Felatun Bey ile Rakım Efendi bir İstanbul romanıdır. Felatun Bey’in kişiliğinde Batı hayranı bir mirasyedi canlandırılmıştır. Rakım Efendi, kendini yetiştirmesini bilen, hem Doğu hem Batı kültürünü özümsemiş, kendi el emeği ile geçinen, ailesine bağlı bir kahraman tipidir. Romanda bu iki tip karşılaştırılırken mekân olarak İstanbul’un Beyoğlu, Salıpazarı ve Kâğıthane semtleri seçilmiştir. Romanda konunun geçtiği dönemde esirlik düzeni varlığını sürdürmektedir.
Yazar sürekli olarak romanın içindedir ve okurla konuşur. Bu durum Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinin bir özelliğidir denilebilir.
*
Biraz da Bugünkü Ahvale Bakalımı
Birinci Bab
Felatun Bey’i tanıyor musunuz? Hani şu Mustafa Merakî Efendizade Felatun Bey. Galiba tanıyamadınız. Fakat tanınacak bir çocuktur.
Mustafa Merakî Efendi, Tophane’nin Beyoğlu’na civarca bir mahallesinde oturur. Mahallesinin semtini haber vermek olmaz. Semtini anladınız ya. Bu kadarıyla iktifa ediniz.
Kendisi kırk beşlik bir adamdır. Fakat babası, bir çocuk genç evlendirirlerse yüzü gözü açılmadan dünya evine girmiş olacağından ırz ve edebini güzel muhafaza eder efkârında [düşüncesinde] olmasıyla Mustafa Merakî Efendi’yi on altı yaşında iken evlendirmişti. Bu sebebe mebniydi [dayanıyordu] ki Mustafa Meraki Efendi henüz kırk beş yaşında olduğu halde yirmi yedi yaşında bir oğlu bulunup o dahi Felatun Bey’dir. Fakat Mustafa Meraki Efendi’nin evladı yalnız Felatun Bey’den ibaret değildir. Bir de kızı vardır ki ismi Mihriban Hanım’dır. Mustafa Merakî Efendi kırk beş yaşında olduğu zaman bu kız on beş yaşındaydı.
İnsanın kırk beş yaşında iken böyle yirmi yedi yaşında bir oğul ile on beş yaşında bir kıza malik olması ne büyük saadettir! Lakin size derhal şunu da ihtar edelim [hatırlatalım] ki böyle saadet ekseriya babalara mahsus olup valideler için bu saadet musibet addolunur. Nasıl ki Mustafa Merakî Efendi’nin zevcesi için dahi öyle olmuştu. Zira Mustafa Merakî Efendi on altı yaşında iken pederi tarafından on iki yaşında bir kız ile tezvic edilmişti [evlendirilmişti]. Öyle ya; karının kocasından dört beş yaş küçük olması lazım gelmez mi? Vakia [gerçi] on iki yaşındaki kızcağız on beş yaşında dünyaya çocuk getirdi. Ancak ondan sonra kaç defa gebe kaldıysa da çocuğunu rahminde barındıramayıp düşürürdü. Hekimler işin aslını tedkik etmediklerinden hanımın rahminde tedavi ve tamiri nakabil [imkânsız] bir ihtilal [bozukluk] olduğuna hükmederek el çektiler. İş ebelere kaldı. Onlar sargılarla filanlarla Mihriban Hanımı düşürtmeyip muhafaza edebildilerse de biçare validesi bu kızı doğurduktan sonra lohusa yatağında iken şehîden [şehit olarak] vefat eyledi.
Mevla rahmet eylesin. Böyle şeyler olağandır. Başka ne yapalım ya? Mustafa Merakî Efendi zevcesinden ayrıldığı zaman elinde on üç yaşında bir oğul ile kundakta bir kız bıraktığından bir müddet zaruri teehhül edemedi [evlenemedi]. Halbuki asr-1 ahîrin [son asrın] terakkiyat-ı medeniyesi [medeni gelişmeleri] İstanbul’da bir adamın bekâr olarak yaşayabilmesine müsait olduğundan bir müddet bekâr kaldıktan sonra Mustafa Merakî Efendi bir daha teehhüle dahi lüzum göremedi. Kızına dayelik [dadılık] etmek için geçkince cariye alıp o cariye çocuklara bakar, bir ihtiyarca Rum karısı yukarı hizmetini görür, bir de Ermeni karısı aşçılık ederdi.
Nasıl? Hanesinin idare-yi dahiliyesini [iç idaresini] garipçe mi gördünüz? Bizim Mustafa Merakî Efendi alafrangamesrep bir adamdı. Hem de hangi alafrangameşreplerden bilir misiniz? Hani ya bundan on beş yirmi sene evvel İstanbul’da alafrangameşrepler yok muydu? İşte onlardan. Hali vakti pek yolunda hem de ziyadece yolunda olduğundan kendisi zaten Üsküdarlı olduğu ve orada güzel konağı, bağı bahçesi dahi bulunduğu halde mücerred [sırf] alafranga yani rahat yaşamak için cümlesini ucuza pahalıya bakmayarak satıp gelmiş, Tophane’nin Beyoğlu’na civar bir mahallesinde müceddeden [yeniden] güzel bir hane inşa ettirip sakin olmuştu. Alafrangaya olan merakın derecesini şundan anlayınız ki hane mutlaka alafranga olmak için kâgir olarak yaptırılmıştı. Şimdi böyle bir semtte böyle bir hanede bu kadar alafranga olan bir adam artık hanesine Arap çorap doldurur mu? Bâhusus ki [hele hele] aralıkta bir alafranga dostları dahi gelmekte olduğundan bunlar meyanında hizmet etmek için Rum ve Ermeni hizmetçilere ihtiyacı derkârdır [ortadadır].
Bizim asıl maksadımız Felatun Bey’i haber vermek yani erbab-ı mütalaaya [okurlara] tanıtmak olduğuna göre pederi Mustafa Merakî Efendi hakkında böyle malumat-1 atîka [eski bilgiler] vermeye lüzum yoktur zannetmeyiniz. Felatun Bey’i güzelce tanımak için kendisinin menşeini görmek elbette lazımdır. Böyle bir menşeden neşet eden [gelen] zatın hal ve tavrı daha kolay anlaşılabilir.
Felatun Bey’in çocukluk zamanını nasıl geçirmiş olduğunu anlatmak için tafsile [ayrıntıya] ihtiyacımız yoktur. Mustafa Merakî Efendi kemal derece alaturkalıktan yine kemal derece alafrangalığa birdenbire sıçramış bir adam olduğu ve bu tahavvül [değişim] ise yalnız kendi telezzüzat-ı maddiye ve maneviyesi [maddi manevi zevkleri] o yüzden hasıl olmaktan neşet eylediği cihetle [için] böyle bir adamın hem de öksüz kalan evladın nasıl bir terbiye altında büyüyeceğini her kim düşünse böyle bilir. Vakıa çocuk mekteb-i rüşdiyeye verilmiş olduğundan her gün çantası elinde gider gelirdi. Bundan başka bir de Fransız hocası vardı ki haftada iki defa gelir giderdi. Lakin Mustafa Merakî Efendi öyle tahsil görmüş bir adam olmadığı gibi çocuğunun tahsiline nezarete dahi vakti olmadığından oğlunun mektebe gidip gelmesini ve Fransız hocasının dahi eve gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için kâfi görürdü.
Oğlunun gördüğü terbiye bu yolda olduktan sonra kızının terbiyesinin ne halde kaldığını da istihrac edebilirsiniz [çıkarabilirsiniz].
Fakat şunu da ihtardan geri durmayalım ki bu çocukların giyinip kuşanması elhak [hakikaten] söz götürmezdi. Beyoğlu’nda çocuk kisvesi [giyimi] olarak her ne ki moda olmak üzere şüyu bulur [yayılır] idiyse Merakî Efendi cümleden evvel onu alıp çocuklarına giydirmeye mecburdu.
Ha, bak biz şunu ihtar etmeyi unuttuk. Bizim Mustafa Merakî Efendi’nin ismi yalnızca Mustafa Efendi’dir. Merakî lakabı kendisine sonradan verilmiştir. Zira bu adamın bazı garaib-i ahvali [tuhaf halleri] olup mesela kendi hanesinde mükemmel taamı [yemeği] dururken bazı akşamlar gidip Beyoğlu’nda bir bakkal dükkânında çiroz ve zeytin gibi şeylerle akşam taamı etmesine ahbabı itiraz ettikçe “Ne yapalım merakımdır” ve mesela bazı geceler Naum’un tiyatrosuna bedel [yerine] Elmadağı’nda balıkçı ve kuşbaz takımının gittikleri yerlere gitmesine bir mana veremeyenlere “Merak bu ya” gibi mukabelelerde bulunduğundan “Merakımdır”, “Merak bu ya”, “Merakima dokundu”, “Merakıma elvermez” sözleri kendisine Merakî lakabını i̇’tâya [takmaya] sebep olmuştu.
Buraya kadar söylediğimiz sözlerden bizim Felatun Bey’in evâil-i hali [başlangıçtaki hali] hakkında alınacak malumatla peyda edilecek fikir kâfidir. Şimdi nazarlarımızı [gözlerimizi] Mustafa Meraki Efendi’nin kırk beş yaşında bulunduğu zaman oğlu Felatun Bey’in yirmi yedi ve kızı Mihriban Hanım’ın dahi on dört yaşlarındaki hallerine atfedelim.
Bu esnada Felatun Bey büyücek kalemlerin [devlet dairelerinin] birisinde memurdu. Lakin hani kalemlerde bazı efendiler vardır ki elhak ileride devletinin en büyük makamatını [makamlarını] tutabilmek tedarikatıyla [hazırlıklarıyla] kâtiplik zamanını gece gündüz çalışmak ve içinde bulunduğu dairenin değil, belki devletin kâffe-yi şuebat-1 umûruna [her alandaki işlerine] vukufunu şamil etmek için iğne iplik olarak bezl-i himmet eder [çalışır çabalar]. Böyle erbab-ı gayreti [gayretlileri] tanırsınız ya. Bizim Felatun Beyefendi bunlardan değildi. Nesine lazım? Ayda lâekal [en az] yirmi bin kuruş îradı [geliri] olan bir babanın bir tek oğlu olup kendisi ise muhakemat-1 feylesofanesini [filozofça muhakemelerini] gerçekten Eflatunlardan daha dakik bulmaya âlemde yirmi bin kuruş îradı olan adamın başka hiçbir şeye ihtiyacı kalmayacağına hükmetmiş ve fazl u [fazilet ve] kemalini ise kendisi beğenmiş olduğundan cuma günü mutlaka bir seyir mahalline gidip cumartesi ise dünkü yorgunluğu çıkarır ve pazar günü seyir mahalleri daha alafranga olduğundan gitmezlik edemez. Pazarın yorgunluğunu dahi pazartesi çıkarır. Salı günü kaleme gitmeye hazırlanırsa da havayı muvafik görünce Beyoğlu’nun bazı ziyaret mahallerini, baba dostlarını, ahibbayı [eş dostu] vesaireyi ziyaret arzusu o günü dahi tatil ettirir. Çarşamba günü kaleme gidecek olursa saat altıdan1 dokuza kadar olan vakti ancak o haftanın vukuatını hikâyeye bulabilip akşam için mutlaka iki dalkavukla gelir. Bunlar dahi kendisi gibi genç olacaklardır ve bâhusus Felatun Beyefendi Beyoğlu’nda oturmak münasebetiyle ahbabını alafranga bir yolda eğlendirmek lazım geleceğinden perşembe gecesini alafranga eğlence mahallerinde geçirir. O gece sabahlandığı cihetle [için] perşembe günü akşama kadar uyunur. Nihayet yine cuma gelir ve işte şu bir haftalık meşguliyet nasılsa diğer haftaların meşguliyetleri dahi yine nev’uma [bir bakıma] onu andırır.
Ya böyle haftada üç saat kaleme giderek onu da nakl-i hikâyatla [hikâye anlatarak] geçiren bir delikanlı ne öğrenebilir?
Nasıl ne öğrenebilir? İşte Felatun Bey öğrenmiş ya. Yazısı var, okuması var, Fransızcası var, zeki, fatin [kavrayışlı], cerbezeli, hususiyle ayda babasının yirmi bin kuruş da îradı var. Dünyada bir adamın öğreneceği daha ne kaldı?
Bak, Allah için söyleyelim. Felatun Bey’in matbuat-1 cedîdeye [yeni yayınlara] merakı pek ziyadedir. “Canım şöyle bir hikâye basılmış” dediler mi Felatun Bey için “Onu görmedim” demek muhaldi [imkânsızdı]. Hangi kitap çıkarsa çıksın satıcılardan kendisine daima kitap getirmeye alışmış olan müvezzi [dağıtıcı] en evvel Felatun Bey’in kitabını götürüp Beyoğlu’nda mücellit Hel’e teslim eder ve o dahi âlâ alafranga olarak bitteclid [ciltleyerek] arkasına altın yaldız ile A ve P harflerini dahi bastıktan sonra getirip Felatun Bey’in uşağına verir ve akşam Bey geldikde [gelince] kitabı görüp gayet muntazam kütüphanesine vaz ederdi [yerleştirirdi].
Fransızca bu iki harfi tanırsınız ya. Birisi A, birisi P harfleridir. Evvelkisi Ahmet Felatun Bey’in isminin ilk harfi ve ikincisi Felatun lafzının Fransızcası olan Platon kelimesinin birinci harfidir. Alafrangada bir adamın isminin yahut isimlerinin böyle ilk harfi yahut harfleri konulmak vardır ki buna o adamın “markası” denilir.
Meramımız burada Felatun Bey’i zemmetmek [kötülemek] olmayıp kendi hali ve tavrını erbab-ı mütalaaya [okurlara] lâyıkıyla tanıtmaktır. Binaenaleyh şunu da ilave edelim ki bizim Felatun Bey bu kadar zengin olduğuna ve kendi hakkında hüsn-i itimadı [güveni] yani istilah-i avamca [halk diliyle] kibri dahi berkemal [üst düzeyde] bulunduğuna göre tavrından, azametinden geçilmemek lazım gelir ise de Felatun Bey’in hali bunun aksineydi. Alafrangalık hali malum ya. İnsan, herkesin tevazu göstermeye, herkesin yüzüne gülmeye mecburdur. Hatta bazı kere Felatun Bey’in yanında bulunan uşağı, kendi beyini bir adam ile gayet tatlı, nazikâne ve tazimkârane [saygılı] konuşuyor gördükde [görünce] “Bu efendi bizim beyin pek dostu olmalıdır” itikadına düşerdi. Lakin o adamdan ayrıldıktan sonra beyefendinin hiddetinden çıldırmak derecesine geldiği ve hatta sövüp saydığını görünce ve işitince uşak şaştığından düşüneceğini dahi bilemezdi. Vakia efkâr-1 atîka erbabını [eski kafalıları] arkasından sövüp sayacağı bir adamın yüzüne karşı böyle nezaket göstermeyi kendilerinin dava eyledikleri mertliğe muvafık bulamazlar ise de alafranga olanlar dahi mertlik adeta hamakattan [ahmaklıktan] ibarettir diye hükmederler.
Burada Felatun Bey’in uşağını zikreyledik de halini birazcık olsun söylemedik. Bu mehmetçik “Gastangalı”dan [Kastamonu’dan] hemücek [yeni] gelmiş, daha dünyayı öğrenmemiş, ayda yüz kuruşun meftunu, ensesine muhabbet ve aferin makamında bir tokat vurulmasının mecburu bir adam olup hizmet ettiği efendinin bir oğlu ile bir kızı olduğunu öğrenmeye muvaffak olmuş ve hatta oğlunun isminin…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli) Türk Klasikleri
- Kitap AdıFelatun Bey İle Rakım Efendi
- Sayfa Sayısı208
- YazarAhmet Mithat Efendi
- ISBN9786053147206
- Boyutlar, Kapak13 x 19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviAyrıntı Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Cinnetim Cennetimdir ~ Bülent Akyürek
Cinnetim Cennetimdir
Bülent Akyürek
Cinnetim Cennetimdir, platonik aşk üzerine yazılmış en iyi romanlardan biridir. “Bin yıl kadar cevabını bekledim ayakta… Sustu, konuşmuyordu, ağzını kıpırdatacak oldu, vazgeçti cevabından… Cesaret...
- Aslında Ayrılık da Yoktur ~ Seda Diker
Aslında Ayrılık da Yoktur
Seda Diker
Hz. Mevlana ve Şems-i Tebrizi ilahi, yani Gerçek Aşkın yolunda yanmışlardı. Günümüzde de bu tarz aşkın kapısını aralayabilen insanlar var. Peki biz sıradan insanlar...
- HınçAhınç ~ Figen Şakacı
HınçAhınç
Figen Şakacı
“Herkes kursağında kalanları kustuğunda, eteğimizdeki o taşları, evet küçük ve yeşil olanları da döktüğümüzde Yeni Mahalle’nin tarihi bizi de yazar mı acaba? Hıncın harcı...