Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Epepe
Epepe

Epepe

Ferenc Karinthy

Macar yazar Ferenc Karinthy’nin başyapıtı kabul edilen Epepe bilinmeyen bir dil ve kültürde kaybolan bir dilbilimcinin hikâyesini anlatıyor. Helsinki Dilbilim Kongresi’ne katılmak üzere uçağa…

Macar yazar Ferenc Karinthy’nin başyapıtı kabul edilen Epepe bilinmeyen bir dil ve kültürde kaybolan bir dilbilimcinin hikâyesini anlatıyor.

Helsinki Dilbilim Kongresi’ne katılmak üzere uçağa binen Budai kendisini bambaşka bir ülkede bulur. Yerel dili ve yazıları bildiği hiçbir dile benzetemez. Hızla yükselen inşaatları, kalabalıkları, uzun kuyrukları, tuhaf prosedürleri ve âdetleriyle çözmesi zor, labirentvari bir büyükkente düşmüştür. Eve dönmekten başka çare yoktur ama dilini bilmeden bu yerden ayrılmak öyle kolay olmayacaktır. Budai bilimsel akıl yürütmelerle yerel dili çözmek ve birileriyle iletişim kurup derdini anlatabilmek için çeşitli taktikler dener, bu sırada başına belalar açılır. Yine de bir çıkış olduğu umudu hep vardır.

Ferenc Karinthy dil ve kültürün insanları nasıl etkilediğini ele alırken yabancılaşma ve kimlik arayışını da büyük bir beceriyle işliyor.

Kafka’nın Dava’sı, Huxley’nin Cesur Yeni ­Dünya’sı, Orwell’in 1984’üyle birlikte anılan Epepe’deki akıl almaz kentin her şeyi hem çok yabancı hem de çok tanıdık gelecek.

*

Geriye dönüp bakınca anlaşılan o ki Budai aktarma telaşından kapıyı şaşırıp yanlış uçağa binmiş ve bu yanılgı bir şekilde havalimanı görevlilerinin de gözünden kaçmıştı. Nereye kaç saat uçtuğu da belli değildi, çünkü motorlar çalışır çalışmaz koltuğunu arkaya yatırıp uykuya dalmıştı. Tükenmiş haldeydi. Son günlerde pek dinlenememiş, fazlasıyla çalışmış, üstüne bir de katılmak üzere olduğu Helsinki Dilbilim Kongresi’nde sunacağı bildiriyi hazırlamak zorunda kalmıştı. Yol boyunca yalnızca bir kere, öğle yemeği servisi için uyandırdılar onu, sonra on dakikalığına yine uyudu ama on saat de olabilir ya da belki daha fazla. Saatini takmamıştı. Yurtdışında yeni bir tane alacaktı, dönüşte gümrükten iki kol saatiyle geçmek olmazdı. Durum böyleyken evden ne kadar uzaklaştığını kestirebilmek zordu. Helsinki’ye gelmediğini de epey sonra ancak kent merkezinde fark edebilmişti, neredeydi kim bilir. Yolcular havalimanından otobüslerle nakledilmişti. Karanlık, soğuk ve rüzgârlı bir akşamdı, gece de olabilir, hâlâ uyku sersemiydi. Araç dura kalka ilerlemiş, insanların çoğu yolda inmişti. Helsinki’ye daha önce de gelmiş olan Budai’nin gözleri tanıdık bir binayı ya da kıyı şeridini bu kez boşuna aradı. Bir süre sonra duraklardan birinde herkes otobüsten ayrıldı, şoför onu da uyardı. Bir otelin cam sundurmalı kapısının önünde buldu kendini. Kaldırımda büyük bir izdiham yaşanıyordu, bir ara yol arkadaşlarından koptu, dört bir yandan dolup taşan kalabalığı aşana dek uzunca bir süre sürüklendi. Kürk mantolu, altın biyeli şapkasıyla otelin girişinde dikilen iriyarı bir kapıcı onu kibarca selamladı ve çarpma kapıyı tuttu. Budai Fince konuştu ama o belli ki anlamadı, bilmediği bir dilde yanıt vererek onu çarçabuk içeri buyur etti, oyalanacak hali yoktu, dışarısı yeni gelen müşterilerle doluydu.

İçeride resepsiyonun önünde de yığılma vardı. Sıraya girmesi gerekti ve sonunda kır saçlı, koyu renk üniformalı resepsiyon görevlisinin karşısına geçebildiğinde hemen arkasında peyda olan gürültücü, eli kolu valiz ve öteberi dolu bir aile-baba, anne ve kabına sığmayan üç küçük yaramazdibine kadar sokulup onu sabırsızca itip kakmaya başladı: O andan sonra her şey ışık hızıyla, deyim yerindeyse kendisinin katılımı olmadan gerçekleşti. Resepsiyon görevlisine Fince seslendi ama anlaşamadılar, sonra İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça… Hiçbirinin işe yaramadığı ortadaydı; başka bir dilde yanıt alıyor, onu da Budai anlamıyordu. Bunun üzerine pasaportunu gösterdi. Resepsiyon görevlisi herhalde kayıt açmak için onu elinden aldı, sonra pirinç başlıklı oda anahtarını kendisine takdim etti. Pasaportun arasında Budai’ye memleketinde yurtdışı günlük harcırahı olarak verilen dolar çeki de vardı, resepsiyon görevlisi onu da almıştı. Küçük hesap makinesini çıkarıp tutanı hesapladı, alelacele önceden damgalanmış bir form doldurdu, lafı gevelemesinden, jest ve mimiklerinden bunun yerel para cinsinden bir ödeme talimatı olduğu anlaşılıyordu. Budai itiraz etmeye yeltendi, çeki burada bozdurmak niyetinde değildi ama derdini anlatamayacağı belliydi. Ensesinde boza pişiren, elindeki belgeleri sallayıp duran, çocukları ciyaklayan bu kalabalık, yaygaracı aile de bezdirmişti zaten. Resepsiyon görevlisi yandaki camlı bölümü işaret edince daha fazla çırpınmayı anlamsız bularak yerini onlara bırakıp veznenin yolunu tuttu.

Orada da upuzun bir kuyruk vardı. Salyangoz hızıyla ilerleyen sıranın sonuna eklendi. Canı epeyce sıkılmıştı, belli ki aynı saçmalığı sil baştan yaşayacaktı. Veznedarın hızlı hızlı konuşması da öbür insanlarınki gibi anlaşılmazdı ve burada da olup biteni açığa kavuşturmaya yetecek zamanı olmadı; hem neyi, nasıl, nece anlatabileceğini bilmiyordu. Bir deste büyük, yeni basılmış banknot teslim aldı, birkaç tane de daha küçük ve buruşuk olanından ve bir avuç kadar bozuk para; uzun uzadıya incelemeden hepsini cebine tıkıştırdı. Hem tatsız hem de gülünçtü başına gelenler, bir yandan da bu olanlari sorgulamaya ancak fırsat bulabilmişti. Belki Helsinki kötü hava koşulları nedeniyle uçağa iniş izni vermemişti, bu yüzden başka bir yere yönlendirilmişlerdi. Ama öyle olsa valizini de almış olurdu, oysa yanında yalnızca kabin dolabına yerleştirdiği el bagajı vardı. Bütün olasılıkları gözden geçirdiğinde aktarma sırasında yanlış uçağa bindiğine, valizininse biletinde yazdığı üzere Helsinki’ye gittiğine kanaat getirdi ve bir anda biletinin yanında olmadığını fark etti, havalimanında ya da başka bir yerde kendisinden alıp almadıklarını da hatırlayamıyordu. Evden çıkmadan kimlik kartını ve diğer belgelerini çekmecesinde bıraktığından üzerinde hiçbir belge yoktu. Ama şu anda dert edeceği son şeydi bu, nasıl olsa bir şekilde çözülürdü; önemli olan en hızlı biçimde Helsinki’ye varabilmesiydi. Yetkililere durumu, buraya nereden ve nasıl geldiğini açıklaması gerektiğine göre, demek ki her şeyden önce yetkili birilerine ulaşmalıydı, havayolları acentesi olabilirdi örneğin ama nerede bulacağını henüz bilmiyordu. Resepsiyonun önünde az önce girmeyi göze alamadığı sıranın daha da uzununu bekledi, yan sırada bekleyenlerin sayısı da azalmış değildi ve kimin ne işle uğraştığı, aydınlatıcı bilgiyi nereden alabileceği hâlâ bir sırdı. Uzun bankolarda oraya buraya konmuş aynı küçük tabelalardan vardı, üzerlerindeki yazıyı ise çözmek kabil değildi; tuhaf bir abeceydi bu, duvardaki resimlerin metinleri, büfedeki gazetelerin, dergilerin adları da. Harflerin neye benzediğini derinlemesine inceleyebilmiş sayılmazdı, çünkü lobideki kalabalık öyle bir dalgalanıyordu ki nereye ayağını atsa oracıktan savruluyordu. Bu yüzden yapacaklarını erteledi, daha sonra odasından telefonla çözebilirdi.

Resepsiyondan aldığı anahtarın ucundaki topta 921 rakamı yazılıydı, odasının dokuzuncu katta olduğunu kestirebildi. Lobinin sonundaki asansörleri buldu, sekiz asansörden şu an yalnızca üçü çalışıyordu ve her birinin önünde yığınla insan bekleşiyordu. Budai yürüyerek çıkmayı yeğlediğinden gözleriyle merdivenleri aradı, bir yandan da yerinden olup siranın sonunu boylamayı göze alamıyordu, öyle böyle derken asansöre ayak basması on beş dakikasını aldı ve öyle bir üşüştü ki insanlar, daracık kabinde balık istifi oldular. Asansörü mavi üniformalı, uzun boylu, sarışın bir kadın çalıştırıyordu, yolcularına kendi tuhaf dilinde birer soru yöneltti, kimin hangi katta inmek istediğini sormuştu herhalde ama hemen her katta duruldu. Kabin boşaldığı gibi doluyor, her katta yeni gruplar akın ediyordu. Her ne kadar kadının yanında kabin duvarına tutturulmuş küçük bir vantilatör dönüp dursa da Budai bu bunaltıcı, havasız kabinin içinde, böyle kalabalık bir ortamda belki saatlerce ya da gün boyunca çalışmanın na…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıEpepe
  • Sayfa Sayısı240
  • YazarFerenc Karinthy
  • ISBN9786057643995
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNotos Kitap / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Tuzak ~ Rachel VincentTuzak

    Tuzak

    Rachel Vincent

    Bazen kedi fare oyunu aslında bir oyun değildir… Oyun mu? Ne demezsiniz. Gurur sürüm dört bir yandan gelen saldırılarla karşı karşıya, babamın otoritesi sorgulanıyor...

  2. Watson Ailesi ~ Jane AustenWatson Ailesi

    Watson Ailesi

    Jane Austen

    Jane Austen’ın 1803’te yazmaya başlayıp tamamlayamadığı romanı Watson Ailesi yazarın daha sonra kaleme aldığı diğer eserlerine bir girizgâh niteliği taşıyor. Kıvrak zekâsının ürünü müthiş ironisiyle, İngiliz...

  3. Harry Potter ve Sırlar Odası ~ J. K. RowlingHarry Potter ve Sırlar Odası

    Harry Potter ve Sırlar Odası

    J. K. Rowling

    Dursley’ler o yaz öylesine çekilmez olmuşlardır ki, Harry bir an önce okulu Hogwarts’a geri dönmek için can atmaktadır. Eşyalarını toplarken ortaya çıkan ev cini...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur