Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Filiz Hiç Üzülmesin – Sabahattin Ali’nin Objektifinden, Kızı Filiz’in Gözünden Bir Yaşam Öyküsü
Filiz Hiç Üzülmesin – Sabahattin Ali’nin Objektifinden, Kızı Filiz’in Gözünden Bir Yaşam Öyküsü

Filiz Hiç Üzülmesin – Sabahattin Ali’nin Objektifinden, Kızı Filiz’in Gözünden Bir Yaşam Öyküsü

Filiz Ali

“… üzülecek bir şey yok. Her şey düzelir, hele Filiz hiç üzülmesin.” Filiz Ali’nin anılarını, babasının eserleri ve mektuplarıyla harmanlayarak kitaplaştırdığı “Filiz Hiç Üzülmesin”,…

“… üzülecek bir şey yok. Her şey düzelir, hele Filiz hiç üzülmesin.”

Filiz Ali’nin anılarını, babasının eserleri ve mektuplarıyla harmanlayarak kitaplaştırdığı “Filiz Hiç Üzülmesin”, sadece bir hayata odaklanmakla kalmıyor, Sabahattin Ali’nin usta fotoğrafçılığına da tanıklık ediyor.

Sabahattin Ali’nin Istıranca Dağları’nda öldürülmeden çok önce, kehanette bulunur gibi kendi sonunu yazdığı dizeleriyle biten “Filiz Hiç Üzülmesin”, edebiyatımızın efsanevi yazarını yattığı yerde de selamlıyor…

“Bir gün kadrim bilinirse

İsmim ağza alınırsa

Yerim soran bulunursa

Benim meskenim dağlardır.”

Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takip ettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak, gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım. Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o “Filiz hiç üzülmesin…” demişti. Ama Denizler asıldığında, Sinanlar, Mahirler öldürüldüğünde çok ağladım, yıllarca gözpınarlarımda babam için biriken gözyaşları durmadan aktı, aktı, aktı… Türkiye’de siyasal cinayetlere kurban giden değerli insanların ne ilki ne de sonuncusuydu babam. Tanrılar kana doymayacaklar mıydı? Babamın ölümü gerçeğiyle ilk kez 19 Haziran 1993 günü yüz yüze geldim.

Sabahattin Ali’ye Kırklarelililer sahip çıkıyordu. Kırklareli’nin köylüsü, kasabalısı, okumuşu, okumamışı, askeri, polisi, eşrafı, fabrikatörü, politikacısı, öğretmeni, öğrencisi, yani kısacası Kırklareli halkı 1992 yılı Haziran ayında başlatılan “Sabahattin Ali Günleri”nde bir araya geliyor, Sabahattin Ali’yi içlerinden biri, ama neredeyse bir “evliya” gibi anıyorlardı. Sabahattin Ali, Kırklareli köylerinin folkloruna çoktan girmiş, bir halk kahramanı, bir efsane olmuştu. 19 Haziran 1993 günü köylülerin kırk beş yıl önce babamın ölüsünü buldukları çatağa gittim. Cesedi bulan çoban hâlâ yaşıyordu ve olayı da kim bilir kaçıncı kez anlatıyordu. Çobanın bulduğu cesedin babamın cesedi olup olmadığı yıllar boyu tartışıldı, durdu. Her neyse, ne; ama benim asıl içimi yakan onun bir mezarının bile olmamasıydı.

Madem “meskeni dağlar”dı Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istiranca ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına “Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır” diye yazdık. O günden beri artık babamı rüyamda görmüyorum ve inanıyorum ki artık ruhu huzura kavuştu ve dağlarda özgürce dolaşıp duruyor. Dedem Cihangirli Ali Selahattin aslen baba tarafından Oflu imiş. Bahriye Alay Emini Oflu Salih Bey ile Çerkes asıllı Saniye Hanım’ın oğlu Ali Selahattin Cihangir’de büyümüş. “Babam İstanbul’un asil ve eski bir ailesinin çocuğu idi. Çok iyi büyütülmüş, terbiye edilmişti. Askerliği o zamanlar en şerefli meslek zanneden ailesi, kendisini Harbiye’ye vermişler ve babam oradan zabit çıkmıştı…

Tam otuz yaşında ve yüzbaşı rütbesindeyken Edirne’nin Eğridere kazasında bulunuyordu. Burada alaydan yetişme bir mülazim olan Mehmet Ali Efendi isminde birisinin bir Rumeli muhaciri olan karısı Hatice ile izdivacından hasıl olan kızını gördü…” Ninem Hüsniye Hanım dedemle evlendiğinde on dört yaşındaymış. Evliliklerinin ilk yıllarında, 25 Şubat 1907’de babam dünyaya gelmiş. Üç buçuk yıl sonra da amcam Fikret doğmuş. O sıralarda dedem, İtalyan ve Balkan savaşlarına, Arnavutluk isyanını bastırmaya gitmiş. Derken Harb-i Umumi (Dünya Savaşı) gelmiş çatmış ve dedem bu kez Divan-1 Harb-i Örfi Reisi (Sıkı Yönetim Mahkemesi Başkanı) olarak Çanakkale’ye tayin edilince, o sırada İstanbul’da Üsküdar’da oturmakta olan ailesini yanına aldırmış. Amcamın anlattıklarına ve babamın Mehpare’ye yazdığı mektuplara bakılırsa ne olmuşsa Çanakkale Savaşı sırasında olmuş. On dört yaşında anne olan ninem, iki ufak çocukla kendini savaşın ortasında bulunca ruhsal dengesini yitirmiş ve iki kez intihara kalkışmış. Bunun üzerine dedem, ninemi ve çocukları Çanakkale’den uzaklaştırmaya karar vermiş. “Çirkince” adlı öyküsünde bu olaya şöyle değiniyor.

Sabahattin Ali: “Çanakkale’de asker olan babamın yanından, Çivril’de asker olan dedemin yanına gidiyorduk… Şimdi düşünüyorum da, o karmaşık devirde, o berbat yolculuk şartları içinde annem gibi beceriksiz bir kadının iki küçük çocukla bu kadar uzun yolculuğa nasıl çıktığına hâlâ şaşıyorum… Cephelerde her gün yüzlerce subayın öldüğü, yüzlerce subay ailesinin memleket içinde perişan kaldığı o günlerde, ‘silah arkadaşları’ arasında, birbirlerinin ailelerini korumak hususunda, yazılmamış hatta konuşulmamış bir mukavele var gibiydi.”* Çanakkale Savaşı’ndan sonra dedem, askerlikten istifa ederek İzmir’e gelmiş. “Babam…

Elindeki bir miktar para ile İzmir’de iş yapmak istedi. Bir tiyatro isticar etti. Karşıyaka’da gazino işletti. Hülâsa işleri iyice idi.”** Tam işlerini yoluna koyacakken bu kez İzmir’i Yunan işgal etmiş. Beş parasız kalınca Edremit’e, ninem Hüsniye Hanım’ın babası Mehmet Ali Efendi ile annesi Hatice Hanım’ın yanına sığınmak zorunda kalmışlar. Dedemle ninemin Edremit’teki yaşamlarını babam hem Kuyucaklı Yusuf romanında hem de “Pazarcı” adlı öyküsünde değişik biçimlerde anlatır. “Tekaüt olduktan sonra karısının memleketi olan Ege Denizi kıyılarındaki bu kasabada ufak bir dükkân açıp tuhafiyecilik yapmak istedi. Pek becerikli idi. Balkan harbinde yaralandıktan sonra da bir kez istifa ederek askerlikten ayrılmış, Üsküdar’da Uncular sokağında ufak bir yağ ve sabun dükkânı açmıştı…” diye başlar “Pazarcı” öyküsü.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi
  • Kitap AdıFiliz Hiç Üzülmesin – Sabahattin Ali’nin Objektifinden, Kızı Filiz’in Gözünden Bir Yaşam Öyküsü
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarFiliz Ali
  • ISBN9789750862960
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Bir Tutkunun Peşinde Carl Ebert – Genç Cumhuriyet’in Tiyatro ve Opera Serüveni ~ Filiz AliBir Tutkunun Peşinde Carl Ebert – Genç Cumhuriyet’in Tiyatro ve Opera Serüveni

    Bir Tutkunun Peşinde Carl Ebert – Genç Cumhuriyet’in Tiyatro ve Opera Serüveni

    Filiz Ali

    Ankara’da bir Musiki ve Temsil Akademisi ve bunun devamı olarak Devlet Tiyatro ve Operası’nı kurmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından davet edilen Carl Ebert,...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur