Dünyanın dört bir yanında on milyonlarca kilometrekare toprağa yayılan, ana yurttan çıktıktan sonra gittiği yabancı yerleri yurt tutup Türkleştiren, bugünkü Türk varlığının mevcudiyetini sağlayan uzak atalarımızın devletçiliği Ötüken dediğimiz kutsal merkezde başladı.
Türk milleti yaradılıştan gelen bazı özelliklere sahiptir. Bunlardan en önemlisi yüksek askerlik ruhu ve devlet teşkilatçılığıdır. Bu yüzden, tarihin en erken zamanlarından itibaren Türkler yüksek medeniyetin temsilcileri haline geldiler. Milattan önceki çağlarda doğuda Hunlar ile başlayan Ötüken merkezli “devletli” tarihimiz, Uygurların 840 yılında dağılmalarının ardından son buldu. Ötüken merkezli Türkler sonraki çağların da belirleyicisi oldular. Halihazırda yeryüzünde devletli veya devletsiz yaşayan bütün Türkler, işte o Ötüken·in mirasını taşımaktadırlar. Her şey Ötüken ile başladı…
Dört cilt olarak planlanan “Eski Türk Tarihi” serisinin Ötüken: Hunlar; Xianbeiler; Tabgaçlar; Juanjuanlar; Gök-Türkler; Uygurlar başlıklı bu ilk cildi Ötüken merkezli eski tarihimiz üzerinedir. Yazar burada; tarih görüşlerini, tarih bilimi çerçevesindeki kaynak ve saha araştırmalarıyla ulaştığı bilimsel bilgi ve yorumlarını sunmayı ve bunu yaparken siyasi tarihi bir bütün halinde, kronolojiye sadık kalarak, başından sonuna kadar kesintisiz bir şekilde vermeyi hedeflemiştir. Ana kaynaklardaki cümleleri ve sözleri tam karşılığından ve bağlamından koparmadan olduğu gibi aktarmaya, tarihı hakikatleri aslını bozmadan sunmaya, sonrasında gerekiyorsa yorumlar yapmaya gayret etmiştir. Yazar akademik metot ve tekniklerden ödün vermeden mümkün olduğunca genel tarih okuyucusu tarafından da okunabilir, sistemli ve kategorik bilgi veren bir metin kaleme almaya; bilgiyi, Türk bakış açısı ve ruhuyla yoğurmaya teşebbüs etmiştir.
İÇİNDEKİLER
ÖN SÖZ / 11
GİRİŞ / 17
I. BÖLÜM: HUNLAR (MÖ 209-MS 216) / 37
II. BÖLÜM: XİANBEİLER, TABGAÇLAR (MÖ 121-MS 556) / 245
III. BÖLÜM: JUANJUANLAR (402-552) / 319
IV. BÖLÜM: GÖK-TÜRKLER (552-744) / 389
V. BÖLÜM: UYGURLAR (744-840) / 677
KAYNAKÇA / 795
DİZİN / 815
ÖN SÖZ
Dünyanın dört bir yanında on milyonlarca kilometrekare toprağa yayılan, ana yurttan çıktıktan sonra gittiği yabancı yerleri yurt tutup Türkleştiren, bugünkü Türk varlığının mevcudiyetini sağlayan uzak atalarımızın devletçiliği, Ötüken dediğimiz kutsal merkezde başladı. Türk milleti yaradılıştan gelen özelliklere sahiptir. Bunlardan en önemlisi yüksek askerlik ruhu ve devlet teşkilatçılığıdır. Bu yüzden, tarihin en erken zamanlarından itibaren Türkler yüksek medeniyetin temsilcileri olmuşlardır. Milattan önceki çağlarda doğuda Hunlar ile başlayan Ötüken merkezli devletli tarihimiz, Uygurların 840 yılında dağılmalarının ardından son buldu. Bu devletler konargöçer boyların bir araya gelmesiyle kurulan birer bozkır imparatorluğu idi; buna karşılık hâkimiyet alanları ve etkileri bozkırlarla sınırlı kalmadı. Bunlar birçok bakımdan dünya tarihinin yönünü tayin ettiler, bugünkü dünyanın etnik ve siyasi şekillenişinde büyük roller oynadılar. Türk bozkırlılarının güçlü orduları geniş coğrafyaları ele geçirdi, sıkı teşkilatlı devletleri yeni düzenler kurdu. Bu bakımdan Ötüken merkezli Türkler sonraki çağların da belirleyicisi oldular. Hâlihazırda yer yüzünde devletli veya devletsiz yaşayan bütün Türkler, işte o Ötüken’in mirasını taşımaktadırlar. Her şey Ötüken ile başladı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu vakitler girişilen kültür atılımında tarih, en dikkat edilmesi gereken alandı. O dönemde tarihi kendi bakış açımızla ele alma, yorumlama ve her şeyden önemlisi Türk millî tarihini derli toplu bir şekilde yazma ihtiyacı doğmuştu. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden başlamak üzere bazı millî tarih çalışmaları yapılmıştı. Bununla birlikte bunların yabancı tarih kitaplarına dayandığı herkesçe biliniyordu; üstelik çoğu da tercümeydi. Ortada Türk’ü yücelten, Türk’e hak ettiği değeri veren çalışmaların az olması bir yana, tarih çalışmalarının çoğunda ve onlara kaynaklık eden yabancı tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri şuurlu veya şuursuz olarak küçültülüyordu. Türklerin kendi ataları hakkında bu tür yanlış bilgiler edinmeleri, Türklerin kendisini tanımasını, benliğini geliştirmesini engelliyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türklüğün yüksek orunu üzerinde ısrarla durması, imparatorluktan çıkmış ve toparlanmaya çalışan Türk millî kimliğinin inşası yönünde yapılan bir hamleden ibaret değildi; bu durum belki de en fazla, o devirde bağımsız devlete sahip olan tek Türk topluluğuna özgüven verme çabasıyla ilgilidir. Nitekim ilk millî tarih denemesi olan Türk Tarihinin Ana Hatları, “Türklerin yaratıcı kabiliyetinin derinliklerine giden yolu açmak, Türk dehası ve seciyesinin sırrını ortaya çıkarmak, Türk’ün özelliklerini ve gücünü kendisine göstermek, millî ilerlememizin derin ırkî köklere bağlı olduğunu anlatmak” üzere kaleme alınmıştı. Atatürk döneminde ilk tarih çalışmalarının esas amacı, asırlarca iftiraya uğramış, ilk medeniyetlerin kuruluşundaki hizmet ve emekleri inkâr edilmiş Türk milletine tarihî gerçeklere dayanan şerefli mazisini hatırlatmaktı. Bu yapılırken o devrin havasında bazı mesnetsiz görüşler dile getirildi ancak bunların çoğundan sonra vazgeçildi. Türk millî tarihi çalışmaları bu ilk tecrübelerden sonra büyük ilerlemeler kaydetti. Ana kaynakları kendimiz okuyup yorumlamaya başladık. Çok kıymetli tarih âlimlerimiz bizim penceremizden tarihimizi anlattılar. Bugün Türk millî tarihi araştırmaları ileri bir seviyeye ulaşmıştır; külliyatlı bir Türk literatürü vardır ve buna gitgide ilaveler yapılmaktadır. Eski Türk Tarihi adıyla bir kitap hazırlamam birkaç sebepten dolayıdır. Her şeyden önce tarih görüşlerimi, tarih bilimi çerçevesindeki araştırmalarımla ulaştığım bilimsel bilgileri ve yorumları sunmak istedim. Bir Türk tarihi kitabı hazırlamaktaki esas gayem buydu. İkinci olarak siyasi tarihi bir bütün hâlinde, kronolojiye sadık kalarak, başından sonuna kadar kesintisiz bir şekilde vermeyi hedefledim. Bunu yaparken ana kaynaklardaki cümleleri ve sözleri tam karşılığından ve bağlamından koparmadan olduğu gibi aktarmaya, tarihî hakikatleri aslını bozmadan sunmaya, bunun ardından gerekiyorsa yorumlar yapmaya gayret ettim. Siyasi tarihlerin ara vermeksizin, bütünlük içinde okunmasını sağlarken, söz konusu tarihe dair diğer konuların ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmesi usulünü izledim. Böylece okuyucu artık okumuş olduğu elindeki çıplak siyasi tarih metniyle ilgili kafa karışıklığı yaşamadan köken, ad, kültür, devlet teşkilatı, coğrafya, komşular vb. hakkında derinlemesine bilgi sahibi olabilecektir. Üçüncü gayem; akademik metot ve tekniklerden ödün vermeden mümkün olduğunca genel tarih okuyucusu tarafından da okunabilir bir metin kaleme almaktı. Kaynakların şahitliğini hep canlı tutarak, çok eski ana kaynaklardaki bilgileri bugünkü insana anlayabileceği şekilde ulaştırmak istedim. Dördüncü gayem bilgiyi, Türk bakış açısı ve ruhuyla yoğurmaktı. Türk insanının düşüncesini, dünyaya bakış açısını, dilini, kültürünü, coğrafyasını, neşesini-kederini, derdini-hedefini vb. en iyi Türk tarihçileri bilebilir. Tek bir kelimenin spekülasyonuyla Türklerin tarihi ve kültürü üzerine fikir beyan edenlerin bir kısmının Türkleri hiç tanımadığı, Türkçe dahi bilmediği görülmektedir. Bir milletin tarihini anlayabilmek için onun diline ve dolayısıyla düşüncesine vakıf olmak elzemdir. Beşinci olarak, günümüz dünyasındaki bilgi kirliliğinin önüne geçilmesi için bir katkı da ben yapmak istedim. Bugün bilgiye ulaşmak çok kolaydır, her türlü teknoloji ve mecralar mevcuttur. Bu bilgi deryası içinde Türk millî tarihinin gerçeklerini öğrenmek için okuyucunun çaba sarf etmesi gerekmektedir. Türk insanına bu konuda yardım etmek de gayelerim arasındaydı. Son gayem de sistemli ve kategorik bilgi vermekti. Türk tarihinin zamanı uzun, coğrafyası geniş, temasa geçtiği kültür ve medeniyetler ise türlü türlüdür. Üstelik tarih kaynaklarında kişi adları, ünvanlar, terimler, toponimiler vb. çok karışıktır. Bunların daha anlaşılabilir bir şekilde, en azından birbirine karışmasını önleyerek okunmasını sağlamak istedim. Coğrafyanın göz önünde canlanmasını sağlamak, konuların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere çok sayıda harita koydum. Bütün bu saydığım gerekçe ve gayelerle elinizdeki kitap ortaya çıktı. Sıraladığım hedeflere tam anlamıyla ulaşmak elbette zordur, ancak elimden geleni yaptım. Bu maksatla uzun yıllardır anlatmaya teşebbüs ettiğimiz tarihin yazılı kaynaklarını toplayıp değerlendirmeye, saha çalışmalarıyla Türk coğrafyasını ve maddi ve manevi kültür unsurlarını anlamaya çalıştım. Eski Türk tarihini şimdilik dört cilt olarak planladım. “Ötüken: Hunlar, Xianbeiler, Tabgaçlar, Juanjuanlar, Gök-Türkler, Uygurlar” alt başlığını taşıyan elinizdeki birinci ciltte Ötüken merkezli eski tarihimizi, milattan önceki çağlardan Ötüken’in elimizden çıktığı 9. yüzyıla kadar ele aldım. Kitabı beş bölüme ayırdım: Hunlar (MÖ 209-MS 216), Xianbeiler, Tabgaçlar (MÖ 121-MS 556), Juanjuanlar (402-552), Gök-Türkler (552-744) ve Uygurlar (744-840). Bunlardan Tabgaçlar, Ötüken merkezli bir devlet değildir ancak Ötüken merkezini doğrudan ilgilendirdiği için kitaba dâhil edilmiştir. Bölümlerin ilk kısımlarını siyasi tarihe, sonraki kısımları ise söz konusu tarihin diğer konularına ayırdım. Yerli ve yabancı literatürdeki mesnetsiz tartışmalara, saptırmalara, önyargılı hükümlere, sadece farklı bir şeyler öne sürmüş olmak için dile getirilmiş fikirlere, ana kaynaklara dayanmayan karmaşık değerlendirmelere yer vermedim. Türk tarihi bir yönüyle çok açık ve anlaşılır bir tarihtir; Hun çağında kurulan sistem ve Türk varlığı kesintisiz bir şekilde bugünlere gelmiştir. Tarihi karanlıklaştırıp, anlamsız argümanlarla neticelere ulaşmaya çalışmak beyhudedir. Ana kaynaklarımız da çoğu kez oldukça açık ve anlaşılırdır. Öte yandan yabancı araştırmacıların katkılarının öne çıkarılmasını ve tarihçiliğimizin bugünlere gelmesini sağlayan çok kıymetli Türk tarihçilerinin emeklerine hak ettiği değerin verilmemesi de kabul edilemez bir durumdur. Uzun yıllara dayanan bir bilimsel araştırma süreciyle yazılmış olan kitabımda elbette eksiklik ve yanlışlıklar olabilir, bunu en aza indirmeye gayret ettim. Tarihimizin çeşitli alanlarında çok sayıda eser yayımlayan bir araştırmacı olarak Türk millî tarihimiz için bir katkı daha yapmak istedim. Umarım kitabım araştırmacılara, Türk ve Türkçe bilen okurlara faydalı olur. Kitabımın bu cildini, merhum hocam Abdulkadir Donuk’a ithaf ediyorum. Hayattayken baştan sona bir Türk tarihi yazmamı istemişti, bunu görmesi nasip olmadı. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun. Metnin son okumasında yardımlarını gördüğüm Hatice Begüm Kahraman, Neslihan Kıran, Anıl Yasin Oğuz, Hayriye Güner ve Şeyma Sapma’ya teşekkür ederim. Hakan Nişancı kardeşim dizin için büyük emek verdi, sağ olsun. Moğolistan’daki araştırmalarıma 2022, 2023, 2024 yıllarında destek veren İlteriş Vakfı’na, vakfın yönetim kurulu başkanı Kaptan Mustafa Can’a, kitabın basımını gerçekleştiren Ötüken Neşriyat’a ve editörüm Ayşegül Büşra Paksoy’a müteşekkirim. Bütün çalışmalarım gibi bu kitabım da eşim Doç. Dr. Elvin Yıldırım ve kızım Ülkü’nün destek ve anlayışları sayesinde ortaya çıkmıştır; en büyük teşekkür ise onlaradır.
Prof. Dr. Kürşat Yıldırım
İstanbul, 2024
GİRİŞ: ÖTÜKEN TÜRK BOZKIR DEVLETİ
Dünyanın en eski milletlerinden olan Türkler, çok erken devirlerde devletler kurmuşlardı. Türklerin bozkırlarda konargöçer hayat yaşayan kitleleri, “bozkır devleti” olarak adlandırabileceğimiz, yerleşik toplumların devlet sistemlerinden farklı siyasi yapılar meydana getirmişlerdi. Bu bozkır devleti Ötüken’de şekillendi. Bozkır devletlerinin en önemli özelliği, sabit merkezlerinin olmaması ve yüksek savaşma imkân ve kabiliyetlerine sahip ordularıyla oldukça geniş coğrafyalara hükmetmeleriydi. Konargöçer bozkır devletleri, boylar birliğiydi. Bunlar yerleşik devletlerin veya şehirlerin değil savaş gücüne sahip konargöçerlerin bir araya gelmesiyle kurulurdu. Tanrı’dan alınan ve meşruiyet ile elde tutulabilen “kut” sahibi bir aile, devleti kurardı. Merkeziyetçi yapının güçlü olması, devletin ücra köşelerine müdahale etme kabiliyetine bağlıydı; yoksa bozkır dinamikleri bağlı boyların isyanını beraberinde getirirdi. Türk devleti, kan akrabalığı ile birbirine bağlı ailelerin oluşturduğu boylar hâlinde yaşıyor ve devlet, boyların kendi aralarındaki sıkı, disiplinli iş birliğinden doğuyordu. Bu ise İbrahim Kafesoğlu’na göre devlete askerî bir karakter kazandırıyordu; savaş yönünden asker, at, silah gibi gerekli şartlara daima hazır olduğu için devletin genişlemesi de kaçınılmaz oluyordu.1 Hunlardan başlamak üzere 9. yüzyıla kadar kurulmuş olan, İslamiyet’ten önceki konargöçer yapıda büyük devletlerimizin merkezi, esasen Orhun Vadisi’nde olduğu düşünülen Ötüken idi; 9-10. yüzyıldan sonraki büyük devletlerimiz ise şehirli ve konargöçer bozkır geleneklerini birleştiren Müslüman atlı savaşçıların zengin ticaret şehirlerini siyasi merkez yapmalarıyla kuruldu. Ayhan Bıçak Türk devlet anlayışını incelemiş ve bunun kendine özgü niteliklere sahip olduğu neticesine varmıştır. O, şöyle yazar:
Yaşama şartları ve coğrafya, toplumun oluşma şartları, değer dizileri, ilişki içinde olduğu toplumlar, karşılaştıkları sorunlar, üyesi oldukları medeniyetler, Türk devlet anlayışını oluşturmuşlardır. Türklerin iktisadi yapıları nedeniyle sürekli yer değiştirmeleri, teşkilatlı boylar hâlinde yaşamaları, toprak mülkiyetine dayalı sınıfların olmaması, ruhban sınıfının bulunmaması, tarih sahnesine devletli olarak çıkmaları ve tarih düşünceleri, devletin, Türk evren tasavvurunun, kültürünün, düşüncesinin, yaşayışının merkezine yerleşmesine neden olmuştur. Devletin merkezî konumu, kültürel yapıyı yönlendirdiği gibi, düşünce üretiminde de baskın olmuştur.
Türkler; devletlerinin veya devleti kuranların adını, hâkimiyet altına alınanlara verirlerdi. Umumiyetle devlete bağlı olan herkes aynı adı taşıyorlardı. Bu ise köklü bir devlet geleneğini ve gelişmiş bir siyaset kültürünü gösteriyordu. Türkistan’da idareyi hangi Türk kesimi ele almışsa, onlara bağlı olan bütün Türkler de aynı adla anılmışlardı; Selçuklu ve Osmanlı çağında da öyle olmuştu.3 Buna dair erken dönemlerden itibaren verebileceğimiz örnekler vardır. Hun Hükümdarı Modu (Mete) MÖ 176 yılında Çin İmparatoru’na gönderdiği mektupta şöyle diyordu: “Tanrı’nın yardımıyla memurlarımız, askerlerimiz iyi durumdadır, atlarımız güçlü kuvvetlidir, Yuezhiları yok ettik, hepsinin ya kelleleri, canları alındı, ya da tabi oldular ve halledildiler. Loulan, Wusun, Hujie ve onların tarafındaki 26 memleketin hepsi artık Hun oldu.”4 Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi kökeni ve adı ne olursa olsun, devlet çatısı altındaki herkes artık “Hun” idi. Bu anlayış bütün Türk tarihinde mevcuttur. Gök-Türk Kağanlığı çatısı altındakiler de Türk olarak adlandırılıyordu. Bunu çok iyi bilen Çinliler de Çin sınırlarının kuzeyindeki bütün insanlara çoğu kez Türk diyordu.5 Bilge Tonyukuk, Gök-Türk Kağanlığı’nın nüfusundan bahsederken, devlete bağlı bütün halkı, “Türk” olarak adlandırıyordu. Orhun Yazıtları’nda da Gök-Türk Kağanlığı bünyesindeki boyların Türk olarak anıldığı ifadeler vardır: “Türgiş Kağanı, Türkümüz, milletimiz idi” (Kül Tegin, Doğu/18); “Dokuz Oğuz milleti kendi milletimiz idi” (Kül Tegin, Kuzey/4); “Türk Sir Milleti” (Tonyukuk, Batı/3).7 Bilge Kağan, kendisine bağlı halka hitap ederken daima “Türk milleti” (Türk budun) diyordu. Uygurlar 605 yılından sonra Pugu, Tongra, Bayırku, Fuluo boylarıyla birleşip isyan ederek kısa süreliğine Gök-Türklerden ayrıldılar. Çin kaynakları bu ayrılanların hepsine “Uygur” denildiğini kaydetmektedir.8 Bu gelenek böylece devam etmiş ve hatta Moğollara da geçmiştir. Mesela Cengiz Han’dan haber veren bir Çin kaydına göre Hıtay halkına mensup Yelü Liuge’nın oğlu Xiedu uzun yıllar Cengiz Han’ın ordusunda bulunmuş ve yüksek rütbelere gelmişti. Yelü Liuge öldükten sonra onun karısı Cengiz Han’a gelip oğlu Xiedu’nun babasının yerine geçmesini rica ettiğinde Cengiz şöyle cevap vermişti: “Xiedu bugün Moğol’dur.”9 Hizmetinde olan bir Hıtay’ı Moğol olarak adlandıran Cengiz’in, Moğolluğu tek bir etnik topluluğa değil devletine mensup olan herkese atfettiği görülmektedir. Bu gelenek günümüze kadar gelmiştir. Gök-Türk çağında Türk adı, yalnızca Türk kavminin adı değildi, daha çok Türk devletini karşılayan geniş bir deyimdi. Işbara Kağan, Çin İmparatoru’na “Türk devletinin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti.” diyordu. Burada devlet adı söz konusuydu. Yazıtlarda Türk sözü daha çok “Türk budun” şeklindeydi ki bu Türk milleti demekti. Türk töresi, Türk Kağan, Türk ili vb. sözler sadece devleti kuran küçük bir Türk kesimi için söylenmiyordu. Bunlar büyük bir devlet, Türk Kağanlığı için söylenmiş olsa gerekti.10 Mustafa Kemal Atatürk de Türk milletini tarif ederken “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.”11 demişti. Bu anlayış Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. maddesinde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” şeklinde yer almıştır.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıEski Türk Tarihi - Cilt 1 / Ötüken: Hunlar, Xianbeiler, Tabgaçlar, Juanjuanlar, Gök-Türkler, Uygurlar
- Sayfa Sayısı872
- YazarKürşat Yıldırım
- ISBN9786254087912
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024