Piyanonun, ruhu dansa iteleyen notaları bir ipe sıralanmış gibi havaya karıştı. Sihirli bir parmak tuşlara can üflüyor, kaçkın notaları dize getiriyordu. Müphem çevremde bir tur attı. Adımları acı verecek kadar aheste, asaletinden kör edecek ahenkte zarifti. Bu, aynı zamanda bir oda dolusu oksijenin ciğerlerime yetemediği ilk andı.
Alessia, yirmili yaşlarda görünse de aslında binlerce yıl önce doğmuş Yaşam Kanı’dır. Günün birinde onu Doğa Ana yapan büyüsünü keşfeder ve evinin zemininde açılan bir delikten aşağı kirli, sefil ve kurtarılmaya muhtaç olan Araf’a düşer. Bu topraklara ait olduğunu ve asırlardır büyülü evrenlerde tutsak edildiğini öğrenmeden önce kaderi, imkânsız aşkı Müphem’le birleşir.
Müphem, Ambrose’un günlüğünü bulup Araf’ı kurtarmaya yemin etmiş ölümcül dokunuşlu Azrail’dir ve bu yüzden eldivenlerini asla çıkarmamaktadır. Alessia’nın teniyse eldivenleri yokken dokunabildiği tek tendir.
Araf, ruh yiyen bir imparatorun elindedir. Üstelik asırlardır hiçbir ruh cennet veya cehenneme gidememiştir çünkü imparator ruhlarla besleniyordur. Her biri Yaşam Kanı’nın, yani Alessia’nın bir gün bu topraklara hayat getirmesini bekliyordur. Araf’ın kaderi, Ambrose’un kayıp günlüğüne bağlıdır. Kurtuluşu arzulayan herkes bu günlük için seferber olurken, içinde yazanları okuyabilecek tek kişi Alessia’dır. Alessia ölü diyarın ölü topraklarını Müphem’le birlikte kötü kaderinden kurtaracak mıdır yoksa bu mahkûmiyeti sessizce izlemek zorunda mı kalacaktır?
*
BÖLÜM 1
Sanki her şey birkaç saniye önce birinin, içinde bulunduğum kitabın kapağını açmasıyla başlamıştı.
Nefes nefeseydim. Neden koştuğumu, nereye gitmeye çalıştığımı ve bugünün nasıl geçtiğini hatırlamıyordum. Sadece içimden gelen tedirgin sese kulak verip hızımı arttırmaya devam ediyordum. Dudaklarım düzensizce çıkan nefeslerimin arasında, “Kos” diye fısıldıyordu. Bunu, zihnimdeki bir şeyleri unutmadan önce söylemeye başlamış gibiydim.
Hızlandıkça sıktığım parmaklarımın arasında duran telefonu hatırladım. Birilerini aramam ve gelip beni almalarını istemem gerekiyordu. Sarı bir evin köşesinden dönüp sırtımı duvara yasladıktan sonra koşarak geçtiğim sokağa gizli bir bakış attım. Görünürde hiç kimse yoktu.
Acaba saçmalıyor olabilir miyim? “Hayır,” dedi içimden bir ses. “Kos.”
Ah, bir de neyden kaçtığımı hatırlasaydım.
Buna rağmen yeniden koşmaya başlamadım. Saçma olsun ya da olmasın, bir şekilde yardım çağırmam gerekiyordu. Ne yazık ki ekranı net göremeyecek kadar soluksuz kalmıştım ve vücudumun titremesi telefonu düzgün bir şekilde tutmamı engelliyordu.
Biraz odaklandığımda “Annem” yazısının ekranda parladığını fark ettim. Hemen altında bilmediğim bir numara vardı. Onu aramama fırsat kalmadan göğsüme bir acı saplandı, neredeyse bir okun kalbime isabet ettiğinden emindim.
Telefon hala elimdeyken öne doğru sendeleyerek dizlerimin üzerine düştüm. Yakıcı acı, sanki bütün ruhumu o noktada toplamıştı. Düzensiz nefeslerim bir bıçağın sivri ucu gibi bedenime içten dışa doğru saplanıyordu. Oku tutmaya çalışsam da nereye saplandığını bulamadım. Kulaklarım çınlamaya başlarken yaranın üstüne bastırdığım elime baktım. Kanamıyordum.
Hiçbir yara yok.
Telefonum, yere bastırdığım elimin altında eziliyordu. Ben… birini mi arayacaktım? Korkuyla bakışlarımı yukarı kaldırdım. Metrelerce uzakta görünen bir kararti usulca bana doğru ilerlemeye başlamıştı, sanki tamamen yanıma gelebilmek için ölmemi bekliyordu. Elindeki yayı kaldırdı ve görünmez oku hazırlayarak ipi gerdi. Göğsümdeki acıya bakılacak olursa bu, yapacağı ikinci atış olacaktı. Kaçamazdım. Bacaklarım çoktan uyuşmuştu, gerçekten çok yorgundum ve nefes almayı saniyeler önce bırakmıştım.
Acının devamlılığı hâlâ hayatta olduğumun tek kanıtıydı. Bedenime bir darbe daha indi. Bu defa isabet ettiği yeri anlayamamıştım çünkü acı her yerdeydi. Kısacık bir sürede zihnim puslandı, tamamen yere yığılırken son gördüğüm şey ekranında “Annem” yazan telefonun elimden alınması olmuştu.
ESKİDEN ARAF OLAN TOPRAKLARDA
Alınan bir cana karşılık yüzlerce ruhun refahı… İşte anlaşma buydu. Biri öldüğü için yüzlercesi hayatta kalacaktı.
Genç adam, imparatorun tahtına doğru yürürken taşıdığı ok ve yay omuzlarına ağır geliyordu. Oysa bir hayalet silahti. Imparatorun keyifle gerilen omuzları karşısında genç adamın bedeni tiksintiyle doldu. Ona ağırlık yapan asıl şeyin gam ve keder olduğu son derece açıktı.
“Geride hiçbir açık kalmadı. Imparatorluğun esiri olarak son görevimi tamamladım,” dedi memnuniyetsizce. Bu şatoda kaç asırdir tutsak olduğunu saymayı bırakmıştı. Bazı zamanlarda şato duvarlarındaki taşların bir parçasıymış gibi hissetmekten kendini alamıyordu.
Imparator huzurlu bir nefesi ciğerlerine çekerken son derece keyifli görünüyordu. Ne de olsa, yoluna taş koyabilecek bir engelden daha kurtulmuştu. Genç adam ise yaptığı fedakarlık, ruhların sonsuz güvenliğini sağladığı sürece karşılaşacağı bütün sonuçları kabul ediyordu.
Imparator ellerini bir merhemi yedirircesine ovalarken bakışlarını karşısındaki adama sabitledi. “Gerçekten de bir korkak olmadığını kanıtladın, üstelik bunu şatoma yakışır bir cesaretle yaptın.” Konuşurken parmaklarındaki yüzükleri döndürüyordu.
“Ben şatonun yalnızca bir esiriyim. Senin adına değil, yalnızca davam için savaşırım. Sakın pis eşlikçilerinden biri olduğumu düşünme!” Bu doğruydu ancak bu zamana kadar insan ruhlarını aslanın ağzından almak uğruna imparatorun işlerini neredeyse eşlikçileri kadar çok yerine getirmişti. Bu gerçek, zihnini meşgul edecek
bir uğraşın olmadığı gecelerde kendini oldukça kirli hissetmesine sebep oluyordu.
“Kelime seçimlerinin kötü sonuçlara yol açabileceğiyle ilgili bir uyarı almış mıydın?” Imparator parmağını genç adamın pürüzsüz ve solgun yüzüne doğru kaldırdı. “Şimdi sözümü tutacağım fakat bir yanlış. yalnızca bir tanesi bile… Başladığın noktanın da gerisine dönmen için yeterli olur. Ayrıca unutma, hiçbir zaman hatalarının bedelini sana ödetecek kadar vicdanlı olmadım.”
İmparatorun kini, genç adamı tamamıyla yutabilirmiş gibi görünüyordu.
“Bir an olsun anlaşmamızın aklımdan çıkacağını sanmıyorum. Eğer bir şekilde geri dönersem bu senin için iyi olmayacak.” adam, uyuşmuş dudaklarında beliren bir gülümsemeyle. Bu konuşmaya sabitlik eden hiç kimse onun bir tutsak olduğuna inanmazdı.
dedi
genç
“Cüretin tipki aptallığın kadar takdir edilesi. “Ne var ki konu imparator olduğunda herkes korku içerisindeydi. Imparatorun elleri tahtın iki kolunu kavradı ve sanki yüksek sesini daha iyi duyurması gerekiyormuş gibi öne eğildi. “Kararımı değiştirmeden önce git buradan, çocuk!”
Sahiden özgür kalacak mıydı? Yoksa bu da uykularının en derin noktalarında umutla başlayıp hüsranla biten rüyalardan biri miydi? Kim bilir…
Her şeyden önce görevini unutmaması gerekiyordu. Kararlılıkla göğsünü pişirerek öne doğru bir adım attı. “Once verdiğin sözü ye rine getir.” Hava, tutulmayacak bir sözün korkusuyla ağırlaşmıştı. Fedakarlığının bir hiç olmasından ölesiye korkuyordu. Hem de ber kes onu korkusuzluğuyla tanımışken…
“Ruhları götürebilirsin. “Imparator, eğilmiş tacını olması gere ken yere geri koydu. “Ancak onları bir çocuk gibi ortalarda görürsem gerekeni yapacağımdan kuşkun olmasın.”
Kurtardığı tüm ruhları saklayabileceği bir yer bulması gereki yordu. Ama önce özgür bir adam olarak içmesi gereken o kadehi de virecekti, belki birden fazla kadeh olabilirdi…
BÖLÜM 2
Bir rüyanın içinden…
Karşımda duran renk cümbüşüne baktım. Ağaca dolanan fosforlu sarmaşık; boyum kadar uzun olan mavi, sarı, yeşil ve daha birçok renkte mantarlar… Biraz solumda kalan pembe bir akarsu… Ne kadar zamandır bu görüntüyü izlediğimi merak ettim. Gözlerimi ne kadar zamandır açık tutuyorum? Ayaklarımın altındaki yumuşacık çimeni hissedebiliyordum. Ne kadar zamandır ayakta duruyorum?
Bakışlarımı nereye çevirdiğimin bir önemi yoktu, içimdeki tanıdıklık hissinden kurtulamıyordum.
Sonra dikkatimi o çekiyor. Bana bakıyor, kafasını yana yatıriyor ve gülümsüyor. Bu bakış kalbime tanıdık bir acı vermişti. Ama sebebi neydi? Bundan bir sonuç çıkaramamıştım, kalbim de sebebini bulamıyordu.
“Kimsin sen?” dedim panikle. Genç adamın dalgalı turuncu saçlarının önündeki iki tutam bembeyazdı. Sorum karşısında kocaman, aheste bir kahkaha atmıştı.
“Asıl sorman gereken şey, güzel Alessia…” Usulca etrafinda döndü ve parmaklarıyla çenemi tutup havaya kaldırdı. “Sen kimsin?” Her hareketi ahenk içinde, pürüzsüz ve bir erkeğe yakışır şekilde nazikti.
Sorusu düşüncelere boğulmama sebep olmuştu. Nedensizce aşina olduğum parlak mavi mantara ve onun dehşet verici çılgın bir mavilikle parlayan gözlerine baktım. Karşılaşmamız, içimde…
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıFantom Etkisi / Doğa Dönüyor
- Sayfa Sayısı416
- YazarSelin Solaris
- ISBN9786053049319
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İs Kan Dil ~ Mehmet Atilla
İs Kan Dil
Mehmet Atilla
“Bir dilim aşk, ne mezarlar açtırır insana!” İstanköy’den Bodrum’a, Savaşın Gölgesinde… Düşlerin kurulduğu, aşkların yaşandığı Ege kıyılarında, İkinci Dünya Savaşı’nın acımasız izlerini sürüyoruz bu...
- Yıldız Cinayetleri ~ Armağan Tunaboylu
Yıldız Cinayetleri
Armağan Tunaboylu
Mesleği: Kadın satıcısı. Çeşitli düşmanları var, başına çok sayıda cinayet sarılıyor… Ve en çok korktuğu ama gizliden gizliye hayranlık duyduğu bir komiser Asım Ağbi’si...
- Atmaca ~ Hikmet Hükümenoğlu
Atmaca
Hikmet Hükümenoğlu
Saat ikiyi on dört geçiyordu. Daha fazla beklemenin anlamı yoktu artık. Ayağa kalkmak için sandalyemi ittiğimde çıkan gıcırtı sınıfta yankılandı. Sami Hoca tahtaya dönmüş...