlenmiş olan İksion’nun mevkidaşıdır.”
De la Vega finansın en iyi ve en kötü taraflarını bir hikâye vasıtasıyla aktarmıştı, onun kaleminden çıkan bu hikâye benim de finansı başka pek çok hikâyede görmeme vesile olmuştu. Kendimi bildim bileli hikâyelerden büyük keyif alsam da iktisatçı olup çıktıktan sonra hikâyelere pek güvenim kalmadı açıkçası. Neyse ki artık hikâyelere yeniden bakacağım.
Hikâyelere geri dönüş yaptıktan kısa bir süre sonra finansa edebiyatta, felsefede, tarihte, hatta popüler kültürde dahi rastlar oldum. Benzerlikleri görmeye başladıktan sonra da kendimi bir türlü durduramadım. Finans ve bu çalışma alanları arasında neden derin bir bağ olduğunu yavaş yavaş kavramaya başladım. Pek çok insan piyasalara, özellikle de finansal piyasalara –bu gibi ortamların insanlığa düşman oldukları düşünüldüğünden olsa gerek– itimat etmez. Kim bilir belki de bu bakış açısıdır işleri asıl karmakarışık eden. Belki de finans, insanlığımızla derinden ilişkilidir.
Alternatif görüşün bir örneği olarak, felsefeci Friedrich Nietzsche görev ve kişisel yükümlülük kavramlarının hepsinin kökeninde “var olan en eski ve en ilkel kişisel ilişki biçiminin satıcı ile alıcı, borç verenle borçlu taraf arasındaki ilişki olduğuna işaret eder. Bu, insanın insanla ilk kez yüz yüze gelmesi, bireyin kendisini bir başka bireyle karşılaştırmasıdır. Ne denli ilkel seviyede olursa olsun benzer bir ilişkiden bir parça olsun bir şeylerin olmadığı ve bunun fark edilebilir olmadığı bir hiçbir medeniyete rastlayamadık. Fiyatı…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) İş Dünyası
- Kitap AdıFinans Bilgeliği - Risk Ve Getiri Dünyasında İnsanlığı Keşfetmek
- Sayfa Sayısı248
- YazarMihir A. Desai
- ISBN9786258026146
- Boyutlar, Kapak13.7 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCEO Plus / 2024