Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Fenike Miti ve Fenikecilik
Fenike Miti ve Fenikecilik

Fenike Miti ve Fenikecilik

Mehmet Fahri Danış

Fransız Şarkiyatçılar ağırlıkta olmak üzere, 18. yüzyıl sonu ve uzun 19. yüzyıl boyunca bir grup Avrupalı yazarın çalışmaları vasıtasıyla kurulan söylem, “istisnai” bir temsil…

Fransız Şarkiyatçılar ağırlıkta olmak üzere, 18. yüzyıl sonu ve uzun 19. yüzyıl boyunca bir grup Avrupalı yazarın çalışmaları vasıtasıyla kurulan söylem, “istisnai” bir temsil olarak Grand Liban’ı ve modern anlamda bir Lübnan devletini mümkün kılmış, dahası bu temsilden doğan milliyetçi söylem alanı içerisinde Fenikeci hareketi doğurmuştur. Oluşan bu Lübnan temsili, Lübnan’ı Said’in incelediği şekliyle kurulan Şark temsilinden bağımsız, istisnai bir imaj olarak içerir ve Lübnanlıları Fenikelilerin torunu olarak kodlayarak Lübnan’ı “Şark içerisindeki Garp” formunda (yeniden) okur. Modern Lübnan’ı mümkün kılan, Fransız himayesi altında bir Hristiyan yurdu olarak kurumsallaştıran ve Akdeniz üzerinden Avrupa medeniyetinin bir küçük üyesi haline getiren bu söylem; çevresinden yalıtılmış, Arap değil Fenikeli, Müslüman değil Hristiyan ve Ortadoğulu değil Akdenizli bir kültürel yapı öngörür.”

Lübnan’ı; Arap ve Doğulu niteliklerinden soyutlanmış, Akdenizli antik bir medeniyetin varisi, “kozmopolit” ama “Hıristiyan karakterli” bir istisna olarak sunma girişimi, uğruna “şiir yazılabilecek” bir ülke inşa edilmesinin önünü açıyordu. 19. yüzyılda Fransız Şarkiyatçılar, gezginler ve düşünürler Lübnan’ı antik Fenike’nin mirasçısı, Şark içinde korunmuş bir Garp adacığı olarak gördüler ve Lübnanlılara Fransa tarafından “bahşedilecek” bir ülkenin, kadim Fenike geleneğini yeniden yaşatmak anlamına geleceğini düşündüler.

Bu kitap, modern Lübnan fikrini mümkün kılan söylemsel bir geleneğin ve bu geleneğin ürettiği kurucu-mitin detaylı bir analizini sunuyor. Antik Yunan’dan itibaren Batı’nın Fenikelileri ya da Lübnanlıları algılayış ve temsil etme biçimleri üzerinde durarak bunun 19. yüzyıl Şarkiyatçılığı içerisinde belirli yönde bir düşünce pratiğini ürettiğini iddia ediyor. Elinizdeki çalışma; Lamartine, Nerval, Flaubert gibi Şark seyyahlarının eserlerinden Ernest Renan’ın Mission de Phénicie’sine ve Victor Bérard’ın Les Phéniciens et l’Odyssée’sine dek Fransız yazınında Lübnan’ı Fenike’ye eşleştiren söylem biçiminin izini sürüyor. Bu, aynı zamanda Lübnanlı Mârûnîlerle Fransızlar arasındaki, kökenleri Haçlı Seferleri’ne dayanan siyaset-üstü ilişkiyi de önemli hale getiriyor. 20. yüzyılın hemen başında kendilerine “Genç Fenikeliler” diyen bir grup Lübnanlı Hıristiyan’ın edebî ve kültürel faaliyetleri, modern Lübnan’ın çokkültürlü, Batılı, “Fransız” bir siyasal birim olarak teşekkülünü mümkün kılıyor.

İçindekiler

Teşekkür 7
Önsöz 11
giriş
teorik ve tarihsel bağlam
Teorik Bağlam 17
Temsil 22
Temsil ve Göstergebilim 23
Temsil ve Foucault 26
Revize Edilmiş Bir Şarkiyatçılık Yaklaşımı 30
Şarkiyatçılık’ı Temel Almak 30
Şarkiyatçılık’ı Eleştirmek 34
Said, Foucault ve Şarkiyatçılık’ın Postyapısalcı Temelleri 40
“Söylemsellik Kurucuları” 45
Kültür 49
Milli Kültürün Kodlanması 53
Kurucu-Mit 59
Dil(-in standartlaştırılması), Tarih(-ın yazımı), Coğrafya(-nın tahayyülü) 64
Tarihsel Bağlam 70
Çatışan Milliyetçilikler, Bölünmüş Aidiyetler 75
Ortadoğu’da Toprağa Bağlı Milliyetçiliklerin Dinamikleri 82
“Lübnan İstisnacılığı” 90
1
temsilin oluşumu: fenike mitinin avrupa’daki temelleri
Erken Dönem Avrupa’sında Fenike Algısı 100
Antik Yunan, İbrânî ve Roma Kaynakları 101
Orta Çağ Avrupa’sında Erken Şarkiyatçılar 112
Şarkiyatçı Katkı ve Söylemsel Alanın Oluşumu 122
Fenikelilerle İlgilenen Şarkiyatçılar/Gezginler 123
Mısır Seferi, Volney, Sacy ve Description De L’Ègypte 130
19. Yüzyıl Romantik Şarkiyatçıları ve Lübnan Tahayyülleri 137
Söylemsel Alanın Oluşumu ve Dört Fransız 153
Ernest Renan: Söylemin Antropolojisi 154
Élisée Reclus: Söylemin Coğrafyası 164
Victor Bérard: Söylemin Mitolojisi 171
Maurice Barrès: Söylemin Siyaseti 174
2
temsilin sahiplenilişi: fenike mitinin lübnan’a dönüşü
Mârûnî Kilisesi’nin Kimlik Arayışı ve Fenikeliler 185
İçerideki Dışarıdakiler: Misyoner Okullarının Fenike Mitine Katkısı 204
Cizvitler ve St. Joseph Üniversitesi 206
Protestanlar ve Suriye Protestan Koleji 218
Lübnancı Diaspora: Paris, Kahire, New York Hattı 227
Paris 229
Kahire 238
New York 242
3
kültürün kodlanması: manda dönemi lübnanında fenike mitinin kullanımı
Lübnan’da Fransız Varlığının Temellendirilmesi 251
Fransız Kolonyalizminin Teorisi ve Pratiği 259
Teori: Söylemden Pratiğe, Temsilden Kültüre 261
Pratik: Diplomasi, Sınırların Çizilmesi ve İdari Düzenlemeler 267
Kültürel Kodlama Politikaları 279
Eğitim, Okullar ve Resmi Tarihyazımı 284
Arkeoloji ve Müzecilik 294
“Geleneğin İcadı” 299
Genç Fenikeliler 310
Korm, Şîhâ ve La Revue Phénıcıenne 312
Dilin Standartlaştırılması ve Aykırı Bir Fenikeci: Said Akl 325
Sonuç 331
Ekler 335
Kaynakça 363
Dizin 403

önsöz

Bu çalışma, Ortadoğu’daki en kendine has kimlik tahayyüllerinden biri olarak Lübnanlılık ve onun gayet özgün bir tarzda inşasını konu ediniyor. Modern Lübnan kimliği; Lübnanlıların “istisnai” bir kültüre sahip bulunup Arap ya da Suriyeli olmadıkları ve medeniyete katkıları tarihsel olarak kanıtlanmış Fenikelilerin soyundan geldikleri tezi üzerine inşa edilmiştir. Bu iddiayı ifade eden Fenike miti, büyük oranda Avrupalı isimlerin Fenikeliler ve Lübnanlı Hristiyanlar üzerine yaptıkları çalışmalara dayansa da Fenikecilik, 20. yüzyıl başlarından itibaren yerel Lübnanlıların belirli bir kesimi tarafından sahiplenilmiştir. Bu kitapta, bir milliyetçi hareket olarak Fenikeciliğin ortaya çıkışını, Lübnan (ya da Grand Liban) idealinin fikirsel düzeyde inşa edildiği Şarkiyatçılık ile bağlantılı bir söylemin ve bu söylemin sonucu olarak kristalleşen bir temsilin sonucu olarak ele alıyorum. Avrupa’da, çoğunlukla Fransız Şarkiyatçılar tarafından kurulan, çevresindeki kültürel trendlerden (Araplık, Müslümanlık, Ortadoğululuk) tamamen bağımsız bir “istisnai Lübnan” temsilinin önemli parçalarından biri olarak Fenike mitinin, bu Lübnan temsilinden beslenen bir milliyetçi harekete, kültürel inşa faaliyetine ve en nihayetinde bir kimlik tahayyülüne evrildiğini ileri sürüyorum.

Dolayısıyla bu çalışma, Lübnanlılığın kendine has var oluş şeklini tarihsel düzlemde belirli bir yere oturtma iddiasının yanında, milliyetçilik ve kimlik meseleleriyle ilgili alternatif bir kuramsal perspektifi öne çıkartma girişimini de ihtiva ediyor. Kitabın düzeninden bahsetmek gerekirse, çalışmanın iskeletini oluşturan teorik arka plan, “temsil” ve “kültür” kavramları üzerinden ikili bir güzergâh çevresinde şekillenmiştir. Temsil ve onunla bağlantılı olarak söylem kavramlarının, Stuart Hall’un anladığı haliyle kimlik kurucu işlevlerinin öne çıkartılması,1 Batı-dışı coğrafyalardaki ulusal kimliklerin inşasında sömürgeciliğin ve Batılı entelektüellerin oynadıkları özgün rolü temellendirmek için kullanılabilir.

Bu kitapta Edward Said’in Şarkiyatçılık’ı, tam olarak böyle bir soruşturmayı yani Garp’ta üretilen Şark temsilini konu edinmesi bağlamında ele alınmış ve mevcut eleştiriler üzerinden çalışma için verimli olabilecek bir Şarkiyatçılık yorumu oluşturulmaya çalışılmıştır. Ardından söylem ve temsil meselelerini tamamlayacak şekilde, söylemin kimlik ve kültürle irtibatı temellendirilmiştir.

Bunun anlamı, mevzubahis Lübnan temsilinin milli bir kültür öngörmesi ve bu kültürün hangi süreç etrafında kodlandığının, yani mevcut örüntüler bağlamında yapılandırıldığının soruşturulmasıdır. Bir söylem olarak Fenikeciliğin analizinin hangi kuramsal arka planda inceleneceği sorusu, Hall’un “millet anlatısı”nın belli başlı dinamikleri çerçevesinde cevaplanırken,2 kurucu-mit ile milletin dil, tarih ve coğrafya konseptlerinin düzenlenmesi üzerinde durulmuştur.

“Giriş” bölümünün ikinci kısmındaysa, çalışmaya tarihsel bir giriş sunacak ve “Lübnan istisnacılığı” olarak adlandırılan fenomeni temellendirecek şekilde, 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına dek geçen süreçte, Bilâdüşşam’daki kimlik algılamaları ve bunları doğuran milliyetçi fikriyatın çeşitliliğinden bahsedilmiştir. Bu kitabın en temel iddialarından biri; Lübnan fikrinin Şarkiyatçı gelenek içerisindeki belirli isimlerin çalışmalarında kaynak bulduğu ve Grand Liban’ın Fransa tarafından ayrı bir politik birim olarak yaratılmasının da bu Şarkiyatçıların, modern Lübnanlıları Fenikelilerle eşleştirme yönündeki fikirlerinden etkilendiğidir. Bu eşleştirme pratiği ya da Fenike-Lübnan söylemi, 19. yüzyılın ortalarında görünür olur fakat bu söylem biçimini temellendiren, besleyen ve bir anlamda oluşturan derin bir tarihsel arka plan da mevcuttur.

“Temsilin Oluşumu” başlıklı birinci kısımda, öncelikle Lübnan’ı Fenike’ye sabitleyen modern Şarkiyatçı söylemin artalanındaki sütunlar belirlenmiş ve bu söyleme tesir eden önemli isimlerin çalışmaları üzerinde durulmuştur. Antik Yunan, İbrânî ve Roma kaynakları ile Rönesans Şarkiyatçılığı içerisindeki belli başlı isimlerin Fenikelilerle ilgili bildirdikleri görüşler, 19. yüzyılda Cebel-i Lübnan’a giden ya da bölgeyle bir şekilde ilgilenen Şarkiyatçıların zihin dünyalarını fazlasıyla etkilemiştir.

Nitekim Chateaubriand, Lamartine, Nerval ve Flaubert gibi Şark seyyahlarının yazıları incelendiğinde, bu romantik Şarkiyatçıların daha Doğu’ya gitmeden orayı “bildikleri”, kendi kültürel çevrelerinde tecrübe ettikleri ve bu fantastik imajların kendi oluşturdukları “hayalî Doğu”yu da şekillendirdiği görülür. Lübnan’ı modern bir Fenike şeklinde görmenin ve aynı zamanda kurmanın fikrî miladı, bu kitapta, 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa entelektüel hayatında önemli roller oynamış dört Fransız ismin çalışmalarına dayandırılıyor: Ernest Renan, Élisée Reclus, Victor Bérard ve Maurice Barrès. Her biri farklı işlerle uğraşıp farklı dünya görüşlerine sahip olmakla birlikte, bu dört isim de Cebel-i Lübnan’ın kültürel orijinalliğine dikkat çekmiş ve en önemlisi bölgenin Fenike geçmişini vurgulayarak mevzubahis eşleştirme pratiğini mümkün kılmıştır.

Çalışma içerisinde Foucault ve Said’den ödünç alınan “yazar” ve “söylemsellik kurucusu” yaklaşımları çerçevesinde bu dört isim, Lübnan’ı Fenike’ye sabitleyen “söylemsel saha”nın kurucusu olarak incelenmiştir. Bu kitabın en önemli amaçlarından biri de Ortadoğu’daki mevcut ulus-devletlerin salt Batı sömürgeciliği ve inisiyatifine dayandığı yönündeki “genellemeci” ve “yüzeysel” bakış açısına bir eleştiri getirmektir. Arap Ortadoğusu, I. Dünya Savaşı sonrasında emperyalist pazarlıklar neticesinde sınırları çizilen bir dizi devlete bölünmüştür ve bu Avrupa müdahalesinin bölgenin geleceğini istikrarsızlığa sürükleyen sorunların temelini oluşturduğu fikri kesinlikle doğrudur. Fakat bu –özellikle Suriye, Lübnan ve Filistin bağlamında– Ortadoğu’daki her ülkenin tarihsel ve coğrafi olarak tamamen temelsiz olduğu, adeta topraktan biter gibi “yapay” bir şekilde yaratıldığı anlamına gelmez.

Çalışmanın “Temsilin Sahiplenilişi” başlıklı ikinci bölümünde ortaya koyulduğu üzere, Lübnan’ın çevresinden farklı, kendine has bir tarzda mevcudiyetini sağlayacak bir dizi faktör anlaşılmadan, Lübnan tecrübesini tanımlamak mümkün değildir. Mârûnî Kilisesi’nin uzun yıllardır mevcudiyeti, Lübnan’da günümüzde bile varlığını sürdüren güçlü feodal yapı, bölgedeki özerk yönetim geleneği, Beyrut’taki misyoner okulları ve buralardan yetişen “istisnai Lübnan” fikrini benimsemiş Lübnanlılar, Grand Liban’ın Suriye’den ayrı bir şekilde teşekkül ettirilmesinin temelindeki yerel faktörleri oluştururlar. Bu bakımdan Lübnan’ın, örneğin bölgedeki Ürdün ya da Irak gibi tamamıyla “yapay” siyasi birimlerden farkını vurgulamak ve en önemlisi bu iç dinamiklerin Fransız inisiyatifiyle olan tarihsel ilişkisinin altını çizmek son derece mühimdir. Kitabın son bölümü, “Kültürün Kodlanması” başlığını taşıyor ve “Temsilin Oluşumu” ile “Sahiplenilişi” bölümlerinde oluşturulan fikrî güzergâhın varış noktasını, pratikteki karşılığını ifade ediyor.

Bu doğrultuda Fransız kolonyalizminin kendine özgü karakteristik nitelikleri ve Ortadoğu bağlamında çalışma şekli üzerinde durulurken, Lübnan özelinde sömürgeci ile sömürgeleştirilen arasındaki kendine özgü ilişki biçimi de sorunsallaştırılıyor. Bizzat Mârûnîlerin kendisi tarafından oluşturulan ve tarihsel olmaktan ziyade “mitik” birtakım özellikleri haiz bu ilişki, Lübnan ile Fransa arasındaki bağın “siyaset-üstü” niteliğini ön plana çıkartır.

Zaten Fenike mitinin en kullanışlı çıktılarından biri de Fenikelilerin ve dolayısıyla onların soyundan gelen modern Lübnanlıların, “ırklar hiyerarşisi”nde aşağılarda yer alan Arapların aksine, medeniyete katkıda bulunmuş Akdenizli bir kavim oldukları önermesidir. Fransız kimliğinin de barındırdığı bu Akdenizlilik vurgusu, Fransızların Fenikeliler ve Lübnanlılarla kurdukları “siyaset-üstü” ilişki biçiminin temel dayanaklarından biridir.

Lübnan’ın tamamıyla Fransız bir entite olarak kurulması fakat Cebel-i Lübnan sınırlarının yaklaşık iki katına çıkartılarak yaratılan Grand Liban’ın Müslüman nüfusunun sayısının Hristiyan nüfusla neredeyse aynı orana sahip olması, manda dönemindeki kültürel politikaların işlevsizliğini ortaya koyar. Bir ulus-devlete kendine özgü orijinal karakteri katan kültürel yapı, tabiatı gereği o ulus-devletin vatandaşlarının –en azından çoğunluğunun– benimseyebileceği göstergeler içermelidir.

Bayrak, milli marş, paraların üzerindeki semboller, pullar ya da gündelik hayatın içinde çoğu zaman fark etmeden karşılaşılan diğer kültürel göstergeler, Lübnan özelinde tamamen kültürün temeli olan Fenike miti merkezinde oluşturulmuştur. Kitabın son bölümünde görsel örnekler üzerinden, Lübnan’a ait kültürel göstergelerin Fenike geçmişiyle olan bağlantısı detaylı bir şekilde ortaya koyuluyor. Fenike mitinin, “Genç Fenikeliler” grubunun detaylı bir şekilde incelendiği alt bölümde görüldüğü gibi, sosyo-ekonomik olarak Lübnan toplumunun en üstünde bulunan dar bir Hristiyan kesim haricinde yaygınlık kazanamaması, mezhepsel aidiyetlerin üstünde kapsayıcı bir Lübnanlılık kimliğinin oluşturulamamasının en temel sebeplerinden biridir.

Son olarak biçimsel birkaç hususu belirtmemde fayda var. Özel isimlerde bütünlüğü sağlamak adına TDV İslam Ansiklopedisi’ndeki kullanımları esas aldım. İslam Ansiklopedisi’nde yer almayan özel adlar söz konusu olduğunda, transkripsiyon kurallarına sadık kalarak Türkçeleştirme yoluna gittim. Örneğin Hourani yerine Havrânî, Chiha yerine Şîhâ ya da Cheikho yerine Şeyho olarak kullandım. İlk geçtikleri yerlerde İngilizce ya da Fransızca literatürde adları belirli şekilde sabitlenmiş bu isimlerin o dillerdeki kullanımlarını da parantez içerisinde verdim. Ayrıca mekân ya da şehir isimlerini de Türkçeleştirdim. Byblos, Tyre, Sidon gibi Fenike-Lübnan kentlerini bugünkü bilinen adlarıyla Biblos (veya Cübeyl), Sur ve Sayda şeklinde kullandım. Lübnan ve Suriye’nin manda dönemlerindeki adları olarak Grand Liban ve Grand Syrie’nin Fransız karakterlerini vurgulamak adına bunları Fransızca olarak bırakmayı tercih ettim. Çalışmada geçen özel adlar ve terimler için, kitabın en sonuna bir dizin bölümü ekledim.

giriş
teorik ve tarihsel bağlam

Gerçek dünyanın temsilini kabul etme tarzımız, kurmaca bir kitabın temsil ettiği olası dünyanın temsilini kabul etme tarzımızdan farklı değildir.1 Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti

teorik bağlam 

Belirli bir tarihsel süreci veya o süreç içerisindeki herhangi bir olayı, kişiyi, kurumu ya da yapıyı “çalışmak”, akademik anlamda hayli popüler bir soru üzerine düşünmeyi gerektirir: Çalışmanın arkasını yasladığı teori neye göre seçilir, çalışmanın cevap aradığı sorular üzerinde yoğunlaşmak için uygun mudur ve neden şu teori değil de bu teori seçilmiştir? Hele ki söz konusu çalışma “ham” bir tarih metni değil de kökleri siyaset bilimi ile sosyoloji arasında bir yerlerde biten “melez” bir girişimin ürünüyse, bu soru daha da anlamlı bir hal alır. Dolayısıyla çalışmaya başlamadan önce, kurgulanan teorik arka planla ilgili kısa bir girizgâh yapmak faydalı olacaktır.

Ünlü milliyetçilik kuramcısı John Breuilly’nin belirttiği gibi: “Eğer siyasi olarak sonuç doğuracak önemi haiz olmasalardı, milliyetçi ideolojileri ve onları destekleyen mitleri inceleyecek entelektüellerin çalışmaları oldukça azalırdı.”2 Başlangıçta oldukça basit bir gözleme dayanıyormuş gibi gözüken bu çıkarım, esasında son derece önemli bir noktaya dikkat çeker. Herhangi bir milliyetçi hareketi çözümlemeyi hedefleyen bilimsel bir çalışma, en temelde o milliyetçi hareketin siyasal anlamda belirgin rolü olan özgün bir yanının olduğu prensibini ön kabul olarak alır. Bu çalışma, tam olarak böyle bir “özgün yan”a sahip olduğu düşünülen, oldukça kendine has ve karakteristik bir milliyetçi hareket olarak Fenikeciliği ele alırken, onun Arap Ortadoğusu’ndaki diğer milliyetçiliklere tezat oluşturacak bir biçimde sahip olduğu istisnai yapıya dikkat çekme iddiasındadır. Şüphesiz ki milliyetçiliklerin ortak noktalarından biri milli topluluğu (yani milleti) geçmişteki atalarıyla, özellikle “üstün” atalarıyla irtibatlandırmaktır. Fenikecilik de her şeyden önce böyle bir irtibatlandırma girişiminin ürünüdür fakat birçok açıdan alabildiğine orijinaldir. Osmanlı sonrası Ortadoğu’da Batılı güçlerce yapılandırılan genç ulus-devletlerin erken tarihine üstünkörü bir bakış bile bu yargıyı doğrular. Irak, Ürdün veya Filistin gibi daha “yapay” birimler bir kenara, Suriye ve Mısır’la kıyaslandığında dahi Lübnan, Fenikecilik vasıtasıyla tasarlanan mitsel bir idealin, milliyetçi bir tahayyülün ürünü olması hasebiyle diğerlerinden ayrı bir ilgiyi hak eder.

Pek tabii bu çıkarım, Ortadoğu araştırmacıları arasında da kabul görmüş ve literatüre bakıldığında Lübnan’ın milliyetçilikle, daha doğrusu milliyetçiliklerle olan bu yakın ilgisi pek çok yetkin çalışmanın ana konusunu teşkil etmiştir. Fakat mevcut çalışmalar, hatta Lübnan Hristiyanları arasında harcı atılan Arap milliyetçiliğinin seküler versiyonunu araştıranlar ya da daha “popüler” bir hareket olarak Suriye milliyetçiliğinin Lübnan’daki temelleriyle ilgili olanlar da değil, doğrudan Lübnan milliyetçiliğiyle uğraşanlar bile, ortak bir belirsizliği paylaşır gibidir: Söz konusu çalışmaların kahir ekseriyeti sade siyasal tarih metinleridir ve bazı incelikli yazarların ortaya koydukları hariç,3 aynı anlatının tekrarlayıcısı olmaktan öteye geçemezler. Bu çalışma Lübnan milliyetçiliğinin kendine has formu olarak Fenikeci düşüncenin oluşumunu ve siyasi bir harekete temel teşkil edişini ortaya koymayı hedeflerken, makul olduğu düşünülen birtakım sebeplerle özgün bir teorik çerçeve üzerinde şekillendi. Her şeyden önce ele alınan fenomen, bir milliyetçi hareket fakat çalışmada milliyetçilik kuramlarından herhangi biri “tam anlamıyla” temel kabul edilmiyor. Birkaç on yıldır perennializmin ve primordializmin literatür içerisindeki meşruiyetlerinin pek de haksız olmayan sebeplerle alaşağı edilmiş olması bir yana, modernist/inşacı kuramın genelleyici büyük anlatıları, her özgül örnek için aynı kavram setlerini kullanmayı olanaksız hale getiriyor.

Kısaca ifade etmek gerekirse, inşacılığın temel tezi, milliyetçiliklerin milletlerden önce geldiği inancı, tarihsel ve sosyolojik gösterenlere şöyle bir bakıldığında yadsınamayacak bir gerçeği ifade ediyor. Fakat modernist teori üzerinde yükselen metinler, milletin milliyetçilik vasıtasıyla nasıl inşa edildiğinin tam teşekküllü bir açıklamasını yapmaktansa bu ön kabul üzerinden belirli kalıplara dayanan ve daha da kötüsü aynı kalıba uymayan pek çok örneğin yan yana getirildiği çalışmalara dönüşmüş gibi gözüküyor. Bu, bir anlamda böyle bir çalışma için modernist kuramın kullanımının, “işin kolayına kaçmak” anlamına gelmesi oluyor. Ayrıca Gellner ve Hobsbawm’ın kuramları Avrupa-merkezci düşüncenin katıksız birer ürünü olarak millet ve milliyetçiliğin temeline Avrupa’nın kendi siyasal-kültürel gelişmelerini yerleştirirler ve Anderson sömürgelerdeki criollo’lar üzerinden tezini şekillendirse de onun da odak noktasında Avrupa vardır. Sami Zubaida’nın Irak örneği üzerinden başarıyla gösterdiği gibi “Ortadoğu’da (da) milleti devlet yaratır.”4 Fakat modernist tezlerin gözden kaçırdığı faktör, daha doğrusu onların büyük teorileri ile uyumsuz olan nokta; modernlik kavramının dünyanın her yerinde Avrupa’daki kronolojik doğrultuda seyretmemesi ve bununla uyumlu olarak Ortadoğu’da milletin tam olarak “modern” sayılabilecek bir dönemde ortaya çıkmamasıdır.

Daha da önemlisi Ortadoğu’daki milletlerin temel kompozisyonlarının Avrupa’daki muadillerinin aksine, (en seküler örneklerde dahi) dinî kimlik ile etnik kimliğin belirsiz bir sentezine dayanması da başta Gellner gibi “milletin diğer kimlikleri ortadan kaldırdığını” savunan modernist tezlerle büyük bir tezat oluşturur.

Fenikecilik örneğinde görüleceği üzere seküler bir kimlik tahayyülü olarak Fenike-Lübnan karakterinin Mârûnî Kilisesi ve daha da genelde Latin-Katolik gelenekle irtibatı, bu durumu kanıtlar niteliktedir. Kısacası inşacı tezlerin üçüncü dünyada kullanımı hayli sıkıntılı örnekler doğurur.5 Bununla beraber Anthony Smith’in etnosembolist kuramı, Fenikecilik ve Lübnan örneği için daha uygun bir kapsam sunar gibi gözükür. Bizatihi Smith’in kendisi, Mârûnîleri bir ethnie, yani millet öncesi aidiyet biçimi olarak görür.6 Ayrıca Smith’i takiben Fenikeci hareket için bir arka plan oluşturulmak istense, onun Fenike ethniesi olarak tanımladığı (ve antik sonrası dönemde “çözülen”) kimliğin modern dönemde tekrar ihyâ edilmesi çabaları üzerinden bir söylem oluşturmak da mümkün olabilir.

7 Fakat etnosembolizmin teorik açıdan tutarsızlığı bir yana, Smith’in kuramının Fenikecilik örneğinde kullanılmasının yaratacağı başlıca sorun, Kaufman’ın da dikkat çektiği üzere, “dinamik, çok yönlü ve hatta bazen icat edilmiş” bir kimlik olarak Mârûnîliği (diğer tüm ethnie örnekleri gibi) donuk ve stabil bir aidiyet olarak ele almak gerekeceğidir.

8 Ayrıca çalışmanın ilerleyen kısımlarında detaylandırılacağı üzere, antik dönemde dahi kendisini oluşturan şehirlerin kültürel sınırlarının ötesinde, birleştirici ve tek bir Fenike kimliğinin (dolayısıyla Smith’in söyleyeceği tarzda “Fenike ethniesi”nin) mevcudiyeti, oldukça sorunludur. Dolayısıyla Smith’in teorisinin kabulü, pek çok sorunu beraberinde getirir ve her şeyden önemlisi bu çalışmanın ana amaçlarından biri olan modern Lübnan kimliğinin Şarkiyatçı söylem üzerinden kurgulanan dinamik yapısını göz ardı eder. Fenikeciliğin asıl mesajı, yani bugünün Lübnanlılarının Fenikelilerin soyundan geldiği tezi düşünüldüğünde, bunun en temelde siyasal-kültürel temelleri haiz bir inşa faaliyeti olduğu son derece açık. Fakat bu çalışmanın yapmaya çalıştığı şey, bir adım daha atarak tam olarak bu inşa sürecinin temel dinamiklerini ortaya koymak. Dolayısıyla modernist kuram düşünürlerinin teorilerindeki bazı önemli kavramsallaştırmalara zaman zaman başvurmakla beraber, çalışmanın temelindeki kavramlardan biri, bu dinamikleri doğrudan belirlediği düşünülen kültür oldu. Kültür kavramı, siyaset bilimi, tarih hatta sosyoloji çalışmalarında genellikle “korkutucu” bir tınıya sahiptir.

Kavramın antropoloji disiplini içerisindeki kullanımının sosyal bilimler alanının geri kalanına tesir etmesinin de etkisiyle kültür, zamanla “ilksel”, “öze ait olan” dolayısıyla da modernist teorilerin temel argümanlarına karşı çıkışı ifade eden bir yaklaşımla ele alınmaya başlanır. Oysa kültür, bir modus operandi olarak düşünüldüğünde, her türlü topluluğun (illa ki ilkel olması gerekmez) kendine has toplumsal pratiklerinin ve beğeni yargılarının belirleyicisi, “hayatlarının gerçek rengi”ni ifade eden bir bütünü ifade eder. Milliyetçilik üzerine düşünürken kültürden bahsedilmemesi, en hafif tabirle eksik bir çalışmanın ortaya konulması anlamına gelir. Üstelik kültür, pek çok zaman bu şekilde ele alınmasa da, en az millet kadar inşa edilebilir nitelikte bir fenomendir. Hatta bu çalışmada da iddia edileceği üzere milliyetçiliklerin çalışma tarzı, bir milletin inşasından önce ona ait kültürel yapının, yani milli kültürün inşasına, bu çalışmada öne sürüldüğü üzere “kodlanmasına”, dayanır. Bu esas, yani milliyetçiliği kültürün temelinde olduğu bir perspektiften ele alma fikri, şüphesiz ki benzersiz değildir ve literatürdeki ana eğilimlerden biri olmasa da pek çok nitelikli çalışmanın öne sürdüğü bir yaklaşımdır.

Öte yandan bu, milliyetçiliğin milli kültürü inşası ve böylece millet denen topluluğun tahayyülü, evrensel bir prensiptir. Lübnan’da olduğu kadar İngiltere ya da Japonya örnekleri üzerinden de mevzubahis perspektif esas alınarak milletleşme sürecinin açıklanabileceğini iddia eder. Fakat Fenikecilik ya da daha genelde Batı’ya ait olmayan herhangi bir siyasal-toplumsal hareket söz konusu olduğunda, daha temel ve epistemolojik bir problem baş gösterir. Bu problem, Batı’nın Doğu üzerinde birkaç asırdır kurduğu kültürel ve politik hâkimiyet koşullarını göz önünde bulundurmayı zorunlu kılar ve Lübnan ile Fenikecilik özelinde sömürgeciliği, ayrıca da Fransa’nın bölgeyle olan çok eski ilişkilerini ön plana çıkartmayı gerektirir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Tarih
  • Kitap AdıFenike Miti ve Fenikecilik
  • Sayfa Sayısı424
  • Yazar Mehmet Fahri Danış
  • ISBN9786256647107
  • Boyutlar, Kapak15 x 24 cm, Karton Kapak
  • YayıneviVakıfbank Kültür Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur