“Devrine bir güneş gibi doğan aziz ve seçilmiş El Mustafa”, kendisini yurduna götürecek geminin geldiğini görür. Halkı da peşinden getirerek Orphalese kentinin meydanına gelir. Bu kentin sakinlerine veda etmeden önce aşk, evlilik, özgürlük, akıl ve tutku, iyilik ve kötülük gibi konularda hep hatırlayacakları öğütler bırakır. Cibran kült bir başyapıta dönüşen, kendi çizimleriyle yayımladığımız kitabında, kutsal metinleri andıran tınısıyla günümüze seslenmeye devam ediyor.
İçindekiler
1. Geminin Gelişi ……………………………………………………………..11
2. Aşka Dair……………………………………………………………………. 19
3. Evliliğe Dair ……………………………………………………………….. 23
4. Çocuklara Dair……………………………………………………………. 25
5. Bağışlamaya Dair………………………………………………………… 27
6. Yemeye ve İçmeye Dair ……………………………………………….. 31
7. Emeğe Dair…………………………………………………………………. 33
8. Neşeye ve Kedere Dair…………………………………………………. 37
9. Evlere Dair ………………………………………………………………….39
10. Giysilere Dair …………………………………………………………….43
11. Almaya ve Satmaya Dair ……………………………………………..45
12. Suça ve Cezaya Dair …………………………………………………… 47
13. Yasalara Dair……………………………………………………………… 51
14. Özgürlüğe Dair………………………………………………………….. 55
15. Akıl ve Tutkuya Dair…………………………………………………..59
İçindekiler
16. Istıraba Dair………………………………………………………………. 61
17. Kendini Bilmeye Dair………………………………………………….63
18. Öğretmeye Dair………………………………………………………….65
19. Dostluğa Dair …………………………………………………………….67
20. Konuşmaya Dair ………………………………………………………..69
21. Zamana Dair……………………………………………………………… 71
22. İyiliğe ve Kötülüğe Dair……………………………………………… 73
23. Duaya Dair………………………………………………………………… 77
24. Hazza Dair…………………………………………………………………79
25. Güzelliğe Dair…………………………………………………………….83
26. Dine Dair…………………………………………………………………..87
27. Ölüme Dair ………………………………………………………………..89
28. Veda ………………………………………………………………………….91
1
Geminin Gelişi
Devrine bir güneş gibi doğan aziz ve seçilmiş El Mustafa, Orphalese kentinde on iki yıldır, bir gün dönüp kendisini doğduğu kente götürecek gemisini bekliyormuş. On ikinci yıl geldiğinde, hasat ayı eylülün yedinci gününde, surların dışındaki tepeye çıkıp denize doğru bakmış ve sisle beraber yaklaşan gemisini görmüş. İşte o zaman kalbinin kapıları savrularak açılmış ve sevinci adeta denize doğru kanatlanmış. Gözlerini yummuş ve ruhunun sessiz kuytularında dua etmeye başlamış. Lakin tepeden inerken üzerine bir hüzün çökmüş ve kalbinden şöyle bir düşünce geçmiş: Nasıl huzur içinde, üzülmeden giderim? Yok, ruhum sızlamadan ayrılamam bu kentten. Surlarının içinde ıstırapla kıvrandığım günler uzundu ve uzundu yalnız geçirdiğim geceler; kim acısından ve yalnızlığından pişmanlık duymadan terk edebilir ki ıstırabını? Ruhumun çok fazla parçasını saçtım bu sokaklara ve bu tepelerde çıplak gezinen hasretimin çocukları da bir o kadar fazla; omuzlarıma bir ağrı ve yük çökmeden uzaklaşamam onlardan.
Bugün üstümden çıkarıp attığım kıyafet değil, kendi ellerimle yırtıp parçaladığım bedenimin ta kendisidir. Ardımda bıraktığım da yalnızca düşünce değil, açlık ve susuzlukla şerbetlenmiş bir kalptir. Gel gör ki kalamam artık. Her varlığı kendine çağıran deniz çağırıyor beni, o yüzden yola çıkmalıyım. Çünkü kalmak demek, saatler gecenin içinde yansa da donmak, kristalleşmek ve bir kalıbın içine hapsolmak demek. Gönül isterdi ki buradaki her şeyi yanıma alayım. Ama nasıl yapabilirim? Kendisini kanatlandıran dili ve dudakları taşıyamaz bir ses. Kimsesiz aramalıdır gaipte onu. Ve kimsesiz, yuvasız arşınlamalıdır güneşi kartal. El Mustafa tepenin eteklerine ulaştığında bir kez daha denize dönmüş ve rıhtıma yanaşan gemisini, pruvasındaki denizcileri, kendi kavminin insanlarını görmüş.
Tüm ruhuyla şöyle seslenmiş onlara: Ey kadim anamın evlatları, ey dalgaların süvarileri,Rüyalarımda ne kadar sık yelken açardınız! Şimdi daha derin bir rüya olan uyanışımda bana doğru geliyorsunuz. Hazırım yola çıkmaya, yelkenleri fora edilmiş coşkumsa rüzgârı bekliyor. Son bir kez daha bu durgun havada bir nefes çekeceğim içime; son bir kez daha bakacağım ardıma, Sonra saflarınıza karışacak, denizciler arasında bir denizci olacağım. Ve sen, engin deniz, ey uykusuz ana, Nehrin ve ırmağın bildiği yegâne huzur ve özgürlük olan sen, Son bir defa kıvrılacak bu ırmak, son bir defa çağlayacak bu kayranda, Sonra varacağım koynuna, uçsuz bucaksız bir okyanusta uçsuz bucaksız bir damla olacağım. Yürürken, tarlalarını ve bağlarını bırakıp hızlı adımlarla kent kapılarına doğru ilerleyen erkekleri ve kadınları görmüş. Kendisine seslendiklerini, tarladan tarlaya bağırarak gemisinin geldiğini birbirine haber verdiklerini duymuş. Demiş ki kendine: Ayrılık günü toplanma günü mü olacak? Akşamımın aslında şafağım olduğunu mu söyleyecekler? Sürdüğü pulluğu bırakanlara, üzüm cenderesinin çarkını durduranlara ne verebilirim ki?
Dallarını yere eğen, meyvelerini toplayıp onlara dağıtan bir ağaç mı olacak kalbim? Nefsim bir çeşme olup aksın da doldursun mu çanaklarını? Bir lir miyim ben, kudretli elin dokunabileceği; yoksa nefesini üfleyebileceği bir kaval mı? Ben ki sessizlik peşinde koşmuşum, peki sessizlikte nasıl bir cevher bulmuşum ki cömertçe dağıtacakmışım? Hasat günüm gelmişse şayet, hangi tarlaya, hangi anımsanmayan mevsimde ekmişim tohumu? Fenerimi kaldırma saatim gelmişse şayet, içinde yanan ateş benim ateşim olmayacak.
Fenerimi boş ve ışıksız kaldıracağım havaya, Gecenin nöbetçisi yağla doldurup yakacak onu. Sözcüklere döktükleri bunlarmış işte. Lakin birçok şey dile getirilmeden, kalbinde kalmış. En derin sırrını söyleyemezmiş çünkü. Kente ayak bastığında halk ona doğru akın etmiş ve hep bir ağızdan ona seslenmişler. Kentin yaşlıları öne çıkmış, demişler ki: Böyle bırakma bizi oğul. Alacakaranlığımızda bir öğle vakti oldun bizlere, gençliğinle bize düşlenecek düşler bahşettin. Ne yabancı ne de konuksun aramızda; canıgönülden sevdiğimizsin, oğlumuzsun. Yüzüne hasret bırakıp zulmetme gözlerimize.
Rahipler ve rahibeler seslenmiş sonra: Denizin dalgaları ayırmasın bizi, aramızda geçirdiğin yıllar bir anı olmasın. Sen ki bir ruh olarak dolaştın aramızda; gölgen yüzlerimize düşen bir ışık oldu. Ne çok sevdik seni. Lakin suskundu sevgimiz, örtülerle örtülmüştü. Şimdiyse haykırıyor sana; karşına dikilmiş duruyor. Hani derler ya, ayrılık vakti gelene dek ne kadar derin olduğunu bilmezmiş sevgi. Diğerleri de yanına varıp yalvarmışlar ona. Lakin hiçbirine yanıt vermemiş. Başını eğmekle yetinmiş, bir tek yanındakiler görmüş koynuna düşen gözyaşlarını. Peşinde ahaliyle birlikte, tapınağın önündeki büyük meydana doğru ilerlemiş. El Mitra isimli bir kadın çıkmış mabetten. Bir kâhinmiş bu kadın. El Mustafa derin bir şefkatle bakmış ona çünkü kente ayak bastığı ilk gün peşine düşen, kendisine ilk inanan bu kadınmış. El Mitra onu şöyle selamlamış: Ey Tanrı’nın elçisi, en ırakta olanın peşindeki sen, gözlerin ne zamandır uzaklarda gemini aramaktaydı. Nihayet gemin geldiğine göre bizimle kalamazsın artık. Anılarındaki diyara ve içinde kabaran tutkuların meskenine duyduğun özlem derin; ne sevgimizle bağlayabilir ne de ihtiyaçlarımızla burada tutabiliriz seni.
Lakin bizi terk etmeden önce şudur dileğimiz, konuş ve hakikatini paylaş bizlerle. Biz de evlatlarımıza aktaralım, onlar kendi evlatlarına aktarsınlar ki yitip gitmesin bu hakikat. Bir başına seyrettin günlerimizi; uyumak bilmeden dinledin uykumuzun gözyaşlarını ve kahkahalarını. O halde bizi bize göster şimdi; doğum ile ölüm arasında ne varsa sana vahyedilen, anlat bize. El Mustafa şöyle yanıt vermiş: Ey Orphalese halkı! Şu an dahi ruhunuzda dolaşmakta olan şey dışında, neyden söz edebilirim size? Dudaklarımın ilk kez titremesiyle dile geldiğim kadim günlerde kutsal dağın zirvesine çıktım ve Tanrı’ya şöyle seslendim: “Ey sahip, ben ki senin kölenim.
Saklı buyruğun benim yasamdır ve ebediyen sana itaat ederim.” Fakat Tanrı yanıt vermedi, dehşet dolu bir fırtına gibi geçip gitti. Aradan bin yıl geçtiğinde kutsal dağın zirvesine çıktım ve bir kez daha Tanrı’ya şöyle seslendim: “Ey Yaradan, ben ki senin yarattığınım. Sen bana topraktan biçim verdin, neyim varsa sana borçluyum.” Tanrı yanıt vermedi, hızla çırpan binlerce kanat gibi geçip gitti. Aradan bin yıl geçtiğinde kutsal dağın zirvesine çıktım ve bir kez daha Tanrı’ya şöyle seslendim: “Ey baba, ben senin oğlunum. Sen beni merhamet ve sevgiyle dünyaya getirdin; ben de sevgi ve ibadetle krallığını senden miras alacağım.”
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı
- Kitap AdıErmiş
- Sayfa Sayısı104
- YazarHalil Cibran
- ISBN9789750749308
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Sarı Siyah ~ Ahmet Şerif İzgören,Ahmet Nacar
Sarı Siyah
Ahmet Şerif İzgören,Ahmet Nacar
İki can dostun, Ahmet Nacar ve Ahmet Şerif İzgören’in kendi duygu ve mizah dolu kalemlerinden, çocukluklarında yaşadıklarını, ailelerini, dostluklarını, haylazlıklarını, eskinin değerlerini tüm gerçekleri...
- Zulmün Artsın ~ Yaşar Kemal
Zulmün Artsın
Yaşar Kemal
“Egede, Akdeniz yörelerinde gene ormanlar yanıyor. Benim şaşırdığım daha yanacak orman kaldığıdır. Nereden buluyorlar da, bu kadar ormanı yakıyorlar? Ben bu yörelerde dikili ağaç...
- Wampeter’lar, Foma’lar ve Granfalloon’lar ~ Kurt Vonnegut
Wampeter’lar, Foma’lar ve Granfalloon’lar
Kurt Vonnegut
Elbette Söylediğim Her Şeyin Saçmalık Olduğunu Biliyorsunuz. Sevgili okur, Bu kitabın başlığı Kedi Beşiği adlı romanımda geçen üç kelimeden oluşuyor. Wampeter, birbiriyle hiç alakası...