“İnsanlık tarihi boyunca yaşamış ve artık hayatta olmayan herkes trenin dışındaydı, mağara adamından çağdaş görünümlülere kadar. Çoğu ileri yaştaydı, daha az sayıda da olsa çocuklar vardı aralarında. Hayatta iken kendilerine özgü renkleri, ifadeleri, titreşimleri olmuş olmalı, şimdi ise küçüğüyle yaşlısıyla hepsi birbirinin aynı gibi. Göz göze gelmiyor, birbirleriyle konuşmuyorlar, yolculuğun başlangıcında bizim halimiz gibi.
Sonra onu gördüm korkudan ürpererek, eflatun kadını. Ölüler arasında inanılmaz bir hızla oradan oraya hareket ediyor, onları trene geri göndermeye çalışıyordu. Meydanı ve görünebilen ötesini beyaz entarili kalabalık kaplamış, şehrin kendi ahalisi artık görünmez olmuştu, insanlık tarihinin tüm ölmüşleri bu şehrin ve onun ötesindeki dünyanın neresine sığabilirlerdi ki?”
**
s. 5-6
Kış.
Koşuyorum. Sol elimle sıkıca kavradığım yıpranmış seyahat çantamın dizime çarptıkça verdiği acıya aldırmamaya çalışarak. Arada bir kolumdaki saate göz atıyorum. Sis kümelerinin ardında görünen istasyon binası soğuk, sevimsiz. Ulaşmaya çalıştığım tren o gri taş yığının ardında, zamanım iyice azaldı. İstasyonun camlı kapılarının önüne ulaştığımda ben ve çantam farklı yanlara savruluverdik, yerdeki buzlanmayı fark etmemişim. Soluk soluğa ayağa kalkıp kendimi toparlamaya çalışırken kolumdaki saate bir kere daha göz attım.
Dokuzu bir geçiyor.
Çantamı uçup konduğu yerden alıp doğrulurken, eşkıya bakışlı taksi sürücüsü yanlış sokağa sapmasaydı şimdi trendeki koltuğuma gömülmüş pencereden istasyonun kayboluşunu seyrediyor olacaktım diye düşündüm. Çıkacağım yolculuk bir bilinmezdi, dönmek istediğim bir yer yoktu. Gözkapaklarım ağırlaşmış halde ayaklarımı perona doğru sürüdüm, amaçsız, kendime uzak. Perona ulaştığımda soğuktan ürperdiğimi fark edip kara renkli montumun yakasını kaldırdım, başımı içine saklamaya çalışarak. Dolaşıp durmaktan yorgunum, bu seyahat karşıma çıkıveren bir fırsattı, şimdi ise tekrar kaybolmuşluktayım.
Sonra onu fark ettim, peronda tek başına duran boncuk mavisi gözlü istasyon görevlisini. Yüzü kırmızı ve şiş, soğuktan ya da içkiden. Eliyle acele etmemi işaret ediyordu, sabırsız olduğu belli ama bakışları kızgın değil. Sonra adamın ardındaki treni gördüm, hareketsiz.
“Geciktiniz.”
Sonra eliyle tekrar işaret etti:
“Kırk bir numaralı vagon. Biraz acele edin.”
Şaşkınlığımı atar atmaz adımlarımı sıklaştırıp kırk bir numaralı vagonu aramaya başladım, uzağımda değilmiş, dolanmam gerekmedi. Trene binerken gözlerim boncuk gözlü istasyon görevlisini aradı, az önce bulunduğu yerde yoktu. Vagon kapısının koluna asılıp kendini içeri çektim, kompartımanımı ararken tren hareket etmişti.
“Kompartımanınız hemen arkamda… Altı numara.”
Konuşan perondaki görevliydi, şimdi kondüktör. Kendimi altı numaralı kompartımana attım, üzerimde beş çift meraklı göz.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıTren
- Sayfa Sayısı250
- YazarEngin Geçtan
- ISBN9789753424554
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2004
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Alev Dudaklı Kadın ~ Suat Derviş
Alev Dudaklı Kadın
Suat Derviş
“Onu sevmek… Hayır, onu sevmemişti. Onun kolları arasında bulunduğu müddetçe onu sevmediğini, sevmeyeceğini anlamış, fakat ne zaman o istese onun kolları arasında bulunmaya mahkûm...
- Onu Ben Öldürdüm Leonardo ~ Deniz Kavukçuoğlu
Onu Ben Öldürdüm Leonardo
Deniz Kavukçuoğlu
“Boşlukları başka insanlarla dolduruyordu Gizem. Bense kitaplarla… Leonardo da Vinci’nin yaşamını okuyordum. Kudurmuş bir halk yığını, alçıdan yaptığı Sforza heykelini parçaladığında, büyük usta, heykelin...
- Kırmızı Zaman ~ Mine Söğüt
Kırmızı Zaman
Mine Söğüt
Bu romandaki İstanbul, efsaneler, insanlar, balıklar, kayıklar, iskeleler, saraylar, dehlizler, kesik başlar, mezarlar, hastaneler, morglar, denizkızları, cinayetler, katiller, cellatlar, deliler, yani her şey uydurmadır....