Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ergenekon
Ergenekon

Ergenekon

Can Dündar, Celal Kazdağlı

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük skandalını “Çok Gizli” damgalı dosyalara tıkıp hafızasına gömdü. 1996’nın Kasım ayında, bir pazar akşamı, Susurluk’ta “iş kazası” yapan bir…

Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük skandalını “Çok Gizli” damgalı dosyalara tıkıp hafızasına gömdü. 1996’nın Kasım ayında, bir pazar akşamı, Susurluk’ta “iş kazası” yapan bir Mercedes’ten dökülen kirli devlet sırları, geldiği kadar hızla uçup gitti gündemimizden… Devleti ele geçirmeye çalışan çeteler, iktidarı saran mafya ilişkileri, eski ülkücülerden özel time uzanan bir yasadışı örgütlenme, tam da çözülmenin eşiğine gelmişken tarihin tozlu raflarına kaldırıldı.
Oysa Meclis’in duruma el koyması, savcıların olayın üstüne gitmesi, kamuoyunun uyanık olması, medyanın özel araştırma ekipleri kurup işin peşine düşmesi gerekiyordu.
Olmadı.
Bu kitapta, 40 Dakika haber programının, “Susurluk unutulmasın” diye yaptığı araştırmaları bulacaksınız. Türkiye’de Gladyo tipi bir örgütlenmenin nasıl kurulduğunu; eski ülkücülerin nasıl yasadışı bir faaliyette görevlendirildiklerini; istihbarat teşkilatları arasındaki amansız rekabeti, başbakanların kullandıkları “Özel Büroları”; Güneydoğu’da sürdürülen mücadelenin nasıl hukuk dışına taşıp çeteler yarattığını; 12 Eylül öncesi provokasyonlardan Özal suikastına kadar bu çetelerin adının bulaştığı eylemleri; nihayet, devlet içindeki devletin, “Ergenekon”un gizli dünyasını okuyacaksınız. Ve bütün bu anlatılanların hesabının nasıl olup da hâlâ sorulmadığına şaşacaksınız.
Ergenekon’la tanışın!
Susurluk suskunluğa dönüşmesin!

içindekiler
Önsöz
Artakalanlar.
Çiller’in Özel Bürosu.
Mehmet Ağar’ın Önlenemeyen Yükselişi. Ergenekon, Darbeyi Çete mi Hazırladı?.
Mumcunun Çete Dosyası
Özal Suikastı
Özal, Öldü mü. Olduruldu mü?
İpekçi Cinayeti.

Önsöz

“Söz uçar, yazı kalır” derler ya; televizyonun sözü, kitabın ise yazıyı simgelediğini düşünürseniz, bu kitabı niye çıkarmak istediğimizi daha iyi anlarsınız.
Bu kitap. Kasım 1996 ile Şubat 1997 arasında televizyonda “söz” olarak söylediklerimizden oluşuyor. Ne yazık ki, beyazcamdan söylenen pek çok söz gibi o sözler de gece yarılarının rehavetinde uçuşup savruldular. O sesler, o yüzler, o görüntüler, o belgeler, hepsi ama hepsi duyarsızlığın, umursamazlığın, hafızasızlaştırmanın betondan duvarına çarpıp boşlukta dağıldılar.
Bunun, o seslere, o sözlere, günlerini, gecelerini, alınterini, emeğini vermiş bir yayıncı için nasıl kahredici bir sonuç olduğunu tahmin edemezsiniz.
“Söz”ün bir kulaktan girip diğer kulaktan uçan bir hercai kuş olması karşısında sığınabileceğiniz tek liman “yazıdır.

Biz de bu kitapta o limana sığındık.
Hafızanın ihanetine karşı harflerden bir barikat örmeye çalıştık.
“Unutkanlık” bizim virüsümüz…
Kendi başına bir hastalık değil; ama AİDS virüsü gibi bünyenin direnme gücünü yok ettiğinden birçok başka hastalığa yakalanmamızı kolaylaştırıyor ve bizi içten içe yok ediyor.
O virüsü yenmenin tek yolu hatırlamak, unutmamak, unutturmamak…
Ergenekon” işte bu amaçla yazıldı…

Anılarını yazan bir CIA görevlisi, bir gazete mülakatında, “Bütün bu istihbaratı nasıl topluyordunuz?” sorusuna şu yanıtı veriyordu:
“Büyük dikkatle New York Times okuyorduk.”
Bu esprinin ardında önemli bir gerçek var:
Basın her gün bizlere çığ gibi istihbarat akıtıyor. Ancak eskiden yeterince bilgi alamamaktan yakınan kamuoyu için şimdi yeni bir dert baş gösteriyor:
“Enformasyon patlaması…”
O kadar çok haber ve bilgi o kadar değişik kaynaktan, o kadar farklı formlarda akıyor ki hangisini izleyebileceğinizi, hangisine inanacağınızı şaşırıyorsunuz. Ve sonunda her haber bülteninin başından kafanız biraz daha karışmış olarak kalkıyorsunuz.
Biz, haber programımız “40 Dakika”da işte bu karışıklığı gidermeye çalıştık.
Her gelen yem haberle iyiden iyiye düğümlenen Susurluk bilmecesini çözebilmek için konunun özünü hiç atlamadan, ayrıntıların, bir araya gelince, genel manzarayı bütün çıplaklığı ile ortaya serdiğini gördük.
O yüzden bu kitapta yepyeni belgeler, inanılmaz ifşaatlar, açıklanmamış sırlar bulmayacaksınız. Tersine, elde edilen bilgilerin soğukkanlı bir araştırmacı tavrı ve titizliğiyle birbirine eklenince “Devletin içindeki Devlet’i nasıl aydınlattığını fark edeceksiniz.
Karanlık odada ilaçlı suya atılan bir kartın üzerinde, bir fotoğraf karesi nasıl yavaş yavaş biçimlenirse, sayfaları çevirdikçe Susurluk kazasının fotoğrafının da öyle biçimlenip, anlaşılır hale geldiğini göreceksiniz.
iyi bir fotoğraf elde etmenin formülü çok basit:
Çerçeveyi iyi kurmak, alan derinliğini iyi ayarlamak, flu nokta bırakmamak ve ayrıntılara titizlenmek…
“Ergenekon’da bunların hepsini yapmaya gayret ettik…

“40 Dakika”ya konuşarak, tabloyu daha net görmemizde bize yardımcı olan siyasetçilere, bilim adamlarına, askerlere, uzmanlara şükran borcumuz var.
Tabii kılı 40 yararak çalışan 40 Dakika ekibine de…
Ağabeyimiz Erbil Tuşalp, bize hem birikimini hem arşivini açarak, her aşamada yerinde uyarılar yaparak, kimi zaman kritik söyleşilere imza atarak bu kitabın gerçekleşmesinde en büyük katkıyı yaptı.
Susurluk kazasından ortaya saçılan o yüzlerce ayrıntının gazetelerden ayıklanması işini ise Serhat Özkan, Alparslan Acarsoy ve Barış Duran üstlendi.
Program metinlerinin kitap haline getirilmesi Hale Şerifin emekleri sayesinde mümkün oldu.
Dilek Dündar ise sağduyulu eleştirileri, yerinde uyanları ve yardımlarıyla büyük destekçimiz oldu.
40 Dakika’da alın teri olan diğer isimlere; Nazan Gezer’e, Musa Çözen’e, Canberk Benli’ye, Murat Özcan’a, Soner Sevgili’ye, Tannur Arat’a, Bülent Özkam’a, Ayhan Demir’e de teşekkürü borç biliyoruz.
Son olarak, konunun bütün “rahatsız ediciligine”ne rağmen, cesaretle destek veren ve hiçbir engellemeyle karşılaşmaksızın bu yayınları yapabilmemizi sağlayan Show TV yöneticilerine de şükranlarımızı sunuyoruz.
Umarız, bu kitap, çetelerden arınmış, demokratik bir hukuk devleti özlemlerine omuz verir.
Söz uçtu, bakalım yazı kalacak mı?

Artakalanlar

Susurluk’ta olup bitenleri tam olarak anlayabilmek için 18 yıl öncesine, 9 Ekim 1978 gününe dönmemiz gerekiyor. Türkiye’yi sarsan bu tanışmanın başrol oyuncuları, 18 yıl önce bir gece yarısı Bahçelievler’de bir evin önünde buluşmuşlardı. İçeride Türkiye İşçi Partili 7 genç vardı. Dışarıdakiler, saat 01.30 sıralarında TİP’lilerin bulunduğu dairenin kapısını iki kez çaldılar. Gelen, azraildi.
“Kapı açılır açılmaz içeri girdik Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah’a birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş, ‘Hepsini tek tek bayıltıp öldürelim’ demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah’la konuştum. ‘Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim. ‘Olur’ dedi. iki kişiyi Büyük Reisin arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Gen döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, Tek tek boğalım bunları’ dedi Bir tanesini zorla boğdum. Diğer dördünü bu şekilde öldürmek de zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. Sonra da sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsini boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah ‘a verdim. ”
Bu korkunç ifade, 17 Kasım 1980 günü Haluk Kırcı tarafından Ankara Sıkıyönetim Savcılığına verildi. Kırcı, daha sonra inkâr edeceği ifadesinde4 12 Eylül öncesi Ankara Bahçelievler’de Türkiye İşçi Partili 7 genci öldürmelerini işte böyle anlatıyordu. Bu ifade, verildikten 16 yıl sonra bugün daha da anlam kazandı. Çünkü Kırcı’nın ifadesinde “Büyük Reis” diye söz ettiği, arabayı kullanan ve silahı alan “Abdullah” adlı kişinin soyadı Çatlı idi.
7 TIP’li davasından hafızalarda üç kilit isim kaldı. Cinayetleri üstlenen Haluk Kırcı, o davada idama mahkûm oldu. 10 yıl yattıktan sonra infaz hesabı “yanlış” yapıldığı için 26 Nisan 1991’de salıverildi. Yanlışlık anlaşılınca yeniden aranmaya başlandı. Ama sırra kadem basmıştı.5 Sanıklardan İbrahim Çiftçi’nin idam cezası Yargıtay’dan döndü.0 Toplu kıyım davasının “Büyük Reis”i Abdullah Çatlı ise, o dönem yakalanamadığından yargılanamadı. Interpol tarafından aranırken, Bahçelievler katliamından 18 yıl sonra kuşkulu bir trafik kazasında öldü.
Cenazesi, eski ülküdaşları tarafından ancak şehitlerin sarılabildiği Türk bayrağına sarılarak sloganlar arasında kaldırıldı. Cenazede ülkücülerce dağıtılan bir bildiri aslında her şeyi anlatıyordu:
“Yıllar var ki, ülkemiz örtülü bir savaşın içinde. Abdullah Çatlı bu savaşta yan tuttu. Yan tutmakla kalmadı, risk aldı, bedel verdi. Abdullah Çatlı kılıç gibi savaştı, lakin kimse anlamadı. ”

italyanca Gladio, Kılıç demekti. İtalyanlar bu sözcüğün gerçek anlamıyla ancak 1988 yılında tanıştılar. O yıl, küçük bir italyan köyü yakınlarında şüpheli bir aracın aranırken patlamasıyla üç kişi öldü ve gizli bir örgüt tesadüfen ortaya çıktı, italya’da NATO bünyesinde kurulan bu gizli örgütün adı Gladio’ydu.
Soğuk Savaş yıllarında Amerikalılar, komünizmin yayılmasını önlemek için CIA desteğiyle çeşitli Avrupa ülkelerinde paramiliter örgütler kurmuşlardı. Amaç, komünistlerin gerilla savaşına karşı, kontrgerilla faaliyeti yürütecek birimler oluşturmaktı. Komünizmin en güçlü olduğu italya’da başlayan bu faaliyet, kısa zamanda tüm NATO ülkelerine yayılmıştı. Hazırlıklar o kadar gizli yürütülüyordu ki, bu gizli örgütün örtülü faaliyetlerinden bazen başbakanların bile haberi olmuyordu. Gladio, kadrolarını kurmak için çok da elverişli bir kaynak bulmuştu: İkinci Dünya Savaşı’nda nazilerin yanında saf tutup, savaş sonrası işsiz kalan faşistler, bu yeni mücadelede tetikçi olarak görevlendirileceklerdi. Onlara “Artakalanlar” deniliyordu.
Örgüt, savaş tutsağı olarak çok iyi korunan kamplarda tutulan önemli nazileri buradan kaçırarak çekirdek bir kadro oluşturdu. Kısa zamanda çeşitli Avrupa ülkelerinde faili meçhul cinayetler, bombalı sabotajlar, kanlı saldırılar gerçekleşmeye başladı. Gladio, bu eylemleri bazen solcuların üstüne atıyor, bazen de bu yolla halkın devlete bağlılığını artırmayı amaçlıyordu. 40 yıl süren bu faaliyet, nihayet 1990 kışında İtalya’da açığa çıktı ve arkası çorap söküğü gibi geldi. Gladio’nun faaliyetleri bütün NATO üye….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Aşka Veda ~ Can DündarAşka Veda

    Aşka Veda

    Can Dündar

    Aşk devrimcidir. Otorite, düzen, nizam tanımaz. Coşkuyla çarpan iki kalbin yarattığı etkiye hiçbir direnç dayanmaz. Sınırlar, harp içindir; aşk sınırdan anlamaz. Yaş, sosyal statü, renk, ırk, cins, dil, mezhep, milliyet farkı, tutkuya mâni olamaz.

  2. İsmet Paşa ~ Can Dündarİsmet Paşa

    İsmet Paşa

    Can Dündar

    Savaşlar kazanmış muzaffer bir kumandan… İnatçı bir diplomat… Cumhuriyet kurmuş bir devlet adamı… Kafasında kırk tilkiyi kuyruklarını birbirine değdirmeden gezdiren bir politikacı… İdeal bir...

  3. Yükselen Bir Deniz; CUMHURİYET ~ Can DündarYükselen Bir Deniz; CUMHURİYET

    Yükselen Bir Deniz; CUMHURİYET

    Can Dündar

    CAN DÜNDAR, 16 Haziran 1961’de Ankara’da doğdu. 1982’de AÜ, SBF Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1986’da İngiltere’de London School of Journalism’i bitirdi. 1988’de,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur